Din, bu toplumu birbirine bağlayan ortak bir değer olmasına
rağmen dini alanda yapılan tartışmalar göstermiştir ki artık din, bizi bir
arada tutan ortak değerler arasında değil. Kendi elimizle dini, bir ayrışma
noktası haline getirdik. Ehli kıble dediğimiz insanlar bölünmenin zirvesini
yaşıyor. Taraflar, birbirleriyle mücadeleyi din üzerinden veriyorlar. Herkes kendi gittiğin yolun tek doğru yol
olduğuna inanıyor, farklı düşünceleri yok etmek için amansız bir mücadele
veriyorlar. Sanıyorlar ki rakiplere baskı kurunca din kurtulacak ve her şey
güllük gülistanlık olacak. Artık din denince aklıma bölünmüşlük geliyor. Halbuki
fikirlerin açıkça ifade edilememesi, kişiyi içi başka, dışı başka yapar.
Müntesiplerine dünya ve ahiret mutluluğu amaçlayan din,
-söylemde kalıp uygulamaya geçirilmedikçe ve herkes
anladığını başkasına dayatmadan yaşamaya çalışmadıkça,
-birbirimizi anlamaya çalışmadıkça ve katılmadığımız farklı
görüşlere saygıyı esas almadıkça,
-ortak noktalarımızı ön plana çıkarmadıkça,
-geçmişten günümüze çözülememiş, tartışmalı konuları
gündeme getirdikçe…
Bu tartışmalar artarak
devam edecek ve bu bitmez tartışmalar bizi birbirimizden koparacak, bize onulmaz
yaralar açacaktır. Çünkü dini ve tarafları anlamak için tartışma yapmıyoruz.
Tartışmayı din üzerinden yaparak rakiplerimizi susturmak için yapıyoruz. Yani
dini emellerimize alet ediyoruz. Halbuki din, söylemde kalmak için gönderilmiş
bir din değil. Bir din, müntesiplerince uygulama alanı buldukça dindir. O da
ahlakın beyin ve vücudumuzda hayat bulmasıyla olur. Yoksa söylemden ibaret din,
ayak bağı olur. Şu anda dinin bu yönünü yaşıyoruz.
Bu açıklamadan sonra din konusunda bilgi, birikim, tecrübesine
güvenen ve bu konuda kendisini yeterli gören bir insan; dine dair yeni, farklı
ve aykırı bir görüş ortaya koyacaksa şu hususlara dikkat etmesinde fayda var:
1. Ele alacağı bu konunun dine, dinin müntesiplerine ne
yarar sağlayacağına,
2. Bu konuyu ne zaman, hangi platformda, hangi kitleye
söyleyeceğine,
3. Konuşacağı konuya, toplumun ve belli mahfillerin hazır
olup olmadığına,
4. Konuyu nasıl bir üslupla dile getireceğine, hangi kelime
ve cümleyi kuracağına,
5.Konuşmaya, gelmesi muhtemel tepkilere ne cevap vereceğine
ve bu tepkilere karşı nasıl bir üslup takınacağına,
6.Konuşmasını yaparken başka görüş sahiplerini suçlamamaya,
7. Görüşünü tek doğru gibi sunmamaya vs özen göstermesi
gerekir.
Tüm bu hassasiyetlerden önce aykırı ve farklı düşüncesini,
halka açık olmayan bir platformda meslektaşlarıyla enine boyuna tartışmalı. Meslektaşları
da onu önyargısız ve can kulağıyla dinlemeli. Görüşün eksi ve artısı, fayda ve
zararı masaya yatırılmalı. Bu konuda meslektaşlarını ikna yolunu denemeli. İkna
ettiyse, konuyu toplum nezdinde ele almalı. Yok, ikna edemediyse görüşünü rafa
kaldırmalı. Görüşünde ısrar ederse, bu konuyu halka indirirken izleyeceği yol
ve üslup önemlidir. Bunun için bu konuda daha önce söylenmiş görüşlere,
delilleriyle birlikte yer vermeli. Ardından tüm bu görüşlere ilaveten kendisinin
de şu delillerle şu görüşe vardığını, bu konunun tartışılması gerektiğini,
doğruyu Allah Teala’nın bildiğini ifade etmekten kaçınmamalıdır. Dinleyenler de
öküz altında buzağı aramamalı, kişiyi anlamaya çalışmalı, yargısız infaz
yapmamalı, niyetini sorgulamamalı. Baktı ki ele aldığı konu, bizi bölüyor,
faydadan ziyade zarar veriyor, tartışma başka alanlara çekiliyor. Bu durumda
konuyu, topluma açık platformlarda dile getirmekten kaçınmalıdır. Çünkü toplum
buna hazır değilse ne söylense boştur.
Tüm bu yazdıklarım, Türkiye’de olur mu? Bu bölünmüşlük,
kutuplaşmış, tarafgir görüntümüzle, farklı fikre tahammülsüzlüğümüzle ve
suçlayıcı yönümüzle bu, şimdilik zor görünüyor. Ama imkansız değil. Yeter ki
biz buna hazır olalım. Bu konuda iyi niyetli olalım.