Ana içeriğe atla

“Altta kalanın canı çıksın”

Müstakil evlerden apartman hayatına taşındık nice yıllardır. Bu yapılaşmayla bahçeli, sadece ev sahibinin girdiği özel mekanlar pek kalmayacak gibi.

Apartman hayatı; birlikte yaşadığımız, çok kişinin girip çıktığı ortak yerlerimiz oldu artık. Buralardan geriye dönüş yok. Fakat çok kişinin yaşadığı bu apartman hayatlarının çoğunda maalesef ortak apartman kültürümüz oluşmadı. Kendimizi başkasının yerine koyup düşünmedikçe de pek oluşacağa benzemiyor. Çünkü önceliğimiz ve vazgeçilmez olan parolamız kendimizdir. Dünyanın merkezine kendimizi koyuyoruz. Ben merkezli olaylara bakıyoruz. Hayat: Kendi işimizin olmasından ibarettir artık. Başkasının canı çıksın. Hele altta kalanın.

Apartmandaki her hizmet, her konfor üstteki komşunun mutluluğudur artık. Altta oturan/kalan sanki yukarıdakine hizmet için yaratılmıştır.

Üst komşun sofra altını/halısını çırpacak. Tozunu, toprağını sen çekeceksin. Bir olumlu yönü var, ne yediğini tespit edip merakını giderebiliyorsun. Merakını giderdikten sonra  kalkıp eline süpürgeyi alacaksın ve süpüreceksin.  Mesele bu kadar basit. Yani o mu aşağıya inip senin balkonuna döküleni ya da aşağıya saçılanı temizleyecek. Allah’tan kork.

O çamaşırını serecek, suyu balkondan seni bulacak. Halısını serecek, penceren ve balkonun kapanacak, gündüzken gece hayatı yaşayacaksın. Bir gün bir çamaşır da ben sereyim dersin, serdiğine sereceğine pişman olursun. Çünkü ya onun da seresi gelmiştir. Ya da yukarıdan bir şey çırpası. Görev yeniden alt kattaki sana  geçer: Çamaşırları makinaya yeniden atmak. Bir taraftan da bildiğin tüm duaları okumak.

Yukarıdaki zıplayacak, hoplayacak, misafir ağırlayacak, süpürge çalıştıracak sen aşağıdan onu dinleyeceksin. Yukarıdaki klimasını çalıştıracak, sen aşağıdan yağmur yağıyor diyeceksin önce. Sonra klimanın gözyaşları olduğunun farkına varacaksın. Onun gözyaşları seni ıslatmaya devam edecek. Sen de böylece serinlemiş olacaksın. Ne demişlerdi bir hatırla: “Komşuda pişer, bize de düşer” diye. İşte düşüyor yavaş yavaş.

Kış gelir. Şimdi sıra yukarıdakileri ısıtmanda. Sen yakacaksın onlar alt ve üst daire sayesinde ısınacaklar. Doğalgaz parasını da tabii ondan 4 katı daha fazla sen ödeyeceksin. Bu günlerde hava epey soğuk: Dondurucu soğuklar var. Aman komşunu üşütme bakalım. Kombinin derecesini biraz daha yükselt.

Yukarıdaki komşuların dış kapının anahtarlarını unutmuştur. İçeri girmeleri gerekir. Ya da misafiri gelmiştir. Dışarıda kalacak değiller ya. Hem insan unutamaz mı? Hemen zile basar. Sen de açarsın. Çünkü kapıcı dairesinin görevlerinden bir tanesi de budur. Gelen kargo ve postacı da zaten üst komşuların gibi düşünüyor. Demek ki aklın yolu birdir.

Komşunun “Kanuni” isimli motosikleti vardır. Dışarıda kalacak değil ya. Hemen girişte en uygun yer senin girip çıktığın yerdir. At gibi motorunu koyacak, o koyunca diğerleri de bisikletini koyacak. Sen de girip çıkarken düz geçeceğine yan yan geçersin, Bu kadar basit.

Tek eksik kaldı: Balkon ya da çatıda mangal yakmalar. Dumanı ve kokusu gelir. Sen bekle dur. Komşu getirip verecek diye: Çatla emi. O görgüsüzlüğü yapan sana getirip et mi ikram edecek. Dua et badem ve ceviz pahalı. Balkona badem kırmak için çıkmadı hala. Bu sene bol olan kayısının çekirdeğini kırarak yetiniyor.

Altta kalarak umarım komşunu rahatsız etmemişsindir. Sen rahatsız olmuş olabilirsin. Bu önemli değil. Önemli olan üstteki komşunun mutluluğudur. Sen onu mutlu etmeye bak. Bir defa senin rahatsız olma gibi bir lüksün olamaz. Bir defa burada suçlu, senin altta oturmandır. Bu anlayış, bu kültürle senin kaderin bunu çekmektir. Eğer çok rahatsız olursan bu alt daireden çık. Bir başka yerde üst daireye taşın. Sen de alttaki kalana yap yapacağını. Bende merhamet var. Vicdanım el vermez deme. Unutma ki merhamet maraz doğurur. Sakın acemiyim  deme. Epey staj gördün yukarıdakinden.

Sahi neydi o söz: “Altta kalanın/oturanın canı çıksın.” 24/01/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde