17 Eylül 2017 Pazar

Çocuk Gördüğünü Öğrenir/Yaşar *

Hiçbir günümüz geçmiyor ki yeni bir olay olmasın ülkemizde. Her olay bir öncekine rahmet okutan cinsten. Her olayla bir şok geçiriyoruz. Bu şoku atlatmadan yeni bir şokla karşılaşıyoruz. Şoklanıyoruz durmadan. Vücut olarak her şeye hazırlıklıyız. Çünkü piştik iyice. Hukuk Fakültesi son sınıf bir öğrenci, sınavda gözetmen olarak görev yapan bir asistan tarafından kopya çekerken yakalanıyor. Kopya çeken öğrenci sınav sonrası kopyada kendisini yakalayan asistanın odasına giderek genç asistanı önce 10 yerinden bıçaklıyor, ardından babasının ruhsatlı tabancası ile 2 el ateş ediyor. (Önce ateş ettiği, ardından bıçakladığı da yazmakta bazı haber kaynaklarında) Maalesef asistan oracıkta vefat ediyor. 

Mezun olduğu takdirde bize adalet dağıtmak için karşımıza avukat, hakim ya da savcı olarak çıkacak olan bu zanlı, kopyanın suç olduğunu bal gibi biliyor olmalı. Çünkü kopyanın suç olduğunu ilkokul talebesi bile bilir. Haydi sınıfı geçmek için buna yeltendi diyelim. Kopyaya yeltenen kişi aynı zamanda yakalanabileceğini de hesaba katmalı değil mi? Ama gördüğümüz kadarıyla yakalanmayı ve sınıfta kalmayı göze alamıyor ve görevini yapan birini ortadan kaldırıyor. Bu yaptığıyla hem suçlu, hem de güçlü. Suçunu da güç gösterisi yaparak bastırıyor. 

Üç ay önce evlenen genç asistanın cenaze töreninde eşi, "Bunu söylemek benim haddime değil ama iyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil; iyi bir insan olmaya çalışın" açıklamasını yapıyor.  Evet, okuduğumuz okulun en iyisi olalım, mesleğimizi en güzel şekilde icra edelim. Ama bunun da ötesinde ilk önce insan olalım demektir bu açıklama. Genç akademisyenin bu sözlerine ancak şapka çıkartılır. Çünkü çok doğru ve olması gereken bir söz. Hatta bu dünyada bizim hayat düsturumuz olmalı. Maalesef biz bunu çocuklarımıza veremiyoruz. Hak etmediğimiz bir şeyle sınıf geçmenin büyük bir suç olduğunu görmek istemiyoruz. Sonra da adaletimiz niçin böyle, ekonomimiz niçin böyle, eğitim niçin geri diyoruz.

Toplum olarak çok basite aldığımız kopya konusunu bizim bir iyice irdelememiz ve bu konuda toplumsal bir refleks geliştirmemiz gerekiyor. Sözlerime daha önce paylaştığım (http://www.anadoludabugun.com.tr/yazi/cocuk-gordugunu-ogrenir-yasar-3673) Prof. Dr. Necati Cemaloğlu’nun bir yazısı ile devam etmek istiyorum: “Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen bulunmaz. Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar. En son kalan öğrencileri kâğıtları toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle ve saygın şirketlerde iş bulabilirler. Bu öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı? Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle söyler: Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum. Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır.

Bizde bu işler nasıl mı olur? 40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler. (Şayet yakalarsa bedelini canıyla öder. R. Y.) Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar. Sonra ne mi olur? Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler…”

Bu menfur olayda dikkatimi çeken bir başka husus güvenlik sorunu… Bir öğrenci veya bir başka kişi cebinde bıçak ve silah olduğu halde bir üniversiteye nasıl girer? Ama söz konusu olan bizim üniversiteler ise özgürlük adına isteyen istediği şekilde girebiliyor. Girişlerde bildiğim kadarıyla geleni, gideni kontrol etmeyen özel güvenlik görevlisi oluyor. Üniversitelerin girişlerine kontrol ve güvenlik amaçlı niçin x-ray cihazı konmaz? Bu x-ray cihazları sadece havaalanı, adliye vb. yerlere mi konmalı? İçeride binlerce öğrenci ve yüzlerce öğretim görevlisinin olduğu üniversiteleri bu şekilde kimlere emanet ediyoruz? Bence güvenlik sorunumuz ve aldığımız tedbirlerimiz tekrar gözden geçirilmeli. Girişlerde öğretim görevlisinden, öğrenciye ve ziyaretçilere varıncaya kadar herkes bu cihazlardan geçmeli… Allah bizi beterinden saklasın!



Merkezi Sınavlar *

Malumunuz yaz boyunca derin bir uykuya dalan eğitim ve öğretim sezonu başladı. Başta etkili ve yetkili kişiler olmak üzere öğrencisi, öğretmeni, velisi eğitimle yatıp kalkıyoruz bugünlerde. Her eğitim ve öğretim döneminde olağan hale gelen çözülemeyen bildik sorunlarla 18 Eylül'de kervanı harekete geçirdik. Bu eğitim ve öğretim başında Sayın Cumhurbaşkanı yıllardır kanayan yaramız olan merkezi sınav sistem sınavlarından biri olan "TEOG kaldırılmalıdır" diyerek tartışmanın fitilini ateşledi. Zamanlaması manidar olan bu tartışma çok su götürür, bunu da zaman gösterecek.

Çocukluklarını yaşayamadan yarış atı haline getirdiğimiz çocuklarımızın beden ve zihin yönünden sağlıklı bireyler yetişmeleri için merkezi sınavlar kaldırılmalıdır. Bunda herkes hemfikir. Fakat farklı okul türlerinin olduğu günümüzde cazibe merkezi olan okullara öğrenci seçilmesi nasıl olacak? Zira bazı okul türlerine girmek için aşırı bir yığılma olacaktır.

Sınav bizim ülkemizde kötünün iyisi bir sistem olarak getirilmiştir. Halihazırda objektif kritere en yakın sınav sistemi gözükmektedir. Bakanlık, okul dışında para tuzağı olan özel ders, etüt vb. alternatif yerleri yok etmek için başta sınavların adını değiştirmek suretiyle her yolu denedi. Fakat okul dışına yönelme azalacağı yerde arttı. En yetkili kişinin beyanıyla TEOG da kalkacak. Tamam kaldırılsın. Yerine ne koyacağız? İsterseniz bir fıkra ile ne yapacağımızı ya da yapamayacağımızı görelim: "Çin'in iki ili arasına tren yolu yapmak için yetkililer fizibilite çalışması yaparken bunları gören köylüler, "Burada ne yapıyorsunuz" diye sorar. Görevliler, "Buraya tren yolu yapacağız" der. "Ne işe yarayacak" diye sorar köylüler. "Efendim 40 günde gidip geldiğiniz yolu bundan böyle 4 günde gidip geleceksiniz" cevabını verir yetkilinin biri. İyice meraklanan ve düşünceye dalan köylüler, "İyi de biz geriye kalan 36 günde ne iş yapacağız" diye cevap vermiş."

Fıkra burada biter. Köylüler, hayatlarını rahatlatan trene bindiler mi, yoksa eski yöntem gidecekleri yere yine kendi imkanlarıyla gittiler bilmiyorum. Zaten çok da önemli değil. Ama 'Geriye kalan 36 günde biz ne iş yapacağız' diyen köylülere ne cevap verdi. İşte burası muamma. Evet sevsek de, sevmesek de, eleştirsek de, yersek de takur-tukur işleyen bir sınav maratonumuz vardı. O da gittiğine/gideceğine göre sahi bu millet ne yapacak şimdi? Üstelik adı geçen TEOG 17 bin birinci çıkartarak başarısını ispatlamıştı. Gerçek başarıyı örten bir sınav sistemiydi. Yüksek yüksek alınan puanlarla çocuklar kendisini, veliler çocuğunu tanıyamadan YGS ve LYS'ye kadar gidiyordu. Neyse TEOG da tarih oldu/olacak artık.

TEOG yerine öğretmenlerin yaptığı sınavlar liseye girişte kriter olacaksa Allah'ınızı severseniz yapmayın bu işi. Gerekirse kur'a ile seçin öğrenciyi ama asla okul notlarını telaffuz etmeyin. Çünkü liseye girişte  yüzde 30 etkisi var diye notlar kaç yıldır şişiriliyordu. Tam hakkını veren bir öğretmen veli, öğrenci ve okul yönetimi tarafından tu kaka yapılır. Mevcut durumuyla öğrenci ve veli 97 puana bile razı değilken yüzde yüz katkısı olan bir yerleştirme için öğretmen yüzü döşeyecek. Yapmazsa eğer "Özel okullar, falan falan okul hep yüz veriyor, sizin bu notunuzla çocuğumuz Fen Lisesini kaçıracak, haksızlık bu" isyanları başlar. Bu durumda öğretmen sağ kalırsa eğer, evinin yolunu zor bulur.
"Sen de onu beğenmiyorsun, bunu beğenmiyorsun, çözümün ne o zaman" derseniz işin uzmanı değilim, sadece kanaatlerimi söyleyebilirim bu konuda.

Okul türleri ve farklılıkları devam edecekse sınavdan başka seçenek yok derim. Benim önerim tek sınav değil, çoklu sınavdır. Bunun için;
·         Okullara tam gün eğitim getirilmelidir. Dersi olsun-olmasın öğretmen tüm gün 09.00-16.00 arasında okulda olmalıdır.
·         Okullarda öğleye kadar ders işlenmelidir. Bunun için haftalık ders saatleri alabildiğine azaltılmalıdır. 13.00-14.00 arası istirahatını yaptıktan sonra öğrenci 14.00-16.00 arasında okulun planladığı etkinlik, aktivite, yarışma, sportif faaliyet, eksiklikleri tamamlayacak ilave ders ve etüde alınmalıdır. Okul ve okul dışında yapılan her türlü kursa izin verilmemelidir.
·         Öğretmenin özlük hakları, atama, terfi ve ödül işleri performans sistemine göre olmalıdır. Okulun hedeflediği başarıyı branş bazında yakalayan öğretmenin özlük hakları performansına göre ayarlanmalıdır.
·         Öğretmen sınav yapmamalıdır, not vermemelidir, dersini anlatıp gerekli rehberliği yapacaktır. Öğretmen sadece 5.ve 9.cu sınıflarda sınav yapmalıdır.
·         5 ve 9.sınıfı okuyan tüm öğrenciler Bakanlık tarafından yılsonunda seviye belirleme sınavına alınmalıdır. Seviyesine veya öğrenci ve veli isteğine göre bir okula kayıt yapan tüm öğrencilerin seviye belirleme sınav ortalaması öğretmenin en alt sınırıdır. 6.7.8. sınıflarda yılda iki defa olmak üzere yapılan merkezi sınavların ortalaması liseyi tercih etme puanı olmalıdır. 10.11.12. sınıflarda yine her yıl iki defa yapılan merkezi sınavların ortalaması üniversiteye girme ve diploma puanı olmalıdır.
·         Aldığı sınıfın seviyesini yukarıya çıkaran öğretmen maaş ve belge ile ödüllendirilirken altına düşüren öğretmenin maaşı aynı kalırken okulu değiştirilerek diğer okulda durumuna bakılmalıdır. Aynı başarısızlığı gösterdiği takdirde hizmetiçi eğitime tabi tutulmalıdır.
·         Öğretmene girdiği sınıflardaki başarı ve başarısızlığına göre müeyyide uygulanırken öğretmene de sorumluluğunu üstlenmeleri için veli ve öğrenciye de yaptırım hakkı verilmelidir.
Burada bir defa yapılan sınavlarda bile etüt, özel ders gibi ortamlara ihtiyaç duyulurken her yıl yapılacak merkezi sınavlar bu gibi yerleri daha da zorunlu hale getirir diye bir eleştiri getirilebilir. Devlet okul dışında takviye amaçlı alınan derslere karşı iyi tedbir almalıdır. Özel ders alan, etüt merkezine giden öğrenci velisine yüklü miktarda ceza verebilmelidir, öğrenciyi de açıktan okuyacak şekilde örgün eğitimin dışına çıkarabilir, özel ders veren kişilere yüklü para cezası ile birlikte öğretmenliğine son verebilir. Burada devlet denetim görevini iyi yapmalıdır. Verdiği cezalar caydırıcı olmalıdır, dokunanı yakmalıdır ki o yolun yolcusu olanlara ibret olsun.

Yazın amma da uzun olmuş derseniz, derim ki kelamı kibar değilim, bir diğeri de eğitim ve öğretim bizim kanayan yaramızdır. Öyle sayfalara sığmaz. İnşallah iyi bir neslin yetişmesi için en güzel yöntemi yetkililerimiz bulur temennisi ile yazımı noktalıyorum. 17/09/2017

* 20/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Plansızlığımız Paçamızdan Akıyor *

"Kervan yolda düzülür" atasözü belleğimize yerleştiği gibi hayatımızın da bir parçası olmuş. Ne bir planımız var, ne de bir programımız. "Hele bir çıkalım yola, gerisi Allah kerim, başlamak işin yarısı deriz." Elbette  bu sözlerin doğruluk payı yüksektir. Fakat bu sözler aynı zamanda bir işe başlamadan önce plan yapmadığımızın da bir göstergesidir. Gerçi bazı işler vardır ki önceden plan ve program yapılsa da işe koyulunca hesap edilmeyen aksamalar meydana gelebilir. Çünkü evdeki hesap çoğu zaman çarşıya uymayabilir. Yine de bizim her işimi bir plan dahilinde yürütmemiz gerektiğine mani değildir aksaklıklar. Hele mevzu bahis olan eğitim ve öğretimse uzun soluklu hesap-kitap yapmamız gerekir. Fakat böyle miyiz? Maalesef diğer işlerdeki plansızlığımız burada da kendisini göstermektedir.

2017-2018 öğretim yılı açıldı. Bakanlığımız harekete geçti. İl içi, il dışı tayin hakkı verdi yeniden. Özür atamalarında tayini çıkmayanların durumlarını yeniden değerlendirmeye aldı. Aralık ayında kısmi alan değişikliğine imkan vereceğini ilan etti. İkili öğretim yapan okulların sabahın erken vaktinde ders başı yapması dolayısıyla Bakanlık genelge yayımlayarak valiliklerin tedbir almasını istedi. Okul servisleriyle  ilgili sorunları çözmek için Ulaştırma Bakanlığı MEB ve İçişleri Bakanlıkları olarak önümüzdeki hafta bir araya gelebileceklerini açıkladı. 

Okul müdürlükleri mevcut öğretmenlerle eğitim ve öğretime başlamak için hafta sonunu okullarında geçirerek ders programı yapmaya başladı. Kimi dersler boş geçecek. Zira öğretmene verilen tayin hakkından dolayı ya öğretmeninin tayini çıkmıştır, ya  okuluna ataması yapılan öğretmenin gelmesini bekleyecektir, ya da ihtiyaç olan öğretmen normuna atama yapılmamışsa ilçesinin görevlendirme yapmasını veya ücretli bir öğretmen göndermesini bekleyecektir. Artık bazı dersler bir hafta mı iki hafta mı boş geçer, bunu da en iyi mutfakta olan okul müdürüne sormak lazım. Okul yönetimi bir taraftan ders programı yapmaya çalışırken okulun açıldığı ilk gün öğrenci sırasının üzerinde hazır olması gereken ders kitaplarını poşetlettirecek. Dağıtıcı firmanın teslim ettiği kitaplarla ilgili "Tam ve eksiksiz aldım" tutanağını imzaladıktan sonra fazla olan kitapları ilgili yere götürecek, eksik olanlardan bulabildiklerini arabasıyla getirecek. İşin garibi bazı okulların halen müdürü yok. Yeni atananlar okullar açılmadan önceki son iş günü görevine başlarken il milli eğitimler tercih edilmeyen okul müdür ve yardımcılıkları için yeni münhal liste yayımladı. Bakalım müdür ne zaman gelir? “Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

Bakanlık son dakikada yaptığı tasarrufların gereklerini yerine getirmek için uğraşırken okul idareleri de sorunsuz bir okulu açmanın hummalı bir çalışmasını yapadursun. Turpun büyüğü heybedeymiş. Son anda yapılan bir açıklama ile TEOG'un kaldırılması gerektiği haberi düştü ajanslara. Kasımın son haftası yapılacak olan I.TEOG yapılacak mı, yapılmayacak mı? Herkesi aldı bir düşünce. TEOG kalktı diye kimi seviniyor, kimi yerine ne gelecek diyor. Şimdi sen iki ay sonra yapılması muhtemel olan sınava öğrenciyi odaklayabilirsen gemisini kurtaran kaptansın.

Eğitim ve öğretimde yenilikler, değişiklikler, çalışanların sorunlarını gidermek için elbette çalışmalar olacak. Buna kimsenin itirazı olmaz. Eğitimde sorunlar da olacak. Bunlar bir plan dahilinde çözülür. Burada sorun zamanlamamızda. Niçin insanların iki ayağını bir pabuca girdirecek şekilde bu işler son dakika golüyle oluyor? Niçin zamanında planlamadık bu işleri? Durmadan eleştirilen uzun yaz tatilinde etkili ve yetkili kişiler ne yaptı? Zamanında bir plan dahilinde halledebileceği sorunları okul açılınca çözmeye kalkan kim olursa olsun eğitim ve öğretimden iyi şeyler beklemesin. Evet, eğitim ve öğretimimiz sorundur. Ama eğitimden önceki sorunumuz plansızlığımızdır. Plansızlıktan önceki en büyük sorunumuz ise sorunun kaynağının kendimiz olduğunu bilmemektir. Kimse kusura bakmasın, plansızlığımız paçamızdan akıyor.

Eğitim ve öğretimin başladığı ilk gün bu şekil bir yazı ile karşınızda olmak istemezdim. Maalesef hali pürmelalimiz bu…Ha cırcır böceği, ha biz! Ne farkımız var ki? Buna rağmen yeni eğitim ve öğretim yılının hayırlar getirmesini temenni ediyorum. 17/09/2017

* 18/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



15 Eylül 2017 Cuma

MEB'de Sıra Eğitim ve Öğretime Geldi

MEB öğrencisi, öğretmeni, merkez ve taşra teşkilatlarıyla neredeyse birçok ülkenin nüfusundan fazla. Başlı başına birçok bakanlıktan hem bütçe hem de personel bakımından büyük. Her yönüyle büyük olan MEB, dertleriyle de diğerlerini geride bırakmaktadır. Bina ve derslik ihtiyacı, öğretmen ihtiyacı, ders kitaplarının basımı, dağıtımı, müfredatın yenileştirilmesi, öğretmen atama, özür atamalarına çözüm bulma, okulların ödenek ihtiyacı, donatım ihtiyacı, personel ihtiyacı, müdür ve yardımcı görevlendirmeleri vb alanları var MEB'in. Atama işlerine mi bakacak MEB, yoksa eğitim ve öğretim işlerine mi? Gerçekten içinden çıkmak, sorunları halletmek, herkesi memnun etmesi mümkün değil. 

Doğu ve Güneydoğu'da öğretmen ihtiyacını gidermek için Bakanlık 'sözleşmeli öğretmenlik' adı altında çakılı kadroyu uygulamaya koymak zorunda kaldı. Zira atanan her bir öğretmen özürden dolayı bir yıl içinde atandığı yeri boşaltıyordu. Yıllardır Bakanlık her işi bıraktı özür atamalarını çözmek için yoğunlaştı. Okullar açıldı MEB hala özür atamaları, il içi ve il dışı atamaları ile uğraşmaktadır. Diğer taraftan TEOG sonucuna göre yerleşenlerin nakil işleri ile geçirdi son bir ayını. Hasılı MEB'in işi kolay değil. MEB uğraşıp didinse de eğitim ve öğretim başlayınca eksiklikler ve aksamalar meydana gelebilmektedir.

Bir milyonu bulan eğitim ordusu, on yedi milyon öğrencisi ile 2017-2018 öğretim yılına start verdi bugün. MEB’in önünde servisler ve ileri saat sorunu var şimdi. İleri saat uygulamasının ileri saat olarak sabitlenmesinden sonra ikili öğretim yapan okulların sabahın karanlığıyla birlikte ders başı yapması zaman zaman şikayet olarak dile getirilmişti. Vatandaşın şikayeti haklı bir şikayet. Bakanlığın karanlıkta derslerin başlamamasıyla ilgili valiliklerin tedbir almasını isteyen genelgesine İstanbul Valiliği en erken 08.00 diyerek ilk adımı attı. İsabetli bir karar bu. Konya’da da ikili öğretim yapan okullar 07.30’dan, normal öğretim yapanlar ise 08.30’dan önce ders başı yapamayacak. İnşallah diğer valilerimiz de katılır bu kervana. Çünkü sabahın erken saatinde daha sabah ezanları yeni okunurken çocuklarımız ders başı yaptı geçen yıl. Sabahleyin ise şafağın karanlığında mahalle aralarında uyuyan köpekler bile kalkmamış oluyor çoğu zaman. Burada akşam çıkanlar da karanlığa kalır diye bir eleştiri getirebilir. Şehirde hayat akşamleyin 21.00, 22.00’ye kadar devam eder. Aslında ikili öğretimin kendisi sakat. Sabahı da problem, akşamı da. Bakanlık da bunu bildiği için 2019 sonuna kadar normal öğretime geçmek için planlama yapmaktadır. İnşallah normal öğretime geçmek için MEB’in planında sarkma olmaz. Bunun bir ilerisi ‘Tam gün eğitim’ olur.

MEB’in önünde bir diğer sorun da okul servisleri sorunudur. Bu sorunu da çözmek için Ulaştırma Bakanlığı, MEB ve İç İşleri Bakanlığı ile birlikte sorunu çözmek için önümüzdeki hafta adım atacağını ifade ediyor. Umarım bakanlıkların sorun olarak gördüğü ile veli, öğrenci ve okulların sorunu ortaktır. Bu sorun da çözülür. Okulların ilk zili servisçilere göre değil de servisçiler okullara göre kontak açmış olurlar. Yine öğrenci taşımacılığında “İhale sende kaldı, bende kaldı, hayır ben de taşıyacağım” gerginlikleri okul önlerinde bir daha cereyan etmez, kan akmaz. Servis hizmeti yapanlara hız sınırından, taşıdığı öğrenci sayısına varıncaya kadar iyi bir denetim gelir.

MEB’in eğilmesi gereken bir sorun da öğrenciyi ve öğretmeni okul ortamından uzaklaştıran uzun tatildir. Maalesef bu tatil eğitim kadrosunu ve öğrencileri dinlendireceği yerde yormaktadır. Hâlihazırda öğretmen de, öğrenci de yorgundur. Bu tatili sadece yaz dönemine toplamaktan ziyade bir kısmını eğitim ve öğretim dönemi içine serpiştirmekte fayda vardır.

MEB’in devasa problemlerle uğraşıp sonuç alınabilmesi için Bakanlığın iki bakanlığa ayrılması düşünülebilir. Bakanlığın biri öğretmen, personel, alan değişikliği, müdür ve yardımcı atamaları, bina ve derslik ihtiyaçlarının giderilmesi, kitap basım ve donatım vb. işlerine bakar, diğeri de sadece eğitim ve öğretim işleri ile ilgilenir. İki bakanlık, aralarında koordineli bir şekilde çalışarak sorunların üstesinden daha hızlı gelebilir.

Tüm eksiklikleriyle birlikte eğitim ve öğretim hakkındaki kanaatlerimiz olumlu olsun. Bir ülkenin eğitim ve öğretimi bakışımız kadardır. Zira güzel bakan güzel görür. Eleştirilerimiz yapıcı olsun. 2017-2018 öğretim yılının tüm eksiklikleriyle birlikte öğrencisi ve velisiyle, müdürü ve yardımcısıyla, öğretmeni ve hizmetlisiyle, servisçisi ve kantincisiyle hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Okulun iç ve dış paydaşlarının her birinin sorumluluğunu üstlenerek eğitim ve öğretim çıtasının yükseltilmesine katkıda bulunacaklarını ümit ediyorum. Sözümüzü bir hadisi şerifle bitirelim: "Ya öğrenen ol, ya öğreten; ya dinleyen ol, ya da bunları seven. Sakın beşincisi olma." 15/09/2017


“Mezarlarımız ortak olmayacaksa, sokaklarımız nasıl ortak olacak?” *

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, kimin bedduasını aldık bilmiyorum. Nedense gerginlik, kaos hiç eksik olmuyor bu ülkede. Her günümüz dünü aratır cinsten. Dört bir tarafımızdan düşman kıskacında yaşadığımız yetmezmiş gibi içeride biz bize, birbirimize saygı göstererek yaşayacağımız yerde birbirimizi boğazlamaya, hayat hakkı tanımamaya çalışıyoruz. Her birimiz kendimizi bu ülkenin sahibi görüyoruz, yekdiğerine hayatı zindan etmeye çalışıyoruz.

Bu ülkede yaşayan herkesin şunu bilmesi lazım ki bu ülkede sadece kendisi yaşamıyor. Bu ülke mozaikler ülkesidir. Hepsi de bu vatanda en az diğeri kadar söz sahibidir. Türk’ü, Kürdü, Alevi’si, Sünni’si, ateisti, Müslüman’ı bu ülkeyi mesken edinmiş. 5-6 yıldır içimizde Suriyeliler de yaşamak zorunda kalmışlardır. Irk, inanç ve fikir bazında da  farklı farklı düşünce ve kanaatlere sahip insanımızın sayısı az değildir. Daha bundan sonra kimlere ev sahipliği yapacak Allah bilir?

Dışarının ve içerinin durumu bu iken yoğurdu üfleyerek yiyeceğimiz, birbirimizin görüşlerine katılmasak da hassasiyetlerine saygı göstereceğimiz, bir ve beraber hareket edeceğimiz yerde her geçen gün iyice ayrışmanın fitilini ateşliyoruz. Nedense sağlıklı düşünemiyoruz, basiret ve ferasetimizi takınamıyoruz. Bir türlü birbirimizi beğensek de, beğenmesek de bu ülkede bir ve beraber yaşayacağımızı öğrenemedik gitti.

Malumunuz şimdi gündemimizde HDP'li Aysel Tuğluk'un vefat eden annesinin Ankara Gölbaşı mezarlığına defnedildikten sonra gelen tepkiler üzerine naaşının mezardan çıkarılıp Tunceli'ye defnedilmesi olayı var. Olay başlı başına üzüntü verici gerçekten. Ölen insandan ne istenir? Bizim bu ne yaptığını bilmez, bir avuç  insanımız neye, kime hizmet ediyor? Böyle yapmakla ülkeyi çok sevdiklerini mi izhar etmek istiyorlar? Diriler olarak birbirimize saygı göstermeyi ve tahammül etmeyi öğrenemedik, ölülere bari saygı göstermeyi bilelim. Toprak kabul ediyor cesedi de bize ne oluyor? Bu yapılanın vatanseverlikle falan bir alakası yok, sadece ortamı germeye, cenazesini gömdürmediğimiz zihniyetin kendimize karşı biraz daha bilenmesinden başka hiçbir amaca hizmet etmez. Madem bu kadar ülkenizi seviyorsunuz ne diye kadın sağ iken onun beğenmediğiniz fikirlerine, hoşlanmadığınız davranışlarına karşı mücadele etme yoluna gitmediniz. Çok ayıp oldu. Ayıp yaptınız. Keşke yaptığınız yanlışın farkına varsanız hiç gam yemeyeceğim, en azından bundan sonra böyle telafisi mümkün olmayan hatalar yapılmaz diyeceğim ama yaptığınıza pişmanlık duymadığınız gibi öyle zannediyorum kahvehane köşelerinde bir teröristin cenazesini gömdürmedik diye caka satıyorsunuzdur şimdi. Utanın yaptığınızdan. Bizim kültürümüzde mücadele ettiğimiz bir insan öldü mü akan sular durur, düşmanlık ve husumetimiz varsa geçici bir süre de olsa buzdolabına kaldırırız. Bu yapılanın savunulacak ve tutulacak hiçbir tarafı yok. Devlet bunu yapanların peşini bırakmamalı, öyle ifadesi alınıp salınmamalı.

Başlık yaptığım cümle HDP sözcüsü Osman Baydemir’e ait. HDP zihniyetine zerre kadar sempati duymasam da Baydemir doğru söylüyor. Bugün “Şu mezar senin, bu mezar benim, bizim buraya gömemezsiniz” dar düşüncesi bizde çoğunluğa hakim olursa sahi biz sokaklarda nasıl güvenli bir şekilde yaşayacağız o zaman? Böyle giderse kurtarılmış mezarlarımız, kurtarılmış sokaklarımız olur kısa zamanda.

HDP de bu ülkede siyaset yapmak istiyorsa PKK ile özdeşleştirmemeli kendisini. Terörle arasına mesafe koymalı, PKK ile organik ve inorganik bağını kesmeli. Herkes, her kesim şunu bilmeli ki, rüzgar eken fırtına biçer. İşimizde, zikrimizde sağduyu hakim olsun hepimizin… 15/09/2017

* 16/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




14 Eylül 2017 Perşembe

Doğu Toplumu Olmanın Zorluğu ve Kolaylığı *


Doğu toplumu derken İslam dünyasını kastediyorum. Bu bölgelerde yaşamak ve bu ülkeleri yönetmek hem zor hem kolay. En ince ayrıntısına kadar her şeyin kuralı vardır buralarda. Ama kurallar pek işlemez, çünkü uygulanmaz. Zira kurallar sonradan konur. Devlet hep halkın gerisinden gittiği için halk kendince bir adet oluşturur, işler sarpa sarmaya başlayınca devlet lütfedip kural koyar. Halk bu sefer adetlerle kurallar arasında sıkışır kalır. Çünkü adetleri değiştirmek zordur.

Kurallar uygulanırsa da garip ve güçsüzler uygular. Zira yapacağı başka bir şey de yoktur. Güçlüye kanun, kural, nizam işlemez. O hep bir yolunu bulur. Zira kurallar hep zayıflar içindir. Kazara uygulamazsa cezayı da yer, gider paşa paşa öder.

Haksızlık diz boyudur. Adalet pek işlemez, işlese de zamanında tecelli etmez. Çoğu, en ufak bir meseleyi deve yapar, çözümünü de kaba kuvvetle halleder.

Ön yargı ve toptancılık hakimdir. Birey ön planda değildir. Grup refleksi ile hareket edilir. Gruplarla birlikte kişilerde aidiyet duygusu gelişir. Cemaat ve tarikatların resmi hüviyeti olmamakla beraber sosyal hayatta etkindirler. Toprak ağalığı yaygındır. Zengini zengin, fakiri fakirdir. Bu yüzden sosyal adalet dengesi yoktur. Siyasiler ülke yönetiminde sosyal hayatta etkin olan ağa, şeyh ve STK vb. temsilcilerini muhatap alır. Bunları ikna etti mi tüm oylar kendisine gelir. Ayrıca bireylerle tek tek konuşma ve oy isteme yoluna gitmez. Bir gruba bağlı olanlar yukarıdan gelen emir ve tavsiyeye göre oyunu verir. Asla sorgulamaz, aklını kolay kolay kullanmaz. Aklına yatmasa da vardır bir hikmeti denir.

İktidara gelen kendisini destekleyenlerin oranına göre kadrolaşır, her yaptığını resmi kılıf adı altında yapar. Liyakat ve ehliyetten ziyade benden olmasına bakılır. Muhalefet her yapılana karşı çıkar. İktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı iplemez.

Hangi iktidar dönemi olursa olsun her türlü ihaleler kendisini destekleyende kalır. Her iktidar döneminde yeni zenginler ortaya çıkar.

İlişkiler kanun, kuraldan ziyade güven esasına dayanır. Kurallar, yapmak istediğimiz tasarrufa göre uydurulur.

Alışverişlerde bir tanıdık aranır. Zira fiyatlar ve malın kalitesi değişik değişiktir. Fiyatlar yüksek tutulur, pazarlık yoluyla aşağıya çekilir. Başkası kandırır diye tanıdığa giden kişilerin çoğu en büyük darbeyi genelde tanıdık esnaftan yer. Resmi işlerde de durum bundan farklı değil, kimin hangi kurumla işi varsa işini tanıdık vasıtasıyla halletme yoluna gider.

Herkesin evi temizdir, çöpler genelde çöpün içinden ziyade rastgele dışarıya atılır, piknik ve mesire yerleri başkasının oturamayacağı şekilde pis bırakılır. Banklara düzgün oturulmaz, oturulacak yere genelde ayaklar konur.

Keyfine, rahatına düşkünlük hakimdir, çoğunluk terlemeden garantili bir işte çalışma derdindedir. Okurken bile en rahat edilecek meslekte çalışmak için okunur. Bizi bir işe katmayan okuma boş kabul edilir.

Adam kayırmacılık, torpil, hukuksuzluğun alası buralarda bol miktarda bulunur. Herkes işinin olduğu kadar dürüsttür. İnandığı değerler kulaktan duyma bilgi kırıntılarından ibarettir, dini yaşantıda gelenek hakimdir. Bu alanda söylenmesi gerekenler ve yapılması gerekenler söylenmiştir. Yeni bilgi ve davranışa yer yoktur. Kim yeni ve farklı bir şeyler söylerse dışlanır ve Müslümanlığı sorgulanır. Yaşantı ve davranışta mahalle baskısı belirleyicidir.

Hata yapsa da başarılı olamasa da adı olumsuz fiillerle anılsa da siyasi liderler, tarikat ve cemaat temsilcileri, STK başkanları vs hiç değişmez, dönemlik değil, ömürlüktür makam, mevki ve şöhretleri. Öldüğü zaman da yerine aileden biri gelir veya getirilmeye çalışılır.

İster cemaat, ister grup, ister fert kim olursa olsun kendini mükemmel ve en doğru olarak görür ve bilir. Ülke başkasından kurtarılması gereken ulvi bir görev olarak görülür. Zira kendisi ve ait hissettiği camiası dışında herkesi kötü olarak görür.

Herkes eleştirmeyi çok sever, fakat eleştiriye gelmez. Bir tarafa tereddütsüz itaat ederken diğer kesimlere karşı acımasızdır.

Ülkedeki olumsuzlukların kaynağı olarak suç hep düşmanlara atılır. ABD, İsrail ve Batı öncelikli düşmandır. Aralarından terör örgütleri çıkar, yine bunlar suçlanır. Bunlar kullanmak için niçin bizimkileri bulur diye sorgulanmaz.

Hasılı say say bitmez Doğu toplumunun özellikleri. Bu toplumun içinde verdiğim örneklerin dışında kalanlar var. Ama  azınlıktır, sesleri pek çıkmaz, çıksa da itibara alınmaz. 14.09.2017




* 02/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Keşke "Nerem doğru ki" Diyen Deve Kadar Olabilseydik...

Büyük bir ilimizin MEB okullarına yönelik olmak üzere 2017 yönetici görevlendirme atamaları yapıldı. Yönetici olmak için kim, nereye müracaat etti, kim, nereye atandı bilmiyorum. Çok da merak etmiyorum doğrusu.

İl milli eğitimin görevlendirme sonuçlarını açıklar açıklamaz ikinci münhal listesini sayfasından duyurunca nedir, ne değildir diyerek sayfayı açtım. 194 müdürlük, 298 müdür yardımcılığı ve 18 müdür başyardımcılığı münhal ilan edilmiş. Yani boş kalmış, doldurulmamış, tercih edilmemiş.

Normal gelmedi bana bu listeler. Merak ediyorum, ne kadarı boş idi de, ne kadarına görevlendirme yapıldı? Yanlış hatırlamıyorsam sözlü mülakata yeteri kadar müracaat olmadığı için aranan şartlar düşürülerek yeniden müracaat hakkı verilmişti.

Eğitim ve öğretimin başlamasına ramak kala bu kadar okul, müdüründen veya yardımcısından mahrum kalacak demektir bu. İşin vahametinin anlaşılması için askerin başında komutan olmadığını düşünün. İşin garibi okullar 2014 yılından beri bu şekilde giriyor eğitim ve öğretime. Nedense yaz dönemi yapılmıyor bu görevlendirmeler. Adı üzerinde oyun olan futbolda bile sezon açılmadan kulüpler teknik heyeti bulur, futbolcusunu alır. Lig başlamadan takımı çalıştırarak sezona hazır girmeye çalışır. Maalesef futbola verilen önem okullara verilmiyor. Okullar açıldı, biz hala okullara yönetici arıyoruz. FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerek dört yılını dolduran yöneticilerin çoğunun görevini sona erdirerek başlamıştık mülakatla görevlendirme işine.

2014 yılında aynı ilde değişik saiklerle 650 kişi yöneticilik koltuğundan edilmiş, 650 koltuğa 3000'den fazla kişi  müracaat etmişti, müdürlüğü ben daha iyi yaparım diye. Bekara avrat boşamak kolaydı zira. Nasılsa sınav kriteri de yoktu. Nedense yönetici olmak isteyenlerin sayısı her geçen yıl azalmaya başladı. Münhal listede de görüldüğü gibi okullara yönetici bulunamıyor. Emek sarf edilmeden elde edilen hizmet ancak bu kadar olurdu belki de. Çoğu hevesini aldı anlaşılan.

650 kişiyi eleyeceksin, yerine 3000 talipli. Yöneticilerin iştahını kabartmıştı bu yöntem. Davulun sesinin uzaktan gür gelir dendiği gibi değilmiş bu işler. Üç yıl içinde sos verdi bu yöntem. Kaçan kaçana. MEB'in bu yönetici görevlendirme yönetmeliğinin iflâs ettiğinin resmidir bu görüntü. Umarım yetkililer bu işin farkına varmış olurlar da yıldan yıla değişen, hiçbir objektif kriteri olmayan bu idareci görevlendirme ucubesini bir daha kullanmamak üzere çöpe atarlar.

Bu yönetmeliğin neresinden tutarsanız tutun, elinizde kalır. Ne takvimi, ne yöntemi, ne kriteri işe yarıyor. Bu kadar münhal okul biz aylarca sıfır elde var sıfır iş yaptık demektir. Yani deveye sormuşlar, boynun niye eğri diye. Nerem doğru ki demiş deve. Bu hayvan ne olduğunu biliyor, inşallah bu yönetmeliğin mucidi, akıl vereni, uygulayıcıları da bunun farkına varmışlardır.

Dediğim dedik deyip deveden daha eğri bu yanlışlarınıza devam edecekseniz eğer, en azından mevcut yöneticileri korumaya çalışın. Özlük haklarını iyileştirin, personelinden daha az ücret almasın, dört yıl sonra ne olacağım diye kara kara düşünmesin, kimin gözüne girmem lazım, kime nasıl davranayım diye bir ikilemin içine girmesin, değer verin her şeyden önce, onurlarını koruyun, kimsenin adamı olmasın, işini mevzuat çerçevesinde yapan bir birey olsun, kimseye eyvallahları olmasın.

Yazık ettiniz okullara, yazık ettiniz insanımıza, yazık ettiniz yetişmiş elemanlarımıza, yazık ettiniz öğrencilerimize... İnsan yetiştiren, insan eğiten kurumları insan öğüten noktasına getirdiniz. Kimseyi beğenmediniz. Toptancılığın, insanlara şüpheyle bakmanın acı sonudur bu. Kendimizden başka kimseye güvenmemenin faturasıdır bu reçete.

Hakkınızı yemeyelim, sadece siz varsınız iyi ve mükemmel olan. Ne yazık ki kimse yetişemedi sizin hızınıza, dürüstlüğünüze, iş bitiriciliğinize. Şükür ki sizin gibi üst düzey yöneticilerimiz var, sizin iki elinizde on marifet olan hünerleriniz olduğu müddetçe okulların yönetici eksikliğini de hissettirmezsiniz. Tek tesellimiz de bu. İyi ki varsınız! Sahi, size göre bu dünyada sizden başka iyi insan var mı? Benim bildiğim kadarıyla bir deve var. O da adı üzerinde bir hayvan. 14.09.2017