Yusuf peygamber: "Nefsim bana kötülüğü emrediyor"
demişti biliyorsunuz. Nefsin istekleri bitmez, bizi kötülüklere sürükler de
sürükler. Yaptığımız kötü işlerimiz için öz eleştiri yaparken genelde nefsime
hakim olamadım deriz. Hasılı hayat nefisle mücadeleden ibarettir.
İbadetler nefsin kötülüklerinin önüne geçmek, onunla
mücadele etmek için emredilmiştir. Hangi ibadeti ele alırsak alalım, hepsi
nefse ağır gelenlerdir. Oruç da bunlardan biridir. Belki de nefse en ağır
geleni. Her 30 yılda bir yaz dönemlerinde oruç tutarız. İşte bu sene 6
Haziran da başladık bu ibadete. 17 saati geçecek imsak halimiz. Kolay mı? Zor
elbet. Kolayı herkes yapar. Asıl olan zoru başarmaktır. Rabbim başaranlardan
eylesin.
Millet olarak bazı ibadetlerini aksatsak da yediden yetmişe
hazırlanırız bu ibadete. Hele çocuklarımızda sahura kalkıp oruç tutacağım
sevinci ve beklentisi görülmeye değer gerçekten. Küçüklüğümüzdeki bu
içtenliğin, umudun büyüyünce de devam etmesi temennisiyle Rabbim sabırlar
versin bu uzun günlerde, özellikle şeker hastalarına.
Halkımız, daha kolay olmasına rağmen namazdan daha fazla
önem verir bu ibadete. Üstelik riyası da yoktur. Namazda gözü yoktur belki ama
orucu es geçmez. Oruç tutmayan da oruçlu gibi görünür, dışarıda yemez içmez.
Evet bir zamanlar böyleydi. Hatta hiç dini duyarlılığı olmayan bile Ramazanda
olmaz diye lokantasını açmaz, açan da iftara doğru açar, iftar hazırlığını
yapardı. Gazinosuna: "Ramazanda kapalıyız" yazardı. Sanatçılar
ramazanları tatil olarak geçirirlerdi. Hasta bile olsa halkın görebileceği
yerlerde yiyip içmezdi. Açık lokantalar genelde otogar, hastane civarlarında
olurdu. Özel halleri olan kızlarımız, annelerimiz mutfakta gizli gizli yer,
çocuğundan saklardı yemesini, içmesini. Kahta'da çalışırken demircilik yapan
Hristiyan esnaflar vardı. Ramazan gelince gündüz yeme içme işlerini gizli
yaparlardı. Doğru ya da yanlış, bir duyarlılık vardı ülkemin insanında bir
zamanlar. Müslüman’ında da vardı bu duyarlılık, Hristiyan’ında da.
Son yıllarda Konya gibi mütedeyyin bilinen şehirler de bile
duyarlılıklar azalmaya başladı maalesef. Çarşıya çıkıldığı zaman aleni
yiyenleri çokça görebiliyoruz artık. Eskiden oruç tutmaya bahaneler buluyorduk,
şimdilerde tutmamaya bahaneler arıyoruz. İsteyen tutar, isteyen tutmaz, adam
ister inanır, ister inanmaz, orucun önemini bilir ya da bilmez ama bir
duyarlılık vardı eskiden. "Allah'tan korkmuyorsan, bari kulundan
utan" anlayışı hakimdi, Şimdi, "Allah'ın bildiğini kulundan niye
saklayayım" noktasına geldik.
Kimsenin tuttuğu orucunda, yediği yemeğinde gözüm yok,
tutmayanları da ayıplamıyorum, herkes kendi azığını doldurur. Fakat bizde yine
bir atasözümüz var: "Biri yer, biri bakar. Kıyamet işte ondan kopar"
diye. Oruç tutma ama yeme ve içmeyi aleni yapma. Kimsenin kıyameti
koparmaya hakkı yok. Bu davranışımızla kıyametin kopmasını hızlandırıyoruz gibi
geliyor bana. Hepimiz öğrencilik yaptık bir zamanlar. Teneffüste kantinden
aldığımızı yiyemeden öğretmen zili çalınca koşa koşa gelir, yiyeceği ya sıranın
altına koyar, ya da öğretmenden izin alır, dışarıda yer gelirdik. Çünkü
arkadaşlarımız bakarken rahat yiyemezdik, utanırdık.
Anadolu'nun dokusunda bu vardı bir zamanlar. Güzel bir
doku, güzel bir hassasiyet. Ye, iç. Bari biraz ötede yap bu işi. Bu sosyal
dokumuzu bozmayalım ne olur? İyi Ramazanlar! 04/06/2016
* 11.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.
* 11.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder