Ana içeriğe atla

Konuşunca kendini ele verenler…*

Her birimiz faniyiz. Doğar, gelişir ve vefat ederiz. Sünnetullah dediğimiz Allah’ın kanunu bu şekilde işlemektedir. Hoşumuza gitse de gitmese de değiştirme imkanımız yoktur.

Hepimizin zaman zaman yakınları vefat eder. Son görevimizi yapmak için gider cenazesine katılırız. Birbirimize taziyelerde bulunuruz. Hatta bilmediğimiz biri adına sala verilmeye başlandığı zaman Arapça bilsek de bilmesek de “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” der, değişik düşüncelere dalar gideriz. Cenazeyi hiç tanımasak bile sevenlerinin anısına sessiz kalırdık bir zamanlar. Ya  şimdi?

Şimdilerde yeni bir tip türedi; Kinini ve gayzını kusan. Naaş üzerine basıp kendini ispatlamaya çalışanlar. Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kuranlar. Ne diyelim herkes karakterini, kişiliğini ve çapını ortaya koyuyor.

Geçen hafta  bildiğiniz gibi tanınmış biri vefat etti. Herkesin sevenleri olduğu gibi sevmeyenleri de olabilir. Sevenleri; hakkında iyi, güzel yazılar kaleme alırken sevmeyenleri ise, hakarete varan yazılar yazıp tweetler attılar. İnsaf yahu dedim.

Tebaası olmakla övündüğümüz ve kendi Müslümanlığımızdan kıl aldırmayan bizler, Peygamberin: " Ölülerinizi hayırla yâd ediniz" sözünü göz ardı ederek ölenin ardından edepsizce höykürüyoruz. O peygamber ki, Ebu Cehil'in bile aleyhinde konuşulmasını yasaklamıştı; oğlu üzülmesin diye.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Herkes bir ölünün ardından güzel şeyler söylemek zorunda değil. Ama ölen kim olursa olsun, sevinç narası atmak, lanetlemek  kişilikli insana yaraşmaz. Saygı göstermek ya da saygı gösterir bir pozisyona girmek çok mu zor? Edep ya hu...
Ölene haydi sevindik, içimizden sevinmeyi bile beceremiyoruz. Susmayı unuttuk bile zaten. Haydi böyle tipler kendi meşrebini ortaya koyuyor. Peki bu kinini kusan kişilerin patavatsız sözlerine cevap vereceğim diye onların dedikodusunu, iftirasını, hakaretini, herzelerini dünya aleme duyuranlara ne demeli?

Amacı zaten meşhur olmak, onun için reklamın iyisi, kötüsü olmaz. Görmezlikten gelmek, yok kabul etmek aslında verilecek en güzel cevaptır. İşte o zaman kahrından çatlar. Siz adamı çatlatmayı değil, taze kanla hayata bağlıyorsunuz. Bırakın karakterini ortaya koymaya  devam etsin. Isıracak köpek dişini göstermez biliyorsunuz. Rahmetli Hasan KIVRAK Hocam, "Yavrum bir hayvan sana çitme atsa, sen o hayvana tekme atar mısın?" derdi. "Atmam hocam” deyince, "Hah yavrum, bırak hayvan hayvanlığını yapsın. Sen hayvanın seviyesine inme, olmaz mı?" derdi. Hz Ali: “Kişi, dilinin altında gizlidir”  der. Bırakın o gizliliği ortaya herze olarak çıksın. Cinsinin azaldığı dönemde bırakın piyasada iki ayaklıları da olsun.

Haydi duramadın eleştireceksin. İsmini bari ağzına alma. Hareketini eleştirsen olmaz mı? Önemli olan kalırken de, giderken de geride kalanlara “Kubbede hoş bir seda” olabilmektir.

Eleştiri ve tenkidini hakaret etmeden, insanın onuruyla oynamadan, seviyeli bir şekilde yapanlara selam olsun.

*06/01/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde