Ana içeriğe atla

Heyecanları yok edilmiş bir nesiliz biz... Kimse kızmasın.



Yıl 1974 ilkokul 4. öğrencisiyim. Öğretmenimizin tayini çıkması sebebiyle A ve B sınıfları birleştirilerek A sınıfında ders görmeye başladık. Derse okul müdürü girerdi. Sınıf oturma düzeni küme  oturma düzeniydi.

Müdür çoğu zaman derslere gelmez. İki sınıf bir sınıfta boş beklerdik. Öğretmeni olmayan sınıf ne yapacaktı. Sınıftan bazıları sıralarından kalkar, orta yerde dolaşırlardı. Gürültü ise o biçimdi. 

Dersin boş geçmesi çokça olurdu. Sınıfın öğretmeni D. T. ara sıra sınıfa lutfeder gelir, sınıfın durumuna bakar giderdi. Hele şükür sınıf yerinde duruyor ve yok olmamıştı.

Bir gün yine öğretmen yok, sınıfta bekliyoruz. Sınıfın çoğu aralarda dolaşıp, koşuşuyor. Bense uslu uslu sıramda oturuyorum. İçimden bir ses, "Herkes ayakta, sen niye ayakta değilsin. Kalk bir de sen dolaş" dedi. Öyle ya, en büyük hayalimdi belki de. Bütün cesaretimi topladım, ayağa kalktım. Tam sınıfın ortasına ayaktakilerin yanına varırken dersin öğretmeni müdür kapıyı açtı. Herkes yerine kaçıştı. Orta yerde ben kalakalmıştım. Sırtımı dönüp yerime doğru giderken bir tekme ile irkildim. Gelen tekme müdürün sivri uçlu, siyah ayakkabısıydı. Yere kapandım mı hatırlamıyorum. Bir hafta boyunca o tekmenin acısını çektim. O acıyı yüreğime gömdüm; hiç kimseye söylemeden.

Kime söyleyeceksin ki? Anne-babaya mı? Yoksa devlete mi? O zamanlar ne alo 147 vardı, ne bilgi edinme, ne sağlık ocağına gidip rapor alma vardı. Müdür o günün ceberrut anlayışını temsil ediyordu. Anlayışımızda zaten hocanın vurduğu yerde gül biterdi. Tekme ve acısı geçti gitti. Aradan 41 yıl geçmiş. Bugün nereden aklıma geldi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Bu olayın bilinç altıma işlediği. Ya o anki onurum...Yok olan öz güvenim. Bastırılmış duygularım. Katledilen heyecanım. Suçum neydi peki? 10-11 yaşında boş geçen bir derste ayağa kalkmak.

Öğretmene kızgın mıyım? Hayır. Bu yapılan muamele doğru mu? Hayır. İnsan hata yapar, ama gönül almayı da bilmeli değil miydi? Maalesef gönlüm de alınmadı. İncinen gururum da cabası tabi.

Öğretmene kızgın değilim ama acıyorum. Acıdım şimdi. Çünkü o da dayakla büyümüş. Böyle bir muameleyi yapan ancak dayakla büyümüştür. İnsanoğlu gördüğünü yapar. Kim bilir? Ne kadar dayak yemiştir zavallı! Bizim nesil az veya çok dayakla büyüdü; Cennetten çıkma dedikleri. Dayak yiyen büyüyünce dayak atar; bilinçli ya da bilinçsiz. Başka şansı yok. Dayak acziyetin tezahürüdür. 

Geçmişte zaman zaman istemeyerek  başvurduğum bu yöntem beni kendimden nefret ettirdi. Her bir yaptığım muameleden sonra nedamet duygum ağır bastı, kalbini ve gönlünü kırdığımın mutlaka gönlünü aldım, hatta özür diledim.

Tek temennim, dayakla büyüyen nesilden dayak yiyen bizler büyüdük. Ama özgüvenimiz yok oldu. Asla da geri gelmez... Eşeğe yapılan bu muameleyi azalttık. Bizden sonra yetişen her nesil bu işi daha da azaltacak. Gitgide yok olacak. Ardından kendinden emin, daha öz güven sahibi olan nesillerimiz yetişecek.

Bu vesileyle beni 4'e kadar okutan, her şeyiyle bize örnek olan Mustafa VAROL öğretmenimi hayırla yadediyorum. Bazı derslerde bize okuduğu bir kitabı vardı, can kulağıyla dinlediğimiz. O kitapta geçen bir Hayri Dede vardı; hikayenin kahramanı. O kitabın adı neydi bilmiyorum. Eğer öğrenirsem bu yaşımda o kitabı alıp okumayı isterim.

Kırmışsam bir gönül; affola. 

Şiddetsiz günler hepimizin olsun. 08/12/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde