Ana içeriğe atla

Müslümanlık diye bir derdimiz var mı bizim?**

Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile
Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir

Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız
Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız
Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına
Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına
Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar
Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar
Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi
Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi
...
Bu şiir, Mehmet Akif ERSOY’un 1913 yılında yazdığı şiirinin ilk kıtası. 1913’ü değil de sanki bu günleri anlatmış. Yine bir başka şiirinde:
"Geçmişten adam hisse kaparmış.. Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye ta'rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?.."
  diye... yazmış da yazmış. Şiirlerine bakınca oturup şiir yazayım diye bir çabası yok. Hayatı, Müslümanları dert edinmiş, içini dökmüş. Her şiirinde samimiyet ve içtenlik var Mübarek'in.

Günümüzde İslam ülkelerine baktığımız zaman Akif’in yaşadığı dönemdeki Müslümanlığı aynen yaşadığımız görülmektedir. Nerede bir İslam ülkesi varsa kan, terör, şiddet, savaş var maalesef. Geçmişten hiç ibret almadığımız görülüyor. “Efendim süper güçlerin bizlerde kötü emelleri var” gibi bir gerekçeye sarılırız hemen. Doğrudur, sömürgeci devletlerin bitmek tükenmek bilmeyen hayvani isteklerinin kobay topluluklarıyız bizler. Ayak takımıyız yani. Tamam senaryoyu hazırlayanlar onlar. Peki oynayanlar kimler? Hepsi Müslüman. Piyon olmayı bırakıp ne zaman adalet dağıtan aktör olacağız bilemedim gitti. Eğri oturup doğru konuşalım. Ne kadar da teşne imişiz Batılıların isteklerini yerine getirmeye. Ne kadar da kan akıtmaya meyyalmışız. Suçu hiç başkasına atmayalım. Akan kan bizim kanımız, tarumar edilen yerler bizim yerlerimiz, öldüren de biziz, öldürülen de. Şimdi soralım kendimize: Gerçekten suçlu kim? Batılılar mı, yoksa biz mi? Yahu insaf be din kardeşim, ne zaman aklımızı kullanacağız. Başkasının oyuncağı ve maskarası olmaktan kurtulacağız? Sahi bizim Müslümanlık diye bir derdimiz var mı? Ben yarım asrı devirdim. Anladım ki Akif’in “Galiba göklerdedir” dediği Müslümanlığın göklerde de olmadığını anladım. Müslümanlığımız evlerimizin en güzel şekilde çantasına konmuş, mübarek gecelerde açıp okuduğumuz kitabın içerisinde hapsedilmiş durumda.

Bu kadar parçalanmışlığa hangi millet dayanır gerçekten. Artık ilhamımızı İslam’dan, Kuran’dan, sünnetten almıyoruz. Müslüman aidiyetimizin yerini başka başka aidiyetler aldı. Hep Hristiyanlara gıpta ederdim, adamlar ait olduğu mezheplerle anılıyorlar. Bizim neyimiz eksik diye. Rahmet olarak bildiğimiz farklılıklarımız, ihtilaflarımız bugün kelle almaya/vermeye döndü. Artık biz de Şii Milisler, Sünni Milisler, Selefilik, Sünnilik, Vehhabilik şeklinde anılır olduk. Bir şeyler öğrenelim diye bir yerlere giden bizler, ya da öğrensin diye gönderdiğimiz çocuklarımız hep beraber İslam’ı değil de grubumuzu öğrendik. Artık o noktaya geldik ki, bize ya Müslümanlık, ya da grubunuz  dense, “Grubumuz” deme noktasına geldik. Önemli olan grubumuzun yaşaması, İslam olsa da olur olmasa da.

Yıllar önce Adana’ya konferansa gelen Engin NOYAN : “Avrupa’ya konferansa gittim. Beni havaalanından aldılar. Giderken namaz vakti gelmişti. “Efendim namazımızı şurada kılalım” dedim. “Orası falanların camisi” dedi bana mihmandarlık yapanlar. Az daha gittik. “Efendim, burada kılalım” dedim. “Orası da falanların” dediler. Hangi camiyi göstermişsem bir cemaat, bir grup ismi söylediler. En sonunda “Yahu! Müslümanlara ait bir cami yok mu” dedim şeklinde bir açıklamada bulunmuştu.

“O, sizi Müslümanlar olarak isimlendirdi” buyuran ayete muhalefet edercesine isimler alıyoruz bugün. Biz vermesek de karşı Müslüman kardeşimiz bizi Müslümanlığın dışında başka bir isimle anmaktadır. Artık utandığımız Müslüman adını değil de Şii, Sünni, Alevi, Nusayri, Dürzi, Nurcu, Kadiri, Nakşi veya bilmem ne hareketi, bilmem kimin talebesi, bilmem hangi hoca efendinin müridi, bilmem şu STK’nın elemanı şeklinde anılır olduk.

Grup refleksiyle hareket ediyoruz. Kendimizden başkasının söylediklerinin veya yaptıklarının da doğru olabileceğini hesaba katmamaya başladık. Hangi cemaat, gruptan olursak olalım alt tabakası samimi olan insanlarla dolu. Hepsi, ait hissettikleri yer adına çalışmada bulunuyorlar. İstisnaları vardır ama ait olduğu grubun üstüne çıktıkça samimiyetin kaybolduğunu görmekteyim. Yukarıdakilerin en büyük çabası, grubunu tamamen kendine bağlı, kendisine ve grubuna hizmet etmek üzerine dizayn etmektedir. Farklı görüşe asla tahammül edilmez. İnsanlar aşağıdaki samimi müntesiplerinin sırtına basarak yükselmektedir neredeyse. Zaten lider kadro hiç değişmiyor. Çoğunluğu da daha güçlü olmak için ticarete yöneldiğinden getirisi fazla olan bir sermayeyi yönetmeye başlayınca grup liderliği bir başkasına da geçmiyor. Babadan oğula, kardeşe, damada vb kişilere kalmaktadır grubu yönetme ve idare etme işi. Grup, cemaat vb STK’ların birlikte hareket etmesi ülke ve dünyayı yönetenlerin de işine gelmektedir. Her bir fertle uğraşmaktan ziyade grubun liderini ikna etmek yeterli görülmektedir. Lider ikna olduktan sonra aşağıdaki samimi insanları bir yere veya şeye kanalize etmek daha da kolay olmaktadır.

Sözlerimi kardeşlikten bahseden ayet ve hadislerle sona erdirmek istiyorum:
Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever. Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. (Hucurat 9-10)
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez ve ona hor bakmaz.” (Müslim)
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü bir sıkıntıdan kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
“Bir Müslümana, başka bir Müslümanın canı, malı ve ırzı haramdır.” (Müslim, Tirmizi)

Hangi gruba ait olursak olalım, önceliğimiz İslam kardeşliği olmalıdır. İslam ve Müslümanlığın olmadığı yerde grubumuzun bir anlamı kalmayacaktır. Maalesef görüntümüzle iyi bir sınav vermiyoruz. Rabbim; İslam'ı anlayan, yaşayan, birbirimizin derdiyle dertlenen  kullarından eylesin. 05/01/2016
** 22.12.2016 gününde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde