Ana içeriğe atla

Düğünlerimiz-II

Düğünlerimiz-II***

Günümüzde en makul düğün 60.000’den başlar oldu. 600.000’e kadar abartıp çıkaranlar var. Bizde bir atasözü vardı unuttuğumuz: “Ev alanla*, evlenene Allah yardım eder” diye. Eskiden düğün yapacak olana; komşu, akraba ihtiyacı ne ise onu hediye getirirdi. İstisnalar kaideyi bozmaz ama kanaatimce düğün yapanın en fazla nakit paraya ihtiyacı olduğu böyle mutlu bir anında, zarf içerisinde makul bir para desteği sağlamak gerekir.  Göreneğimiz olan mutfak eşyası hediyeleşmesinden vazgeçelim artık. Damlaya damlaya göl olur misali, zarf içerisine konacak borcam bedeli bile düğün yemeğinin maliyetini karşılar.
Düğünlerde insan bir defa evlenir diyerekten özellikle damadın ailesine iğneden ipliğe her şey aldırılıyor. Birçok aile yıllar boyu ödeyecek şekilde borç batağına dûçâr oluyor. Sahi ihtiyaç olan her şey babaya aldırılacaksa bu yeni çiftler kazandığı/kazanacağı** parayı ne yapacaklar? Merak ediyorum gerçekten. Eğer tedbir alınmazsa bu gidişle çocuklarımız bekar kalır. Çünkü maliyetler arttıkça ailelerin beli bükülüyor. İşin garibi beklediğimiz mutluluk da bu kadar harcamaya rağmen çoğu zaman gelmiyor. Borçları ödemede zorlanıldıkça aileler arasında huzursuzluklar da baş gösterebiliyor.
Peki, ne yapmalı düğünlerde? Ben kısaca maddeleştirmek istiyorum:
1. Makul bir mehir bedeli belirlenmelidir.(100-200 gram altın gibi)
2. Çiftlerin ihtiyaç duyabileceği her şey alınmamalıdır. Bazı ihtiyaçlarını da düğünden sonra hesap- kitap yaparak  kendilerinin alabileceği bir sorumluluk yüklenmelidir.
3. Düğün alış verişlerinde satıcının “Ev alanla, evlenene Allah yardım eder” atasözü gereğince vicdani sorumluluk çerçevesinde hareket etmesi sağlanmalıdır.
4. Kız anneleri,  “Her şeyi aldırayım da kızım rahat etsin” korumacılığından vazgeçmelidir. Eşya insana mutluluk getirmiyor maalesef.
5. Damat tıraşı ve gelin yaptırmalarda kuaför, “Tıraşınız benden düğün hediyesi” diyebilmelidir veya makul bir ücret almalıdır.
6. Düğün yemeği verilecekse, israf ve abartılı yemenin önüne geçmek için tabldot usulü, self servis sistemine geçilmelidir. Servis açanların önünde sıraya giren davetli, yiyeceği kadar yemek almalı, doymadığı takdirde yeniden almalıdır.
7. Ortak yemek yenecekse de yemek masasının etrafında sıra beklemenin önüne geçilmelidir. Bu durum bekleyen için de yemek yiyen için de eziyettir.
8. Davetli, hediye takdim edecekse üstünde ismi yazılmış, kapalı zarf içerisinde para takdim etmelidir.
9. Nişan, nikah, kına düğün, yemek tek salonda bir defa da olacak şekilde planlanmalıdır. Hem maliyeti düşürür. Hem de davetli ve düğün sahibinin iki ayağı bir pabuca girer.
10. Gelin almalarda konvoy oluşturulmamalıdır. İlla oluşturulacaksa sayı sınırı getirilmelidir. Konvoy oluşturmadan gelin salondan alınmalıdır.
11.  Düğün davetiyesinin altına, “Çiçek gönderilmemesi ve para-altın dışında hediye getirilmemesi rica olunur"  notu davetiyelerin altına yazılmalıdır.
Bu maddeleri çoğaltabiliriz. Görüşlerime katılmayabilirsiniz. Eğer tedbir almazsak  “Bineriz bir alamete, gideriz kıyamete” haberiniz olsun. Yok bu tür düğün, bizim Konya'ya has. Biz değiştirmeyiz. Değiştiremeyiz. Böyle gelmiş, böyle gider” dersek şunu bilelim ki, bizim bize yaptığımız eziyeti  kimse kimseye yapmaz.“İnsan bir defa evlenir, benim ahdım var, benim çocuğumun hiçbir şeyi eksik olmayacak. El âlem ne der. Yapılmazsa olmaz” düşüncesinden, kınanırız endişesi taşımaktan vazgeçmemiz lazım.
Kınayanın kınamasına aldırmadan  sade ve huzurun kapısını aralayacak düğünlere ne dersiniz, zamanı gelmedi mi hâlâ? Yoksa Gayretullah'a dokunur maazallah!...
*En makul düğüne yaptığımız/yapacağımız düğün masrafının üzerine biraz daha ilave yaparak yeni çiftlerin başını sokabileceği küçük bir ev alınabilir.

**Yeni çiftler, düğünden sonra kazanacakları parayı kiradan kurtulmak amacıyla konut kredisi çekerek uzun yıllar kredi borcu ödemekle meşguller maalesef.
***21/01/2016 tarihinde anadoludabugün gazetesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde