2 Mart 2025 Pazar

Kulağıma Küpe Olsun!

Yazıp paylaştığım yazıları cep telefonu vasıtasıyla çalakalem yazıyorum.

Yazılarımı okuyanlar çok seri yazı ürettiğimi söylerler.

Yazdığım yazıların çoğunu yine cep telefonumdaki Word’a aktararak sayfa düzenlemesi yapıyorum. Yazıyı üstünkörü okuyorum. Altı kırmızı çizgili kelimelerdeki yanlış yazılımları düzeltiyorum. Ardından bloğa yapıştırarak paylaşıyorum.

Yazılardan bir kısmını gazeteye göndermek üzere e posta adresindeki taslaklara kaydediyorum. Bir kısmını da sosyal medyada paylaşıyorum.

Paylaşırken yazımdaki yanlışlar gözüme çarpıyor. Vay be nasıl böyle yanlış yazmışım diyorum.

Bazen de dikkatli okuyucularım, şu paragraftaki falan kelimenin yazımı yanlış diye sağ olsun özelden uyarıyorlar.

Böyle uyarılarla veya gözüme çarpan yanlışları gördükçe düzeltiyorum.

Yanlışların çoğu da T9'un azizliğinden. Bana yazmışım. T9 ise baba diye düzeltmiş. Ne yazıyorum ve şeklini alıyor. Üstünkörü okurken de kelimenin altında kırmızı çizgi olmayınca doğru yazdım sanıyorum.

Daha görmediğim ne tür yanlışlarım vardır, kim bilir.

Bu demektir ki çalakalem yazıp bir çırpıda paylaşmak doğru değil. Yazım bittikten sonra paylaşmadan önce dönüp dönüp ciddi ciddi okumam gerekiyor. Maalesef en büyük eksikliğim bu.

Yazıp çizenler boşuna yazdığınız yazıyı birkaç defa okuyun demiyormuş. Demek ki gözden kaçan yanlış yazımlar oluyor.

Yazılarımdaki yanlış yazılımları söyleyenlere buradan çok teşekkür ediyorum. İyi ki varlar. Dost dosta böyle günde lazım olur.

Bu demektir ki yazıyı bir çırpıda yazıp paylaşmak iş değil. Dönüp dönüp okumak gerekiyor. İşte o zaman hem yazım yanlışları hem de cümle düşüklükleri daha net ortaya çıkıyor.

Bundan sonra seri yazmayı, çabuk yazı üretmeyi yeniden düşünmem gerekiyor. Paylaşmadan önce tekrar tekrar okumayı düşünüyorum. Bu tür yazım yanlışlarım kulağıma küpe olsun.

Bakalım bu sözümü ne kadar yerine getireceğim.

Yalnız ne kadar dikkatli olursam olayım, bazılarını düzeltme imkanım olsa da yine bazı yanlış yazımları gözümden kaçacaktır. Okuyucularımın hoşgörüsüne sığınıyorum. Okurlarken gözlerine çarpan yazım ve imla yanlışlarım olursa "rmznyc@hotmail.com" veya "ycrmzn@gmail.com" aracılığıyla bildirirlerse çok memnun olacağımı buradan ifade ediyorum. 

1 Mart 2025 Cumartesi

Silahlara Veda mı?

İmralı sakini, kendi kurup büyüttüğü, nice canlara ve mal kaybına sebebiyet veren, 40 yıldır bizi uğraştıran terör örgütü PKK'ye silahları bırakma çağrısı yaptı.

Türkiye'de terörün bitmesi, bizim bir daha terör diye bir problemimizin olmaması millet olarak en büyük temennimiz.

Bu çağrı ne derece karşılık bulacak? Örgütü Öcalan'a kulak verecek mi? Türkiye silahlara veda edecek mi? Bu sorulara şimdiden cevap vermek mümkün değil. Bekleyip göreceğiz.

Sonucu hep beraber beklerken bu süreci sorgulamak istiyorum. Daha doğrusu süreci değerlendirmek ve muhtemel endişelerimi dile getireceğim.

Bir defa süreç çok seri gelişti. Bir çağrıya hiç şart ileri sürülmeden aynı hızla cevap verilmesi ilginç. Bu kadar kolay mıydı? Madem kolaydı, bunca yıl niçin beklendi? Şartlar yeni mi oluştu yoksa? Bu çağrı daha önce denenemez miydi?

Çağrıyı yapan siyasi, İmralı'ya giden heyet, İmralı sakini, bu süreçte birer aktör müdür yoksa bunlara böyle yapın diyen bir üst akıl mı var? Bu üst akıl bu iş bitti. Artık silahları bırakıyorsunuz emrini mi verdi? Örgütü feshedin çağrısına, PKK'nin ve Kandil'in çağrıya uyacağız demeçleri de emrin dışarıdan geldiği izlemini veriyor.

Mektupta şartsız silah bırakma ve örgütü fesih çağrısı göze çarpıyor. Yalnız bu işin şartsız olmasının mümkün olmadığını düşünüyor kamuoyu. Bu çağrının ardından, Meclise gelecek kanun ve Anayasa teklifleri, çıkarılabilecek bir af türünden değişiklikler, perde gerisinde yapılan görüşmelerin içeriğine dair ipuçları verecektir.

PKK bugünden yarına silah bırakıp örgütü feshetmeyecektir. Devletin attığı veya atacağı adımlara göre hareket edecektir.

PKK'nin silah bırakmasını, eylemlerine son vermesini ve kendisini feshetmesini, Suriye'de Esed sonrası yeniden karılan kartlardan bağımsız düşünmemek lazım. Sanki Türkiye'ye, "Suriye'nin toprak bütünlüğü, SDG'yi (Suriye Demokratik Güçleri) terör örgütü olarak görmekten vazgeçmesi, sınır güvenliğini sağlamak amacıyla girdiği Suriye toprağını terk etmesi karşılığında PKK'yi bitirme sözü verilmiş gibi.

PKK'nin bu silahları bırakma çağrısı iç siyasete yönelik bir çalışma görünüyor. Bu çağrı Meclis aritmetiğinin oluşmasında ve Cumhurbaşkanı seçmede etkili olacaktır. Kararsız seçmeni bir yöne kanalize etmeye yöneliktir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu silah bırakma propagandası seçmeni etkilemede çok etkili olacaktır.

40 yıldır Türk ve Kürt milliyetçi partileri PKK teröründen ekmek yedi. Birbirinin panzehri oldular. Birbirine yakın oy aldılar. Çünkü her terör iki tarafa oy kazandırdı. 40 yılın ardından aynı aktörler örgütün feshi konusunda aldıkları rol yüzünden hatırı sayılır bir oy ve vekil sayısı ile Mecliste olmaya devam edecekler. Yani hem terörden beslendiler hem de terörü bitirdik diye cazibe merkezi olacaklar. Belki de bu süreç sonucunda ittifaklar yer değiştirecek. Düşman kardeşler birlikte hareket edecek. Hem seçimde hem Anayasa değişikliğinde ortak hareket edecekler.

Hülasa, PKK'nin silah bırakması ve örgütü feshetmesi, bu süreçte rol alan bu oyunun figürleri, iç siyasette terörü bitirdik diye rol kapacaklar. Bu da iç siyasette işe yarayacak.

Türkiye'de yakın vadede terörün olmaması sevindirici olmakla beraber ABD destekli SDG, Suriye'de Kuzey Irak'taki özerk bölge gibi özerk bir statüye kavuşacak. Bunun bir benzeri özerk statüde İran'da kurulacak.

SDG zaten Kobani olayları ile birlikte Türkiye ve Irak'taki tüm güçlerini Suriye'ye kaydırmış, burada düzenli bir ordu kurmuştu. Bölgede kazanan yine ABD olacaktır. İç siyasette kullanmak üzere Türkiye'nin ağzına bir parmak bal çalınmıştır. PKK silah bırakırken SDG silah bırakmayacaktır.

Kısaca, terör örgütünün lağvını, Suriye’deki olaylardan bağımsız düşünmemek lazım.

Süreç inşallah ülkemizin lehine gelişir, geçici bahar olmaz. 

26 Şubat 2025 Çarşamba

Bu Hünerimden Haberdar mıydınız?

Pek yetenekli biri olmasam da bu demek değildir ki her alanda beceriksizim.

Övünmek gibi olmasın ama çoğu kişide olmayan ne cevherler var bende. Say say bitmez anlayacağınız. Yeter ki bu cevherleri yumurtlamam için bana imkan ve görev verilsin.

Hünerlerimin hepsini saymasam da bir tanesini belirtmeden geçemeyeceğim. Mesela yön özürlü olsam da iyi iz sürerim. Kişilerin geçmiş kirli çamaşırlarını yani cemaziyülevvelini ortaya dökmede üstüme yoktur. Bu konuda kedi, köpeğin bir şey bulmak için çöp sepetini karıştırdığı gibi kişilerin geçmişini didik didik eder, ipliklerini pazara çıkarırım.

Bendeki bu cevheri çevremin görmesini istedim bugüne kadar. Ama gören olmadı.

Mesela bana dense ki falan kimsenin geçmişini bir araştır, bakalım ne bulacaksın? Bul ki o kişi hakkında yeri geldiği zaman kullanabileceğimiz elimizde bir malzeme olsun. Üstelik bu hizmet için makam, mevki, para ve pul da istemiyorum. Bilinsin ki bu işi meccanen ve gönüllü olarak seve seve yaparım. Çünkü bazı şeyler özellikle memleketi ilgilendiren hususlarda para benim için teferruattır. Çünkü önceliğim hizmettir. Öyle ya mesele vatansa gerisi teferruattır.

Ama görüyorum ki bu işi kendi başlarına veya ehil olmayan kişiler eliyle yürütmeye çalışıyorlar. Haliyle başarılı da olamıyorlar. Bu da beni ister istemez üzüyor.

Halbuki bu tür işleri bana havale etseler, ilgili kişilerin sadece diplomalarına bakmam. Yedi ceddini araştırırım. Çünkü benim, sadece A planım yoktur.

Biraz reklam olacak ama bilinsin diye birkaç örnek vermek istiyorum.

Bana havale edilen kişinin;

Diploması sahte mi, değil mi diye ilkokuldan, üniversiteye tüm diplomalarının izini sürerdim.

Yatay geçiş yapmışsa usulüne uygun bir geçiş olmuş mu incelemesini yapardım.

Oturduğu evin ruhsatı var mı, yok mu yoksa kaçak mı oturuyor? Buna da bakardım.

Anne, babasına bakmış mı, onlara hizmette kusur işlemiş mi, annesine küçükken eziyet etmiş mi diye çocukluğuna da inerdim.

Sosyal medya mecrasında geçmişten bugüne ne paylaşmış, hepsini irdelerdim. Suç unsuru olacak ve aleyhine kullanılacak her şeyi not ederdim.

Kısaca araştırılsın diye uhdeme verilen kişinin ipliğini pazara çıkarmak için o kişiyi didik didik ederdim. Neler elde ederdim neler... O kişi de insan içine çıkamayacak duruma düşerdi.

Heyhat ki heyhat! Koca ülke benim gibi cevheri göz ardı ediyor. Vah ki vah!

Bana bugüne kadar bu görev verilmedi diye gönül koymam. Çünkü bilmiyor olabilirsiniz. Olabilir, insanlık hali. Yalnız bu yazımdan sonra bana böyle bir görev verilmezse, işte o zaman gönül koyarım. Bunun da kamuoyu tarafından bilinmesini isterim.

Unutmayın, bir telefon kadar yakınım size bu konuda.

25 Şubat 2025 Salı

Panjurun mu Var, Derdin Var

Tüm mesele evin pencerelerini panjur yaptırmaktan ibaret değil. Çünkü kullanmaya bağlı olarak panjurun ipi zamanla deforme olabiliyor, makarnanın ipi kopma noktasına gelebiliyor.

Mutfağın ve diğer bir odanın makara ipi koptu kopacak.

Koparsa işimiz var. Başımıza daha büyük iş açacağız demektir.

İyi de kime yaptıracağız bu panjur işini. Tanıdığımız bir panjurcu da yok. Birkaç arkadaşa sordum, tanıdık panjurcu var mı diye. Hiçbiri yardımcı olmadı bana. Öyle ya evinde panjuru olmayanın tanıdık panjurcusu olur muydu hiç.

Sadece bir esnaf, senin akraban falan bu işi yapıyor. Sağda solda başkasını niye aran. Numarası yoksa al vereyim dedi. Kalsın, ihtiyaç olursa isterim dedim. Akrabayı aramadım. Çünkü akraba ile pazarlık yapmazsın. Yap dersin. İş bitince ne vereceğim dediğinde, istediği fiyatı vermek zorundasın. Fiyatı yüksek çekerse işin ucunda akrabadan olmak da vardı.

Oğlanlara sordum. Bereket onların tanıdık panjurcusu varmış. Hele bir tanesinin iki tane birden varmış. Bir diğeri de birine yakın iş yaptırmış.

Büyük oğlan değişecek iki pencerenin panjur makarasının fotoğrafını çekerek WhatsApp aracılığıyla teklif aldı büyük oğlan.

Bir tanesi üç bine, ikincisi iki bine yaparım dedi. Üçüncü telefon açtığı cevap verinceye kadar 2 bin lira teklifi verene gel yap dedim. Sonradan dönüş yapan üçüncüsü bin beş yüz liraya yaparım demiş.

Her üç teklifin verdiği fiyat yüksekti. Çünkü toru topu iki tane pencere panjurunun ipi değişecek. Demek ki bu işin piyasası bu.

Yalnız bir gariplik vardı orta yerde. Çünkü en uygun teklifi verenle en yüksek teklifi veren arasında yüzde yüz fark vardı. Olacak şey değildi. Çünkü fiyat farkı olur da arada bu kadar uçurum olmaz. Öyle görünüyor ki bu işin oturmuş bir piyasası yok. Millet tutturabildiğine fiyat veriyor.

En son 1500 lira fiyatı verenin teklifi en makul olanı. Yalnız 2000 vereni aradığım için sonradan arayıp kalsın diyemedim.

Pazar günü 11.00-11.30 arası anlaştık.

Zamanında gelmedi. Herhalde gelmeyecek. Varsın gelmesin. Ben de en düşük teklifi vereni ararım dedim.

13.00 sularında geliyorum diye telefon açtı. Gelme de diyemedim. Bekliyorum dedim.

İki saate yakın uğraştı usta. Oğluyla geldi. Sadece ip ve makarasının değişmesinden ibaret değilmiş bu iş. Aşağı yukarı panjurun tüm aksamını indirdi. İnce bir iş yaptığı. Ben ve oğlum da destek verdik bu işe.

Eli de yönetmiş ustanın. Ne yaptığını biliyor. Güzelce de yaptı. Ellerine sağlık.

İş bittikten sonra balkon kapısının üst tarafında hafif açıklık vardı. Orayı da gösterdim. Bir çırpıda yaptı.

İşin ardından kapıdan borcumuz var mı dedim. Yok dedi. Anlaştığımız iki bin lirayı takdim ettim. Demlediğim çayın yanına atıştırmalık bir şeyler koydum.

Çayı içip kalktılar.

Seyyar çalışıyormuş. Kartını uzattı. Var bizde dedim. Kartta yazdığına göre anlamadığı yok. Birçok işi yapıyor. Demek ki yetenekli ve eli yönet biri. Bir mesleği olan böyle eli yönet kişilerin piyasadan ekmek yememesi mümkün değil.

Tekrar panjurla gelirsem, cebime sıkışan iki bin lira tamirciye gitti. Nereden bakarsan bir ev temizliği parası. Değişen bu makara ne kadar gidecek, bunu da zaman gösterecek. Yalnız bir makara, üçlü panjuru kaldırmak zorunda olduğu için ip kullana kullana yine deforme olacak. Panjuru yapan usta ben olsaydım, üç panjuru bir makaraya bağlamazdım.

Yazıyı yazarken değişen makaranın fiyatına İnternetten baktım. Beheri 180 lira yazıyor. Tamircinin aldığı 2000 liranın 360 lirası malzeme parası. Gerisi işçilik.

Giden iki bin liradan geçtim. Piyasanın oturmamışlığı beni üzdü. Öyle ya fiyat 1500 ila 3000 arası değişiyor. Bu da bizdeki ahlak sorununun derinliğini gösteriyor.

Hasılı panjurun mu var, derdin var vesselam.

Panjurun Avantaj ve Dezavantajları

Evinizin pencerelerinde panjur varsa yaşadınız demektir.

Çünkü yağmur yağışta pencereler batmayacak, güneşte evi yakmayacak, soğuk havalarda dışarıdan soğuğun girmesini önleyecek diye akşam sabah panjuru perde gibi indirip kaldıracaksınız.

Pencereler batmasın diye panjuru kapatınca, evde körebe ve saklambaç bile oynayabilir, hoşça vakit geçirebilirsiniz.

Pencereleriniz de yağmur ve yağışta kirlenmediği için belirli periyotlarla cam temizliği yapmanıza ya da temizlikçi çağırıp temizlikçiye para vermenize gerek yok.

Her sabah panjuru açarak kendisini uykuya vermiş komşunuzu da panjur sesiyle uyandırmış, akşam da panjuru indirerek komşunuza akşamın olduğunu haber vermiş olursunuz.

Evinizi tarif eden evinizi tarifte zorlanmaz. Panjurlu ev der. Hatta kendi evini tarif ederken panjurlu evin karşısındaki ev der.

Bu arada panjurlu ev aynı zamanda o evin değerini artırır. Satarken panjuru da dahil edebilirsiniz.

Panjurlu evin havasının bir başka olduğunu söylememe gerek yok.

Panjurunuz yoksa tüm bu saydığım imkan ve nimetlerden mahrum kalacağınızı da zaten biliyorsunuz.

Tüm bu avantajlarına rağmen panjursuz evin de avantajlarının olduğunu söylemeliyim.

Evin tüm pencerelerini panjurla kapatarak panjurcuya dünyanın parasını vermemiş olursunuz. Çuval dolusu paranız cebinizde kalır.

Hele camlar batmasın diye yağan yağmurda panjuru indirerek güzel rahmeti izlemekten mahrum kalmazsınız. Gündüz gözüyle ışık yakacak seviyede evde karanlıkta oturmazsınız.

Camlarınız kirlenirse silersiniz ya da ev temizliğine gelene temizlik ücreti verirsiniz. Yıllarca kaç temizlikçi çağırırsanız çağırın, verdiğiniz para panjurla verdiğiniz para kadar değil.

Akşam sabah perde gibi panjur indirip kaldırma diye bir derdiniz hiç olmaz.

Tüm bu avantaj ve dezavantajlarına rağmen panjurlu evi mi tercih edersin ya da panjursuz olanı mı derseniz, tercihim panjursuz ev olur.

Gerçi eşten dosttan; panjurlar çok iyi. Yaptırmanızı isterim, panjur sizin kurtuluşunuz tavsiyesini, beyninizi uyuştururcasına ısrarla her karşılaşmada işittiniz ise eliniz mahkum panjur yaptırmaya. Öyle ya başkası yaptırmışsa sizin neyiniz eksik.

Sonunda dışarıya atılacak paranızı panjurcuya verdiniz.

Siz de böyle bir öneri sonucunda mı yaptırdınız demeyin. Aldığım ev panjurlu. Satın aldığım yaptırmış. Kısaca biz alüminyum panjurlu eve hazıra konduk.

Oturduğumuz zaman bakmaya doyamadık panjurlara. Öyle güzel görünüyordu ki bize evi beğendiren evden ziyade panjurmuş. Parayı eve değil panjurlara vermişiz sanki. Son model kumandalı değil ama olsun.

Yalnız tüm mesele panjur yaptırmaktan ibaret değilmiş. Bunun bir de tamir boyutu var. Bunu da bir başka yazımda ele alayım.

24 Şubat 2025 Pazartesi

Mütemadiyen Reisim

1988 yılında evlendim. Evde iki kişi olduk. Haliyle iki kişi olunca karı koca olsak da içimizden biri reis olmalıydı. Başkan gibi bir şey.

Seçimle reis seçilmedim. Teamül gereği aile reisi oldum. Çünkü erkek egemen bir toplumda yaşadığım için hep hanımın dediği olsa da doğal olarak reis kabul edildim.

İki kişiyken 89'da üç, 91'de beş, 2002'de 6 kişi olduk. Çekirdek aile olsak da büyük aile sayılırız.

Hanede sayı arttıkça yine benim aile reisliğim değişmedi. Eşim ve çocuklarımdan bir tanesi çıkıp da yapamıyorsun. Aile reisliğine talibim demedi. Sağ olsunlar. Zaten görevimi yapınca niye rakip çıksın karşına değil mi?

Normalde hakları var ama sayarlar ve severler. Özellikle sevince bu sevginin karşısında kim durabilir. Çiğ tavuk bile yerler benim için.

Bir hakkı teslim edeyim. Çoğu zaman kırıp döksem de umulmaz yaralar açsam da telafisi mümkün olmayan zararlar versem de yine karşıma hiçbiri dikilmedi. Evimizin direği reisimizin bir bildiği var dendi. Bu anlayış içerisindeki hane halkımı, ekmeğini kısıp aç bıraksam, yine de şükrü eksik etmediler. Hep iyi ki varsın. Sen olmasan biz ne yapardık bir başına düşüncesindeler. Hoşuma gidiyor elbette bu anlayış.

Böyle giderse, benim aile reisliği mezara kadar gideceğe benziyor. Çünkü yerimde kimsenin gözü yok. Kazara biri karşıma çıkıp ben reis olacağım dese, ailemin diğer fertleri nankör deyip çiğ çiğ yer onu.

Reisliğim, bir makam bir mevki bir koltuk değilse de bana sonsuz imkanlar sunmasa da aile reisliği hoşuma gidiyor. 88'den bu yana bir istikrar abidesi olarak aile reisliğim devam ediyor.

Benim için bir getirisi olmasa da mezara kadar her daim baş olmam hoşuma gitse de zaman zaman patladığım, aslan gibi kükrediğim, ardından zikzak çizdiğim, U dönüşü yaptığım, yediğim büyük lokmayı yuttuğum oluyor. Şöyle ki; hanımın bazı isteklerine aniden parlıyorum. Olmaz. Bu can bu tende olduğu müddetçe o istediğin bu eve girmeyecek diyorum. Ciddiyet ve kararlılığımı gören hanım, suspus oluyor. Yuttu galiba diyorum. Öyle ya bu haykırış karşısında kim ne diyebilir? İyi, hep böyle davranayım diyorum. Ertesi gün sofraya pırasa, ıspanak türünden yemek konunca, esas hapı yutanın ben olduğumu anlıyorum. Zaman geçmeden tamam sensin deyip istediğini yerine getiriyorum. Bana biraz pahalıya patlıyor ama olsun. Zaten giden para onların parası. Bu da uyum sahibi olduğuma bir örnek. Yok efendim, ben prensip sahibiyim. Sözümden dönmem demek siyaset bilmemek demektir. Geçim ehli olmanın, reisliğimde tutunmamın yolu budur. Değilse hayatım zindan olur, aile reisliğim de tartışmaya açılır. Neme lazım.

Aile reisliğimin 37.yılında düşünmeye başladım. Kendi kendime dedim ki Ramazan! İyi, hoş, güzel de seçimsiz, sandıksız olmaz bu işler. Bundan sonra her dört yılda bir, aile efradının oy vereceği, reisliğimin resmen tescil edileceği seçimli olağan kongre yapayım diyorum. Aile bireyleri de ecellerine susamadıysa demokrasinin gereği olarak elbette karşıma aday olarak çıkabilirler. Gerçi her ne yaparsam yapayım, sağ olsunlar, saygıda kusur etmediler ve karşıma aday olarak çıkmadılar.

Hiç aday çıkmasa da tüm aile fertlerinin oyları çantada keklik olsa da bundan sonra her dört yılda bir, seçimi sevdim. Böylece genç demokrasimizin yerleşmesine de katkı sunmuş oluruz. Seçimle aile reisi seçilince, sandığın evet dediğine kim ne diyebilir? Sandığın karşısına çıkabilir? Çünkü aile reisliğim için sandık her şeydir. Eğer aile reisi iseniz, sizler de seçimli kurultay yapabilirsiniz. Unutmayın ki demokrasi, evde ve ailede başlar.

Bu arada zaten aile reisisin. Karşında zaten aday yok. Boşu boşuna niye sandık koyacaksın. Ölünceye kadar reisisin desinler bitsin diyebilirsiniz. Buna cevabım, evet ölünceye kadar reis olsam da tek aday olarak sandıktan çıkmanın zevki bir başka. Ancak yaşayan bilir bunu.

23 Şubat 2025 Pazar

Yazılarımdan Kime Ne?

2015 yılından beri bu blogta çalakalem yazmaktayım.

Yazarken; ortam, sessizlik, masa, bilgisayar arayan biri değilim.

Kah otobüs kah dolmuşta giderken kah bir çay ocağında bir başıma çayımı yudumlarken kah evde uzun otururken başlarım yazmaya.

Yazarken de nasıl giriş yapayım, gelişme ve sonuç nasıl olsun diye bir planım olmaz.

Yazacağım konuda görüşümü serdederken sap gibi ortada kalır mıyım demem. İçimden geldiği gibi yazarım. Birileri beni kara listeye alırmış, beni dışlarmış demem. Çok da tın.

Bazen sayfayı doldurmada zorlanırım bazen de yazı uzar gider.

Tüm bunları cep telefonu marifetiyle yaparım.

Hemen hemen her konuda bazı konularda defalarca yazmışlığım ve kendimi tekrar etmişliğim var.

Bu yazımla birlikte 2015 yılının ikinci yarısından itibaren bugüne, 5181 olmuş bloğumda yazdığım yazı.

Bunları ne zaman yazıyorum? Yazı için ayrı bir vakit ayırmıyorum. İstirahat için ayırdığım vakitten feragat ederek yazıyorum.

Görevime de devam ediyorum. Yazı için görevimi aksatmam, ötelemem mümkün değil. Birini yaparken diğerini yıkmam. Her birinin yeri ve zamanı ayrı. Eğer bir tercihte bulunmam gerekirse, önceliğim her daim asli görevimdir. Yazdığım yazılar benim tali görevimdir.

Hem işimi yaparken hem de yazılarımı yazarken eşim ve dostuma da zaman ayırıyorum. Yürüyüşümü de yapıyorum. Evime de zaman ayırıyorum. Ataya da hizmet ediyorum.

Bir günde bazen hiç bazen 1 bazen 2 bazen 3-4-5-6 yazı yazdığım olur. Bir günde yazdığım fazla yazı, o günkü yürüyüşümü biraz engeller. Hepsi bu kadar. Günlük yürüyüşüm de 8-9 bin adımdan aşağı olmaz.

Yazdığım bu yazılardan dolayı herhangi bir ücret kazanmıyorum. Çünkü hobi olarak yapıyorum bunu. Yazdığım yazılardan seçtiklerimi gazete köşesinde yayınlansın diye hatır için gazeteye gönderiyorum.

Üç gün gazeteye gönderdiklerimi, diğer dört günde de blogta seçtiklerimi sosyal medyada ve durumumda paylaşıyorum.

Paylaşımlarımdan bazısı beğeni alırken bazıları almaz.

Paylaşımlarım beğeni alsa da almasa da blogtaki yazılarım okunsa da okunmasa da yazmaya devam ediyorum. Çünkü gündeme dair veya gündem dışı yazdığım bu yazılar içimi döktüğüm sayfalardır.

Yazılarımda mizah, hiciv ve üstü kapalılık eksik olmaz. Hafif hafif dokundururum. Yazılarımın çoğunda anılara yer verir, yazdığım yazıyla bağlantı kurarım.

Dokundurduğum yazılar bazılarının daha doğrusu büyük çoğunluğun pek hoşuna gitmese de yazmaya devam ediyorum.

Zaman zaman bu kadar yazı yazmak yerine, çoluk çocuğuna ve işine zaman ayır diyen de eksik olmaz. Gıyabımda konuşan da oluyormuş. İyi de hiçbirini ihmal etmeden yazmamın ne sakıncası var ne zararı var? Kimsenin vazifesi değil.

Eleştirili yazı yazınca, eline ne geçiyor, bir şeyler değişiyor mu diyen de eksik olmaz. Tek kelimeyle sana ne?

İyi şeyler oluyor, onları da gör ve yaz diyen de eksik olmaz. Akıl vereceğine, onu da sen yaz.