23 Temmuz 2024 Salı

Tarih Kokan Tarihi Lise *

Konya Lisesi
1889 yılında Türkiye'nin 26.lisesi olarak açılan Konya Lisesinin girişinde tarihi bina yazar. Hem bina tarihi hem de eğitim ve öğretim yönünden tarih olmuş bir okul. 

Açıldığından bu yana Konya İdadisi, Konya Sultanisi, Konya Erkek Lisesi, Konya Gazi Lisesi isimleriyle eğitim ve öğretim yapan okul, Konya Lisesi adıyla eğitim ve öğretime devam etmektedir. 

Bina tarihi zaten. Dışarıdan bakan bu binanın tarihi olduğunu bilir.

Bina, hizmete girdiği 1889 yılından bu yana 135 yıl geçmiş olmasına rağmen dimdik ayakta ve hala hizmet vermeye devam ediyor.

Günümüzde Konya Lisesi binası gibi ayakta duran bina varsa Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait. Günümüz teknolojisi ile yapılan hiçbir binanın ömrü bu kadar yıl sürmez. Adeta beton yığını hepsi. 50-60 yıl sonra da adeta kül oluyor hepsi.

Eskilerle günümüzü kıyaslarsak, eskilerin yaptıkları binaları evladiyelik yaptıkları anlaşılıyor. Günümüzde yapılanlar ise adeta günü kurtarmak için yapılanlar. 

Eskiler yıllara ve yüzyıllara meydan okuyacak kalıcı eserlere imza atarken günümüz insanının ve teknolojisinin yarınlara verebileceği ve bırakabileceği bir şey yok. 

Yine eski tarihi ve evladiyelik binalara girince, yaz olmasına rağmen içeride bir serinlik seni karşılıyor. Bu binalar yazın serin, kışın sıcak tutar türden. Yeni nesil binalarımız ise kışın soğuk, yazın sıcak türünden. 

Eski tarihi binaların duvarları kalın. Ne içeriden dışarıya ses gider ne de dışarıdan içeriye ses alır. Günümüz binalarında ise tam tersi bir durum söz konusu. İçerideki ses dışarıya, dışarıdaki ses içeriye kadar gelir.

Konya Lisesinin sağından ve solundan akan yoğun trafik olmasına rağmen o trafiğin gürültüsü binaya pek uğramıyor dense yeridir.

Her yönüyle günümüz binaları ile kıyas kabul etmeyen ecdadın binaları önünde şapkamı çıkarıyorum. Hepsini hayırla yad ediyorum.

Tarihi binanın giriş katındaki koridora girince, dışı tarihi olan binanın içinin de tarih koktuğu göze çarpıyor. Geçmişten günümüze bu okuldan mezun olup ünlü olmuş ne kadar devlet adamı, siyasetçi, edebiyatçı varsa resimleriyle beraber duvarda kendilerine yer verilmiş.

Giriş kattaki dersliklere de tarih olmuş ünlü şahsiyetlerin ismi verilmiş. Aklımda kaldığı kadarıyla salonun bir tanesine Abdülbaki Gölpınarlı dersliği, diğer birine Sivaslı Ali Kemal dersliği adı verilmiş. Diğerlerinde de başka meşhurların ismi yazılmış. Dersliğe girişin sağ tarafında da adı verilen kişinin özgeçmişi ve yaptıklarını anlatan bir çerçeveye yer verilmiş.

Sivaslı Ali Kemal ismi dikkatimi çekti. Sanırım beşinci dersliğe adını vermişler. Bu kişi Sivaslı ise Sivas nere, Konya nere. Konya ne alaka? Bu zatın ismi verilecekse Sivas’taki bu okulda değerlendirilmeliydi dedim. Üstelik Yaka’da kocaman bir caddeye de bu kişinin adını vermişler.

Kimdir, necidir, Konya’ya ne hizmeti dokunmuş olabilir diye özgeçmişini okudum. Okudukça Sivaslı Ali Kemal’e sevgim ve saygım arttı. Konya’ya büyük hizmetleri olduğu gibi Delibaş isyanıyla birlikte isyancıların elinde can vererek canından olmuş bir şahsiyet olduğunu gördüm. Allah razı olsun kendisinden.

Konya’ya şu ya da bu şekilde hizmeti dokunmuş tarih olmuş bu kişilerin isimlerini ve yaptıklarını yaşatmak amacıyla dersliklere bunların isimlerini  ve kısaca yaptıklarını anlatan çerçeveye yer vermelerinden dolayı sebep olup uygulayanlara teşekkürü buradan bir borç bilirim.

Böyle bir tarihi binada tarihi şahsiyetlerin isminin verildiği bu dersliklerde öğrenci olmak isterdim doğrusu.

*05.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (3)

Açık lise sınavına dair kısa kısa bahsederken şundan da bahsetmesem olmaz.

Sınavını bitiren bir öğrencinin sınav evrakını almak için yanına gittiğimde, öğrencinin önünde, uçları aynı oranda açılmış bir deste veya düzine kalem gördüm.

İçinden bir tanesini çıkarmış. Onunla kodlamasını yapmış. İşi bitince kullandığı kalemi de diğer kullanmadığı deste veya düzine kalemlerin içine koymaya çalışıyordu.

Deste veya düzine diyorum. Çünkü kurşun kalemler deste ile mi satılır ya da düzine ile mi bilmediğimden.

O değilden gence sordum. Satıyor musun bu kalemleri dedim. Yok abi, niye satayım dedi. O zaman niye getirdin hepsini dedim. Bir tane kurşun kalem satmıyormuş esnaf. Mecburen böyle hepsini aldım. Lazımsa vereyim dedi. Yok, delikanlı. Lazım değil, teşekkür ederim dedim. Evrakını alıp öğrenciyi gönderdim.

Garibime gitti bu durum.

Bu konuyu yazı konusu edineyim derken kurşun kalemler deste ile mi yoksa düzine ile mi satılıyor diye araştırdım. Düzine ile satılıyormuş İnternet üzerinden. İki farklı markaya baktım. Birinde 130 TL idi düzinesi, diğerinde 160,91 TL idi.

Bir derse girmek için sabah sabah kırtasiye veya bakkalın yolunu tutan bu çocuk bu bir düzine kalemi kaça aldı bilmiyorum. Keşke kaça aldın diye sorsaydım.

Esnafın işyerinde satmak için bu kalemleri düzinesi ile alması normal. Toptancı ise düzine ile satması da normal. Anormal olan, esnafın bir kalem isteyen çocuğa düzinesi ile satması. Öyle görünüyor ki bu sınav çocuğa çok pahalıya patladı.

Esnafın bu yaptığı tamamen fırsatçılık.

Halbuki esnafın yapacağı düzine ile alırsan şu fiyat, tek alırsan bu fiyat şeklinde iki ayrı fiyat söylemesi. Elbette tek alım daha pahalıya gelir. Bu da normaldir. Çünkü perakende satışa girer. Düzine ile alım ise toptan satışa girdiği için daha hesaplı olur.

Öyle görünüyor ki esnaf, gözü açılmamış ve sabah sabah kalem ihtiyacı olan çocuğa bir düzine kalem satarak kârına kâr katmış. Belli ki büyük esnaf olma gibi bir niyeti yok. Günde kaç kişiyi tokatlarsam kâr mantığı güdüyor. Vah ki vah...

Bileydim ve görseydim, bu çocuğa kalem aldırmazdım. Gelmeyen kişilerin kutucuğunu işaretlemek için evden götürdüğüm kalemi verirdim ona. Al oğlum, bununla kodla derdim. Esnafa da sabah sabah zırnık koklatmazdım.

Böyle esnaflar aslında topuklarına sıkıyor. 

Devlet ders kitaplarını ücretsiz verdiğinde bu esnaf sinek avlamaya başlamıştı. 

ÖSYM kalemine varıncaya kadar öğrencinin ihtiyacını sınavlarda temin ediyor. 

Böyle esnafın sayısı artarsa açık lise öğrencilerine de kalemi vermeye başlar. Ondan sonra bu tür kırtasiyeci esnafı ne satar, bilmem. 

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (2)

Açık lise sınavlarında sorulan sorular yeni nesil sorularından değil. Soru ve cevapları 10 saniye içerisinde okunabilir. 

Bir öğrenci yedi dersten sınava girmiş olsa her dersten 11 soru olduğuna göre yüz dakikalık sürede her bir soruya bir buçuk dakikalık zaman verilmiş olur.

Bir dersten de sınava girse yedi dersten de sınava girse, çoğunluk, ilk yarım saatte çıkıp giderken bir ya da iki öğrenci yüz dakikanın çoğunu kullanıyor.

Tüm süreyi kullanan iki ayrı oturumda iki öğrenci dikkatimi çekti. Her ikisi de dört dersten sınava giriyor. 

Kısa ve kolay olan bu sorular için bu öğrenciler niçin sürenin tamamını kullandı dersiniz. Bunu bilmek için salonda iki gözetmen eşliğinde bu öğrencileri beklerken izlemek zorundasınız. 

Bir tanesi her soru ve cümleyi gözüyle değil, dudağıyla okudu. Belki anlamak için aynı cümleyi kaç kere okuyor. Ardından okuduğu yerin altını tek tek çiziyor. Arkadaşlarından geride kalmasının en önemli sebebi bu olsa gerek.

Sınavın başlamasını beklerken okuduğu duanın haddi hesabı yoktu zaten.

Bir diğeri sınav süresinin bitimine on dakika kalıncaya kadar süresini kullandı. Sürenin çoğunu kodlamaya ayırdı. O küçücük yuvarlağı doldurmak için neredeyse bir otuz saniyesini kullandı. Aynı tempoyla döndü döndü yuvarlağı karaladı.

Bir başına kalma pahasına tüm kodlamayı aynı yol ve yöntemle yaptı. Ne bıktı ne usandı. Kodlarken süreyi yetiştirebilecek miyim diye ara ara duvardaki saate baktı durdu. 

Bitirdikten sonra sıra gelmişti kontrole. Sol eline kitapçığı, sağ eline de cevap kağıdını aldı. Kitapçığı en baştan sonuna kadar cevap kağıdıyla birlikte kontrol etti. Kitapçıktaki işaretiyle cevap kağıdındaki işareti tutunca sağ elinin işaret parmağını yukarı doğru kaldırdı. Bitime on dakika kala tüm kontrolleri bitirdi. Kitapçığı kapattı. Son on beş dakika kala çıkış yasak olduğu için arkasına yaslanıp beklemeye koyuldu. Bu öğrenciyi gören de YKS, AYT veya KPSS'ye girmiş sanır. 

Sınav bitiminde gözetmen arkadaş, kızım niye örgün okumuyorsun diye sordu. Örgün de hedefime ulaşamayacağıma inandığımdan açık lisede okumayı tercih ettim dedi. Kaçıncı sınıftasın dedi. 11.sınıfta imiş daha. Bu zamana kadar da hiç örgün gitmemiş. Hedefi ne ise artık.

Bu iki öğrenci yüzünden tüm salonlar sınavını bitirmiş olmasına rağmen evrakını en son teslim eden iki salondan biri olma şerefine nail olduk. Son teslim etme şerefine nail olamadık. Sanırım birinci olan salondaki öğrenci sürenin tümünü kullandı.

Salonda, bu öğrencilerin sınavı bitirip gitmesini beklerken iki görevli olarak bize de bol bol sabretmek düştü. 

Bir sonraki yazımda da gördüğüm bir garipliği ele almak isterim.

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (1)

2014-2015 yıllarıydı herhalde merkezi sınavlarda en son görev aldığım. 

Bakayım ne değişmiş yokluğumda deyip bir görev istedim. Üç görev birden çıktı.

Sınavın başlamasından bir saat önce yapılan toplantıya katıldım. Kurallara dair pek bir değişiklik yoktu. Aynı görevlilere üç sınav boyunca aynı kurallar okundu. Sanırım salonda tek öğrenci kalınca sınavı bitiren bir öğrenci onun sınavı bitirmesi için bekletilirdi. Bu kaldırılmış.

Sınav evrakını alıp salona geçtim. Salonda tarih kokuyordu adeta. Öyle ya tarihi binada tarihten başka ne kokacaktı. (Bu tarihi liseyi ayrı bir yazı konusu edineceğim için bu kadarla yetiniyorum.)

Gözetmen meslektaşımla tanıştım. Sınava giren öğrencileri hangimiz müsait ise kimlik ve giriş belgesi kontrolü yapmak suretiyle sırasına oturttuk. 

İki farklı oturumda sadece gözleri görünen, görünen gözlerini göstermemek için renkli gözlükle salona giren iki kız çocuğu geldi. Sırasına oturtup kimliğine bakmak istediğimizde yüzünü gösterir misin dememize fırsat vermeden girişte kontrolü yapıldı cevabını aldık. Belli ki bu tip öğrencilere böyle deyin deniyor. Kimlik, giriş belgesi ve TC numaralarını kontrol etmek suretiyle tamam dedik. 

Giriş belgeleri salonla uyumlu idi ama çarşafın ve gözlüğün altında kim vardı bilemiyorum. 

Zevklerle renkler tartışılmaz dendiği gibi insanların giyim ve kuşam tercihi de tartışılmaz. İsteyen istediğini giyinsin. Ama normali de zorlamamak lazım. Ki din el, yüz ve ayağın açık olmasını avret mahalli olarak görmez. Sadece sınavlarda değil, çarşı, pazar her yerde yüzün açık olmasına dikkat etmek gerek. Ötesi abartıdır, aşırılıktır ve anormalliktir. Yüz ve gözü göstermeyecek şekilde kişinin kendisini gizlemesi din falan değildir. 

Sınava 15 dakika kala sınav evrakını açıp kitapçık ve cevap kağıdını dağıtmak istedim. Sınav evrakı ambalajı farklı idi. Belki de sınava dair bir diğer değişiklik sınav evrakı idi. Eskiden neresinden açılacağını gösteren ok veya yazı olurdu. Şimdikilerde hiçbir işaret yok. Gözetmene sordum. Ben de uzun süredir görev almıyordum. Gelmeden önce baktım. Ya şuradan ya buradan açılacak sanki dedi. 

Toplantıda da ne şekilde açacağımız gösterilmemişti. Eski sınavlarda özene bezene ve uygulamalı bir şekilde nasıl açılacağı gösterilirdi. Aman dikkat edin, yanlış yerden açarsanız tutanak tutmamız gerekir denirdi. 

Sınav bitimi içine sadece kitapçıklar konacağı için ne şekil açılması pek de önemli değil deyip ucundan yırtarak bir şekil açtık.

Her bir öğrenciye önce cevap kağıtlarını ve kitapçıklarını verdik. 

20 kişilik belirlenen sınav salonunda ağırlıklı olarak kız çocukları vardı.

Sınavda her bir dersten 11’er soru sorulmuş. Ya 10 ya da 20 soru normali idi. Niçin 11 buna bir anlam veremedim.

Sınavda tek dersten sınava giren de vardı 7 dersten de. Bilmiyorum çok mu zor tek dersten sınava girenlerle fazla dersten sınava girenleri ayrı ayrı salonlara yerleştirmek?

Üç oturumun ilkinde altı, ikincisinde üç, üçüncüsünde yedi öğrenci sınava girmedi.

Zil sesiyle birlikte sınav başladı. İlk on dakika içerisinde sınavı bitirip beklemeye koyulan öğrenciler oldu. Ama kural gereği ilk yarım saat salondan çıkış yasak olduğu için beklemek zorunda kaldılar.

İlk yarım saat dolunca yarıdan fazlası sınav evrakını vererek salonu terk etti. Ardından bir 10-15 dakika geçince salonda kala kala bir ya da iki öğrenci kaldı.

İster tek dersten sınava girsin ister 7 dersten girsin, sınav süresi yüz dakika olunca tüm süre hakkını kullanmak için sınava giren öğrenciler eksik olmuyor.

Diğer yazımda da salon boşalmasına rağmen sürenin tamamını kullanan öğrencilere örnek vermek istiyorum.

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Giyim Kuşamda Abartı

Açık lise sınavlarında iki farklı oturumda iki ayrı kız öğrenci ile müşerref oldum. Daha doğrusu giyim ve kuşamlarıyla.

Birbirini kopyası olan kızlar tepeden tırnağa siyah çarşaf giyinmiş. Başlarında da yine siyah bir başörtüsü. Yüzlerinde de peçe var. Gözlerini de görmek mümkün değil. Çünkü taktıkları renkli gözlükle gözleri de görünmüyor.

Bu şekil sınava gelmişler. Kimdir, necidir belli değil. 

Kimlik, giriş belgesi ve bunlardaki fotoğraf ile yüz birbirini tutuyor mu diye kontrol edeceksin. Daha kimliğine bakarken girişte baktılar diyorlar. Yüzüne bakmadan giriş belgesi ve kimliğine bakarak yetiniyorsun. 

Girişte bakmış olabilirler. Zaten kontrol edilmeden geçmeleri mümkün değil. Ama salonlara dağılırken bu şekil giyimli olanlar pekala birbirinin yerine farklı salonlarda sınava girmeleri mümkün mü? Mümkün. Çünkü giysileri buna müsait. 

Tepeden tırnağa hiçbir yerleri görünmeyecek şekilde bu şekil giyinenler öyle zannediyorum, dini hassasiyetlerinden dolayı böyle giyiniyorlar. Güya dinin gerçeklerini yerine getiriyorlar.

Peki, din ne diyor bu konuda? Bildiğim kadarıyla kadının el, yüz ve ayaklarının dışındaki yerlerini kapamasını istiyor. El ve ayaklarından geçtim. Bari yüzlerini açsalar. Sadece sınavda değil, toplum içinde yüzü açık olmalarından fayda var. Öyle ya sınavlarda ve toplum içinde insan muhatabının kim olduğunu bilmek ister. Özellikle günümüzde güvenlik yönünden bunda bir zaruret var.

Çarşı ve pazarı da geçtim. Mübarekler sınava giriyorsunuz, salona geliyorsunuz. Kim olduğunuz, necisiniz, ins misiniz, cin misiniz belli değil. Nasıl davranacağını, neye tepki göstereceğini kestiremiyorsun.

İnanın, kimsenin giyim ve kuşamında değilim. Nasıl ki zevklerle renkler tartışılmaz ise giyim ve kuşam tercihi de tartışılmaz. İsteyen çarşaf giysin isteyen manto giysin isteyen başını örtsün isteyen açsın. İsteyen istediği gibi giyinsin ama abartmasın, işi çığırından çıkarmasın.

Bu işin dinle, takvayla, takva elbisesiyle de alakası yoktur. Dinim böyle emrediyor diye hayatı kendilerine zindan ettikleri gibi muhataplarına da zindan ediyorlar. Ki din ifrat ve tefritten kaçınmayı ve mutedil yani ortası olmayı emreder.

Siz nasıl görürsünüz bilmem ama bana böyle giyim garip geliyor.

Varsın kapansın, gözün kapalıları mı görüyor, o kadar açık ve saçık var demeyin. Nasıl ki anormal açıklar bir tepkiyi hak ediyorsa aşırı kapanmalar da bir tepki ve eleştiriyi hak ediyor.

Bereket çarşı, pazar ve sınavlarda gördüğümüz bu tür aşırı kapananların sayısı fazla değil.

Dinle, değerle ve örf ve adetle alakası olmayan bu tür aşırı kapanma, öyle zannediyorum, merdiven altı dini anlatımların bir mahsulü. Çocuklarımızı bu tür merdiven altı yerlerden uzak tutmakta fayda var.

Hasılı, açığıyla kapalısıyla ortak yaşamın ortak ve makul yollarını bulmamız ve bunlara riayet etmemiz gerekir. Kimsenin giyim ve kuşamıyla başkasını az veya çok rahatsız etmeye hakkı yoktur.

21 Temmuz 2024 Pazar

Sen Neymişsin Be FETÖ!

Övdüm, işim rast gitti

Nimetlere gark oldum

Zirveler benim oldu

Sen neymişsin be FETÖ


Ati bunlarda dedim

Ne istedilerse verdim

Hiç doymak bilmediler

Sen neymişsin be FETÖ


Övdükçe şımardılar

Verdiklerim etti yüz

Astar da istediler

Sen neymişsin be FETÖ


Başlarda onu bizler

Hoca efendi bildik 

Derviş gibiydi çünkü

Sen neymişsin be FETÖ


Bir güce ulaşınca

Dedi göstermeliyim 

Hanya'yı ve Konya'yı

Sen neymişsin be FETÖ


Kalkışınca isyana

Başladım kötülemeye 

Yine ben zirvedeyim

Sen neymişsin be FETÖ


Onu bir güzel övdüm

Sonra bir güzel yerdim

Baktım hep zirvedeyim 

Sen neymişsin be FETÖ


Övsem de bir yersem de

Hep kazanan ben oldum

Ne kârlı bir kazanç bu

Sen neymişsin be FETÖ


Bunun için sen sen ol

Önce hocaefendi

Sonra terörist başı

Sen neymişsin be FETÖ

19 Temmuz 2024 Cuma

Bir Mobbing de Bana Uygulandı Sanmıştım

Bir ilçe belediyesinde çalışan bir işçinin kendini ağaca asarak intihar ettiğini gazeteler yazdı. Niye intihar ettiğine dair elde bir yazı, bir şahit olmadığı halde bir partinin bir vekili de intiharın, uygulanan mobbingten kaynaklandığını açıkladı.

İşçiye mobbing uygulanıp uygulanmadığı inceleme, soruşturma, tahkikat ve yargılama sonucu ortaya çıktığında işin gerçeğini öğrenmiş olacağız. 

Gerçek ne çıkarsa çıksın orta yerde canına kıymış bir işçi geri gelmeyecek. Ailesine sabırlar dilemekten başka elimizden bir şey gelmez. 

Mobbing uygulandığı öne sürülen belediye daha önce X partisinde iken son mahalli seçimle birlikte belediye el değiştirerek Y partisine geçmiş. Mobbing uygulandığı için intihar etti iddiasında bulunan da X partisinin milletvekili.

İşin iç yüzünü bilmiyoruz ama belediye el değiştirdiğinde bir işçiye mobbing nasıl uygulanır? İşçi olmasına rağmen önceki yönetim zamanında masa başında iş yapan bir işçi temizlik işine verilir. Çünkü genelde temizlik işinde kimse çalışmak istemez. Torpili olan işçiler de burada pek çalıştırılmaz. Başka ilçe belediyesinde ne olabilir? Zaten büyükşehir statüsündeki illerdeki ilçe belediyelerinin belki de tek görevi şehrin çöpünü almaktır.

İntihar edip canından olan işçi kardeş ile daha önce görüşmüş olsaydım, ona intihar yerine "Belediyeden falan kimse ya da belediye başkanı mobbing uyguluyor. Araştırılıp gereğinin yapılmasını arz ederim" şeklinde bir dilekçe yazarak CİMER'e şikayet etmesini önerirdim. CİMER ne yapar ne eder, konuyu araştırır, gerekirse sorumluları hakkında inceleme ve soruşturma açılıp ceza alması için o ilin valiliğin görevlendirirdi. Sonucundan da şikayetçi kimseyi bilgilendirirdi. İntihar eden böyle yapsaydı, ondan sonrasını mobbing uygulayan belediye düşünecekti. 

Bunun için yani pireye kızıp yorgan yakmadan önce bir bilene yani eşekten düşene sorsaydı canına da kıymamış olurdu.

Nereden biliyorum. Bir ara bana da mobbing uygulamıştı bir amir. Daha doğrusu bana mobbing uyguluyor sanmışım. Gelen cevabi yazıda “Şahsınıza mobbing uygulandığına dair bir bilgiye ulaşılamamıştır” deniyordu. Bu araştırma sonucunu görünce ben de kendimi bir şey sanıp kendime mobbing uygulandı zehabına kapılmışım. Halbuki öyle bir şey yokmuş. Bereket devletin ilgili kurumları var ki gerçek ortaya çıktı. Ya değilse ne yapardım. Haliyle mobbing uygulanmadığına dair inceleme sonucunu alınca sevindim. Bir taraftan da bana mobbing uyguladı diye amirin günahını aldığıma üzüldüm. Allah beni affetsin.

Öyle ya baktığım bölümlerle ilgili mevzuat gereği komisyon başkanı olarak ismimin geçtiği tüm onayları geri çevirmesi, yazının altında ismimi görünce “İsmini görmeye bile tahammül edemiyorum” demesi hiç mobbinge girer mi? Bir defa amir bu kadar düşer, işleyişi engeller mi? Şimdi düşünüyorum da boşu boşuna mobbing uyguluyor diye kendi kendime gelin güvey olmuşum. Amir değil mi ismime de tahammül edemeyebilir cismime de. Koskoca amir bana tahammül etmek zorunda mı sonra? Ayrıca iş bu raddeye gelinceye kadar dur bakalım ne yaptım ben ona? İtici bir ismim, cins bir simam varsa, ismim ve cismimi amirin içi götürmüyorsa amir ne yapsın burada?

Bereket CİMER vasıtasıyla araştırıldı da mobbing yapmadığı anlaşıldı. Bu arada boşu boşuna da CİMER’i meşgul ettim. Aslında amire mobbing uyguluyor diye iftira attığım için ceza bile verebilirlerdi ama muhakkiklerin merhameti beni kurtardı.

Bu arada mobbing uyguladı iddiam gerçekleşmediği ayan beyan ortaya çıkınca haliyle yalancı oldum.

Nasıl oldu bu derseniz? CiMER’e şikayetim gereği bir mülki amir görevlendirilmiş. Mülki amir bana mobbing uyguluyor dediğim mülki amire bu durumu sormuş. O da şahit olarak gösterdiğim kişileri çağırarak bir araya toplamış. Onlara ben böyle bir şey yaptım mı demiş. Beş vakit namazındaki mümin kardeşlerim de sosyal demokrat kardeşim de bizim bir şeyden haberimiz yok demişler. Sonuçta ortada baskı da yok mobbing de yok sonucu ortaya çıkmış. Zira amirin altında çalışanın beyanı değil, amirin beyanı esas olur bu durumlarda ve her durumda. Kısaca suç da yok, suçlu da. 

Hasılı mobbing uyguluyor diye kendimi asmadım ama bu iftira ve bu yalanımla beni assalar yeriydi. Öyle ya şahitler ve amir yalan söylemeyeceğine göre yalanı ben söylemiştim, iftirayı ben atmıştım, devletin ilgili kurumlarını da ben boşu boşuna meşgul etmiştim.

Kısaca bu dünyada yatacak yerim yok bilesiniz.