Ana içeriğe atla

Bahane bulmak

İnsanoğlu çözülmesi zor bir muammadır. Fiziki özellikleri itibariyle birbirimizin aynısıyız. Ama iç halini çözmek için insanlığın ve dünyanın ömrü yetmez. Farklı farklı insan tipleri vardır. En dikkat çekenlerden biri de mazeret üretenler, her şeye bir kılıf bulanlar, savunma refleksi güçlü insanlardır bunlar.  Bir diğeri de ön yargılı olanlar. Burada üzerinde durmak istediğim tip, bahaneci tiptir.
Hepinizin çevresinde vardır mutlaka böyleleri.  Bu tiplere asla laf/söz anlatamazsın. Her şeye söyleyecek sözleri vardır. Mazeret ürete ürete laf ebesi olup çıkarlar. Kendilerine de asla toz kondurmaz, burunlarından kıl aldırmazlar. Her şey senin bir cümlene bağlı. Senin cümlenden sonra lafı ağızlarına bir alırlar. Sustur susturabilirsen. Konuştuğuna konuşacağına pişman olursun. Bir daha mı tövbe dersin. Abarttığımı düşünebilirsiniz. İsterseniz deneyin. Denemesi bedava. Alın size örnekler:
-Efendim biraz geç kaldınız görev yerinize… Ama efendim! Otobüs gelmedi… Otobüs arıza yaptı…Ama efendim ben ta nereden geliyorum… Ama efendim çocuğum hastalandı…Ama efendim ben hastaneye gitmiştim…Eşim hastaydı…Otobüs geç geldi…vs.
-Girdiğin sınavda başarılı olamamışsın…Çalışmadım. Çalışsaydım yapardım… Kopya çeksem ben de yüksek alırdım… Ben iyi yapmıştım aslında, düşük vermişler...Zaten iyi anlatamıyor öğretmen… Kendisi de bilmiyor...
-Efendim biraz kitap okusanız iyi olur…Aman efendim benim zamanım mı var… Benim işim yoğun, sizin ki gibi hafif değil… Bir de çocuğum var, Çocuklar  bir şey yaptırmıyor ki…
Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. İş yapmayan ya da yapmayacak olanın bulamayacağı mazereti yoktur. Böylesi soğuk bir havada yaşlı biri parktaki aracına biner. Yanına da çalışanları. Araca bindikten sonra nefesten aracın ön camları buharlanır. Arabayı çalıştırmasıyla sürmesi ve önündeki araca çarpması bir olur. Çarpılan aracın sahibi kahvehanede oturmaktadır. Bakar ki kendi aracı. Sürücü  suçlu. Ama suçu hiç üzerine almaz. Adama: “Kardeşim, sen niye arabanı hava rengine boyattın” diye üste çıkmaya çalışır.
Her hangi bir konuda mazeret üreten, savunma yapan aslında sadece kendisini kandırmış demektir. Sadece egosunu tatmin eder böyleleri. Başkasını ikna ettim diye düşünür. Aslında sadece kendi kendini tatmin eder. 
Olaylar ve sonuçlarında   Adem- Havva gibi olmak gerekir. Yasak ağacın meyvesinden yeme sonucunda biliyorsunuz yeryüzüne indirilmişlerdi. İndirildikleri zaman: “İkisi birden: «Ey Rabbimiz! Kendimize haksızlık ve yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen herhalde zarara uğrayanlardan oluruz» dediler.Aslında her ikisi de “Ya Rabbi! Bizi İblis kandırdı. Bizim altımızdan girdi, üstümüzden  çıktı” diyerek suçu İblis’e atabilirlerdi. İblis ne yapmıştı ta ilk baştan onu da bir hatırlayalım: “Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Görüldüğü gibi Adem’e saygı etmemeyi İblis, kendisinin daha üstün olduğuna bağlayarak savunmaya geçti. 
Size iki örnek: Yaptığı hatayı sahiplenmeyen ve savunmaya geçen İblis ile, yaptıkları hatayı kendilerinden bilen ve özür dileyen Adem ile Havva. Sorarım size, sonuçta kim kazandı? Tevazu göstererek hatasıyla yüzleşen elbette. Kibir göstererek savunma yapan ve gerekçe gösteren İblis ise kaybetti.
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım husustan sakın ola ki, mazeret beyan edenler, savunma yapanlar Şeytan’ın yolundan gidiyorlar anlamı çıkmasın. Biliyorsunuz, “Teşbihte hata olmaz” diye bir söz vardır. Yeri geldiği zaman elbette savunacağız, yaptığımız iş için gerekçemiz olacak. Ama meslek haline getirmemek lazım. Her birimiz başımıza gelen şeyler için öncelikle öz eleştiri yapmalıyız. Öz eleştiri yapmayanlar sadece topu taca atmış olurlar. Asıl olan topu sahada tutmaktır.

Hayat şu ya da bu şekilde devam ediyor. Öz eleştiri, ya da her olayda kendisiyle hesaplaşması kişiyi daha da mükemmelleştirir. Tercih sizin…25/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde