Ana içeriğe atla

Kadınlar günü**



Yine bir “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” geldi belirli günlerimizden. Günün önemine binaen programlar, anmalar yapılacak: Geçmişte kadının ezilmişliğinden, günümüzde kadınların yeni haklar elde ettiğinden, kadınların haklarının ödenemeyeceğinden dem vurulacak.  9 Mart’tan itibaren kadın cinayetleri, kadına şiddet, kadına tecavüz... gibi yine bildik manzaralar gözümüzün önünde arzı endam etmeye başlayacak. Tarih boyunca böyle olmuş, maalesef olmaya da devam ediyor.

Değer verdiğimiz şeylerin belli bir güne hapsedilmesini tasvip etmiyorum. Şunu baştan söyleyeyim: Geçmişte kadını ezen de, kadına “Kadınlar Günü” adı altında gün bahşeden zihniyet aynı zihniyettir. Kadınların böyle bir günü normalde kabul etmemeleri gerekir. Çünkü hâlâ ezme-ezilme devam ediyor. Çünkü zihniyet değişmedi.

Kadının ezilmesi, kadın olduğundan dolayı değildir tek başına. Dünya kuruldu kurulalı: Ezen ve ezilenler var. Güçlüler, hep güçsüzleri ezmiştir. Ezmeye de devam etmektedir. Sorun, kadın sorunu değil; insan/lık sorunudur. Gücü elinde bulunduranlar samimilerse eğer, timsah gözyaşlarını bir tarafa bıraksınlar önce zayıfı ezmeyi, elinde oyuncak gibi kullanmayı terk etsinler.

Kadın ve erkek, birbirinin olmazsa olmazıdır. Vazgeçilmezidir. Birbirine muhtaçtır. Biri olmadan diğeri bir hiçtir. Bir elmanın iki yarısıdır. İkisi bir bütünü oluşturur. Elmanın bir tarafından giren kurt, tüm vücuda sirayet eder. Yani tüm aileyi ve insanlığı çürütür.

Modern çağda kadınlığından ziyade dişiliği ön plandadır kadının. Kadın hem öznedir, hem nesne. Arka planda erkeği elinde oynatır. Aynı zamanda erkeğin elinde oyuncak olur. Yani oyun kurucu da kadın, oyunda piyon olanda. Hele Allah bir de boy-pos, fizik, güzellik vermişse başrol oyuncudur artık.  Erkek onu her alanda kullanır ta ki fizik ve dişiliği para etmeyinceye kadar.

TEOG ve YGS gibi sınavlarda kız çocukları erkeklere oranla daha başarılır. Kız çocukları  ev işlerinin yanında ders çalışarak başarısını ispatlıyor. Hem çocuk büyütecek. Çünkü annedir.  Hem iş hayatına atılacak.  Ev işleri yine kadını bekliyor. Hayat, kadınlar için daha zordur. Birçok iş sahasında çalıştırılmak üzere genelde bayanlar tercih edilir. Çünkü daha düşük ücrete çalışmaktadırlar. İster ev hanımı, ister iş hayatına atılsın; işini bilgi, birikim ve yeteneğine göre layıkıyla yapanlara şapka çıkartmak lazım. 


Kadın çalışırken kendisini sömürtmemesi lazım. Yaptığı işte dişiliği değil kadınlığı ön planda olmalıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz ama eğer Allah biraz güzellik vermişse şöhret olacağım , para kazanacağım diye başkalarının ya da tüketim sermayesinin mezesi haline gelebiliyor. Podyumlarda verilen pozlar, her türlü reklamlardaki görüntü, defilelerdeki nümayişler, filmlerdeki roller bunlara örnek olarak verilebilir. Genç yaşta güzellik ve fiziğiyle kazanılan para, emek sarf edilmeden elde edildiği için şöhretin de verdiği baş döndürücülükle lüks tüketim ve lüks yaşantıya harcanıyor. Çoğunda da aile kavramı maalesef oturmuyor. Gün be gün TV ve medyada yer almak şöhret hastalığı denen bir hastalığı beraberinde getiriyor. Bu şöhret ve şaşaalı yaşantı görsele hitap edinceye kadar devam eder. Kim ne şekilde yaşarsa yaşasın. Herkes kendi hayatını kendi çizer. Fakat ardından onlara özenti duyanlar. Evet işte bunları düşünmek ve tedbir almak lazım.

Fıtratı zorlamadan hayatın her alanında görev yapan kadınlarımıza selam olsun. Allah onlara fıtratı bozulmadan bu hayatta yaşamayı nasip etsin. Kadına şiddet, kadın katliamları ve tecavüzlerin sona ermesini temenni ediyorum. Dişiliği değil, kadınlığı ön planda olsun. Kadına şiddet ve tacizlere verilecek cezalar caydırıcı olsun.

Ne ezelim, ne de ezilelim. Kadınlarımıza gereken değeri verelim. Onlara verdiğimiz değer dilde kalmasın. Ne erkek kadının, ne de kadın erkeğin oyuncağı ve maskarası olsun. Kadınlık ve erkekliğimiz ön planda olmaktansa insanlığımız ön planda olsun. Hep beraber insanca yaşayalım.

Sadra şifa olacaksa eğer, günleri kutlu olsun tüm ezilen kadınların... 08/03/2016
**08/03/2016 tarihinde kahtasoz.com.tr gazetesinde  yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde