Ana içeriğe atla

Düğünlerde Oynamak

-Sen hiç düğünlerde oynadın mı?
-Bir defa  zorla oynattılar.
-Zorla olur mu bu iş?
-O kadar ısrar ettiler ki, sanki ben oynamayınca düğün olmayacak sandım. Elimden tuttular, sürüklediler beni ortaya.
-Becerebildin mi bari?
-Nerde … Cihanbeyli Ovası bana dar geldi.
-Ne zaman oldu bu?
-1986 yılı Eylül ayının ilk haftasında. Sınıf arkadaşım evleniyor dedim. O zamanlar borcam yoktu. Aldım elime bir tepsi . Çıktım Karasınır’dan Cihanbeyli’yi buldum. İlçe dışından gelen misafirlerle birlikte düğün evinin önüne oturduk. Canlı müziği dinlemeye başladık. Oynayanların biri giriyor, biri çıkıyor. Herkes eteğindeki kurtları döküyordu. Bize de seyir işi kalmıştı. Bir de ne göreyim. Oturanlar, özellikle ilçe dışından gelen misafirler podyuma gelsin, halay çekeceğiz dediler. İsteklilerimiz kalktı, hafif ısrarla kalkanlarımız kalktı. Bütün gözler bana yöneldi. “Haydi, sen de gel.” Dediler. Olmaz dedim. Ben inattım, onlar benden de inat çıktılar. Benim inadım oynama becerikliğimden. Onların ki Cihanbeyli inadı artık. Gözle, dille çağırmayı bıraktılar. Elimden tuttular, sahneye doğru çektiler. Halay çekeceklerin arasına beni monte ettiler.
-Niye çıkıvermedin mübarek.
-Kardeş ben hayatımda hiç oynamadım. Bu konuda beceriksizim. Çıkıp  rezil olmam kesin.
-Oynayabildin mi bari?
-Nerde. O halay çekmede eline dikkat edecekmişsin, müziğe eşlik edecekmişsin. Bir de en önemlisi ayak ritmin diğerlerini tutacakmış. Ben karambolden bu işi götürürüm diye düşündüm. Fakat sırıttığım ortaya çıktı. Bütün gözler üzerimdeydi. Bizim yoğurdu üfleyerek yiyen damadımız  da ne kadar hevesliymiş. Uzaktan bana işaret etti durdu . “Ramazan Abi, ayaklarını düzelt” diye. Neyim düzgündü ki ayaklarımı düzeltecektim. Sonunda müzik bitti. Bizim halay ekibi çekmeyi bıraktı. Bana uygulanan Çin işkencesi de böylece sona erdi.
-İlginçmiş.

-İlginç de ne ilginç. Sonunda bizim Osman kerevetine erdi. Benim de kırmızı yüzüm kıpkırmızı oldu. Benim ilk ve son oynamam oldu bu? 01/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde