Ana içeriğe atla

Makam ve Mevkilere Kimleri geçirelim?


Hz Ömer, yaralandığı zaman vefat etmeden önce kendisinden sonra ülkeyi yönetecek bir halife seçmeleri için Cennetle müjdelendiği belirtilen "Aşere-i mübeşşere" adı verilen hayatta olan 7 kişiden 6 tanesini, "içinizden birini halife seçin" diye bir şûrâ oluşturdu. 

Şûrâya yine Cennetle müjdelenen Saîd b. Zeyd'i dahil etmedi. Ayrıca yaşantısı ve bilgisiyle halife olabilecek olan  Abdullah b. Ömer'i de halife olabilecek kişiler içerisine almadı. Acaba Saîd'i ve oğlunu niçin dahil etmedi?

Saîd, amcasının oğlu ve eniştesidir. Abdullah b. Ömer de oğlu idi. "Oğlun Abdullah'ı halife tayin et, o ehil biridir" tekliflerine, halifelik görevi iyi bir görevse aileden bir kişi yeter. Kötü bir görevse bir evden yine bir kurban yeter, bu işin babadan oğula geçen bir saltanata dönüşmesinden endişe ederim" şeklinde cevap verir. Şûrâda 6 kişi var, eşitlik halinde ne olacak sorusuna karşı oğlu Abdullah'ı, halife olmamak ve seçilmemek şartıyla şûrâya dahil eder ve "Çoğunluk tarafına oy verecek, eşitlik halinde ise Abdurrahman b. Avf'ın olduğu tarafa oy verecek" şartı koşar. Saîd'i şûrâya dahil etmemesi de yine akrabası olmasındandır.

Hz Ali'den sonra devlet başkanı olan Muaviye'nin, oğlu Yezid'i veliaht tayin etmesiyle birlikte hilafet maalesef babadan oğula geçen bir saltanata dönüştü. Hz Ömer'in endişesi 17 yıl sonra ortaya çıktı maalesef.

Hz Ömer; basiret, feraset ve ileri görüşlülüğünün yanında adaletiyle de ün yapmış biridir. Bazı isabetli görüşlerinin ardından Ömer'in görüşüyle paralel vahyin inmesi sonucu Peygamberimiz, "Ömer vahyi geçmiştir" buyurmuştur. Allah kendisinden razı olsun.

Ömer'i severiz ama gittiği yoldan hiç gitmiyoruz. Siyasette, riyasette, hilafette, vezarette, yönetimde, bir camianın başına geçmede vs alanlarda genellikle babadan oğula geçme, oğul yoksa kardeşe veya damada geçme artık bir gelenek oldu özellikle Doğu toplumlarında. Bu durum eleştirilince hemen "Efendim yerine geçen ehil ise geçemez mi" savunmasına muhatap oluyoruz. Bu makam ve mevkilere gelenler çok da ehil olabilirler. Kaliteleri ve kabiliyetleri tartışılmaz olabilir.

Benim burada işaret etmek istediğim; herhangi bir makam ve mevkiye eş, dost, akraba getireceğimiz zaman Hz Ömer'in basiret ve ferasetini örnek almamız ve endişesini taşımamızdır. 26/11/2015


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde