Ana içeriğe atla

Bir hasta insan profili

5. Sınıf öğrencisiyim. Yıl 1975.  Dersimize o yıl gelen bir öğretmen girmekteydi. Astığı astık, kestiği kestik  birisiydi. Her halinden kendiyle de kavgalı biriydi.

Dersteyken çıt çıkarmak, ödev yapmamak, hele yaramazlık yapmak sınıftan kimsenin harcı  değildi. Ona rağmen şiddet eksik olmazdı sınıfta. 

Tahtaya kaldırdığı zaman sorduğu problemi yapamamanın cezası; kulağı, içinden kan gelircesine kıvırmak. Dikkatinizi çekerim, kulak çekmek değil. Hele sınıfımızda 2 kız öğrenci vardı; neler çekmişlerdi ondan. Kaç defa kıvırmaktan kulaklarının kanadığına şahit olmuştur sınıf. Çoğu zaman kulaklarının içine pamuk koyarak gelirlerdi. Başka cezalar da vardı elbette:
1.Çöpün yanında tek ayak üstünde bekletilmek, 
2. Sıra dayağından geçmek, 
3. Başka sınıftaki kardeşi getirerek problemi çözdürüp rezil etmek,
4. Problemi çözenin çözemeyelerin eline sopayla vurması,
5.Tekme, tokat,
6. Hakaret, küfür vs.

Aklımda kalanlar bunlar. Şimdi düşünüyorum da o adam öğretmen miydi gerçekten? Hayret ki ne hayret!

Yine bir gün dersteyiz. Şimdilerde esnaf, A şubesinden bir öğrenciyi öğretmeni, Kütüphanecilik Kolunun toplantısını haber vermek için sınıfımıza göndermiş. 
Öğrenci kapıyı açtı geldi. "Kapıyı vurmadan girdin" dedi girdi yavrucağa tekme tokat. Kapıya vurdum dediyse de anlatamadı meramını. Tokadın izinden kıpkırmızı oldu yanakları. "Çık dışarı, kapıyı çal da gel" dedi. Bizim gazi; çıktı, kapıyı vurdu, içeri girdi. "Ben gel demeden girdin" yine dayak. "Çık tekrar et bakalım." Kapıya vurdu, "gel" sesiyle beraber girdi içeri. Ağzını açıp derdini anlatamadan girdi çocuğa tekrar. Bu sefer ki suçu, ellerini cebine koymak. Tekrar sınıf dışına çıkardı, yeniden girmesi için. Çocuk dışarı çıktı. Kapıya vurdu, gel sesiyle beraber girdi tekrar içeri. Hayda... çocuğa tekrar tokatlar peşisıra gidip gelmeye başladı. Meğersem çocuk bu sefer, ellerini göğsünün üzerine koymuştu. Öyle ya koskoca öğretmenin karşısında eller göğüste kilitlenir miydi? Çocuğu tekrar dışarı çıkardı. Kapıyı vurdu, girdi içeri. Yediği sayısız dayak çocuğu yola getirmişti. Artık her şey nizami idi. Kapı vuruldu, gel dedi beklendi, içeri girildi, eller yanda, hazır ol vaziyeti alındı. Ha şöyle.. "Söyle bakalım şimdi" dedi. Bizim al yanaklı akranımız,  "öğretmenim, kütüphanecilik kolunun toplantısı 5/A sınıfında yapılacakmış. Öğretmenimiz kolda olanları çağırıyor" dedi. Görevi sona erdi. 

Öğrenci yediği dayakla birlikte boynu bükük bir şekilde, onuru zedelenmiş bir halde sınıftan ayrıldı. 

Zafer kazanmış, görevini yapmış  bir komutan edasıyla öğretmenimizin (!) yüzünde güller açtı. Ne de olsa 11-12 yaşındaki çocuğu yola getirmişti. Aslında daha da dövecekti. Fakat başka mazeret bulamadı maalesef.

Bu tavrın nasıl bir insan psikoloji olduğunu varın siz düşünün... Tımarhanelik adamı maalesef öğretmen diye göndermişler.

Darısı kendisinin başına... 08/12/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde