10 Ekim 2024 Perşembe

Sıradanlaştırmanın Yolu

Bir şeyin önemine dikkat çekmek için veya bir şeyin tehlikesine işaret etmek için o şeyi hep gündemde tutmak o şeye fayda mı verir yoksa zarar mı? Bu soruya ne cevap verirsiniz bilmiyorum ama ben bir şeyi yerinde ve kararınca gündemde tutmanın ötesinde aşırı bir şekilde hep gündemde tutmanın, o şeye bilerek veya bilmeyerek faydadan ziyade zarar verdiğini düşünenlerdenim. Çünkü o önem verilen veya tehlikesine işaret edilen şeyin, söylene söylene bir müddet sonra o şeyin sıradanlaştığını ve beklenen hassasiyeti yok ettiğini düşünüyorum.

Örneklerden gidersek, ne demek istediğimin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Başörtüsünü ele alalım. Bir zamanlar başörtülünün üzerine çok gidildi. Öğrenci ve çalışanlar mağdur edildi. Okul ve işyerleri onlara kapatıldı. Birileri yasağı savundu, başörtüsünü öcü gösterdi, birileri de serbestliği savundu. Kamusal alan icat edildi. Halk kutuplaştı. Siyasetin malzemesi yapıldı. Hem yasağı hem de serbestliği savunanlar siyaseten yıllar yılı ekmek yedi. O kadar seçim malzemesi yapıldı ki insanımızın bir çoğu dinde başörtüsünden başka bir şey yok mu demeye başladı. Sonunda serbestliği savunanlar ve yasağı kaldıracağım diyenler iktidar oldu. Başörtüsü kamu ve özel her alanda serbest oldu.

Nicedir ve bugün başörtüsü her alanda serbest. Başörtülüler kamusal alan dahil her alana girip çıkıyor ve her yerde rahat bir şekilde çalışıyor. Hatta bazı yerlerde başörtüsü tercih sebebi. 

Kısaca başörtüsü sorunu bir yönetmelikle çözüldü. Sorun kalmadı ama başka sorun ortaya çıktı: Başörtülü sorunu. Çünkü öyle başı kapalılar var ki gören bu kadın keşke başını örtmese noktasına geldi. Eskiden ateşten bir gömlek olsa da kızlarımız kamusal alana alınmasa da başörtüsünün bir saygınlığı vardı. Bugün o saygınlık her geçen gün irtifa kaybetmeye devam ediyor. Dün başörtüsünü savunan veya başını örten niceleri başını açmaya başladı. 

Aynı şekilde imam hatip okulları da sürekli gündemde tutmanın sancısını yaşıyor bugün. Bir zamanlar kapılarına kilit vurmak için icat edilen katsayı bu okulları kapanma noktasına getirdi. İmam hatipler kapatıldı diye diye halk bu okulları kapandı sandı. 

Gün geldi bu okulların önündeki katsayı engeli kaldırıldı. Kaldırılmakla kalmadı. Bir zamanlar üvey ve istenmeyen evlat muamelesi yapılan bu okullar öz evlat muamelesi görmeye başladı. Her yere normalinden fazla imam hatip okulları açıldı. İHL mezunları kamuya alımda veya makam ve mevki tercihinde öncelikli oldu. Neredeyse tüm makamlar bu okul türünden mezunlara emanet edildi. 

Geldiğimiz nokta itibariyle İHL’lerin çoğu, eskinin genel lise görevini görüyor. Haddinden fazla açıldığı için çoğu İHL, öğrenci sıkıntısı çekiyor. Öğrenciye bu okulları cazip hale getirmek için fen ve teknoloji adı altında proje okulları da açıldı.

Tüm bunları yaparken sayının çokluğu kaliteyi yok eder diye düşünülmedi. Bir zamanlar çocuğunu göndermese de halkın gözünde önemli bir yere sahip bu okullar günümüzde eski itibarını aratır noktasında. 

Haddinden fazla hafız İHO ve İHL açma, hafızlığın sürekli teşvik edilmesi, sık üzerinde durulması, normalin üzerinde hafız yetiştirilmesi de hafızlığın eski saygınlığını götürdü. Eskiden falan hafızı kelam denerek kişilere iltifat edilirken bugün falan hafız denmesi halk nezdinde çok bir anlam ifade etmiyor.

Din, iman, ahlak, milli ve manevi değerler, emanet, ehliyet, liyakat ve adalet üzerinde o kadar çok duruldu ki söz ve eylem çelişkisinden dolayı bu değerler çoğu insan nezdinde çok bir anlam ifade etmez oldu.

Dindar nesil yetiştirme vurgusu da ters tepti. Gençlik ve çoğu insan hiç olmadığı kadar dine mesafeli. Bunda FETÖ, dinin siyasete alet edilmesi ve söz ve eylem çelişkisi baş etken olduğu düşünülüyor.

Namaz üzerinde çok duruluyor. Ahirette ilk hesap namaz borcu deniyor. Namaz üzerine okullar proje üstüne proje geliştiriyor, sabah namazı seansları düzenleniyor. Hutbede, vaazda tüm ibadetlerden daha fazla namaz vurgusu yapılıyor. Her okul ve işyerinde mescitler var. İhtiyaç veya değil, sürekli cami yapılıyor. Öğrencileri camiye çekmek ve namaz alışkanlığını teşvik için her yıl hediyeli namaz kampanyası tertip ediliyor. Gelinen noktada camiler hiç olmadığı kadar boş. Halbuki o kadar İHL ve ilahiyat mezunu var. Hepsi mahallesindeki camiye gitse en az bir saf cemaati olur her caminin. 

Oruç aynı şekilde. Toplumun büyük çoğunluğu oruç tutmuyor. Eskiden oruç ayında oruçlu olmasa da oruçlu gibi görünme vardı. Şimdi ise şehirlerde alenen yeme ve içme ramazan ayında iyice arttı.

Gündemde tutulan her konuyu kısa kısa burada ele alsam kaç sayfalık bir yazı olur. Bu kadarla yetineceğim. Yalnız bir konuya daha değineceğim.

Filistin ve Gazze konusu, İsrail saldırıları; gazete, TV’de, sosyal medyada ve topluluklarda o kadar gündem oldu. Hutbe ve vaazlarda, yapılan dualarda hiç gündemden düşmedi. Miting, boykot, telin, yürüyüş, protesto, Yahudi ürünlerine boykot hiç hız kesmedi. Gelinen noktada Filistin ve Gazze meselesi de sıradanlaştı. 

Yazıya son noktayı koyacaktım ki eşimi almaya gideceğimden yazıyı yarım bıraktım. Gitmişken arabanın gazı yok diye petrole girdim 22.30 sularında. 00.00’dan itibaren benzine 76 kuruş zam geleceğini de okudum. Petrolden hem gaz hem de benzin aldım. Petrol bomboş idi. Halbuki petrole girerken uzun kuyruk olacağını düşünmüştüm. Çünkü zamlı hayata merhaba dediğimiz ilk yıllarda ne zaman akaryakıta zam gelecek dendiğinde, petrollerde uzun kuyruklar oluşurdu. Şimdi gördüm ki petrol bomboş. Bu da gösteriyor ki akaryakıta gelen zam da sıradanlaşmış. Vatandaş umursamıyor artık. Nasılsa yine gelecek diyor. Herhalde ölmüş eşek kurttan mı korkar diye düşünülüyor olmalı.

Sanırım örnekleri uzatarak meramımı anlattığımı düşünüyorum. Örneklerden de anlaşılacağı üzere bir şeyin önemine dikkat çekmek için o şeyi temcit pilavı gibi yinelemek veya tehlikeye işaret etmek o şeyi bayağılaştırıyor, sıradanlaştırıyor, insanımız umursamaz bir hale bürünüyor.

Bu demektir ki her şey yerinde ve kararınca olmalı. Fazlası bir müddet sonra sıkıyor ve bezdiriyor. Bununla kalsa iyi. Meseleyi de çözmüyor. 

Turpun Büyüğü Hep Heybede

“Bugün mesai de yok ama etkisi yüzüme vuran bir üzüntü var içimde. 

Önce pazartesi sendromu pazardan başlar dedim kendi kendime. 

Az düşündüm ve kendime sordum. Bundan dolayı mı üzgünsün dedim. Dedi ki değil. 

O halde beni benden daha iyi bilirsin. Nedir bendeki bu gam dedim. Bana senin yerinde olmak istemezdim dedi. Hayırdır dedim. Söylememe gerek yok. Az sonra öğrenirsin dedi.

Aman neyse ne. Şu pazarın keyfini çıkarayım dedim. Ayaklarımı uzattım. 

Ey ahali, bu evde yiyecek, içecek bir şey yok mu? Getirin de yiyelim dedim. 

Sen misin diyen. 

Ne getirdin de yiyeceksin. Evde milli içeceğimiz çay bile suyunu çekiyor. Ne zamandır markete gitmiyorsun. Açılacak bin (Tarım Kredi) marketi beklersen daha çok beklersin ama bekleyecek takatimiz kalmadı. 

Söyle ne lazım, yürüyerek alıp geleyim dedim. 

Öyle hemencecik yürünerek alıp gelinecek bir şey değil. Önce mutfağa bir gir. Girip çıkarken günlerdir yüzüne bakmaktan kaçındığın alışveriş listesine bir bak ve arabayla gitmen gerek dendi.

Ve ben şimdi alışverişe gidiyorum dostlar. Nereye, hangi markete gideyim şimdi ben? Kaça çıkarım Marketten ayrıca? Bana bir akıl verin, ne olur.

Gidip dönmemek gelip görmemek var. Şimdiden hakkınızı helal edin.

*

Dostlarım, alışverişten geldim. 411,94+180+53,66+33,90=679,50 TL tuttu 4 marketten yaptığım alışveriş.

Ne aldın, bu kadar derseniz? Abur cubur şeyler.

Fiyatları nasıl buldunuz derseniz, savaştan çıkmış gibi olduğuma bakmayın. Fiyatlar bana çok makul geldi. Ürünler de taze idi. Öyle abartıldığı gibi değil. 

Hangi markete gittiğimi sorarsanız, eve yakın marketlere gittim.

Niçin dört market, fiyat araştırması mı yaptın derseniz, hayır efendim. Al birini vur ötekine. Her ürünü aldığım market farklı. Sebebi bu.

 Allah bundan geri koymasın”. 10.10.2021

Yukarıdaki yazıyı 10 Ekim 2021’de sosyal medyada yazıp paylaşmışım. Seneyi devriyesinde önüme düştü. Bu paylaşım blog arşivimdeki yerini almış mı diye baktım. Eklememişim.

Üç yıl önce marketten neler aldım, hatırlamıyorum. Dert yandığım rakam 679,50 TL imiş. Bileydim, onları da kalem kalem yazardım. Bugünle karşılaştırırdım. 

Bugünden bakınca bu meblağın çok makul olduğunu, bugün olsa 2-3 bin liradan aşağıya çıkamayacağıma kalıbımı basarım. Meğer turpun büyüğü 2024’de imiş. Gelen gideni (geçeni) aratır dedikleri böyle bir şey olsa gerek. 2025 ve sonrasında daha büyük turplar göreceğiz heybede. 

Tımarhane İhtiyacı

Türkiye'de üç tane ruh ve sinir hastalıkları hastanesi vardı. Bunlar: Manisa, Elazığ ve Bakırköy'de idi. En meşhurları da Bakırköy idi. 90'lı yıllarda Sağlık Bakanlığı da yapan Yıldırım Aktuna, zamanında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde başhekimlik yaptığı için adı bu hastane ile özdeşleşmişti.
Bu hastanelerin özelliği psikolojik yönden ağır hastaların buralarda tedavi olmasıydı. Özellikle şizofren ve ağır bipolar hastalarının yeri burasıydı. Nerede bir saldırgan, başkasına zarar verme ihtimali olan hasta varsa yolu bu hastanelerden biri ile kesişirdi. Bu hastalardan kimi ömrünü burada tamamlar, kimi de tedavi olur çıkardı. Zararsız olanlar tedavinin ardından toplum içine salınırken tehlike saçanlar burada tutulurdu.
Bu hastanelerin halk arasında adı tımarhane idi. Yani deliler hastanesi olarak bilinirdi. 
Bu hastanelerin en büyük faydası insanlara zarar vermiş, suç işlemiş ve zarar verme potansiyelini barındıran insanların buralarda tutulmak suretiyle toplumun güvenliğinin ve huzurunun sağlanması idi. 
Bakırköy halk arasında da yayındı. Hatta zaman zaman içinde Bakırköy'ün geçtiği konuşmalara şahit olunurdu. Abuk sabuk konuşan birine "Sen tırlatmışsın. Hadi Bakırköy'e" derlerdi.
Yazımın buraya kadar olan kısmında bu üç ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden bahsederken fark etti iseniz hep dili geçmiş zaman kipi kullandım. Çünkü ceza ehliyeti olmayan kişilerin kaldığı bu hastaneler bugün yok. Daha doğrusu 2013 yılından beri yok. 2012 yılında Sağlık Bakanlığı yapan Recep Akdağ’ın zamanında alınan bir kararla bu hastaneler kapatılarak yerine "Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezleri" kurulacağı açıklandı. Gerekçe olarak insani gerekçeler belirtilse de asıl gerekçenin, tedavinin ekonomik boyutu olduğu belirtiliyor. Çünkü tedavisi uzun ve iyileşme imkanı olmayan bu hastaların devlete maliyeti yüksek idi. 
O günden bugüne akıl ve ruh sağlığı yönünden ağır hasta olanlar yatarak değil, ayakta muayene ediliyor ve rehabilitasyonlar vasıtasıyla tedavisi yapılıyor. 
19 yaşındaki iki kızın kafasını keserek ardından surların tepesinden kendini aşağı atarak intihar eden gencin bu akıl almaz cinayet ve katliamı nedense eski tımarhaneleri aklıma getirdi. Çünkü bu genç akıl ve ruh sağlığı yönünden hasta olduğundan 5-6 defa tedavi görmüş biri. Bu derece ağır hasta olan biri bu tımarhanelerden birinde yatarak tedavi görseydi, bugün bu cinnet halini yaşayan genci konuşmuyor olacaktık. İki genç kız da hunharca katledilmeyecekti. 
Bu katliam bize gösterdi ki bugün adına ister ruh ve sinir hastalığı hastanesi ister tımarhane densin bu tür hastanelere acil ihtiyaç var. 
Elbette devlet bir şeyin açılıp kapanmasında maliyet hesabı yapar. Yapmalı da. Yalnız maliyet hesabı yapacağım diyerek tüm toplumu tehlikeye atmak hiç akıl kârı değil ve devlet aklına uygun düşmez. 
2013 yılından bu yana ülke tımarhanesiz ve geldiğimiz nokta hiç iç açıcı değil. Devlet ne yapıp ne edip maliyet hesabını bir tarafa bırakmalı ve ülkenin belirli şehirlerinde yeniden ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri açmalı. İnsana saldırma ve zarar verme potansiyeline sahip psikiyatrik hastalar buralarda gözetim alına alınmalıdır. Değilse, cebinde deli raporu olarak içimizde gezinen ve ceza ehliyeti olmayan hastalar zaman zaman nice masumun kanına girmeye, analar ağlamaya devam edecek ve toplumun huzuru hep kaçacaktır. 
Sağlık Bakanlığına duyurulur. 

9 Ekim 2024 Çarşamba

Gıdada Taklit ve Tağşiş *

Tarım ve Orman Bakanlığı gıdada taklit ve tağşiş yapan firmaları 2012 yılından beri belirli periyotlarla İnternet üzerinden kamuoyuna duyurmaktaydı. 
2 Ekimden itibaren ise gıdada hile yapan firmaları günlük yayımlamaya başladı. 
Değerlendirmeye geçmeden önce taklit ve tağşişin ne olduğunu bir hatırlayalım. 
Taklidin ne olduğunu hepimiz biliriz ve gündelik hayatta kullanırız. Tağşişin ise gündelik hayatta kullanıldığına pek şahit olmadım. Bu kelimeyi zaman zaman Tarım ve Orman Bakanlığı gıdada hile yapan işletme ve firmaları yayımlayınca duymaya başladık. 
Taklit, "Gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin şekil, bileşim ve nitelikleri itibariyle kendisinde olmayan özelliklere sahip gibi gösterilmesi"; tağşiş, "Gıda maddelerinin mevzuata veya izin verilen özelliklerine aykırı olarak üretilmesi hali" demektir. 
Bakanlık 2 Ekimden itibaren hile yapan firmaları, markalarıyla, uygunsuzluğun gerekçesini de yazmak suretiyle yayımladığına göre anlaşılan o ki Bakanlı,  üretilen ürünlerdeki hilelerin önüne geçemiyor. Firmalar yine hile yapmaya devam ediyor. 
Hileli mal üretmenin cezası yok mu ki firmalar hile yapmaya devam ediyor ya da verilen cezalar caydırıcı mı değil. 
Gıdada hile yapanlara ne tür ceza var diye Tarım ve Orman Bakanlığının sayfasına baktım. 5996 sayılı Kanunda 2020 yılında yapılan değişiklikle hileli mal üretenlere, bu ürünleri piyasaya arz eden işletmecilere ve bu ürünleri perakende satanlara verilen cezalar ağırlaştırılmış. Bu suçu işleyenlere hapis ve adli para cezası, gıda sektörü faaliyetinden men ve 2024 güncel rakamlarıyla 26 bin ila 10,5 milyon para cezası öngörülmüş. 
Sizi bilmem ama bana bu cezalar ağır geldi. Cezalar bu derece ağır olmasına rağmen hala hileli mal üretiliyorsa belli ki firmalar için bu cezalar yeterli değil.
İşin ucunda hapis, para cezası ve gıda sektöründen men olmasına rağmen hileli mal üretiminin devam etmesini anlayamıyorum.
Beni düşündüren, acaba cezalar bu Kanunda olduğu gibi tam uygulanmıyor mu? Mesela hapis cezası kaç yıl? Öyle zannediyorum, verilen ceza beş yılın altında. Firma yetkilisi ceza alsa bile ceza erteleniyor ya da adli kontrol şartı ile salıveriliyor. Bu da cezanın caydırıcı olmasını engelliyor. Para cezası da belki en alt limitten veriliyorsa demek ki firma için 26 bin lira çok bir para değil. Herhalde bu cezanın en caydırıcı olması gerekeni gıda sektöründen men olması gerekir. Çünkü bu ceza işletmenin kapatılması demektir.
Cezası bu kadar ağır olmasına rağmen hileli malın önüne devlet geçemiyor ki çareyi hileli mal üretenleri kamuoyuna duyurmada buluyor. Ey milletim, ben bunlarla başa çıkamadım. Bunları size şikayet ediyorum. Gereğini yapın. Yani bu firma ve üründen alışveriş yapmayın” diyor. 
İlgili Bakanlık veya etkili ve yetkili kişiler kusura bakmasın ama firmaların bu şekil kamuoyuna duyurulması devletin acziyetini ve çaresizliğini gösteriyor bana göre. Unutmayalım ki acziyet ile devlet bir arada bulunmaz. Çünkü devlet demek güç demektir. Vatandaşın sağlığını hiçe sayan suçlu vatandaş ve firma devletin nefesini her daim ensesinde hissetmelidir. Demek ki devlet, devletin soğuk yüzünü tam göstermiyor. Cezaları aşama aşama veriyor. Firmalar o zamana kadar parsayı topluyor. Belki de korunuyor. Gazetelerin yazdığına göre isminin kamuoyuna duyurulmasını mahkeme kararıyla durdurma kararı tamamen firmayı korumaya yönelik. Firmayı koruyalım. Vatandaş ne yaparsa yapsın. 
Merak ettiğim, Tarım ve Orman Bakanlığı, ürünlerde taklit ve tağşiş yapanlara bu güne kadar ne kadar para cezası verdi? Bu firmaların kaçını bugüne kadar gıda sektöründen men etti? Men ettiği işletmelerden kaçı başkasının üzerinden gıda üretimine devam ediyor? Bakanlık bir de firma firma kim ne kadar ne cezası aldı, bunları da açıklarsa kamuoyu bilgilenmiş olur.
*11.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Ekim 2024 Cumartesi

Park ve Bahçelerdeki Cam Kırıkları

Bugün bir sitenin parkına 5-10 dakikalığına arabamı park ettim. İndiğim zaman gördüm ki arabanın tekerinin yanında maden suyu şişesinin un ufak olmuş parçalarını gördüm. 
Şişe buraya atılmamış. Özellikle kırılmış. Cam kırığının bazıları büyük kalmış. Ayağını bassan ayakkabını deler geçer. Kazara yalın ayak olsan, ayağını parçalar. Arabanın tekeri bassa lastiği patlatır.
Konya İstasyonunun Havzan tarafındaki araç park yeri de bu şekil şişe kırıklarıyla dolu. 
Gördüğüm bu manzara sadece bu sitenin ve İstasyon parklarına ait değil, çoğu yol kenarlarında, yürüyüş parkurlarında, park ve bahçelerde ve umum yerlerde ya kırılmış ya da içildikten sonra duvara, duvar kenarına, bankın üzerine vb. yerlere bırakılmış bir şekilde görmek mümkün.
Bu tür cam şişelerinin içildikten sonra çöp kutusuna atılması gerekirken atılmayıp umum yerlere rastgele bırakılmasından geçtim. Niçin kırılıyor, inanın, anlamış değilim. 
Belli ki birileri tıka basa yedikten sonra mideyi rahatlatmanın yolu olarak maden suyu içmede buluyor. İçsin, afiyet olsun. Hoş o mideyi değil maden suyu, bir süre hiçbir şey rahatlatmaz. İçtiğiyle kalsa iyi. İçilen maden suyu şişeleri bu tür yerlerde özellikle kırılıyor ve kırmaktan zevk alınıyor. 
Öyle zannediyorum, gençler kırıyor bu şişeleri. İşin garibi içtiğiniz maden suyu şişesini kırın, un ufak edin diye ne ailesi söyler ne okul söyler ne de toplum. Buna rağmen bu çocuk veya gençler nereden ve kimse öğreniyor bu şekil şişe kırmayı. Herhalde bu çocuk veya gençler özellikle umum yerlerde bu şekil şişe kırıklarına çok rastlıyor ki demek ki içtikten sonra kırılıyor diye belleklerine yerleşiyor. Kısaca bu çocukların hocası bizzat toplumun kendisi. Halbuki herkes içtiği maden suyu şişesini geri dönüşüm veya çöp kutusuna atsa, etrafta kırık veya sağlam hiçbir şişe görünmese, şişe kırmak bu çocukların aklına bile gelmez. 
Hoşça vakit geçirmek için yapılan bu eylem, yanlışlıkla üzerine basan kimseler için ne tür bir tehlike barındırdığını bu çocuklar öğrenmeli ama nasıl? İşte buna verecek bir önerim maalesef yok. 
Aklıma, depozite geliyor. Bakkal, market veya büfeden alınan her maden suyu veya cam şişenin bedeli de alınsa, geri iade edildiğinde bir anlam ifade eden bir meblağ olsa öyle zannediyorum, kimse içtiği maden suyunu kırmaz. İçtikten sonra boş şişeyi gözü gibi korur. Gördüğü bakkal veya markete teslim ederek depozitosunu geri alır. 
Bu depozito alma uygulamasını sadece cam şişelerde değil, pet şişelerde de uygulamak gerek. 
Böyle bir uygulama hem çevreyi temiz tutacak hem toplanan pet veya cam şişeler geri dönüşümde kullanılacak hem de depozite sayesinde temizlik bizzat vatandaşa yaptırılmış olacak. 
Cam şişe veya pet şişe ya da çevreyi kirleten her şey pekala geri iade ile ekonomiye yeniden kazandırılmış olur. 
İyi de bunu kim yapacak? Bunun için büyük organizasyon gerek. Bu çok zor, uygulama imkanı yok denebilir. 
Bu işi devlet organize edecek. Diyecek ki şişe veya pet şişeyi satan depozitolu satacak. Şişeyi getiren para iadesi alacak. Toplanan bu boş şişeler de yeniden ekonomiye kazandırılması için ilgilisi tarafından toplanacak. Geri iadeyi kimse almak istemezse pekala belediyelere bu görev verilebilir. İlk başta aksaklıklar olabilir ama başlanırsa aksayan yönler de düzeltilir. 
Devlet yetkililerine duyurulur. 

Allah Borcu mu Öncelikli, Kul Borcu mu?

Emekli polis olduğunu söyleyen biri aradı. Oğlan evereceğini, ev bulamadığını, falan yerdeki evimi kiralamak istediğini söyledi. Kiraya verme gibi bir düşüncem yok. Evi barkı olmayan bir yakınıma teklif edeceğim. Şayet oturmazsa olabilir dedim.
Tanıdığım akrabamı aradım. Ev aradığını duydum. Falan mevkide oturmak istersen başkasına kiraya vermeyeceğim, uygun fiyata otur dedim. Mevkiinin ters olduğunu söyledi.
Emekli polis ertesi günü tekrar aradı. Ne yaptın, evi verecek misin diye. Eve bakın, beğenirseniz oturun. Yarın evin önünde saat 13.00'de buluşalım dedim. Namazdan sonra buluşalım dedi. Olur dedim. Oğluyla beraber geldiler. Eve baktılar. Evi beğendiler. Bu mevki size ters. Buranın ulaşımı zor. Evi tutmamanız daha iyi olur. Kendi mevkiinizden tutun dedim. O bölgede bulamadık. Burayı tutmaya mecburuz dediler. Ödeyecekleri kira için de makul bir fiyat söyledim. Fiyata da tamam dediler.
Evde oturacak olan yeni evlenecek oğlan, abi evi beğendik beğenmeye. Eşim bu bölgede başka evlere baktı. Bu evin yerleşimi diğerlerinden farklı. Eve bir de eşimle baksak olur mu dedi. Olur dedim. Anahtarı verdim. Akşama doğru eşiyle bakmışlar, tamam tutuyoruz dediler. Geri kalan tüm anahtarları da verdim. Hayırlı olsun dedim. 
Ev sıfır. Daha ilk oturulacak. Ev temizliği için size benim de katkım olsun. Beş yüz lirasını ben vereyim. Bugün ayın beşi, kirayı ayın on beşinde başlatalım. Ben yarından itibaren elektrik, su ve doğal gaz için başvuru yapacağım dedim. Şuralara dolap yaptırsak olur mu dedi. Olur, yaptır, kiradan düşelim dedim. Ankastre şu marka olur mu dedi. Olur dedim. Yani ne istedilerse tamam dedim. 
Evin ertesi günü hem elektrik hem suyu açıldı. Kombiyi taktırdım. Gaz da iki üç gün içinde açıldı.
İlk ay kirayı aldım. İkinci aydan itibaren kiranın yarısını ben yarısını da yaptığı dolap için mobilyacı aldı.
Eylül ayında evlendiler. Düğüne gidemedim. Kirayı verirken şu kadarını kes, benim düğün hediyem olsun dedim. 
Evlendiklerinin ardından on beş gün geçmedi ki kira gününden birkaç gün geçtikten sonra kiraya verdiğim genç aradı. Abi, bunlar dolandırıcıymış. Altınları kaçırmaya kalktılar. Biz ayrılacağız. İki ay uzaklaştırma aldım deyince kiradan geçtim. Daha bismillah demeden ayrılmalarına üzüldüm. Allah kimsenin başına vermesin. 
Kirayı karşı taraftan alın. Ben numaralarını vereyim dedi. Dedim muhatabım sizsiniz. Ben karşı tarafı tanımam. Kirayı şu anda düşünme. Önce kendini bir toparla dedim. 
İki aylık uzaklaştırma sona erdi. Evi boşalttı kiracım. İki aylık kira, bir aylık yakıt bedeli kaldı. 
Ha şimdi verir ha şimdi arar diye on aydır bekledim. Maalesef bir geri dönüş olmadı. Niye böyle yaptı bilmiyorum. 
Şimdi düşünüyorum da evi boşalttığı zaman anahtarı üst komşuya ver demiştim. Sana vereyim abi, bir helalleşelim demişti. Sen anahtarı ver de bir ara helalleşiriz demiştim. Sanırım helalleşmesi, kirayı vermekten ziyade hakkını helal et demekten ibaretmiş. 
Bir ara hal hatır sormak için yazdım. Ne yaptın kendini toparladın mı dedim. İyiyim. Sorun yok. Toparladım abi demişti. Bekledim ki benim de size biraz borcum var. Onu geciktirdim. Şu gün ödeyeyim. Maalesef öyle bir şey göremedim. 
Bir ara durumu anlatan, iki aylık kira ve bir aylık yakıt bedeli var. Ödemeyi düşünüyor musun şeklinde bir şeyler yazdım. Okuduğu halde cevap yazmadı. Ardından yazdığım mesajı da hem ondan hem kendimden sildim. 
Geçti gitti. Giden para beni ne öldürür ne de ihya eder ama insan, abi ödeme imkanım yok. Ben hala düğün borcu ödüyorum, durumum bu da mı diyemez. 
İşin ilginci, durumda paylaştığım her yazıyı okuyanlardan veya yazıya bakanlardan. Belli ki numaram kendisinde duruyor. Silmemiş ve mesajımı da aldığına göre numaramı engellememiş. 
İnanın işin parasında falan değilim ama bu durum garibime gidiyor. 
Bir başka garibime giden ise evi kiralamak için beni arayan, kiralama sürecinde benimle görüşen, kira şu fiyat olsun diye benimle pazarlık yapan ve benimle o süreçte buluşmak için namaz sonrasını söyleyen babanın durumu. Baba bana kaç haftadır cuma mesajı gönderiyor hem de fotoğraflı. Belli ki numaram babasında da duruyor ki cuma mesajı gönderiyor. 
Diyelim ki bu genç ne umdu ne buldu. Çünkü evliliği başlamadan bitti. Bundan sonra da mahkeme süreci var. Bu da epey sürer. Garibimin kira borcunu düşünecek durumu yok. Ne yaptığını bilmiyor. 
Babaya ne demeli? Babanın yaptığı normal mi? Elbette oğlunun mürüvvetinin bu kadar kısa sürmesi babayı da etkilemiştir ama baba cuma mesajı gönderdiğine göre kendinde ve ne yaptığını biliyor yoksa diğer Cuma mesajı gönderenler gibi baba da mu be yaptığını bilmiyor. 
İnanın, babanın bu mesajları bana oğlunun yaptığından daha garip geliyor. Namaza önem veren baba, Allah'a olan borcunu unutmuyor ama kula olan borcunu tınmıyor. En azından benim oğlanın borcu var mı diye insan bir sorar. Bunu sormuyor. Bari numaramı sil. Silmiyor. Bari numarama cuma mesajı bari göndermese. Gönderiyor. Yoksa baba da mı ne yaptığını bilmiyor. Bu arada Allah borcu mu önce gelir yoksa kul borcu mu? Siz ne dersiniz bilmem ama benim önceliğim kul borcu. 
Anlaşılan ilginç bir aile ile karşı karşıyayım. Yukarıda dediğim gibi kiradan geçtim. Evin iki kilidinin çilingir vasıtasıyla kullanılamaz hale gelmesinden, kapının delinmesinden, yerine takılan bir kilidin iğreti durmasından, hem yatak odasına hem salona TV ünitesi koymak için duvarı delmesinden geçtim. Bu durumda ben ne yapayım ne edeyim. 
Her ne kadar ben bir şey yapamasam da en azından baba ile oğul numaramı silse, oğul durumdan beni takip etmese, baba da cuma mesajı göndermese herhalde daha iyi olur. Anlaşılan her ikisi de bana bu süreci unutturmamak için kavilleşmişe benziyor. 
Son olarak Allah herkese huzur versin. İyi kiracı ve iyi ev sahipleri versin. Hepimize akıl, izan, feraset ve basiret versin. Allah herkesi iyilerle ve halden anlayan anlayışlı kişilerle karşılaştırsın. 

Ötenazi Düşünülmeli *

Tekirdağ'da cinsel istismar ve şiddete maruz kalan Sıla bebek entübe edilmiş durumda. Yoğun bakımda ölüm kalım mücadelesi veriyor.

8 yaşındaki Narin kızın vahşi ölümü tutuklu o kadar kişiye rağmen sık sık ifade değiştirildiğinden, kızı kimin öldürdüğü, niçin öldürüldüğü hala gizemini koruyor.

27 yaşındaki Şeyda polisi öldüren katil zanlısının, 26-28 suçtan sabıkalı 19 yaşında uyuşturucu bağımlısı biri olduğu hem polis kayıtlarında var hem de ailesi tarafından ifade ediliyor.

Beş defa psikolojik tedavi gören 19 yaşındaki genç, aynı günde yarım saat ara ile hem eski sevgilisinin hem de yeni sevgilisinin kafasını keserek surlardan atlayıp intihar ediyor.

Yukarıya yazdığım cinayetler son bir ayda olup biten ve Türkiye gündemine oturan, eski tabirle üçüncü sayfa gazete köşelerine ait haberler. Günde bu tür cinayetler olup da Türkiye gündemine oturmayan ne kadar olay oluyor, varın siz düşünün.

Cinayet, istismar, şiddet vb. olayların her türü içimizi ve yüreğimizi burkan menfur olaylar.

Gönül ister ki bu tür içimizi karartan olaylar hiç olmasa ve biz bu tür konuları hiç ele almasak, hep güzel haberler yazılı ve görsel medyayı süslese, biz de bunları yazı konusu edinsek. Ama bu dediğimiz birer temenniden ibaret. Maalesef hız kesmeden ülkenin hemen her yerinde oluyor bu tür vakalar.

Yukarıda yazdığım Sıla bebek ve Narin olayının üzerinden bir ay geçti. Üzerinde çok yazılıp çizildi. Ne kadar yazılıp çizilse de sözün bittiği yerdeyiz.

Hem Şeyda polisi hem de iki kızın kafasını kesen faillerin daha 19 yaşında olması dikkatimi çekti.

Biri 26-28 suçtan sabıkalı uyuşturucu bağımlısı biri. Diğeri de beş kez psikolojik tedavi görmüş biri.

Bu çocuklar daha bu yaşta nasıl suç makinesi olup çıkmışlar? Bunun üzerinde düşünmeye değer.

Belli ki hem uyuşturucu kullanan hem de tedavi gören bu 19 yaşındaki gençler hasta ve tedavisi elzem olan tipler. Bunların yeri polis ve asker gözetiminde hastanede tedavi görmek olmalıydı. İyileşinceye kadar hastane köşelerinden dışarıya bırakılmamalıydı. Çünkü her ikisinin de hem saldırgan hem de gözlerini kırpmadan öldürme özelliği var. Bu şekilde zarar verme itiyadı olan kişiler toplumun içine ve dışarıya normal insanmış gibi niçin salıveriliyor?

Diyelim ki bunlar tedavisi cevap vermeyen hastalar.

Tedavi cevap vermiyor diye bunların yeri dışarı mı olmalıydı?

Dışarı saldık diyelim. İnsanların içinde normal insanmış gibi dolaşan bu tip psikolojik ve patolojik hastalardan insanımızı kim koruyacak? Çünkü hiç kimsenin alnında hasta ve saldırgan özelliği var yazmıyor. Hoş, yazsa bile ne yapabilirsin ki.

Ardı arkası kesilmeyen bu olaylar şunu gösteriyor ki sokak, cadde, işyeri ve dışarıda kimse güvende değil. Çünkü her an için normal görünümlü birisinin saldırısına maruz kalmamak elde değil.

Hele beş defa tedavi gördükten sonra eski ve yeni sevgilisini öldüren 19 yaşındaki genç gösterdi ki bu tipler tedavi olsalar bile dışarıya bırakılmaması lazım. Çünkü belli ki başkasına zarar verme ve saldırgan özelliği devam ediyor. Üstelik bu gençle ilgili öldürülen kızın ailesi kaç defa şikayetçi olmuş, bunun yüzünden çocuklarının okulunu değiştirmiş. Sonuç, 19 yaşında iki gencin hayatı karartıldı.

Bu durumda ne yapılmalı?

Birileri suç makinesi olmaya ve seri cinayetler işlemeye devam mı edecek? Bence yapılması gereken, bu tiplerin ister hapishane ister hastane köşesinde ömürlerini tamamlaması ya da tedavi olmasına rağmen tedaviye cevap vermeyen bu kişiler için pekala alanında uzman hekimlerin heyet raporu ve aile izniyle ötanazi uygulanabilir.  Toplumun her kesimi, bir psikopatın egosunun potansiyel kurbanı olmaktansa varsın bu tip saldırgan hastaların canına kıyılsın. Başka da çare yok gibi görünüyor.

*07.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.