Ana içeriğe atla

"Îran, Pakistan, Afganistan... Sıra Sende Müslüman!..."


80 öncesi Milli Selamet Partisi'nin düzenlediği mitinglerde başlıktaki slogan çok hoşa gider, katılanlar hep birlikte söylerdi. Ardından Abdurrahim KARAKOÇ'un,
Kör dünyanın göbeğine 
Hak yol İslâm yazacağız. 
Kuşların göz bebeğine 
Hak/Tek yol İslâm yazacağız. 
Şiiri koro halinde büyük bir coşkuyla söylenir, mitinge ayrı bir heyecan katardı. Hele 06 Eylül 1980 Konya mitingi vardı. Kudüs mitingi görülmeye değerdi. 6 gün sonra yapılacak ihtilalın gerekçelerinden biri olacaktı.

Eski mitingler katılanları coşturur ve deşarj ederdi. Niçin coşturmasın? İran'da "İran İslam Cumhuriyeti" adıyla bir devlet kurulmuş, Müslüman gruplar Afganistan'da Sovyetler Birliği/Rusya'ya dünyayı dar etmiş. Orada da bir İslam Devleti kurulacaktı. Pakistan'da Ziya Ül-Hak, ülkede İslam anayasasının geçerli hale geleceğini ilan etmişti. Türkiye'de niçin olmasın? Tek yol İslam yazmaya ramak kalmıştı, sayının azlığına rağmen...


Çok geçmedi Ziya Ül-Hak'ın uçağı tüm kurmaylarıyla birlikte infilak ettirildi. Kim etti, kim yaptı araştırılmadı bile. 

Afganistan'da ise Taliban isimli bir hareket, oradaki makul ve mutedil grupları bertaraf ederek yönetimde söz sahibi oldu. Kendisinden başkasına ülkeyi dar etti. 11 Eylül olayından sonra ABD tarafından işgal edildi.
İran, ABD başta olmak üzere tüm dünyayı karşısına alarak kurduğu devleti devam ettirdi. Amerika'yı Şeytan ilan etti. Zaman zaman İsrail'i vurmakla tehdit etti. Uzun süre Saddam liderliğindeki Irak'la savaştı. Ambargolarla uğraştı, didindi. Hala da uğraşıyor. 
Türkiye'deki Müslümanların çoğunun gönlünde yer edinmişti İran. Şii Mezhebi hakimdi ama sonunda Müslümanlardı. Artık İslam'ın bayrağı orada dalgalanıyor/dalgalanacaktı. Gönüllerde taht kurmuştu İran.

İran rejimini destekleyenler İran'cı damgası yedi. Heves ve heyecanla İran'a gidenler oldu. İran hayranı olarak İran'a gidenlerin sevinçleri kursaklarında kaldı. Çünkü adına, şanına yaraşır bir hassasiyeti orada göremediler. Niyetlerinin İslam'dan ziyade Şiiliği yaymak olduğu ortaya çıktı. Kapalı bir rejimin kapalı bir dünyadaki gizemliliği, görmeyenler için bir müddet daha devam etti. İran'ın yaptıkları hoşa gitmese de hep "acaba, bekleyip görelim" dendi.


Bu güne gelindiğinde bu sözde devletin Şiiliği yaymak, Safevi kültürünü devam ettirmekten öte başka bir niyetinin olmadığı iyice gün yüzüne çıktı. Şeytan bildiği Amerika ile kol kola girdi. İsrail'e karşı düşman söylemleri sona erdi. Nerede bir Şii’nin burnu kanasa imdatlarına koştu. Irak, Suriye, Lübnan vb yerlerde Şii hakimiyeti için var gücüyle uğraştı. Şimdi de Müslümanların bayram günü, Cuma namazı hutbesinde Rasulullah'ın makamında Rusya'nın Suriye'de başarılı olması için dua ediyor: "Tahran geçici Cuma İmamı Ayetullah Muhammed Ali Muvahhid Kermani, Rusya'nın Suriye'ye düzenlediği hava saldırılarında başarılı olması için dua etti" ( Habertürk)

Türkiye düşmanlığı ise yine had safhada. Uçak düşürme olayında yine bizi şaşırtmadı. Rusya'nın yanında saf tuttu. Biz yıllar yılı "Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu" dedik. Karaman'da sorun yok. Sorun Acem'de imiş. Cümle de şöyle olmalıymış: "Acem'in koyunu, sonra çıkar oyunu."

Bize düşmanlığının temelinde Çaldıran yatıyor gayri belli. 

Safevi kültürün, İslam kültürünün altında kalmasının ezikliğini yaşıyor.
İran, köklerine doğru doludizgin ilerliyor. Bizler, badem gözlülüğümüze yanalım. Özlem, bize birçok gerçeği göstermedi. Gözlerimizi kör etti.
Kurtarıcılardan kurtulmak lazım. Mehdi beklemekten ziyade şu ayetin gereğini yerine getirelim:
"...Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez...." Rad Süresi 11. Ayet)
Karaman'ın koyunu dedik. Acem'in oyununu unuttuk.
Rabbim bizlere akıl, izan, feraset ve basiret versin. 
28/11/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde