5 Ekim 2020 Pazartesi

Birinci Elden Satılık Cep Telefonu


Uzun yıllar benimle beraber bir cep telefonum var. Adı cep olsa da hiç elimden düşürmediğim bir el telefonudur. Nereye gitmişsem beni gölgem gibi takip etti. Yatarken bile başucumdan ayırmadım. Tüm ayrılığımız komodin ile yatak mesafesi kadardır. Kendisiyle kah sanal takıldım kah bloğuma girerek yazı yazdım. Ödemelerimi buradan yaptım. İnternet haberlerini okudum. Girecek bir yer bulamamışsam satranç oynadım. Yapacak hiçbir şey kalmamışsa arayıp soran, mesaj gönderen var mı diye ara ara bakıp durdum. Pek arayan olmasa da cuma mesajlarıyla doldu taştı telefonumun belleği. Ben sildim, dostlarım ve cumaseverler göndermeye devam etti. Elim yorulup bir yere koymam gerektiğinde başım üstünde yeri var dedim. Başıma koyamazdım. Gözümün önünde dursun diye masamın üstüne koydum. Çok kullanmaktan pek şarj dayandırmaz oldu. Şarjı bitip kapanıverse dünyadan kopuk bir dünyalı olup çıkıveriyorum. Bu benim hayatımın sonu demektir. Böyle bir talihsizliğe tahammülüm olamaz. Çünkü ha ölmüşüm ha telefonsuz kalmışım. Benim için aynı idi. Bunu aşmak ve telefonumu 7/24 açık tutmak için yedek şarj cihazımı yanımdan hiç eksik etmedim. Bitkisel hayattaki fişe takılı bir hasta misali evden çıkar çıkmaz aynı zamanda şarj olsun diye powerbankı hep takılı tuttum. Hasılı, elim ayağım, gözüm ve kulağım gibidir.
Her faninin ölümü haksa benim telefonumun ölümü de haktır. Şu sıralar can çekişse de henüz ölmedi. Ayakta tutunmaya ve beni memnun etmeye çalışıyor. 
Benim için birinci el, sizin için ikinci el olacak bu telefonumu değiştirmeye karar verdim. Yenisini almam için birinci el kullandığım bu telefonu satmam gerek. Meraklı müşteriler için telefonumun emsallerine göre emsalsiz özelliklerini bir bir sıralamak istiyorum. Sonradan nasıl bir telefon almışım diye şok geçirmeyesiniz.
1.Telefonum 3G’ye uyumludur. 4.5G’ye uyumlu değildir. Ama bu bir eksiklik değil. İnternet paketiniz birden bitmez, daha uzun süre gider. Sayfaları ağır açarmış, internet hızı yavaşmış. Ne önemi var. Tabakhaneye mi yetişeceksiniz. İşiniz yavaş olur ama temiz olur. Bilin ki acele işe şeytan karışır.
2. Birilerinin dolarla bir işi olmadığı gibi benim telefonumun da sürümlerle işi olmaz. EBA programını indiremez, ZOOM’a giremezsiniz. “Hayat Eve Sığar”dan HES kodu alamaz. Yani yeni sürümlere karşıdır.
3.Kırığı ve çiziği yok. Ekran koruyucusu ve kılıfı olmadan yoluna devam ediyor. Yere düşürmüşsem kendini korumaya almak için kapanır. Bugüne kadar burnu bile kanamadı.
4.Korkusuz ve gözü pektir. Arabanın bagaj kapağının üstünde yolculuk yapmışlığı vardır. Ne ışıklarda durmuş, ne kasisleri geçmiş olmasına rağmen düşmeden menziline varmıştır.
5. Şarjı yüzde 15, 10 ve 5 kaldığı zaman “Şarja takınız” uyarısı verir. Bazen yüzde 60-70 dolu iken aniden kapanır, şarjı biter. Bazen de şarjı sıfır oluncaya kadar kendisini kullandırmaya devam eder. Yani keyfine göre takılır.
6. Kullanmazsan şarjı epey gider. Benim gibi elinden düşürmez, sürekli karıştırırsan şarjı çabuk biter. Önceleri powerbankı takınca hem kullanır hem de şarj etmeye devam ederken şimdilerde kullanırken şarj doldurmadığı gibi ya mevcut şarjı korumakta ya da mevcut şarjı bitirmektedir. Halihazırda en iyi şarjı telefon kapalı iken yapmaktadır. Hem kullanırım hem de şarj olsun derseniz, bu yaptığınız, yakıt alırken arabanızı sürmenize benzer. Yapabilir misiniz böyle bir şey? Yapamıyorsanız yedek şarj aleti takılı iken bu telefonunu kullanmayın. Bu da kötü bir durum değil. Böylece telefonu elinden bırakıp biraz sağına soluna bakıyorsun.
7. Bana yol göstersin diye navigasyonu açınca seni istediğin yere götürmemek için elinden geleni ardına koymaz. Sen arabanın içinde adres bulmak için dokuz doğurursun. O, “Yanıt vermiyor. Kapatmak ister misin” uyarısı verir. Bu ve diğer yaptıklarıyla size sabrın en güzel örneklerini gösterir.
8.Telefon konuşmasını pek sevmez. Konuşurken senin sesini sana vererek yankı yapar. Uzun süre “Devlet beni dinliyor. Demek ki devlet nezdinde sakıncalı bir piyadeyim” diyorsun. Sonra anlıyorsun ki devlet seni ne edip de dinlesin. Telefonun özelliği imiş efendim.
9.Bir video dinlerken çevreyi rahatsız etmez. Sadece sen dinleyecek şekilde ses verir.
10. Müthiş bir mavi hayranıdır. Çektiğin fotoğraflarda hep mavi ton hakimdir.
11.İphone(Lütfen, yazıldığı gibi okuyunuz.) hariç, tüm telefonların şarj cihazına uyumludur.
Hasılı, say say bitmez telefonumun özellikleri. Bu özellikleri görünce ağzınızın suyunun aktığını, acaba kaça vereceğimi merak ettiğinizi iyi biliyorum. Sizi fazla merak da bekletmeden fiyatı söyleyeyim. Maliyetine vereceğim. Zamanında bu telefonu 680 liraya almıştım. Bitmedi. Yanında da powerbankı hediye ediyorum. İlk talip olan alır. Sonra kimse gönül koymasın. Küçük bir pazarlık payı vardır. Yok mu, kendisine kıyacak?




4 Ekim 2020 Pazar

Ulusal Çıkar için Çiğ Tavuk Yenir

Testi pozitif çıktığı halde semptom göstermeyenlerin hasta sayısına dahil edilmediğini söyleyen Sayın Koca, hakkında yapılan eleştirilere "Halkın sağlığı kadar ulusal çıkarları da düşünmek zorundayız" cevabını vermiş. Bakan haklı burada. Çünkü söz konusu ulusal çıkar olunca gerisi teferruattır. 

Bu durumda Bakana bir kırgınlığımı ifade etmek istiyorum: Madem ulusal çıkarları gözeteceğiz. Öyleyse günlük 2000'e yakın bir hasta sayısını kamuoyuna niçin duyuruyoruz? Günlük hasta sayısını sıfır gösterelim. Olsun bitsin. Ulusal çıkar ancak böyle gözetilir. 

Günlük verilen hasta rakam sayıları, ulusal çıkarları az gözettiğimiz anlamına gelir. Bu da vatanseverlikle bağdaşmaz. Hatta bu durumda günlük test yapmaya da gerek yok. Hastayım, bana test yapın diye gelenlere "Ne testi? Maşallah turp gibisin" deyip geri gönderelim. Bakın bakalım, ortada korona mı kalır. Böylece

Ulusal çıkara dört dörtlük hizmet edilmiş olur. 

Aynı vatanseverliği ve ulusa hizmet etmeyi TÜİK'den de bekliyorum. Her ayın üçünde açıkladığı enflasyon rakamlarını sıfır gösterecek. Bak bakalım, ülkede enflasyon mu kalır.

Devlet ciddiyetini yansıtan bu açıklama sonrası, Bakan sayesinde branşımla ilgili yeni bir şey daha öğrenmiş oldum. Boşuna söylememişler, öğrenmenin yaşı yok diye. Bundan sonra öğrencilerimin "Yalan nerede caiz" sorusuna,

1. Savaşta düşmanı yanıltmak için,

2.Hastaya moral vermek için,

3.Karı koca arasını bulmak için,

4. Dargınları barıştırmak için,

Cevabıma, bir beşinciyi daha ilave edeceğim.

5. Ulusal çıkarları gözetmek için.

Kafama takılan bir soru var: Semptom göstermeyenlerin karantinaya alınmasının bir anlamı var mı bu durumda? Bunlar hasta değilse rahatça dolaşabilmeli, işine gidebilmeli. Madem ulusal çıkarları gözeteceğiz. Bu gözetmeyi tam yapmak lazım.

1 Ekim 2020 Perşembe

Ekranların Gediklileri *

Ne zaman Türkiye gündeminde ne var ne yok, bir bakayım deyip haber kanallarını bir gezinsem, belli başlı kanalların tartışma programlarına bir göz atarım. Gündem, konu ne olursa olsun her kanalın konukları gün be gün genelde aynı kişiler. Sanırsın ki kanalın demirbaşları ya da o konunun emsali olmayan uzmanları. İster akademisyen ister siyasi, ister gazeteci, ister hukukçu, ister hekim vs olsun genelde hepsi aynı kişilerden oluşuyor. Bu aynı kişiler o kanaldan bu kanala arzı endam edip duruyorlar. Gören de ülkede adam kıtlığı var, bunları o konunun vazgeçilmez tek uzmanları sanır. Hangisinin yüzünü görsen konuşmaya başlamadan ne konuşacağını, neyi ve kimi savunacağını, fikrinin ve zikrinin ne olduğunu bilirsin. Pek azı hariç hepsi tarafgirdir. Kimin; hangi partinin, hangi zihniyetin adına geldiği bellidir. Bu ekran müdavimleri kendi görüşlerini arz etmekten ziyade içlerine sinsin veya sinmesin kimin adına konuşacaklarını; neyi, nasıl konuşacaklarını çok iyi bilirler. Çünkü görevleri budur. Ekrana çıkmadan önce ev ödevlerine çok iyi hazırlanmalarına gerek yok. Zaten hazırlık yapmak isteseler de her akşam bir kanala çıkmaktan, geç vakte kadar ekranlarda durmaktan yeterince hazırlanamazlar. Eksikliklerini tarafgir davranmalarıyla kapattıklarını sanırlar. Halbuki birbirinin tekrarı bayat cümlelerini yeni bir şey söylüyormuş gibi satıp dururlar. Eksikliklerini kapatmak için sık sık ya araya girerler ya da sesini yükselterek rakibine üstün gelmeye çalışır. Kendisi önemli değil. Yeter ki savunduğu kesime bir halel getirmesin. Yoksa karizması çizilir, bir daha ekran yüzü göremez ve mukarrabun sınıfından çıkarılır.
İzleyici aynı kişileri görmekten bıkıp usansa da yeni yüzler ve farklı fikirleri savunan kişileri görmek istese de kolay kolay göremez. Görüntü, işinin uzmanı çoğu kişiye ya ekranlar kapalı ya da başka kişiler ekranlara çıkmak istemiyor. Televizyonlar da isteklilerle yetiniyorlar. Ekran müdavimlerinin verdiği imaj ise ekranlara çıkması akredite edilmiş kişiler olduğu şeklindedir. Sebep her ne ise izleyicinin aynı kişileri görmekten pek haz almadığını düşünüyorum.
Mahkeme nasıl ki kadıya mülk değilse bugünün ekran gediklilerine de ekranlar mülk değildir. Çünkü bugünkü gördüğümüz yüzler dün yoktu. Dün başkaları bu görevi yerine getirdi. Bugün bunlar yerine getiriyor. Yarın bu görevi başka yüzler yerine getirecek. Bu ülkede tarafgirlik ve ölümüne bağlılık sona ermediği müddetçe bu tip her devrin adamları olmuştur ve olmaya devam edecektir. Kendinden kaynaklanan bir kalitesi yoksa belli bir zaman kullanılıp sonra bir kenara konacaktır. Böyle olacağını bu tipler de biliyor aslında. Çünkü bu ülkenin geçmişi unutulmuş nice gedikliler ile doludur. Buna rağmen bir gün de olsa beylik beyliktir düşüncesinde olmalılar ve su akarken testilerini doldurma derdindeler.
Ekranlarda her devrin adamlarını görmeye alışkın olsak da gönül ister ki bu koca koca adamlar, birilerinin savunuculuğunu yapmasınlar, birileri adına bir başkasını kötülemesinler. Dediklerinin doğruluğuna önce kendileri inansınlar. Tek istediğim, kendileri olsunlar. Tarafgirliğin zirve yaptığı bu ülkede pek karşılığı olmasa da doğruya doğru, yanlışa yanlış desinler. Çünkü ekranların ve ekranlarda boy gösterenlerin kamuoyunu doğru bilgilendirme gibi bir amme görevleri vardır. Algı yönetiminde rol aldıkça ülkeye zarardan başka bir şey veremezler.

*07/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


30 Eylül 2020 Çarşamba

Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -2 *


Mescid-i Nebi'nin işleviyle ilgili bu iki değerlendirmenin ardından günümüz camilerinin işlevine gelmek istiyorum. Günümüz camilerini peygamber mescidi ile kıyasladığımızda işlev yönünden derin uçurumların olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi tabir yerinde ise hemen hemen her iş ve eylem için çok amaçlı salon gibi kullanılmış. Devletin ve halkın nabzı burada atmış. Günümüz camilerinin ise yaz döneminde iki ay çocukların cüz/Kur'an öğretimini saymazsak sadece namaz kılmaya hasredilmiş olduğu görülecektir. Mescid-i Nebi neredeyse günün 24 saati mesai yaparken günümüz camileri her bir vakti yarım saat mesai sayarsak günlük 2,5 saat bir mesai yapmaktadır. 
Mescid-i Nebi ile günümüz camilerini kıyaslamamı garip görebilir, M. Nebi'nin gördüğü işlevi bugün başka kurumlar yerine getiriyor diyebilirsiniz. Haklısınız. Çünkü günümüzde birçok şey profesyonelleşmiş ve diğer kurumlar eliyle yürütülmektedir. Mescid-i Nebi'nin geçmiş işlevinin çoğunu bugün camilerimizde deruhte etmemiz mümkün değil. Ben de günümüz camileri aynı işlevi yerine getirsin demiyorum. Ama camileri sadece namaz kılınan yer olarak tahsis etmeye ve cemaatle kılınan namaza hapsetmeye de gönlüm razı değil. Bu mekanları yeniden toplumun nabzının attığı yerler haline getirebilir, insanları buralara çekebiliriz. Namaz dışında pekala zamanın ruhuna uygun etkinliklere yer verilebilir. 
Okullarda her türlü etkinliğin yapıldığı çok amaçlı salonları vardır. Burası okulların eli, ayağı, gözü ve kulağıdır. Çok amaçlı salonu olan okul, diğer okullara göre çok şanslı sayılır. Günümüz camilerinin de tıpkı okullardaki çok amaçlı salon gibi çok yönlü bir işleve sahip olması çok yerinde olur kanaatindeyim.
Camileri çok amaçlı kullanmak için cami görevlileri ve cemaat buna hazır mı? Maalesef bazı din görevlisinin ve bir kısım cemaatin buna hazır olmadığını söyleyebilirim. Bu konuda iki örnek vermek istiyorum:
6.sınıf öğrencilerine derste her bir namazın kılınışını teorik olarak anlattım. Dersimiz müsait olursa hem camide bir ders işleriz hem de pratik olarak namazın kılınışını hatta bir vakit namazını da cemaatle kılarız dedim. Çocuklarda camiye gideceğiz coşkusu görülmeye değerdi. Her teneffüste beni gören öğrenci yanıma yaklaştı: Öğretmenim, camiye ne zaman gideceğiz, sorusunu sordu. Derse girince hakeza aynı istekle muhatap oldum. Bir hafta öncesinden camiye gideceğimiz saati belirledim. Abdestli gelirseniz zaman kazanırız. Kız öğrenciler, yanlarında başörtüsü getirirlerse iyi olur dedim. Girdiğim tüm sınıfları camiye götürdüm. Abdesti olmayan öğrenciler caminin şadırvanında abdestlerini aldılar. Önce şadırvan, minare, minber, mihrap, kürsü, müezzinlik hangisi, ne işe yarar, onları tanıttım. Çocuklar, hocam! Minbere çıkabilir miyiz dedim. Sırayla çıktılar. Caminin üst katını da merak etmişler. Oraya da birlikte çıktık. Camideki yazılardan bahsettim. Ardından dersimizi işledik. Kılacağımız namazın nasıl kılınacağını özetle bir kez daha anlattım. Sonra namaz kılmak istemeyenler kenara geçip bizi izleyebilirler dedim. Birkaç öğrenci kenara geçtiler. Erkekler ön safta, kızlar arkada saf tuttular. Sünnetleri kıldıktan sonra ben imam oldum, öğrencilerden biri de müezzinlik yaptı. Dersin bitiminde camiden çıkarken öğrencilerden bazıları, caminin içindeki su sebilinden su içip içemeyeceklerini sordular. İçebilirsiniz, dedim. Ardından okula geçtik. Ertesi günü cami görevlisi yine bir öğrenci grubu ile camide ders işledikten ve camiden ayrılırken yanıma yaklaştı: “Hocam, öğrencileri camiye getirmeniz güzel. Getirebilirsin. Yalnız dün çocuklar içeriden su içmişler. Pet bardakları gelişigüzel koymuşlar. Bundan sonra öğrenciler içeriden su içmesinler, olmaz mı” dedi. Tamam hocam. Bir daha içirmem dedim. Bir daha da öğrencileri camiye götürmedim. İmamın suyu kıskanmasına kırıldım gerçekten. Üç beş öğrencinin pet bardağı düzgün koymaması da mesele edinilmemeliydi bence. Bana pekala, “Hocam, çocukların eğitilmesi için kullandıkları pet bardaklarını kirli yere koymalarını bir hatırlatırsan memnun olurum” deseydi daha yerinde olurdu. Gelip geçen içsin diye camiye konan bir sebile bile yasak koyan bu din görevlisi, camide diğer etkinliklere yer verir mi? Sizin insafınıza bırakıyorum.
Bir diğer örnek: Tarihi bir beldemizde ikindi namazını kılmak için camiye girdim. Dışarıda gezip dolaşanlar çok olmasına rağmen imamın dışında dört cemaat vardık. Namazı kılıp çıktım. Çıkışta kapıya yapıştırılmış bir uyarı dikkatimi çekti: “Cami İçerisinde Gelinlikle Fotoğraf Çekimi Yapmayınız!” uyarısı. Bu uyarı da benim garibime gitti. Gelin ve damadın en mutlu günlerinde bu anlarını ölümsüzleştirmek için camiye gelip fotoğraf çektirmelerinde ne sakınca olabilir? Bence hiçbir sakınca olmaz. Sadece cemaatle namaz kılınırken bir sınırlama getirilebilir. Bunun yolu da cami girişine bu yasak uyarısını yazmak olmamalı diye düşünüyorum. Camide gelinin gelinlikle foto çekimine izin vermeyen bir görevli, diğer etkinliklere sıcak bakar mı? Bu kafayla maalesef makul göreceğini sanmıyorum.
Hasılı camilerimizi çok fonksiyonlu kullanmak için önce bazı din görevlilerini ve cemaate gelenleri eğitmekle işe başlamak gerektiğini düşünüyorum. 
Camiler haftası münasebetiyle camilerimizin yeniden çok yönlü bir işleve dönüşmesi en büyük temennimdir. Özellikle cami ve ilim temasından hareketle camileri ilim yuvasına dönüştürmek birinci önceliğimiz olmalıdır.

*03/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -1 *

1-7 Ekim tarihleri ülkemizde her yıl "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak idrak edilmektedir. Haftaya dair Diyanet “Cami ve İlim” temasını seçmiştir. Ben de bu yazımı camilere ayırmak istiyorum. Cami denince aklımıza ilk Mescidi Nebi gelir. Günümüz camilerine dair söz söylemeden önce Kubâ  Mescidinden sonra yapımında peygamberimizin de bizzat bedenen çalıştığı Mescidi Nebi'nin işlevi üzerine kendimden bir şey katmadan iki değerlendirmeye yer vermek istiyorum: 
"İslamiyet’in ilk dönemlerinde cami, sosyal hayatın merkezi konumundaydı ve çeşitli sosyokültürel faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Cami içerisinde şiir ve edebiyat yarışmaları, nikah merasimi gibi bir çok kültürel etkinlik düzenlenirdi. Kütüphaneler, kitapçı, dükkanları ve okuma evleri genellikle camilerin etrafında inşa ediliyor ve cami çevresi bir nevi bir kültür yuvasına dönüştürülüyordu. Caminin girişinde eğitim-öğretim için ayrılmış olan üzeri hurma dalları ve yaprakları ile örtülü suffe olarak adlandırılan bir bölüm yer almaktaydı. Gündüzleri derslik ya da konferans salonu, geceleri ise pansiyon olarak kullanılıyordu. Örgün eğitimin ve Batı ülkelerindeki ‘Toplum Okulu’ modelinin ilk örneği olarak da kabul edilen Suffa’da öğrenim gören öğrenciler ilerleyen yıllarda çeşitli beldelere gidip yerleşerek eğitim faaliyetlerine orada devam etmişlerdir. Özellikle Hz. Ömer döneminde camiler birer halk okulu gibi hizmet vermiş, Mekke ve Medine camileri başta olmak üzere, İslam’ın yayılmış olduğu diğer bölgelerdeki camilerde eğitim öğretim faaliyetleri yoğun olarak gerçekleştirilmiştir". (Yılmaz, 2013, 28-37). (dergipark.ogr.tr)
"Mescid-i Nebi, esas itibarıyla inananların toplanıp ibadet yapması amacıyla inşa edilmişti. Nitekim Müslümanlar, günde beş vakit bu kutsal mekânda bir araya geliyorlar, Allah Resulü’nün arkasında saf tutup namaz kılıyorlardı. Peygamberimizin mescidi, ibadethane olmasının yanında başka birçok işleve de sahipti. Müminler, çok önemli bir mazeretleri olmadıkça namazlarını mutlaka Mescid-i Nebi’de kılmaya önem veriyorlardı. Mescid-i Nebi, yeni oluşmaya başlayan İslam toplumunun tanışıp kaynaşmasında da önemli bir işleve sahipti. Müminler, camiye gelmeyen biri olduğunda hemen bunun sebebini araştırıyorlar, namaza gelmeyen kişi hastaysa ya da başka bir sıkıntısı varsa onun sıkıntısını paylaşıyorlardı. Yardıma muhtaç olanları burada belirliyor, ona el birliğiyle yardım ediyorlardı. Hz. Muhammed, peygamber olmasının yanı sıra aynı zamanda bir devlet başkanı ve Müslümanların lideriydi. Buna bağlı olarak Mescid-i Nebi, aynı zamanda devletin de merkezi durumundaydı. Devleti ve Müslüman toplumu ilgilendiren önemli kararlar burada istişare edilir ve sonuca bağlanırdı.
Anlaşmazlıklar burada çözülür, adli davalar burada sonuçlandırılırdı. Mescid-i Nebi, Ashab-ı Suffe başta olmak üzere bazı müminler için barınma yeri, Allah Resulü’nü ziyarete gelenlerin kaldığı bir misafirhane, sosyal yardımların dağıtıldığı bir müessese işlevlerini de üstleniyordu. Sevgili Peygamberimiz, çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini burada üstüvânetü’l-vüfûd (Elçiler Sütunu) denilen sütunun önünde kabul etmiş, bazı heyetleri mescidin içerisinde kurulan çadırlarda ağırlamıştır. Hz. Peygamber zamanında Mescid-i Nebi’de Eslem kabilesinden Rufeyde el-Ensâriyye adındaki kadın için bir çadır kurulmuş, Rufeyde burada yaralı ve hastaları tedavi etmişti. Mescid-i Nebi’de bulunan bir oda da beytülmâl yani devlet hazinesi olarak kullanılmaktaydı." (TDV Ansiklopedisi)

* 02/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kırmızı Dalga *

Kavşaklar ve kavşaklarda bulunan trafik lambaları, hayatımızın bir parçası ve olmazsa olmazımızdır. Özellikle trafik lambaları, araç trafiğinde oluşabilecek keşmekeşliğin önüne geçmektedir. Bazı ışıklar zaruretten yerli yerinde konmuş ve trafik akışına katkı sağlarken bazıları trafiği tıkamak için konmuş izlenimi veriyor. 
Trafik lambaları önemli bir işlev görse de bazı yollarda ışıktan dolayı uzun kuyruklar oluşabilmektedir. Bunun önüne geçebilmek amacıyla belediyeler, sürücülerin ışıklara takılmadan yoluna devam edebilmesi için trafiğin yoğun ve yeri uygun yerlere alt ve üst geçitler yapmaktadır. Böylece sürücüler, ışığa takılmadan ve zaman kaybetmeden menziline daha çabuk varabiliyorlar. Konya'dan örnek verirsek, İstanbul Yolu gibi. Alt ve üst geçit yapılmayan/yapılamayan bazı yollarda özellikle Adana Çevre Yolunda, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinde ve Nalçacı gibi yerlerde "yeşil dalga" planlaması uygulamak suretiyle sürücülerin kırmızı ışığa yakalanmamasına katkı sağlanmaktadır. Ama tüm yollarımız örnek verdiğimiz yollar gibi değil. Bazı yollarda birbirine yakın o kadar ışık var ki adım atabilirsen aşk olsun. Bu yollarda yeşil dalga da olmadığı için her bir ışıkta kırmızıya yakalanmadan geçmek her sürücüye nasip olmaz. Çünkü buralarda yeşil dalga yerine kırmızı dalga uygulaması vardır. Örnek vermek gerekirse Meram Yaka'ya gitmek için İhsaniye ışıklarından kalkan bir araç, Ali Kemal Belviranlı Caddesi ile kesişen yolda(Melikşah Parkı mevkii) kırmızı ışığa yakalanıyor. Yeşil yanınca kalkan araç, 300 metre sonra Çolak Hoca diye bilinen caminin yanındaki ışıklara tekrar yakalanıyor. Birbirine bu kadar yakın bu iki ışığı ayarlamak zor olmasa gerek. Birinde ışığa yakalanan, diğerinde yakalanmayacak şekilde bir planlama pekala yapılabilir. Bu ışıkta da bekleyen araç iki km gitmeden Fatih Caddesi ile kesişen ışıklara (Yaka Pide) takılıyor. Buradan kalkan araç, Meram Yeni Yol ile kesişen ışıklara varıncaya kadar bir daha ışığa yakalanmıyor iken Öncü düğün salonunun önünde, yapılan kavşak düzenlemesiyle yeni bir ışığa daha takılır oldu. Işıkla beraber uzun kuyruk oluşuyor şimdiden. Hem gidişi hem de dönüşü işlek bir cadde olsa da bu yol, bir çarşı trafiği kadar işlek değil. Oluşan tüm araç yoğunluğu geliş ve gidiş olarak Yaka yolu üzerinde iken sağdan ve soldan  çıkacak araçlara da ışık konmuş. İşin garibi bu dört yolun sağından ve solundan gelen ve geçen araç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Işığa yakalanan sürücüler, diğer lambalara verilen süre kadar daha beklemek zorundalar. Bence buraya konan bu lambalar gereksiz. Üstelik bugüne kadar burada yine dört yol vardı. Işık olmamasına rağmen burada bir trafik kazası da meydana gelmedi. Bu yoldan geçen sürücüler kontrollü bir şekilde bu yolu bugüne kadar kullandı. Durum bu iken ışık konan bu kavşak, trafiği kilitlenmekten başka bir amaca hizmet etmiyor ve tekrar ediyorum, kırmızı dalga görevi yapıyor. Halbuki trafikte asıl olan, trafiğin rahat akmasını sağlamak değil mi? Buraya lamba koymak kimin fikri ise bu, iyi bir fikir değil. Yol yakınken bu lambalar kontrollü geçiş olacak şekilde  sürekli yanıp sönen sarı ve kırmızı ışığa dönüştürülmeli. 
Konu yollardan açılmışken iki caddeyi daha örnek vermek istiyorum. Beyşehir Yolundan Erenköy'e gitmek için Hicaz ve Alemdar caddelerini takip eden sürücü o kadar kavşak geçiyor, hiçbir kavşağa takılmadan yoluna devam ediyor. Çünkü trafik lambası yok. Buna rağmen bir keşmekeşlik oluşmuyor. Gereksiz birkaç set yapılmış. Bunlar da kaldırılırsa alternatif iyi bir yol olur.
Bir diğer cadde daha dikkatimi çekti. Bir ara Saraçoğlu tarafına giderken Mengene yolunu takip ettim. Uzun yıllar geçmediğim bu yoldan geçince ilçeme giderken otobüsle çok geçtiğim çocukluğum, gözümün önüne geldi. Çevre yoldan bu yola girince Eski Garaj'a kadar takılmadan gelirdi otobüs. Şimdiki halini görünce şaşırdım. Yol boyunca takıldığım ışık sayısını sayamadım. Tamam, eskiye oranla trafiğe çıkan araç sayısı çok arttı. Tek ve iki katlı evlerin yerine yüksek katlı binalar yapılmak suretiyle nüfus da arttı. Açılan yeni yollara ışık konması normal. Ama ışıkla beraber ışığa yaklaşırken veya ışığı geçince konmuş setler de dikkatimi çekti. Setleri de sayamadım. İşlek bir caddede set? Pes doğrusu! Işık konmuşsa sete niçin ihtiyaç duyuldu? Set konmuşsa ışığa ne gerek vardı? Hız kesmek için yapılan bu setler bu devirde caddelere yakışmıyor. Zaten hız yapmak isteyen sürücünün, ışıklarda dur-kalk yapmaktan ve setlerde yavaşlamaktan hıza ne vakti kalıyor ne de hız yapacak bir mesafe. Setler ve ışıkların yanında yolun sağına belli aralıklarla "Bu yolda hız kontrolü yapılmaktadır" uyarı levhaları da yerleştirilmiş. Sürücülerin kaç hızla gideceği de belirtilmiş. Tüm bunlar, “Bu yoldan araçla geçme. Yoksa görürsün gününü” der gibi.
Hasılı, trafiği düzenlemek için ışığa, hız kontrolü için gerekli uyarıya eyvallah. Ama setlere hayır! Çünkü bu devirde setler çok ilkel kaçıyor. Birbirine yakın trafik lambalarının da hep kırmızı dalga olmayacak şekilde ayarlanmasında fayda var.

*05/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Eylül 2020 Cumartesi

Fiyatlar Normal Değil *

90 öncesinden 2002 yıllarına kadar bol enflasyonlu bir ekonomi hayatı yaşadık. Paramız bol sıfırlıydı. Hayat pahalılığı iliklerimize kadar işlemişti. Bugün aldığımız bir ürünü yarın aynı fiyata alamazdık. Bir ürünü bugün alan yarın alana göre daha kârlıydı. Bereketli ve hesaplı olsun diye toz şekeri çuvalla, deterjanı fazlaca alırdık. Bir beyaz eşya taksitine girmişsek o borç ödeninceye kadar ikinci bir beyaz eşya alamazdık. Bazı yerlerde kiralık evler Mark veya Dolarla verilir olmuştu. Alım gücü iyice düşen vatandaş ay sonunu güç bela getirirdi. Hatırladığım kadarıyla 94 ve 2001 yılında iki büyük devalüasyona maruz kaldık. Paramız iyice pul olmuştu. Devlet, personelinin maaşını ödemede zorlandı.
2002'den sonra enflasyonla mücadele çerçevesinde paramızdan 6 sıfır atıldı. 2007'de bir ekonomik kriz olsa da vatandaş bu krizden pek etkilenmedi. Zira bizi teğet geçti. Ülkede tek başına bir iktidarın olması, ülkeye çok miktarda sıcak paranın girmesi, hükümetin mali politikadan taviz vermemesi, enflasyonu düşürdüğü gibi fiyatlar yerinde saydı, hatta geriledi. Paramız değerlendi ve bereketlendi. Alım gücümüz arttı. Eskiden yılda bir beyaz eşya alabiliyorken tüm beyaz eşyaları bir defada alır olduk. 
Ekonomi düzeldi, artık önümüzü görebiliyoruz derken Gezi olayları, 17-25 Aralık süreci, 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsü, ABD ile yaşanan siyasi ve ekonomik gerilim, sıcak paranın kaçması, cari açığın iyice açılması, Irak-Suriye operasyonları, kısa aralıklarla seçimler ve referandumların yapılması, seçimlerde mali disiplinden ödün verilmesi gibi sebeplerin üzerine, salgından kaynaklanan olağanüstü durumun ortaya çıkması; bizi, unuttuğumuz enflasyonlu hayata yeniden döndürdü. Adeta 2000 öncesi dönemlere geri döndük.
Döviz karşısında paramızın erimeye devam ettiğini söylemeye gerek yok. Döviz insafa gelip nerede duracak diye gözümüzü dikmiş, bekleyip duruyoruz.
TÜİK verilerine göre 11,77 çıkan/çıkarılan enflasyon oranında ürünlere zam yapılmasına herkes, dünden razı. Gördüğüm kadarıyla piyasalar TÜİK verilerinden ziyade kendi bildiğini okuyor. Bu okuma canımızı okuyor. Zira tereklerdeki ürünlerin fiyatları almış başını gidiyor, adeta uçmuş. Görüntü, pandemi ortamının da tetiklemesiyle hayat pahalılığı yakın bir gelecekte makul bir yerde duracağa da benzemiyor. Ki salgın nedeniyle bazı sektörler halen ya kapalı ya da tam randımanlı çalışmıyor. Bu demektir ki uzun yıllar unuttuğumuz bu enflasyonlu hayatı, bundan sonra daha derinden hissedeceğiz ve sıkıntı çekeceğiz. Zaten yalancı baharlar hariç enflasyonla mücadele, bu ülkenin milli bir meselesi ve değişmez kaderidir. Her hükümet bunu kucağında bulur. Hükümetler enflasyonla mücadele etmek için bir dizi tedbir alır. Buna paralel olarak vatandaş da kemerleri sıkar.
Koronavirüs salgınının ekonomilere verdiği tahribatı sadece bizim ülkemiz değil, tüm ülkeler yaşıyor. Sanki bizim ülkemiz fazla etkileniyor gibi. Dünya küresel bir ekonomik krizle karşı karşıya. Adı konmamış bu krizin, Büyük Buhran adı verilen 1929 ekonomik krizinden daha ağır sonuçları olacak gibi görünüyor. Pandemi sonrası bizi ve dünyayı nasıl bir ekonomik hayat bekliyor? Burası da muamma…
Hasılı, sıkıntımız büyük. Allah kimseyi parayla, işiyle ve aşıyla imtihan etmesin, bugünümüzü aratmasın ve yarınlarımız daha iyi olsun, bu ekonomik sıkıntının altından kalkabilmeyi devletimize ve milletimize nasip etsin.

* 28/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.