18 Eylül 2019 Çarşamba

40 milyon 656 bin 388 TL ***


"İyi Parti Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Tolga Öztürk, Yüksek Seçim Kurulu'na 23 Haziran 2019'da yenilenen İstanbul seçiminin maliyetini sormuş. YSK Başkanvekili Erhan Çiftçi, seçim maliyetinin 40 milyon 656 bin 388 TL olduğu cevabını yazılı olarak vermiş.


Bu rakam yenilen İstanbul seçimleriyle ilgili bir maliyet. Bu rakamdan hareketle 31 Mart seçimleri dolayısıyla 81 vilayette toplam ne kadar para harcandığının hesabını varın, siz yapın. Çünkü benim Matematiğim iyi değil, hesap ve kitap işlerinden anlamam. Bu konuda anladığım tek şey, sadece yenilenen İstanbul seçimlerinin maliyeti bile dudak uçuklatır cinsten olduğudur. Bu parayı bir de eski parayla telaffuz etmeye kalkın. İnsanın akıl ve havsalası durur. Buna bir de son birkaç yılda arka arkasına yaptığımız seçimleri düşünün. Demokrasinin bir gereği olarak yapılan seçimlerin maliyetinin bilançosunun çok korkunç olduğunu anlamak herhalde zor olmasa gerek.

Yönetim tarzımız itibariyle seçime gidip bizi yönetecek insanları seçeceğiz elbet. Bunun maliyeti sorgulanmaz. Sonucuna katlanacağız. Fakat bu demek değildir ki biz bu maliyeti hesaba katmayacağız. Sorulan bir soruya verilen bu maliyet bizi ince ince düşündürmeli. Süresi gelmeden haydin erken seçime gidelim veya bu seçimi yenileyelim demenin bir bedeli olduğunu ekonomik darboğazdan geçtiğimiz dönemlerde bir erken seçimin veya seçim yeniletmeye kalkmanın lüks bir istek olduğunu göz ardı etmeyelim. Eğer birileri erken seçim veya seçimi yeniletmek istiyorsa yapılacak seçimlerin maliyetini kendisi veya partisi karşılayacaksa gerekirse defalarca seçim yapalım. Ama giden para hazineden çıkacaksa herkesin oturup bir düşünmesi gerekir. Çünkü bu parada 82 milyonun hakkı var.

Gördüğünüz gibi harcanıp çöpe atılan paranın tasası bana düştü. Maliyet hesabı yapıyorum. Belki bazılarınız bana kızacak biliyorum ama problem değil. Ben bu maliyet hesabını para benim olmasa da zaman zaman yaparım. En son 31 Mart seçimleri sonrası yapmıştım. (https://www.pusulahaber.com.tr/secimlerin-maliyeti-9421yy.htm) Yazık giden bu paraya! İsraftır bu, gereksiz harcanan paradır. Biz oturup günde şu kadar ekmek çöpe gidiyor diye israf hesabı yapalım. En büyük israf budur bence. Çünkü seçime giden paraya göre yapılan ekmek israfı devede kulak kalır. Bir an düşünelim, seçim yenilenmeseydi bu parayla ne istihdamlar yaratılır ne yatırımlar yapılır ne borçlar ödenirdi. Seçim dolayısıyla partilerin ilave harcadığı para  bu hesaba dahil değil sanırım. Yenilenen seçim olduğu için partilere hazine yardımı yapılmadı. Bir de yardım yapılsaydı, miktar hangi boyutlara varırdı? Bunu takdirlerinize bırakıyorum.

Bu vesileyle bazıları yazılarının sonunda "Ne zaman adam oluruz" diye sorar. Cevabını da kısa ve öz olarak kendisi verir. Benim böyle bir mizacım yok ama bugünlük onlardan bu soruyu ödünç alayım ve "Bu ülke ne zaman düze çıkar" diye sorayım.

Ne zamanki bu ülkede seçimler zamanında yapılır, adam gibi düzgün yapılır ve sonuca herkes katlanır ve seçimler iptal edilip yenilenmez, seçimlerde harcanan para milletin parası bilinir ve harcamada daha hassas olunur ise bu ülke, en kısa zamanda düzlüğe çıkar, hatta koşar.

***19/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Geçmişten Günümüze Siyasi İktidarların Terördeki Payı


Salı gün "HDP'lileri Anlamak Zor" başlıklı bir yazı kaleme almış, HDP'nin terörle arasına mesafe koymadığı gibi göbeğinde olmaya devam ettiğini işlemeye çalışmıştım. Bir arkadaşım “Dünyanın hiç bir ülkesinde, etnik kökene dayalı bir partiye izin vermezler, kapatılmalıdır. Samimî siteminizi iktidar partisine yönlendirip, uyarmanız daha uygun olmaz mıdeyince terör konusunda iktidar partisine de sitem etmemiz gerektiğini düşündüm.  

HDP’ye sitemden öte kızgınlığım var. Çünkü gerilimden beslenmek istiyor. Bu yüzden kaşımaya devam ediyor. Kaşıdıkça, üzerlerine gelindikçe oyları artıyor nasılsa. Sitem ve kızgınlığımdan hükümetler de beri değildir. Çünkü terör konusunda hükümetlerin üzerlerine düşen görevi hakkıyla yaptığını düşünmüyorum. Yalnız terörün bu noktaya gelmesinde sadece bugünkü hükümetin payı yoktur. 1980’den beri hükümet olmuş her hükümetin az veya çok payı vardır. Payı vardır derken hükümetler terörü destekledi anlamı çıkmasın. Her bir hükümetin terörü önleme konusunda samimi olduğunu düşünüyorum. Ama gelinen noktayı görünce tek başına samimiyetin yeterli olmadığı acı tecrübeyle anlaşılmıştır. Niyetim suçu hükümetlere yıkmak değil. Bir durum tespiti derdim.

PKK terörünün neşvünema bulmasının;
*İlk müsebbibi 12 Eylül harekatının askeri konseyi ve “Yönetime el koyan bizim çocuklar” diyen ABD’dir.
*1984’te ilk kanlı eylemini PKK, Eruh’ta gerçekleştirdiği zaman, zamanın başbakanı bu eyleme “Üç-beş çapulcunun işi” diyerek bu kanlı örgütü küçümsemiştir.
*90’lı ve 2000’li yıllar arasında ülke koalisyonlarla yönetildi ve her koalisyon uzun ömürlü olmadı. Siyasi istikrar oluşmadı. OHAL ilan edildi. Terörle mücadele askere bırakılarak polisiye tedbirlerle iş geçiştirildi. Bu süreçte asker dağı, taşı bombalamakla yetindi. İlan edilen OHAL’den o bölgelerde yaşayan halk da nasibini aldı. Bu dönem faili meçhullerin arttığı dönem aynı zamanda. Halk bu dönemde devlete karşı iyice bilendi.
*2002’den sonra iktidara gelen parti ise güvenlikçi politikaların yanında çözümü, çözüm süreci ile denedi. Süreç akim kaldı. Burada hata terör örgütünün muhatap alınmasıydı. Halbuki çözüm için halk muhatap alınmalıydı.

Birkaç maddede özetlemeye çalıştığım terörle mücadele safhaları terörü bitirmediği gibi iyice artırmıştır. Devletin terörle mücadelede aldığı inisiyatif dolayısıyla terör örgütü, ülke içinde pek operasyon yapamasa da Suriye’de bir mevzi kazanmıştır. Çıktığı ilk anda bölgesel bir terör örgütü olan PKK, içte ve dışta verilen büyük destekle uluslararası çalışan devasa bir örgüt görünümü kazanmıştır. Örgütün bu noktaya gelmesinde maalesef her hükümetin az veya çok payı vardır.

Bundan sonra ne yapılabilir? Silah doğrultan örgüte aynıyla mukabele edilerek silah doğrultulmalıdır. Devlet iyi bir istihbaratla terör örgütünün insan kaynağını kesmelidir. Terör örgütüyle bağını kesmediği halde HDP’nin nasıl 6 milyon oy alabildiğinin iyi bir araştırılması yapılmalıdır. Halk niçin bu partiye oy vermektedir sorusuna aranan cevap bulunduktan sonra Doğu ve Güneydoğunun sorunlarını tespit edip gidermek için birebir halk muhatap alınmalıdır. Halkın makul istekleri yerine getirilmelidir. Terörün dış desteğini kesmek için dış politikada iyi bir diplomasi yürütülmelidir. Doğu ve Güneydoğudaki feodal yapı mercek altına alınmalı; ağaların, şeyhlerin, aşiretlerin halk üzerindeki etki ve baskısı yok edilmelidir.


16 Eylül 2019 Pazartesi

Geldiğimiz Nokta

Bundan on sekiz yıl önce bu ülkede bir rüzgar esti. Yıllardır mağdur edilen, dışlanan ve horlanan kesim iktidara geldi. İktidar önce dibe vuran ekonomiyi düze çıkardı, döndürülebilir hale getirdi, enflasyonlu hayat son buldu. Orta ve dar gelirli zammın ne olduğunu unuttu. Vatandaşın parası bereketlendi. Alım güç arttı. Ekonomik yönden rahatladı. Ülke şantiyeye döndü, alt yapı ve çift yönlü yollar yapıldı. Yıllardır kronikleşmiş birçok soruna el atıldı. Çoğu çözüldü, çözülemenyeler için taraflarla bir araya gelindi. Okullar arasındaki kat sayı adaletsizliği kaldırıldı. Seçimlere gidilirken seçim ekonomisi uygulanmadı. İktidar birçok meseleyi hallederken yerleşik düzen ve devletin kurumlarıyla mücadele etti ve başarılı oldu. Çalışma ve mücadele azminden dolayı her seçimde oyunu da artırdı. Her iki kişiden birinin oyunu aldı.  Oy vermeyenler bile kendilerini takdir etti ve gıpta etti. Tüm bu mücadeleyi ve çalışmayı yaparken halkı kutuplaştırmadı, herkesi kucakladı. Ekip ruhuna önem verdi. Birlik ve beraberlik vardı, fedakarlık vardı. Ekip ibadet aşkı içerisinde çalıştı, hiç düşünmeden birbirlerine makam ve koltukları teslim ettiler. Bu süreçte iktidarın en büyük destekçisi Batı dünyası ve ABD oldu. Askeri vesayetin gücü kırıldı.

Ne zaman ki Türkiye birinci elden dış politikada "one minute" dedi. Mavi Marmara olayı vuku buldu. "Dünya beşten büyüktür" demeye başladı. Batı ile ayrıştı ve ABD desteğini çekti. ABD desteğini çekmekle kalmadı. Yılanın başı küçükken ezilmeliydi. Yıllardır beslenip büyütülen ve her alanda devasa bir güç olan içimizdeki uyuyan hücreyi harekete geçirdi. Adına paralel yapı denilen yapı hükümetle didişmeye başladı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması, MİT tırlarına operasyon düzenlenmesi, Gezi olayları patlak vermesi, ardından gelen 17-25 Aralık operasyonların yapılması hem ülkenin hem iktidarın dengesini bozdu. Yıllardır başarılı bir şekilde yürütülen enflasyonla mücadele geri plana itildi. Yıllardır değerlenen TL, dolar karşısında erimeye başladı. Enflasyon tek haneden çift haneye yükseldi. Zamlar yavaş yavaş gelmeye başladı. İthalat ve ihracat dengesi bozuldu. Cari açık iyice arttı.

Paralel yapı veya FETÖ ile mücadele için devlet güvenlikçi bir politika izlemeye başladı. FETÖ ile mücadele iktidarı yıprattı. İktidar yıpranırken oyu da düşmeye başladı. Eski oyunu alamaz ve seçimleri güç bela kazanır oldu. Bu süreçte iktidarı yöneten ekibin arasına kırgınlıklar girmeye başladı, güven problemi baş gösterdi. Küskünlükler arttı. Dün birbirlerine kol kanat gerenler birbirini suçlar oldu. Küsüp gidenler ihanetle suçlandı.

15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsü işin tuzu biberi oldu. Ardından ABD ile köprüler iyice atıldı. ABD FETÖ elebaşılarına kucak açtı. Döviz yani ekonomi silahına sarıldı. Bir gecede paramız pul oldu, ekonomi felç oldu. İktidarın yüz akı ekonomi sos vermeye, dövize bağlı olarak girdi fiyatları artmaya devam etti. Vatandaşın alım gücü azaldı. İktidar ekonomideki bu daralmayı görmezden geldi. Eleştirenlere ağır eleştiriler getirdi. FETÖ ile mücadele etmek için kamuda bir temizlik harekatı başlattı. Bu mücadelede mağdurlar olabileceğine inanmadı. Kamuya eleman alımında, öğretmen seçiminde mülakat yolunu tek kıstas olarak ortaya koydu. Mülakat öncesi oluşturulan listeler dolayısıyla torpil aldı başını gitti.

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle istişare elden bırakıldı. Parti üyesi olmasına rağmen kırgınlığından dolayı köşesine çekilenler rahat bırakılmadı. Basın yoluyla sürekli eleştirildi. Eleştirilenler savunma refleksi ile cevap vermeye başladı ve sonunda eski ağır toplar partilerinden ayrılarak partileşme sürecini başlattı.

Suçlu kim, niçin böyle oldu, bu süreçte şu veya şunlar suçlu gibi birilerini suçlu ilan etme gibi bir niyetim yok. Neredeydi, nereye geldi konusunu işlemeye çalıştım. Bu vesileyle burada şunları da söylemek isterim. FETÖ, iktidarı yıkmak amacıyla iktidarla giriştiği bütün operasyonları kaybetti. İyi ki kaybetti. İktidar ve devlet kazandı. FETÖ kaybetti ama değişik zamanlarda çektiği operasyonlarla iktidarı çok sarstı. İktidar, yediği yumrukların etkisiyle kendisini toparlayamadığı gibi dağıtmaya devam ediyor. Dağıttıkça birbirine karşı hırçınlaştı. Eleştiriye gelmez oldu.

Sonuç olarak 2013'de başlayan erime ve duraklama 2019'da sıkıntıyı iyice gösterdi. Çünkü ilk defa büyükşehirleri kaybetti. İktidarın ayaklarının altından kayabileceğini gördü.

Hasılı iktidar karşı olduğu seçim ekonomisini kaç seçimdir uygulamasına rağmen oyunu artıramıyor. Yeni oy gelmiyor. İttifak yeterli değil. Eskisi gibi halkı okuyamıyor. Mali yönden ülke 2000'li yıllara geri döndü. Devlet her zamankinden daha fazla borçlanır oldu, işsizlik arttı. Dövizin hareketlenmesinden dolayı zamların ardı arkası kesilmiyor. İflaslar var. Kimse önünü göremiyor.

Sonuç olarak ülke 2002 yılında alındığı noktaya geri döndü dense yanlış olmaz.






15 Eylül 2019 Pazar

Yaşat ki Yaşayasın!


Ülke olarak içten ve dıştan kuşatılmış durumdayız. Tüm mücadelemiz bu kuşatılmışlığı yarmak ve rahat bir nefes almak. Dışa karşı yaşamak için var gücümüzle mücadele vereceğiz. İçte de devlete ve millete kök söktüren, dış güçlerin yerli işbirlikçilerine karşı topyekûn mücadele etmeliyiz. Devletin altını oymaya çalışan, gizli ajandası olan, devlete silah çeken, terörü teşvik eden, devlet tökezlerse göbek atacak olan, bizden görünen sinsi kişi ve örgütlere karşı istihbaratımız her zamankinden daha uyanık olmalı.

Dışa karşı mücadele etmenin yolu ülkenin tüm farklı bileşenleriyle birlikte bir ve beraber olmasıdır. Ortak paydada buluşmaktır. Toplumda toplumsal barışı sağlamaktır. Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyaseti bir tarafa bırakmaktır. Mevzubahis olan vatan ise gerisi teferruat demektir.

Öyle miyiz gerçekten? Millet olarak özellikle dışa karşı yekvücut muyuz? Maalesef birlik ve beraberlikte dökülüyoruz. Toplumsal bütünlük hiç olmadığı kadar yara almış durumda. Millet birbirini boğazlayacak şekilde ya sinir küpü ya da üzerine ölü toprağı serpilmiş durumda. Kimi kırgın, kimi küs, kimi içine kapanmış, kimi birbirini düşman gibi görüyor. Özellikle FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerekten üzerine suç isnat etmediğimiz kimse neredeyse kalmadı. Her evi, her aileyi vurdu geçti. Kimi içeride, kimi görevinden atılmış dışarıda aramızda dolaşıyor. Ufacık bulaşığı olsa bile neredeyse ceza almayan veya siciline işlenmeyen kalmadı. Bunlar, elinde silah olduğu halde suçüstü yakalansa veya devlete silah çektiği ortaya çıksa, darbeyi övücü sözler söylese, FETÖ'yü övse hiç dışarı çıkmayacak şekilde içeri atılsın. Buna kimsenin diyeceği olmaz. Ama darbenin herhangi bir yerinde aktif olarak görev almamasına rağmen geçmiş bulaşıklığı dolayısıyla insanları terör üyesi veya terörle iltisaklı olduğunu iddia etmek ve bunun sonucunda kişilerin iş akdini feshetmek onları öldürmek gibidir. Ha işine son vermişsin ha öldürmüşsün. Bu uğurda öldürülürler anlarım. Onlar da kurtulur, devlet de. Ama geçmiş birlikteliklerinden dolayı işine son verip cezalandırmak onları öldürmekten beterdir. Bu tiplerin işine son vermekle devlet, millet ve kendileri kurtuluyor mu? Kimse kurtulmuyor ve aramızda terör üyesi damgası yemiş olarak dolaşıyorlar. Oy zamanı oy veriyorlar ve siyasetin sonucunu etkiliyorlar, bizimle beraber camiye gidiyorlar. Yani içimizdeler.

Bu durum sağlıklı bir görüntü mü? Bana göre değil. Yarın bu ülkenin başına bir şey gelse bu psikoloji ile bu kimseler yanımızda saf tutar mı? Bu kişilerin çocukları nasıl bir psikoloji ile yetişecekler ve toplumun içerisinde ne yapacaklar? Bence FETÖ ile mücadele konseptimizi bir daha gözden geçirmemizde fayda var. Bir defa bir toplumsal vaka ile karşı karşıyayız. Terör örgütü ile mücadele ederken bu toplumsal vakıayı dikkate almamız gerekir. En azından terör örgütü ile mücadele ederken toptancı davranılmayabilir.

Unutmayalım ki bu çocuklar yani bugün suç isnat edilen çocuklar, yapının iç yüzünü bilmeden -ki devlet de bilmiyordu- anne ve babaların kendi elleriyle teslim ettiği çocuklardır. Bir suç, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun geneline sirayet etmişse "Bu ne iş" deyip oturup bir düşünmeliyiz. Bu konuda izleyeceğimiz yol, Hz Ömer'e atfedilen yoldur diye düşünüyorum. Ne yapmıştı Hz Ömer derseniz? Hz Ömer suçüstü yakalanan hırsızların sayısını görünce onlara hırsızlığın cezasını vermez. Çünkü ekonomide sıkıntı vardır. Hırsıza ceza vermekten ziyade insanları hırsızlığa iten sebeplerin ortadan kaldırılması gerektiği görüşünü ortaya koyar. Bu, suçluyla mücadele etmekten ziyade suç ile mücadele yöntemidir. Buna İslam fıkhında "Harama giden yolların tıkanması" anlamında "Seddi zerai" denir. Hırsızlıkla bunu karıştırmayalım diyebilirsiniz. Hırsızlık bedenin doyurulması ise bu da ruhun merdiven altı yollarda doyurulmasıdır. 

Kısaca FETÖ ile mücadelede soğukkanlılığı elden bırakmayalım. Yapıyı çökertmek ve bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için elimizden gelen gayreti gösterelim. Darbenin içinde olmayıp şu ya da bu şekilde bulaşığı olanları kazanmanın yoluna gidelim. Onlara sakıncalı piyade muamelesi yapmayalım. Onları iş üstü veya gerisinden izleyelim, boşluk bırakmayalım. Tekrar o yapı ile irtibat kurmaya kalkan olursa tepesine balyozu indirelim. Onları yaşatalım ki yaşayalım. Önceliğimiz toplumsal barış olmalı.

HDP'lileri Anlamak Zor! ***

Geçmişten günümüze değişik adlarla kurulmuş, şimdilerde HDP adıyla siyaset yapar görünen HDP’yi ve onun sorumlularını anlamak zor. Ne yapıyorlar, ne ediyorlar? Dertleri nedir? Çok anlamış değilim. Gördüğüm kadarıyla ülkeyi nasıl gereriz, çoğunluğun tepkisini nasıl çekeriz, mahkemeler bize nasıl ceza verir, ülkede kan nasıl durmaz, derdindeler.

Zaman zaman acaba bu HDP dışlanıyor mu? Ondan mı bu hırçınlıkları derim. Ülke olarak halkın seçtiği seçilmiş kişiler bunlar. Dertlerini demokratik yoldan anlatsınlar, bunları içimizde tutalım. Tek yapmaları gereken terörle aralarına mesafe koymak diyen insanımız da çok. Hatta çoğu zaman kendilerine destek de veriliyor. Ama her ne hikmetse HDP’liler tüm bu beklenti ve desteklere kulak tıkayarak burunlarının dikine gidiyorlar. Ne çekip gidiyorlar ne siyaset bizim işimiz değil diyorlar ne terörle aralarına mesafe koyuyorlar. Her konuşmaları, her eylemleri faul. Bırakın terörle aralarına mesafe koymayı, terörün göbeğindeyiz imajı vermeye çalışıyorlar durmadan. İçlerinde fütursuz konuşan birkaç kişi olsa eh, içlerinden çıkabilir böyle birkaç kişi diyeceğim. Eş başkanları da aynı, vekilleri de aynı, belediye başkanları da aynı. Teröre destekten dolayı biri ceza alıp içeriye girse yerine geçen, öncekini aratmıyor.

HDP yöneticilerinin işleri güçleri bu milletin sinir uçlarına basmak, cami duvarına işemek, hassasiyet ve kırmızıçizgilerinin üstüne üstüne gitmek. Partilerinin açılımı da “Halkların Demokrasi Partisi.”  Merak ediyorum siyaset adına yaptıklarında halk nerede, demokrasi nerede? Bu milletin sinir uçlarına basa basa nereye kadar siyaset yapacaklar bilmiyorum. Geçmiş musibetlerden tecrübe ve ibret alacakları da yok. Varsa yoksa kan ve gözyaşı.

Örnek mi istersiniz? Çok örnek vermeye gerek yok. Zaten kırdıkları yumurta 40’ı geçti. Sadece son örnek bile HDP’li yetkililerin hali pürmelâlini göstermesi bakımından şu cümleler yeter de artar bile: “Kürt sorunu devam ettikçe gerillaya katılım da olacak, çatışma da olacak, savaş da olacak". Kim demiş bu sözü? HDP Hakkari milletvekili. Üstelik bir kadın. Doğu ve Güneydoğunun “Teröre lanet” yürüyüşü yaptığı, çocukları dağa kaçırılan annelerin HDP Diyarbakır il başkanlığının önünde eylem yaptığı bir esnada kadın vekil Diyarbakır’da böyle bir açıklama yapıyor. Yaptığı açıklama değil, bir kaya. Alın nerenize koyarsanız koyun. Söylediği söz değil, bir deve. Neresini düzelteceksiniz bu devenin? Kadın gerilla, çatışma, savaş ve katılımdan bahsediyor. Gerilla kısaca “Yurda girmiş düşmana karşı baltalama eylemleri düzenleyen düzensiz birlik” demektir. Gören de sanki bu ülke, başkaları tarafından işgal edilmiş, bizim ülke severler de dağlarda toplanarak düşmana karşı yıldırma faaliyetinde bulunuyorlar sanır. Savaşı kim yapar? İki düzenli ordu yapar. Yok yaptığınıza savaş diyorsanız inlerde saklanmaya gerek yok. Çıkarsınız Mehmetçiğin karşısına, kozlarınızı paylaşırsınız.  Sözde “gerillaya katılım olacak”mış. O kadar samimiler ise gerillaları zor durumda. Mecliste ne işleri var? Çıksınlar dağlara, yanlarına da yardımcı olarak kendi çocuklarını alsınlar. Ben samimiyetlerini böyle göreyim. Özellikle yukarıdaki herzeyi yumurtlayan kadın vekilin iki çocuğu varmış. Pekala onları yanına alıp dağa çıkabilir. Kim tutar onu! Bu işi devşirdikleri veya baskı uyguladıkları gençlerle yapmaya kalktıklarına göre demek ki kendilerinin canları kıymetli. “Alavere, dalavere Kürt Mehmet nöbete” diyorlar hep.

Sonuçta olan da haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürtlere oluyor. Olmaz olsun sizin Kürt savunuculuğunuz! Kürdistan davanız! Yaptığınız tamamen bir taşeronluktur. Size en iyi cevabı çocuğu dağa kaçırılan ve HDP binası önünde eylem yapmaya başlayan Fevziye Çetinkaya anne: “Başlarım sizin Kürdistan davanıza!” diyerek vermişti. Başka söze ne hacet! Gerçi siz sözden, dur duraktan anlamazsınız değil mi? Unutmayın ki Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini bozmak ve onları mutsuz etmek uğruna verdiğiniz bu kanlı terörden, bir devlet çıkarabileceğinizi hayal ediyorsanız, bence bu hayalinizden vazgeçin. Çünkü başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmaz. Zaten buna da ne Kürtler izin verir ne de Türkler…

***17/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



800’lü Hatlarla Aranız Nasıl?*

—Alo
—Ramazan Yüce ile mi görüşüyorum?
—Benim.
—Kombinizin yıllık bakımını yaptırdınız mı?
—Evet.
—Ne zaman yaptırdınız? Burada bakım yapılmamış görünüyor. He!
—Ne yapacaksın benim bakım yaptırıp yaptırmadığımı? Hem nereden biliyorsun?
—Aşkan mahallesinde oturmuyor musun?
—Devam et adresi...
Arkası gelmedi.
—Kapatır mısın şu telefonu! Beni telefonu açtığıma pişman etmeyin.
—Siz kapatın, dedi. Kapattım. Ardından engellenenler listeme bir 800'lü hat daha eklemiş oldum.

Bir ay öncesi yine bir kombi bakım servisi aradı. “Servisimiz sizin mahallenizde. Kampanya var. 120 lira olan bakım ücreti 80 liraya indi. Servisimizi yönlendirelim mi” diye. Kalsın dedim. Ederi 120 TL olan bir bakımın 80 TL’ye inmesi cazip de gelmedi hani. Tanıdığım bir servisçi ile daha sonra görüştüğümde “Ağabey! Zaten kombi bakımları 80 liraya yapılıyor. İndirim bunun neresinde? Hatta biz 80’den daha da aşağıya yapıyoruz” dedi.
*
Kombiyi ilk taktırdığım ve doğalgaza geçtiğim 2005 yılında servisçileri ara ki bulasın. Buldun. Bu sefer “Yoğunuz” diye gelmezlerdi bile. Şimdilerde ne oldu ise iki yıldır kombimin bakımını yaptırıp yaptırmadığımın tasasına düştü çoğu kombi servisleri. Hepsi peşimde. Dün ben onların arkasından koşuyordum, bugün de onlar benim peşimden koşuyor.
*
Geçen sene günlük arayan bir 800’lü numaraya hiç cevap vermedim. Engelledim. Nice sonra kullanım süresi biten ve yeniletmediğim kredi kartıma yıllık kart ücreti yansıtıldığını görünce ilgili bankanın müşteri hizmetlerini aradım. Kullanmadığım ve olmayan kartınızdan dolayı ne ücreti tahakkuk ettiriyorsunuz dediğimde müşteri temsilcisi “Beyefendi, kredi kartınız şu tarihte teslim edilmiş ve kartınız kullanıma açık görünüyor” dedi. Hanımefendi, bende kartınız falan yok, kartı iptal edin. Sanırım kurye, kartınızı bana ulaştıramayınca teslim etmiş şeklinde göstermiş olmalı. Kuryeniz kim ise gözden geçirmenizde fayda var dedim, telefonu kapattım.

Gördüğünüz gibi bu 800’lü hatlara cevap verseniz de problem, cevap vermeseniz de. Çoğu zaman bu tür aramalara cevap vermesem de bazen ferasetim kapanıyor olmalı ki açarım. Açtığıma da pişman olurum. Bugüne kadar cevap versem de vermesem de engellenenler listesine aldığım başta 800’lü hatlar olmak üzere epey bir numara oldu. Sanırım 800’lü hatlarla başlayan telefon sayısı çok fazla olmalı ki hala köklerine kibrit suyu dökemedim.

800’lü hatları sanırım firmalar kullanıyor. Hemen hemen hepsi reklam ve müşteri avlama peşinde. Kimi evimize internet bağlatmak için cazip kampanyalardan bahsediyor, kimi şifreli bir kanala abone yapmaya çalışıyor, kimi kombi temizliğinde, kimi de bilmem ne derdinde.
Merak ettiğim telefon numaralarımızı, ev adreslerimize varıncaya kadar bu firmalar nereden biliyor ya da kimden alıyorlar? Bahis oyunlarıyla ilgili gelen mesajları saymıyorum bile. Güya istenmeyen mesajlar gelmeyecekti…

Hasılı 800’lü hatlarla kuşatılmış durumdayım. Öyle zannediyorum, sizi de arıyorlardır bu ve benzeri nedenlerle bu 800’lü hatlar. Çok memnunsanız size yakın bana ırak olsunlar varsın.

*16/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






14 Eylül 2019 Cumartesi

Düğün Davetiyelerine Not

Düğünler her geçen yıl artan maliyetlerle birlikte düğün yapacakların ceplerini yakmaya devam ediyor. Binen masraflardan dolayı evlenemeyen ya da evliliğini geciktiren insanımızın sayısı da az değil. Çünkü normal düğün yapmıyoruz. Evlenecek çiftlerin oturacağı evden ve evde kullanılacak her şeyi düğünden önce hazırlamak zorundayız. Sanki yuva kurmaktan ziyade ev düzüyoruz. Mutfak eşyası, salon takımı, oturma grubu, yatak odası takımı vs hepsi alınması gerekiyor düğüne kalkışmak için. Bu da ister istemez düğün maliyetlerini artırmaktadır.

Düğüne kalkan eş adaylarının veya ailelerin bu durumda tek ihtiyacı paradır. Peki, düğüne davet edilen bizler ne yapıyoruz? Düğün sahiplerinin ihtiyacına katkıda bulunmak amacıyla bu çorbada bizim de tuzumuz olsun diyor muyuz? Pek azımız hariç davet edilen bizler düğün sahiplerine yardımcı olmuyoruz. Çünkü hediye olarak götürdüğümüz birbirine benzer mutfak eşyası kap kacaktan ibarettir. Bu da düğün için büyük borca giren ailelerin derdine merhem olmuyor.

Düğünlere götürdüğümüz bu hediyeleşmeden kimse memnun değil ama buna da bir son vermiyoruz. Bazı yöreler düğüne gelen davetlilerin önüne hediye sandığı koymak suretiyle kap kacak getirmenin önünü kesmeye çalışıyor ama bu çaba geneli kapsamıyor.

Düğünlere götürdüğümüz bu kap kacak işine çok değindim. Mutfak eşyası yerine az veya çok para vermemizin en uygun hediye türü olduğu fikrim tasvip de gördü. Ama bu tasvip sınırlı sayıda kaldı. Görüşü tasvip etmesine rağmen kap kacak götürenler yine var. Çünkü kendisine zamanında gelen stoklarla sınırlı hediyeyi eritmesi lazım.

Düğün davetiyelerinin bazısında "Çiçek gönderilmemesi rica olunur" yazar. Düğün salonunda sağlı sollu sıralanmış çiçekler dikkat çeker. Hepsi bu kadar. Bundan sonra o çiçekleri ne yapsın düğün sahibi? Kap kacak gibi bir yere stoklaması da mümkün değil. Hatta çiçek mi yoksa mutfak eşyası mı dense, başka seçenek olmasa çiçek yerine mutfak eşyası tercih edilir.

Ne denirse densin imam bildiğini okur misali düğünlere hediye olarak kap kacak gelmeye ve çiçek gönderilmeye devam ediyor. Ne yapalım bu durumda? Düğün kartına nasıl ki "Çiçek gönderilmemesi rica olunur" yazılıyorsa "Mutfak eşyası getirilmemesi rica olunur" yazılabilir dediğimde bazıları "ayıp olur" diyor. Doğru ayıp olabilir. O zaman bu durumda ne yapalım? Aklıma düğün davetiyesinin altına,
"Not: Bu düğünün mutfak eşyası iğneden ipliğe düğünden önce alınmıştır" yazılsa nasıl olur? Bence fena olmaz. Böyle bir not ile düğün sahipleri bir şey kaybetmez. En azından denemekte fayda var.