19 Nisan 2018 Perşembe

Yeter ki Ona Eğilmek İstesin Kul

Gördüğünüz fotoğraf inşaatta çalışan bir işçinin fotoğrafı. Öğleye kadar anasından emdiği süt burnundan gelmiş, sıcağın altında çalışırken olmadığı kadar ter atmıştır vücudundan. Çünkü elinin emeğiyle çoluğuna, çocuğuna ekmek götürmesi gerekiyor.

İnşaatta çalışmanın ne derece zorluğunu bilirim. Ben de ortaokulda başlayarak lise ve üniversite döneminde ağırlıklı olarak yaz dönemlerinde az çalışmadım inşaatlarda. 

İşçi, öğleye kadar çalıştıktan sonra yemek molası verildiğinde dinlenmeden öğle namazını kılmaya kalkmış olmalı. Arkadaşları uzanmış yatarken o kalkmış kulluk görevini yerine getirmeye çalışıyor. Ne mescit, ne cami aradığı. Kimseyi engellemeden çıkmış kaldırıma, ağacı sütre olarak seçmiş. Kilitli taşın üzerinde seccade görevi yapacak ne kartonu var, ne de seccadesi. Ayağım acır demiyor, yorgunum biraz uzanayım demiyor. Yeter ki namaz kılmak istesin. Kulluk görevini de yerine getirince ne yorgunluk ne de acıma hepsi vız geliyor adama. 

Ne riya, ne caka. Bulmuş sote bir yer. Rabbine şükrediyor. "Üzerim kirli, yerlere ayak basmış, yorgunum" mazereti yok. Belki de kuş gibi hafifliyor, tüm yorgunluğu gidiyor. 

Çalmadan-çırpmadan, kimseye el-etek açmadan elinin emeğini alın terleterek çoluk-çocuğunun rızkını helal yoldan kazanan ve işini yaparken ibadetini de yerine getiren bu emekçinin Allah ibadetini kabul etsin, ailesine huzur versin, namerde muhtaç etmesin. Umarım ahlakı da düzgündür. Çünkü namaz insanı kötülüklerden arındırır.

Eli öpülesi bu adamın iş ve yorgunluğun arasında zaman ayırıp namüsait bir yerde ibadetini yerine getirmesi kılacağı namaza; vakit mi var, kılacak yer yok şeklinde mazeret uyduranlara ibret olsun!




18 Nisan 2018 Çarşamba

Seçim Çalışmalarında Oruç Tutmasam Olur mu? **


—Sayın hocam, malumunuz ülke bir erken seçime gidiyor. Benim de seçim çalışması yapmam, mitinglerde seçmenlerime hitap etmem gerekiyor. Zaman kısıtlı, bir güne birden fazla miting sığdırmalıyım.
__Hayırlı olsun, kolay gelsin!
__Kolay gelsin de ben ne yapacağım şimdi?
__Neyi, nasıl yapacaksın?
__Orucu…
__Oruçla ne ilgisi var senin mitinglerinin?
—Oruç oruç ben bu işi nasıl yapacağım? Çünkü sesim kısılıyor. Su içmesem olmaz. Acaba oruç tutmasam olur mu? Var mı bunun dinde yeri? Biliyorsun seni sever sayarım.
—Oruç tutmanız gerekiyor efendim! Çünkü siz hasta değilsiniz, seferi de sayılmazsınız.
__Ama efendim! Miting için başka illere gideceğim, doksan km'den fazla bir mesafe. Nasıl seferi olmam?
__Vatandaş gibi normal bir araçla mı gideceksiniz? Nasılsa altınızda seçim çalışmasında emrinize amade bir uçak veya helikopter olacak. Gideceğiniz yere en fazla bir saatte gidersiniz.
__Bu durumda ben nasıl miting yapacağım? Bu seçim ülke için önemli. Hayat-memat meselesi!
__Size göre hayat-memat meselesi olmayan bir seçim yok ki!
__Ben ne yapmalıyım şimdi? Bu işin olur tarafı yok mu?
__Oruç tutacaksınız efendim!
__Hani İslam kolaylık dini derdiniz. Sizin bu yaptığınız işi yokuşa sürmekten başka bir şey değil.
__Kim dedi size ramazan ramazan seçim yapın diye. Allah’ın günleri mi bitti? Derdinize ne idi oruçta seçime kalkmak? Oruçta vatandaşın arasına katılsanız, onlarla beraber cami-cemaat dolaşsanız, kendinizi ibadete verseniz ve hayır-hasenat işine yönelseniz olmaz mıydı? Ramazan sonrası ağzınız açık olarak seçiminizi bir güzel yapardınız.
__Ama efendim, bu seferlik böyle denk geldi.
__Denk getirmeyeceksiniz, ayarlayacaktınız, bunun için plan ve program yapacaktınız.
__Ama efendim!
__Aması, maması yok bu işin. Sadece seçim değil ki denk gelen. Ortaokul öğrencileri için yapılan LGS’yi ve bursluluk sınavını da oruçta yapıyorsunuz. Bu da denk geldi değil mi?
__Aynen öyle.
__O zaman millet sizin denk getirdiğiniz tarihlerde nasıl oruç tutuyorsa siz de tutacaksınız. Ya da miting aracında halka hitap ederken halkın gözü önünde oruç demeyip lıkır lıkır su içeceksiniz.
__Halk ne der sonra?
__Ne der bilemem. Halk “ne der” diyeceğine, önce “Allah ne der” deseydin keşke!
__Son söyleyeceğin bu mu?
__Maalesef!
__Sonra kaza etsem olmaz mıydı?
__Olmaz efendim!
__Seni sever-sayardım halbuki! İslam’ın bu katı kuralını güncellemek lazım! Arkadaşlar! Bana bir başka hoca bulun…

** 19/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.

Seçim Serüvenim!

Erken seçim kararı alınmasında önümün kesilmek istendiği aşikardır. Nasıl ki Güneş balçıkla sıvanmazsa önümün kesilmesi de mümkün değildir. Önümüzdeki seçimlerdeki hedeflerim:
1.Cumhurbaşkanlığına aday olmak. (Yüz bin imza zor görünüyor ama imkansız değildir. Çünkü milletimiz macerayı sever. Bu imzayı vereceğine inanıyorum.) Şayet olmazsa,
2.Cumhurbaşkanı yardımcısı olmak. (Bunun için kulis faaliyetlerine başlamayacağım. C. Başkanı olan gelip beni bulacaktır.) Baktık olmadı,
3. Kabinede bakan olmak. (Bunun için tek yapacağım bakmak.) Olmazsa,
4. Bakana bakmak için yardımcı olmak. Bu da olmazsa mahalli seçimlere yöneleceğim:
5. Bir büyükşehire belediye başkanı olmak. Olmadı mı? Mevzuat elverirse,
6. Muhtar seçilmek. (Hem mahalleme hizmet eder, hem Beştepe rutin muhtarlar toplantılarına katılır, hem de İspanya'ya ziyaret yapmış olurum. 

Baktım hiçbiri olmadı mı? Dünyanın sonu değil ki mevcut işimi yapmaya, bahtımın bir sonraki seçimlerde açılmasını beklerim. Daha olmadı mı?
7.Bir belediyede belediye encümeni seçilmek. (Encümenliğim esnasında bir yer imara açılmadan önce ileri görüşlülüğüm sayesinde ucuza arsa, parsel, tarla kapmak ve emlak zengini olmak.
Baktım emlak zengini olmam da bu ülkede bir işe yaramıyorsa,
8.ABD'ye başkan seçilmek.(Böylece dünyayı bir deliden kurtarmış ve insanlığa en büyük hizmeti yapmış olurum.) Baktım bu da mı olmadı?
9.Seçimlerde sandık başkanı olmak...(Nasılsa zarf ve pusulaları mühürleme derdi de kalmadı...)

Gördüğünüz gibi düşününce oluyor bu işler. Yeter ki insanın hedefi olsun. Olmaz olmaz demeyin, bu dünya nelere gebe oldu. Unutmayın!

Erkenin Erkeni Bir Seçim *

İşaret fişeğini salı günü bir siyasi vermiş: “26 Ağustos’ta erken bir seçim yapılabilir” demişti. İki siyasi lider ertesi günkü görüşmelerinde erken seçime karar vererek seçimin 24 Haziran 2018 tarihinde yapılmasında mutabık kaldı. Açıklanan bu tarih erkenden de öte erkenin erkeni bir seçim. Dört yılda bir seçim süresini kısa bulmuş ve geçen yıl yapılan Anayasa referandumuyla seçimlerin beş yılda bir yapılmasını kabul etmiştik. Daha seçimlere 1,5 yıl kala iki ay içerisinde erken bir seçime kalkışmayı nasıl izah etmek lazım. Ülkede tek başına bir iktidar var, kabine kendi arasında uyumlu. Orta yerde bir hükümet krizi ve çoğunluğunu kaybetme durumu yok. Daha önlerinde 1,5 yıl var iken bir hükümet niçin seçime gider?

Baştan söyleyeyim seçimlerin bu kadar öne alınmasını anlamış değilim. Erken seçime gitme gerekçesi için sayılanların dışında başka sebepler mi var? Benim aklıma ekonomi geliyor hemen. Çünkü son günlerde döviz fırlamış, yapılan müdahalelere rağmen ateşi bir türlü söndürülememişti. Son bir haftadır tutunduğu zirvede yatay bir seyir izleyen döviz, tekrar yukarı doğru bir seyir mi izleyecek? Eğer öyleyse bu, büyük bir ekonomik kriz demektir. Şayet ekonomik bir kriz kapıdaysa kriz sonrası seçime giden hiçbir hükümet sandıktan kolay çıkamaz.

Erken seçime gitmenin nedeni ekonomi değilse şayet, cumhur ittifakı karşısında daha kendi aralarında bir ittifak oluşturamamış karşı bloğu erken bir seçimle sandıkta alt etme düşüncesi yatabilir.  Halkın Zeytin Dalı Harekâtına verdiği büyük desteği, sıcağı sıcağına oya tahvil etme yatabilir. Çünkü bildiğim kadarıyla başta iktidar olmak üzere siyasi partiler belirli aralıklarla kamuoyu araştırması yaptırmaktadır.  Anketlerde cumhur ittifakının yüzde elliyi geçtiği verileri olabilir. Daha yakın zamanda kurulmuş, belki doğru dürüst teşkilatlanamamış yeni partinin seçimlere katılmasının önüne geçme, katılabilecekse iyi bir hazırlık süreci geçirmeden seçime girmesi istenmiş olabilir.   Benim aklıma başka haklı bir gerekçe gelmiyor.

Eskiden hükümet krizleri olur, süresi tamamlanmadan erken seçim yapardı bu ülke. Hükümet istikrarıyla beraber nice seçimleri zamanında yapmaya alışmıştık. Seçimler zamanında yapılıyordu yapılmaya, ama ortalama yılda bir seçim yapar olduk. Çünkü son yıllarda referandum da bizimle beraber yaşamaya başladı.   Bu durum millet olarak tam bizim istediğimiz bir şey. Çünkü biz seçimsiz yapamayız. Dört yıl-beş yıl bekleyemeyiz. Kısa zamanda önümüzde bir sandık olmalı ki tartışmalar gırla gitsin, ortam kutuplaşsın. Bizde Demirel’in deyimiyle “Siyasette 24 saat bile uzun kabul edilir.”

Erken bir seçime gitmenin sebep ve gerekçeleri ne olursa olsun; adına ister erken, ister baskın seçim densin seçim hemen yapılmalıdır. Çünkü daha seçimlere bir yıldan daha fazla bir zaman varken milletçe seçimle yatıp seçimle kalkmaya başlamıştık. Bir an evvel yapılsın da herkes önünü görsün, işine-gücüne baksın. Gerçi her seçim ülkenin ekonomisine ek bir maliyettir. Ama yapabilecek bir şey yok. Gülü seven dikenine katlanır.

Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, kazanan kim olursa olsun sonuçta kazananın ülkemiz olmasını, seçimlerin ülkemiz toplumsal barışına, birlik ve beraberliğine katkı sağlamasını diliyor ve hayırlı olsun diyorum.



* 21/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



17 Nisan 2018 Salı

"Boş Ver, Takma Kafana!"

Uzun süredir görüşmediğim bir tanıdık ve akrabamla karşılaştım geçen gün bir program vesileyle. "Çocukları evlendirmişsin, niye haberim yok? Bunu da ilk defa birine söylüyorum" dedi hal-hatır faslının ardından. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Programın bitiminde "Ağabey, kusura bakma" dedim gönlünü almak için. "Boş veeer, takma kafana!" dedi, vedalaşıp ayrıldık. Onun boş ver demesine yine sessiz kaldım, mizacım olmamasına rağmen. Söyleyeceklerim dilimin ucuna geldi. Ortam müsait olmayınca onun metodunu kullandım ve "Boş ver, Ramazan" dedim kendi kendime. O, bastıran olmuştu, ben ise suçlu.

Programın bitiminde evimin yolunu tutarken akrabamın bastırmasına, dilimin ucuna gelip de söyleyemediklerim zihnimde bir bir belirdi. Cevap vermedim ama içimi dökmeliydim. İyi ki bu blog var, beni en iyi o anlar dedim.

Düğün yapıyorsun, hem de kırk gün arayla iki düğün birden. Düğün dediğin eşle, dostla olur. Akrabayı da  çağırmayacaksın da kimi çağıracaksın. Üstelik makam sahibi, itibarı olan okumuş biri. Böyle demekte haklısınız. Umarım, savunmaya da söz hakkı verirsiniz.

Akrabam olan kişiyi sever sayarım. Çok sık bir araya gelmesek de karşılaştığım zaman hal-hatır sormada ve saygıda kusur etmem. Yakın arayla yaptığım iki düğüne de çağırmadım. Unutmuş falan değilim, özellikle çağırmadım. Niye mi? Prensip gereği. Davet etmenin prensibi olur mu diye düşünebilirsiniz. Bu akrabamı üç yıl önce yaptığım en büyük çocuğumun düğünüme davet ettim. Hatta kendisine kardeşinin davetiyesini de verdim, beklerim dedim. İnşallah diyen akrabam ne düğünüme geldi, ne gelemedim; "Hayırlı olsun" diye aradı, ne mesaj gönderdi, ne de karşılaştığım zaman "gelemedim" dedi. İlk düğünüme gelmediği, gelemeyeceğini beyan etmediği için ikinci ve üçüncü düğünlerime çağırmadım. Belki çok ince düşündüğümü, gelmese de davet etmem gerektiğini söyleyebilirsiniz. Katılır veya katılmazsınız, benim prensibim bu.

Düğün ve cenaze işleri eş-dost ve akraba ile olur. Gelenlerle düğün yapılır. Gelen de sağ olsun, gelmeyen de. İnsanoğlu mutlu gününde davet ettiklerini bekler. İcabet edenden memnun kalır, gelmeyene ise üzülür. Mazereti çıkıp gelemeyene, gelemeyip hayırlı olsun diyene sözüm olmaz. Ama gelmediği gibi hiç tınmayana gönül koyarım. Düğününe iştirak etmeyenler çeşit çeşit olsa da bu tiplerin ortak özelliği, davet ettiğin zaman düğününe iştirak etmez; nasılsa gelmiyor, o halde çağırmama gerek yok diye kart düzenleyip vermezsin, karşılaşınca "Düğün yapmışsın, niye haberimiz yok" diyerek suç bastırması

Anlamak zor böylelerini. Adamlar hem suçlu, hem de güçlü. Hele bir de "Boş ver, takma kafana" demesi yok mu? Sağ olsun, kendisi takmadığı gibi "takma" diyerek bana yol gösterdi. Halbuki ben takmamıştım aslında. Son yaptığım düğünden bu yana dört ayı geçmiş, çağırmadığımı dert edinmiş olmalı ki karşılaştığımızda dile getirdi. Yani suç bastırdı. 

16 Nisan 2018 Pazartesi

Öğretmen Kadar Başınıza Taş Düşsün!

Gün geçmiyor ki yurdun herhangi bir okulunda öğretmenle ilgili bir haber çıkmasın. Önceleri öğrencisini döven öğretmen işlenir, dönüp dönüp tekrar gösterilirdi ekranlarda. Şimdilerde öğretmene atılan dayak, yaralama ve öldürme revaçta. Ekranlarda fazla yer kaplamıyor ve çok tepki de çekmiyor. Haberlerin arasına sıkıştırılıp geçiştiriliyor. "Belki de iyi oldu, bu öğretmenlere haddinin bildirmek gerekiyor" deniyor geri planda. Çünkü çoğumuzun bilinçaltında suçlu öğretmen psikolojisi yatıyor.

Son vukuat Bursa'da bir ilköğretim okulunda polis olan bir veli tarafından okulun müdiresi ve yardımcısı kurşunlara hedef oluyor. Hem de okulda öğrenci varken, koridorda öğrencilerin gözü önünde yapıyor rezilliğini, güya bizi korumakla mükellef bir polis. Emniyet teşkilatının yüz karası dense yeridir. Polislerin genelini tenzih ederim.

Okullar artık herkesin uğrak yeri oldu. Canı sıkılan okula uğrayıp hıncını idareci ve öğretmenden alıyor. En hafifi şiddete maruz kalmak şeklinde cereyan ediyor. Öğretmenler "Şiddete hayır" deseler de, yetkililer tedbir alsın diye serzenişte bulunsalar da eğitimciye yönelik şiddet hız kesmeden devam edeceğe benziyor. Bugün öğretmenler her kesimden şu hikayede geçen tavşanın gördüğü muameleyi görüyor: “Ormanın kralı aslan, günlük içtima yaparmış. İçtima için gelen tavşanı her gün dövermiş; nerede senin kravatın diye. Bu dayak atma  her gün devam edermiş. Aslanın yardımcıları ‘Efendim, hep aynı gerekçe ile dövüyorsunuz. Dövmek için başka bir gerekçe bulsanız artık’ demişler. Aslan, ‘Yarın gelince sigara almaya gönderelim” demiş. ‘Efendim! İyi de sigara yüzünden nasıl döveceksiniz’ dediklerinde aslan, ‘Parayı veririz, sigara al gel diye. Filtreli alırsa niçin filtresiz almadın, der döveriz; filtresiz alır gelirse niçin filtreli almadın der, yine döveriz’ demiş.  Ertesi gün tavşan gelince, ‘Gel buraya! Al şu parayı! Git bir paket sigara al gel bana!’ demiş. Tavşan parayı alıp giderken geriye dönüp ‘Efendim, sigaranız filtreli mi olacak, yoksa filtresiz mi’ deyince aslan yanına çağırmış. ‘Gel lan buraya! Nerede senin kravatın’ diyerek tavşanı yine pat-çat dövmeye başlamış.” (Anadolu’da Bugün gazetesi)

Bugün öğretmenlere uygulanan muamele, dayak ve şiddeti de geçti. Artık ya silahla yaralanıyor veya öldürülüyor. Yaralama ve öldürmeler artarsa bu mesleği icra edenler, “Şiddet yine en iyisiymiş, en azından yaşamaya devam ediyorsun, bari öldürmeyin de  şiddet uygulayın” diyecek. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey bu! Veli şiddet uyguluyor, vuruyor, kırıyor, öldürüyor da öğretmeni korumak ve onu güdülemek görevini yerine getirmesi gerekenler ne yapıyor? Bırakın koruyup güdülemeyi. Onların psikolojisinde de suçlu, öğretmendir. Biz toplumun her kesiminde suçlu olarak kabul ettiğimiz öğretmenden sonra verim bekleyelim. Mümkün mü bu? Asla. İtibarı yerlerde sürünen, toplumun her kesiminde ve devletin en tepesine varıncaya kadar vebalı görülen bir kesimin zaten başarılı olması mümkün değildir. Bunun tek faydası oluyor. Öğretmen günah keçisi ilan edilince diğer sorumlular yine kefeni yırttık diyor.

Öğrenciliğimde sınıfı susturmakta zorlanan bazı öğretmenler, “İnşallah! Öğretmen olursunuz” derdi. Sanırım öğretmen olanlar, hocalarının beddualarını almış olmalılar ki bugün kendini ve dertlerini kimseye anlatamadan yaşam mücadelesi veriyorlar. Ne diyelim, öğrencinin yetişmemesinden, toplumda işlenen her suçta boş plak gibi her defasında öğretmeni suçlu görenlere bir bedduada bizden olsun: Öğretmen kadar başınıza taş düşsün.



LGS Sınavının Yapılacağı Tarihe Dikkat! *

Milli Eğitim Bakanlığı 2017-2018 öğretim yılından geçerli olmak üzere liseye geçişlerde yeni bir sınav sistemi uygulayacak. Her ne kadar Bakanlık, bu sene ilk defa uygulanacak olan bu sınav sisteminin kısa adını koymasa da vatandaş LGS (Liseye Geçiş Sistemi) adını verdi bile şimdiden. Ama bu kısaltmadan ziyade yeni sistemin ilk açıklanışında etkili ve yetkili makamın ağzından “nitelikli okullar” ifadesi çıkınca, sonradan geriye almış olsa da insanımız nezdinde okullar: nitelikli okullar ve niteliksiz okullar diye değerlendirilmeye başlandı.

Bakanlık, “Sınavla Öğrenci Alacak Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezî Sınav Başvuru ve Uygulama Kılavuzu” başlığı altında sınavla ilgili kriterlerin belirlendiği ve sınavla öğrenci alacak ortaöğretim kurumlarının tespit edildiği listeyi yayımladı. Yeni sınav sistemine göre öğrencilerin yüzde onu sınavla alınacak, geriye kalanlar ise adrese dayalı olarak muhitindeki bir okula yerleştirilecek. Sistemi eleştirenler var, savunanlar da. Sistemin mükemmel veya aksak olduğu, uygulama imkanı bulduğu zaman ortaya çıkacak. Sınavla öğrenci alacak okullara göz gezdirildiğinde Bakanlığın, İHL ve mesleki ve teknik liselerde kaliteyi yükseltmeyi hedeflediği gözlemlenmektedir. Fakat işin başında okul veya okul türünün seçiminde isabet edildiği veya edilmediği tartışmaları eleştiri konusu yapılmaktadır. Burada niyetim sınav sistemi veya sınavla genel bir değerlendirme yapmak değil. Üzerinde durmak istediğim, sınavın yapılacağı tarihin ramazan ayına denk gelmiş olması.
*
Kılavuz yayımlanıp sınav başvuru ve sınav tarihi netleşince girdiğim bir 8.sınıfta öğrenciler, “Öğretmenim! Siz bize geçen yıl ‘Orucu kimler tutar, hangi hallerde oruç yenir’ konusunu işlemiştiniz. Bizim bu sene gireceğimiz LGS sınavı 2 Haziran’da yapılacak ve o gün oruç. Biz oruç tutalım mı, yoksa niyetlenmeyelim mi? Oruç tutmazsak ne olur, bunun vebali kime ait olur?” şeklinde ardı arkası kesilmeyen sorular sordu bana. Bazıları da “Her ne olursa olsun, ben o gün oruç tutacağım” diyen öğrenciler de oldu. 12-13 yaşında hangi okula gideceğim stresine girmiş öğrencilerden “Orucumuz ne olacak” duyarlılığını görmem beni fazlasıyla mesrur etti. Ardından üzüntü duydum. Çünkü ne yapacaktı bu çocukların içinde oruç tutmak isteyenler? Kendilerine normal şartlarda sınav ile birlikte oruç da tutulur. Buna engel değil. Sizin için hayat memat meselesi ise -ki öyledir- oruçlu iken sınava girer de sınavınız iyi geçmezse “Oruçlu olmasaydım daha iyi yapardım, oruçlu olduğum için etkilendim” diyecekseniz bu durumda kararı kendiniz vereceksiniz, ben size tutun veya tutmayın demem, zamanı gelince DİB, gerekli açıklamayı yapar dedim.

Merak ettiğim sınav tarihini belirlerken Bakanlık, öğrencilerin gösterdiği bu duyarlılığı niçin göstermedi? Haberleri mi yoktu, yoksa bir şey olmaz deyip oruçta sınav yapmayı mı seçti? Ya da başka tarih bulamadı mı? Bu sınavı ramazan başlamadan mayıs ayında iken veya ramazan bittikten sonra haziranın son haftası yapabilirdi. 02 Haziran’da sınav yapmak farz mı, vacip mi? Keşke küçük dimağların duyarlılığını karar vericilerimiz de düşünselerdi. Üstelik eğitim ve öğretimle ilgili yazılarıyla dikkat çeken Sayın Abbas GÜÇLÜ, yeni sistemi bir basın toplantısıyla Bakan duyurur duyurmaz, “Haziranın ilk haftası ramazana denk geliyor” diyerek dikkat çekmişti. Nedense başka tarih bulunamamış olmalı ki sınav tarihi olarak 02 Haziran tespit edilmiş oldu.

Gördüğüm kadarıyla sınavın kaldırılışından, yerine yeni bir sınav sistemi ortaya koymaya; okulların belirlenmesinden, sınav tarihini belirlemeye kadar bir planlama eksikliği var. Keşke bunlar olmasaydı. Doğrusu, geçen sene nisan ayında 2.TEOG sınavının yapıldığı günün akşamında “Çocuklar! Geçmiş olsun, umarım en iyi okullara gidersiniz. Biz bugünden itibaren TEOG adı verilen bu sınavı kaldırıyor, yerine şöyle bir sınav koyuyoruz. Bundan sonra sınava hazırlanacak olanlar bu yeni sisteme tabi olacaklar” şeklinde bir açıklama yapılmış ve ardından yeni sistemin ayrıntılarını kamuoyu ile paylaşılsaydı ve sınavın yapılacağı tarihin belirlenmesinde oruç tutmak isteyen çocukların ‘Oruç tutayım mı/tutmayayım mı”  ikilemi yaşamalarına imkan vermeden uygun bir tarih belirlenseydi daha iyi olurdu. Kimse kusura bakmasın, eğitim ve öğretim uzun soluklu bir süreçtir, plan ve programdır. Ne diyelim hayırlı olsun. 16/04/2018

* 18/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.