Ana içeriğe atla

Her şey olduk. Fakat hiçbir şey olamadık...

Ne mi demek istiyorum?
Ne ulus olabildik, ne millet, ne de ümmet.
Ne Müslüman, ne de Kâfir.
Ne dünyalı, ne de uzaylı.

Birbirimize karşı hiç ortak yönümüz kalmadı. Olanları da yok ediyoruz.
Tarih olmuş şahsiyetlerimizi bile ayrıştırdık. Bir kişi bir kesime göre iyi, diğer kesime göre kötü. Hiç ortası yok. Eskiden ölüler ve ölümler bizi birleştirirdi. Şimdi o da kayboldu. Tarih olmuş şahsiyetlerden ne isteriz anlayamadım gitti. Örnek mi istersin? Buyur:
-Osmanlı bir cihan devletidir. Hayır Osmanlı bir sömürgecidir.
-II.Abdülhamit ulu hakandır. Hayır, kızıl sultandır, istibdatçıdır.
-Mehmet Akif milli şairimizdir. Hayır gerici biridir o.
-Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Hayır, İslamı yok etmek istemiştir o.
-Atatürk dine mesafeli biridir. Hayır O, yobazlığa karşıdır.

Eskiden milli çıkarlarımız vardı. Şimdi rakibimize karşı düşman safında yer alabiliyoruz. 
-Birimiz Cennet dese, öbürümüz Cehennem diyor.
-Hayata ve olaylara at gözlüğüyle bakma desen; adam, at gözlüğünün faydalarından bahsediyor.

Anladım ki birbirine zıt kutup hale gelmiş bizler, aynı kazan da kaynamayız. Bunu biliyorum da sebebini anlayamıyordum. Sonunda bir makalede niçin bu hale geldiğimizi/getirildiğimizi okudum: 

"Biz BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'na girdik ve kaybettik. İlk kez kaybetmiyorduk. Ama ilk kez yeniliyorduk. Büyük bir yıkımdı yaşadığımız. Her mağlup olan ülke silahını, parasını, ordusunu, toprağını verirken biz YENİLDİKTEN sonra TARİHİMİZİ verip kurtulduk. GÖREVİMİZ SONA ERDİ! Kazananlar ganimeti alırken bize küçük olmak, yalnız kalmak ve iddiadan uzak olmak düştü. Biz "BİZ" olmaktan çıktık, çıkarıldık!" Ergün Diler.

Bu konuda en masumumuz Anadolu halkıdır. Esas suç; Okuduğunun hakkını veremeyen, halka yön veren/vermeye çalışan, kendi ve bağlı bulunduğu yere hizmet amacıyla halkı kutuplaştırarak
emellerine alet eden ve diplomasının hakkını veremeyen, aydın geçinen okumuşlarda. Nokta.
07/12/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde