Ana içeriğe atla

Öküz ve öküzlüğün tarihçesi

Öküzün ve Öküzlüğün Tarihçesi

Öküz dediğimiz hayvan, iğdiş edilen, ve öküz arabasını çekmeye koşulan bir hayvandır. Yani öküz hem erkek hem dişidir.

İnsanoğlu, kıvrak zekasıyla zaman zaman birçok problemin üstesinden gelmiştir. Geçmişte her işin beden gücüne dayandığı bir zamanda ekin ekmek ve tarlayı sürmek gibi her işte kullanabileceği  güçlü, kuvvetli ve dayanıklı birini aramış. Ortak akıl öküzde karar kılmış.

Her işe koşulacak hayvan bulunmuş bulunmasına ama. Bu işlere sürmek için öküzün ikna edilmesi gerekiyor. Bunun için de öküze, Dünya senin omuzlarının üzerindedir. Sen Dünyayı sırtlıyorsun. O kadar yükü taşıyorsun. Tarla, bağ, çubuk işleri sana vız gelir denmiş. Dolduruşa gelen öküz, kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanarak her işe dört elle sarılmış. İnsanoğlundan tek şey istemiş: Ben her işi yaparım yapmasına ama ben aklımı kullanmayacağım. Dizginler sizde olsun. Beni her yere sürün. Sadece aklımı kullanmayı istemeyin. Nefret ederim aklımı kullanmayı. Bana sadece emredin. Kulunuz, köleniz olurum demiş.

İnsanoğlunun arayıp da bulamadığı şey. Tarih boyunca öküzü çift sürme, ekin ekme, yük taşıma, düven sürme başta olmak üzere her işe sürdükçe sürdü.  Yetinmedi; onunla ilgili onlarca atasözü de üretti. İşe yaramaz hale gelince de kesip etinden faydalandı. Tâ ki, teknolojiyi buluncaya kadar; sapla, samanla avuttu. Öküz nice sonra kullanıldığını fark ettiği zaman insanoğlu; traktör, biçerdöver gibi hızlı tarım aletlerini, kamyon vb. yük taşıyan araçları icat etti. Öküzle ortaklık bozuldu. Zamanında aklını kullanmayan öküz soluğu bir bir kasapta aldı.

İnsanoğlu teknolojiyle birlikte öküzü kullanmayı bıraktı. Fakat Şeytan'a pabucunu ters bildiren insanoğlu, birilerini kullanmaya alıştığından öküzün ölümüyle birlikte her işte kullanmak için hemcinsinden öküzlüğü icat etti. Dört ayaklısı kalmadığından iki ayaklısını buldu.  Bir de boynuzu yoktu. O kadar da olsun.

İki ayaklı öküzleri kullanmak için ağzına bir parmak bal çaldı. Onu belli makamlara getirerek mavi boncuk dağıttı. Sen bu makama layıksın. Aslında daha iyi mevki ve mevziler seni bekliyor. Ama bu verdiğim makamda  seni test edeceğim. Bakalım bana itaat edecek misin? Bu makamda kalmanın ve yükselmenin tek yolu; düşünmeyeceksin. Aklını kullanmayacaksın. Benim emir erim olacaksın. Bende senin gaza emirin olacağım. Bir dediğimi iki etmeyeceksin dedi. Bizim öküz hemen atladı. Efendim, siz ne derseniz ben onu yaparım, merak etmeyin. Çünkü ben bu makamda kalmak için gerekirse babamı bile asarım. Yeter ki bana güvenin. Yalnız ön planda her şeyi ben yapar görüneyim. Ben her türlü tehlike ve yükü sırtlanırım. Yeter ki ben makamda kalayım. Çünkü ben makama aşığım. Ben bu makam gücümle senin ayağına dolaşacak uçan kuşun bile yuvasını bozarım. Zira ben, makama aşık olduğum kadar emir veren amirlerime de aşığım. Hatta gözüne girmek için kraldan fazla kralcı bile olurum. Yalnız öküzün görevini yapacağım ama bana öküz derseniz zoruma gider. Bundan sonra bana muhterem deseniz dedi.

Makam sevdası o kadar gözlerini boyamıştı ki, göze girmek için aldı eline kılıcını. Salladı sağa sola rastgele. Kime salladığını bile göremedi. Çünkü aşkın gözü kördü. Baka baka, bakar kör oldu. Gözünün önünü göremedi ama bulunduğu yerden dünyaya açılma sevdasına takıldı. Öküz doğup öküz gideceğini düşünmeden.

Gördüğü tek şey, makam ve üst amiri onun için her şeydir. Amiri,  onun efendisidir. Ona asla karşı gelemez. Çünkü köleler efendilerine hep kul-köle olurlar.

İki ayaklı bu öküz, kullanıldığını ne zaman fark eder bilinmez ama bilinen bir şey var. Nasıl ki, insanoğlu ihtiyaç kalmadığından öküzle ortaklığını bozmuşsa, iki ayaklı öküz de ancak makamından alınınca kullanıldığını anlar.

İşin en acı tarafı nedir, biliyor musun.  Halihazırda öküz, öküzlük yaptığını bilmiyor . Bilse zaten öküzlük yapmazdı. Sadece bakıyor trene bakar gibi. En Büyük hayali; Bulunduğu yerden Dünyaya açılmaktır. Tek kusuru var: Görme ve anlama özürlüdür. Ama farkında değil. Hâlâ kendisini mükemmel sanıyor.

Öküzler ve öküzlük olduğu müddetçe yaralanmalar, horlanmalar, incinmeler olacaktır. Öküzler hiç olmazsa her işe koşularak  insanlığa uzun asırlar hizmet etmiştir. Etiyle de insanları beslemiştir. Öküzlük ise  ne yenir, ne de içilir. Görevi sadece öküzlüktür. 19/12/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde