Gün geçmiyor ki bir sapık haberiyle uyanmayalım. Gün
geçmiyor ki bir taciz olayıyla irkilmeyelim. Gün geçmiyor ki önce tecavüz
ardından hunharca öldürülmüş mağdureler görmeyelim. Çocuk kaçırmalar,
kayıplar…vs. vakayı adiyeden oldu. Şimdi de sübyancı dediğimiz pedofili çıktı
ortaya.
Kimden miras kaldı bize bu sapıklık? Ruhumuza işlemiş sanki. Hocamız kim bizim yahu? Sahi kim?
Sırplarla savaşırken bir komutan
Aliya’ya gelir ve şöyle der: “Efendim Sırplar bizim kadınlarımıza
tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de
Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının
benzerini yapacağız.”
Aliya şöyle cevap verir: “Onlar
gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değil.”(Levent Gültekin)
Sırplar bizim öğretmenimiz değilse kim bizim öğretmenimiz? Hep uçkurunu düşünen bu tipler nereden türedi? Toptancılığı sevmem ama kimse kızmasın. Bizim eski Türk filmlerimizin ekserisinde hep tecavüz sahneleri var. Coşkun, Sütçü gibiler damga vurdu. Beyinlerimize işlediler. Bu filmlerin senaristleri bu toprakların mahsulü mü gerçekten. Yabancı filmler de izledim zaman zaman. Ben hiç onlarda tecavüz sahnesine rastlamadım. Adam hırsızlığa gelmişse gelir hırsızlığı yapar, çıkar gider. Bizde ise hırsızlık için gider. Önce evin kızına, kadınına tecavüz eder. Sonra hırsızlık yapar. Şimdi o filmler maalesef gündüz sinema kuşağı adı altında evlerimizde arzı endam ediyor. Suçlu aramıyorum ama eğer bu suçtan bir pay verilecekse birinci sırayı bizim Türk filmlerini oturtmak gerek. Her filmde bu iğrenç sahneler işlene işlene bu uçkuruna bağlı aklı evvel beyinsizlerin beyinlerine işlemiş maalesef. Senaryo biraz değişmiş o kadar. Filmdekiler kötü rolde, içimizdekiler ise iyi rol görünümünde... Her meslek grubunun yüz karaları olduğu gibi büyük bir camia olan eğitim camiasında da kendiyle barışık olmayan hasta ruhlu yüzü karalar çıkıyor maalesef. Sabi- sıbyana sulanan lanetli kişiler bunlar. Bunlar Aliya'nın dediği gibi Sırpları örnek almış tipler. Sonunda hoca bunu yaptıysa cemaat ne yapar?
Kime, nasıl güvenilecek, millet ne yapacak bilemiyorum. Ne
evlerimiz emniyetli, ne sokaklarımız, ne caddelerimiz, ne eşimiz ne de
çocuklarımız. Kime güvendiysek hep yaya kaldık. . Birine iki içki şişesi
getirmişler. Tadına bak da hangisi daha iyi söyle demişler. Adam ilk
şişeyi açar. Ağzına bir yudum alır. Şu daha iyi demiş. Be adam daha onun tadına
bakmadın, nasıl iyi olduğunu söyleyebilirsin demişler. Adam, evet tadına bakmadım.
Çünkü hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olamaz cevabı vermiş. Hasılı birinden
darbe yiyoruz, öbürüne yöneliyoruz. Öbürü, öncekinden beter çıkıyor. Hani
adama demişler, “Tecrübe nedir” diye. Adam: “Hayatta yediğin kazıkların
bileşkesi” demiş ya. Geldik bu dünyaya. Deneme yanılma tahtası olarak kör-topal
devam ediyoruz bu hayata yapışmaya. Hep bir sığınak, hep bir liman, hep bir
güven kapısı, bir kurtarıcı aradık. Çünkü kurtuluş buralardadır dedik.
Ama umduğumuz dağlara maalesef hep kar yağdı.
Birilerine “Kurtar bizi baba” dedik. Ülkeyi 70 sente muhtaç
etti. O gitti. Ardından kurtar bizi ana” dedik. İki anahtara sahip olacağız
derken ülkeyi “Kara Çarşamba” diye adlandırılan ekonomik krize düçar
etti. Başımıza gelen her türlü kötülük eğitimsizlikten dedik.
Çocuklarımız okusun. Ama eğitimdeki boşluğu değerlendirmek/takviye için
“Abi, abla, hoca” bulalım, çocuğumuza rehberlik yapsın, yol göstersin, onunla
ilgilensin dedik. Kimi ruhumuzu, beynimizi esir aldı. Kimi namusumuzu.
Bir iğfal edilmediğimiz kalmıştı. Sonunda nur topu gibi sübyancılığımız
ortaya çıktı. Görsel medyadan seyrediyoruz; yazılı basından ağzımız açık,
hayretler içerisinde okuyoruz. Hala da her şeyimizi ihale etmeye devam
ediyoruz. Bir içkiden içmediğimiz diğer içkiye tecrübe kazanmaya devam
ediyoruz. Ne zaman vaz geçeceğiz her şeyimizi başkasına ihale etmekten. Şunu
bilelim ki tabiat boşluk kabul etmez. Evet güvenelim ama hiçbir zaman tedbiri
elden bırakmayalım. Her gördüğümüze amca diye sarılmayalım. Bir kanalda çocuk
istismarcılarının özelliklerini söylerken bir öğretim görevlisi: “Nerede
başarılı, işinde uzman, etrafınca sevilen, herkesin güvenini kazanmış biri
varsa çoğunun sonu çocuk istismarcılığına çıkıyor” dedi. Sapıklar, sübyancılar
gerçekten derslerine iyi çalışıyorlar: Önce güven kazanmak. Zaten biz bir
insana güvendik mi sırtımızı dayarız. Sonuç hüsran, hep hüsran…
Allah Kur’an’ da erkeklerin hemcinsleriyle alenen
yaptıkları homoseksüelliği ve akabinde de yağmur yerine yağan taşlarla o kavmin
nasıl helak edildiğini anlatır. Biz okuruz, durmadan Lut peygamberin kavminin
sapıklığına kızarız. Rabbim niye anlatıyor bunu. Kur’an kıssa kitabı mı? İbret
alalım diye anlatıyor. Görüldüğü gibi pek ibret almamışa benziyoruz. Çünkü
özellikle çocuk ve öğrencilere taciz olayları lokal olmaktan çıktı. Mantar
biter gibi Anadolu’nun herhangi bir ilinde ortaya çıkıyor. Bunlar tespit
edilenler. Ya tespit edilmeyenler. Bazı yerden geçerken uyarı levhası görürüz:
Dikkat köpek var!" diye. Sapık ve sübyancılar bilinse de "Dikkat
sapık var" yazılsa alınlarına böylelerinin.
Cezalarımız suçluyu korumaktan vazgeçmeli. Her şeyden önce
caydırıcı olmalı. Böylelerini hadım etme dahi düşünülmeli.
Cezaevinde milletin sırtından beslememeli. Emekliliği hak etse dahi maaş ve tüm
kazanımları kesilmeli.
Alevi ahlak sisteminde güzel bir şekilde ifadesini bulan şu sözle bu nahoş konuyu bitirelim: “Eline, diline ve beline sahip ol.” Rabbim her türlü kötülükten özellikle sapık, sübyancıların şerrinden korusun çocuklarımızı… 24/03/2016
** 25/03/2016 tarihinde kahta.soz'de yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder