Ana içeriğe atla

Nüfus sayımı


-Babacığım, TV’de işittim Türkiye’nin nüfusu 74 milyon oldu diye. Bunu nasıl biliyorlar. İnsanları tek tek sayıyorlar mı?
-Eskiden sayarlardı. Saymaya göre nüfus belli olurdu. Ama şimdi adrese dayalı sistem var. Tek tek sayılmıyor. Veriler de çok sağlıklı.
-Eskiden nasıl sayarlardı bu kadar kişiyi? Bu mümkün olur mu?
-Evlat eskiden  sıfır ve beşle biten yıllarda her 5 yılda bir sayım yapılırdı.
-Baba, kimse yerinde durmuyor, nasıl sayılacak bu kadar kişi?
-O gün sokağa çıkma ilan edilirdi.Vatandaş evinden çıkamazdı. Görevliler gelir ahiret sorusu gibi sorular sorardı. Her sorduğunu da bir deftere yazardı. Türkiye’nin her 5 yılda bir nüfusu ortaya çıkardı böylece.
-Peki sağlıklı mıydı bari?
-Sağlıklı değildi ama maalesef böyle yapılıyordu.Yazılmayan yerler, gidilmeyen evler, tekrar tekrar yazılanlar, mezarda yatanlar bile yazılırdı. Hayali insanlar da yazılırdı. Her ilin valisinden, kaymakamına, belediye başkanından siyasisine kadar ilin ya da o bölgenin nüfusunu fazla çıkarmak için çabalardı.
-O niye ki? Nüfus fazla çıkınca ne olacak da?
-İller Bankası her ile nüfusuna göre kişi başı ödenek gönderirdi. Tüm yetkililer daha fazla pay almak için var gücüyle fazla fazla yazdırmaya çalışırdı.
-Ama bu şekil gerçek nüfus ortaya çıkmaz.
-Çıkmadı zaten evlat. Sadece devletin yetkilileri devletten fazla para aldı.
-Yatırıma dönüştü mü bari?
-Nerede evlat, haydan gelen huya gider bilmez misin?
-Ama bu sahtekarlık.
-Evet sahtekarlık, maalesef içimize kadar işlemişti.
-Nüfus sayımlarında hiç görev almış mıydın?
-Hem de çok kere.
-İlginç olanı var mıydı. Anlatır mısın?
-95 yılında Güneydoğunun bir ilinde görev yaparken sayım için beni iki yere verdiler. Biri köy, diğeri köye başlı mezraa. Sayısı az diye ilk önce mezraadan başladım. Beni bir eve misafir ettiler. Eve girerken birbirine yakın evleri saydım. Toplam 5 tane ev vardı. Ev ev gezmene gerek yok hep buradayız dediler. Başladım yazmaya. 5 evden toplam 91 kişi yazdım. Yazarken de aile reisi çoğu zaman duraklardı. Niye durdun dediğimde “Hocam çocuğun adını unuttum” şeklinde cevaplarla çok karşılaştım. Bu şekil unutkanlık çoğalınca gerildim artık. Hatta bir ara madem ki çocuğun adını unutacaksın ne diye doğuruyorsunuz bile dedim. Çünkü bana sabahtan “Hocam doğum kontrolü caiz mi diye sormuşlardı.”
-Bir dakika. 5 evden 91 kişi nasıl yazılır?
-Yazdık evlat. Aile reisi söyledi, ben yazdım. Çünkü beyan esastı. Ne söyledilerse yazmaktı benim görevim. Mezraadan diğer köye geçtim. Akşama kadar elim ayağım yoruldu. İşi bitirdim toplanma merkezi olan karakola doğru giderken mezraadan bir kişi traktörüyle önüme geçti. ”Hoca, biz 9 çocuğu unutmuşuz, onları da yazacağız.” “Nasıl unutursunuz, ben defteri kapattım yazamam“ dedimse de “Hoca iyi olmaz, yazacaksın” dedi. ”Niye bu kadar ısrar ediyorsun dediğimde de “Sayımız 100 olursa müstakil mezraa olacağız.” Müstakil olduğunda ne olacak dediğimde,”Devlet müstakil mezraalara ödenek gönderiyor. Ondan faydalanacağız” cevabı aldım. ”Karakola gidelim, yetkililerle görüşeyim. yaz derlerse yazarım” diyerek adamı ikna ettim. Kaymakamlıktaki görevli bayana telefon açarak durumu anlattım. ”Beyefendi, vatandaşın beyanı esastır. Kimi ne kadar yazdırırlarsa siz yazacaksınız.” Cevabı aldım. Mezraanın niyetini anlattımsa da kadın”yazacaksın” dedi. Yazamayacağımı söyledim. Ardından o zamanki iktidarın  il genel meclis üyesi aradı. Hayır cevabı verdim. Adam gitmemek için uğraştı, didindi. Sonunda karakol komutanı adamı çağırdı.”Bak kardeşim Kışın biz askeriye olarak sizin mezraanın sayımını yaptık. 36 kişi idiniz. Sayınız 3-5 ay içerisinde 91’e çıkmış. Hanımlarınız beşiz doğursa da 91 ‘i bulmanız mümkün değil. Değil ki 100 olsun” haydi git şuradan dedi, adamı defetti.
-İlginçmiş gerçekten. Ama fazla yazdırmayı bir türlü anlayamadım. İnsan 3-5 kuruş para gelecek diye nasıl fazla yazdırmak için didinir. Bunu da anlamam maalesef mümkün değil. İyi ki şimdi böyle bir durum yok. Hele sokağa çıkma, tek tek yazma çağın dışında kalmalıydı çoktan. 31/10/2015



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde