Ana içeriğe atla

Bir Zamanlar Ayakkabıya Nasıl Sahip Olunurdu?

Kardeş! 05/11/2014 tarihinde Kapu Camisinden götürdüğün ayakkabı geri gelmedi. Başlangıçta yanlış götürdü, geri getirir diye birkaç gün sesimi çıkarmadım. Gerçi getirmediğine göre, sen bu ayakkabıyı çaldın. Yani gasp ettin. ”Bu ayakkabı senin değil” demeyen eşin ve çocukların da senin bu yaptığına ortak oldular. İnşallah bu yaptığın sen de meslek haline gelmemiştir.

Yalnız bu yaptığın adi suça girer. Yakalandığın takdirde milletin yüzüne bakamazsın. Zaten ne devlet ne de millet böyle bir adi suçu sever. Hem ileride vekil, bakan vs. olmak istersen bu adi suç maalesef karşına çıkar. Benden sana kardeş tavsiyesi. Eğer illa çalıp gasp edeceksen, başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kuracaksan bu işi kanun, kural ve nizam çerçevesinde yaparsan, asla burnun kanamaz ve sicilin kamu vicdanında lekelense de ben yaptım oldu türü mevzuat nezdinde kirlenmez. Hem sadece kendi ayakkabını yenileme, dost ve kardeşlerine de bu ayakkabılardan peşkeş çek. Böylece paylaşımcı olursun. Hasılı maşa varken elini kora dokunma. Hem Şeytan da bu beni geçti diyerek peşini bırakır, hocanın ver elini öpeyim der artık. Bu nasıl mı olacak? Şimdi aşağıda yazacağım maddeler sana yol gösterecektir:

Birisinin ayakkabısını almak istiyorsan:

·       İlk önce 5 yıl aynı ayakkabıyı giyenlere rotasyon getirerek ayakkabılarını değiştir.

·       İstediğin kişilere istediğin ayakkabıları vermediysen, ikinci yıl tekrar dene.

·       Halen başarı gelmedi ise koyacağın kuralların dört dörtlük olması için bir yıl rotasyonu ertele.

·       Baktın ki istediğin ayakkabılar istediğin kişilere gitmiyor, yalın ayak kalması gerekenler de halen ayakkabılı. O zaman B planına geç:

·       756 sayılı Kanunda yazılı  ama kimsenin keşfedemediği Amerika’yı yeniden keşfet: “İnsanoğlu, doğuştan yalın ayak, ayakkabısız dünyaya gelir, giydiği ayakkabı tali bir durumdur” de.

·       Yeni bir Kanunla, Haziran ayında Hristiyanlarca uğursuz sayılan bir günde, 4 yıl aynı ayakkabıyı giymiş kişilerin ayakkabılarına el koy.

·       Bu arada 4 yıl aynı ayakkabı giyenleri seçecek mevcut ustabaşıları ile bu iş olmaz. Onları yenile. Mahkemeye gitmemeleri için de emekli olana dek ustabaşı olarak kalmaya ve ayakkabılarını giymeye devam edeceklerine dair bir madde ekle ki işin heba olmasın. Onlar da ustabaşıyım halen diyerekten evinde ikinci emekliliklerini yaşasın. Bu arada 90’lı yıllardaki bankamatik memurluğunu bu vesileyle yeniden diriltmiş olursun.

·       Ayakkabıların sahiplerini seçecek yeni ustabaşıları tespit et. Ustabaşı ve yardımcısını seçerken dediğini ikiletmeyen kişilerden seç.

·       Sorumluluk tek kişi de olmasın. İpin eli sende olacak şekilde sorumluluğu bir parmak bal misali paydaşlarına yay ki oklar tamamen sana dönmesin.

·       Elinde bol miktarda bulunan ayakkabıları dağıtmak için önceliği eski sahiplerine ver. Ayağından ayakkabısını aldığın adama yeni kurallar koy ki demokratlığın ve şeffaflığın dillere destan olsun. Soracağın sorular ‘evet’, ‘hayır’ şeklinde olsun, 80’lerde TV’lerde evet-hayır programı yapan  Erkan Yolaç'ı da bu vesileyle anmış olursun. Puanlamada mutlaka bir baraj koy. “Barajın altında kalan insan yalın ayak dünyaya gelir, insanın aslı ayakkabısız olmaktır” diyerek doğduğu ana dönsün. Al sana performansı ölçecek bazı kriterler:

1. Ayakkabısını her gün boyar mı?

2. Ayakkabı bağcıklı mı, bağcıksız mı?

3. Ayakkabısının arkasına basıyor mu?

4. Ayakkabısını kerata ile mi giyiyor? şekilde sorular sor.

   Bu arada ayakkabıların sahipleri için bir ön araştırma yap. Ayakkabısını geri vermeyeceğin kişiler için bir hafiye teşkilatın olsun. Ne de olsa yeni geldin. Adam sana gelip benim ayakkabım niçin geri verilmedi sorusuna karşı hazırlıklı ol. Hepsine bir âmâ bul; şucu, bucu, ayakkabısının kıymetini bilmiyor gibi. Böylece objektifliğini kaybetmezsin.

Ayakkabıları hemen verme, bir süreç çerçevesinde yap bu işi: Önce  eski ayakkabılarına razı olanlara şans ver.

Sonra başkasının ayakkabısını isteyenlere seçme hakkı ver ki gözde olan ayakkabılar senin öz kardeşlerinin arasında pay edilsin.

Dağıtacağın ayakkabıların yeni sahipleri için bir komisyon kur. Onları sınava al. Ama bu sınav kesinlikle yazılı olmasın, sözlü sınav yap. Yine bu sınav için yeni sorular hazırlansın. İnsanlar rekabete alışsın diye 3 katı insanı sözlü sınava al.

Sınavda ayakkabıcılık alanı  ve genel kültürle ilgili sorular sordur. İnsanımız soruları bildim diye sevine dursun. Sen adamın tipine bak: Adam ayakkabıyı hak ediyor mu? Ayakkabıya bakabilir mi? Benim istediğim şekilde ayakkabıyı kullanır mı? kriterleriyle puan ver.

Yüksek puan alan, doğuştan yalın ayak gelen kişilere ayakkabıları dağıt. Biliyorsun dinimizde miras helaldir, sonra dağıtmak da bir nevi sadakadır. Sevindirdiğin insanların gülen yüzü  sana sevap olarak yeter.

Ayakkabısını aldığın kişilere pek aldırış etme. Biraz homurdanırlar. Hepsi bu kadar. İçlerinden kimi                      mahkemeye gider kimi itiraz eder kimi duygusallaşır kimi ileri de bana belki ayakkabı verirler diye susar. Onlar da kendi arasında tekdüze değildir. Zamanla yalın ayak durmaya ve asli durumuna razı olurlar. Yaptıkların bir gün geri döner diye korkma. Mahkemeler Niğde’nin Bor İlçesinden sonra karar verir. Sen onların bize haksızlık yapıldı demelerine aldırma. Yoluna devam et. Allah yolunu açık etsin.

Böyle şey olur mu falan deme. Niye olmasın kardeş. Biz bu ülkeyi Bizans'tan aldık. Bizans ve Bizanslı kalmadı ama oyunları bize miras kaldı. Miras helaldir biliyorsun. Hem çalmandan daha iyi değil mi bu yöntem.

Ha bu arada eğer sıkılırsan, ayakkabıları vermesen de olur. Niçin dersen, bak ne zamandır büyük ayakkabılar olmadığı halde küçük ayakkabılarda bir sorun yok. İnsanlar ayakkabısız da kendi kendilerini idare edebilirler. Eden bulur mu? Dedin. Ha buna bir şey diyemem kardeş. Sen ayakkabı istedin, ben sana yol gösterdim. Gerisi senin bileceğin bir iş. Kokusu geçer mi? Vallahi bilmem dedim be kardeş. Ama bildiğim bir şey var;  ayakkabı kokusu kolay kolay geçmez. En iyisi sen varsa biraz vicdanın, onu karartmaya bak. Kararmış vicdan kara vicdanlı olur. Haliyle vicdan azabı çekmez.

*Dikkat! Aşağıdaki yazının kişilerle, kurumlarla bir ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür desem de camide çalınan ayakkabım, 4 yılını dolduran okul müdürlerinin elenme ve yeni müdür görevlendirmesi sürecine uyarlanmıştır. Hasılı kötü bir taklitçiyim. 27/11/2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde