21 Haziran 2017 Çarşamba

Bu, sağlıklı bir üslup olmasa gerek


Sanal alemde bazı kişilerin fotoğraflarına yer verilmiş ve adı geçen kişilerin  görüşlerinden birer cümle seçilerek ok işaretiyle gösterilmiş ve ‘Sapık görüşlerinden bazısı’ denerek sosyal medyada paylaşıma sunulmuş, resmin altında da adı geçen kişilerin görüşlerine yer vererek haklarında hüküm verilmiş. Yani bu kişilere anladığım kadarıyla sapık denmek isteniyor.

Baştan söyleyeyim resimde olan kişileri ve görüşlerini savunma gibi bir niyetim yok. Ayrıca bu resimde gördüğüm bazı kişilerin bırakın fotoğraflarını, isimlerini anmayı bile zül addederim. Bazıların görüşlerine katılmadığım gibi görüşlerinden de hiç hazzetmem. Görüşün doğruluğunda ve yanlışlığında değilim. Bu sözleri söylemişse bu kişiler mutlaka kendi zaviyelerince bir açıklamaları  vardır. İster katılır, ister katılmazsınız. Katılmazsınız olur biter. Üzüldüğüm, bu resmi oluşturup bu kişileri hedef gösterenler ve bu resmi alıp paylaşanlar ne yapmak istiyorlar? Niyetleri nedir? Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Sonra yakışıyor mu insanlara bir çırpıda sapık damgası vurmak. Eskiden tekfirciler vardı -ki hala varlar- gördükleri her insana kafir damgası vururlardı. Şimdi bunlar da ellerine almışlar bir mühür, "Şu, şöyle dedi. O halde bu sapıktır. Bu, böyle dedi. O halde sapıktır." diyerek damgalamaktadır. Bu üslup, bu metot, bu bakış yakışıyor mu bir Müslüman'a? Bu bakış klasik Aristo mantığıdır, düz mantıktır, bilim dünyası bu dar bakış açısını terk edeli çok oldu. Üstelik kimseye de faydası yok, kılıçları çekmekten başka. 

İnsanımız niçin bir fikri tartışmanın içerisine girip işin doğrusunu söylemez de böyle önüne geleni sapıklıkla itham ediyor? Sosyal medyadan bu servisi yapanlar bu insanları bu şekilde zan, töhmet altında bırakmaktansa bu konularda işin doğrusu ne ise onu ortaya koysalar, insanımızı doğru bilgilendirseler olmaz mı? "Efendim, bu konuda işin aslı şudur, falan kimse bu konuda farklı bir yorum yapıyor, ben bu görüşe katılmıyorum. Üstelik bu görüşü falan ayete, falan hadise aykırı" dese ne olur? Daha iyi olmaz mı? Bir araya gelmeden, uzaktan atışlarla insanları sapık ilan etmek bize ne kazandırır? Ya da biz bu bakış açısıyla kendisine sapık dediğimiz insanları bu sapıklıklarından vazgeçirebilecek miyiz? Sanmıyorum, Hazırında bu insanların bu görüşlerini daha ateşli savunmalarına imkan sağlamış oluruz diye düşünüyorum. 

Müslümanlar, katılmadıkları görüşlere karşı bu şekilde bir üslup kullanmaktan ziyade Kur'an'ın "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" metodunu benimseyerek nazik ve kibar bir üslup geliştirseler daha iyi olmaz mı?    21/06/2017



20 Haziran 2017 Salı

Hayat pahalılığı dedikleri bu olsa gerek

Üniversite ikinci sınıfta iken evlendim, fakülteden  hane sayısını beşe çıkartarak mezun oldum. Evlendiğim 88 yılından itibaren ailemin yükü üzerime binmişti. Ömrüm yaz dönemlerinde inşaatlarda çalışarak geçti, ailemi geçindirebilmek için. 

Göreve başladığım 1992 yılından itibaren 2000'li yıllara kadar maaşlı olmama rağmen kıt kanaat geçindim. Hayat pahalı mı pahalı idi. Çünkü çift haneli enflasyonlarla yaşıyorduk. Kiralar yüksek, gıda, giyim ve beyaz eşyayı bir öncesinde aldığın fiyata alamıyordun. Hükümetler zam verirken % 30-40 civarında zam vermesine rağmen geçinmeye yetmiyordu. Bir beyaz eşya alan kimse bir yıl boyunca sağılmaktan başka bir alış veriş yapamıyordu neredeyse. Çünkü belini doğrultamıyordu. Öncesinde 95, ardından 99 ve 2001 ekonomik krizleri freni patlayan bir kamyon misaliydi. Maaşlar yatacak mı yatmayacak mı endişesi yaşanmadı değil o yıllarda. 

2001 krizinden sonra kendi kendime "Bugünkü aldığım bir şeyi yarın aynı fiyattan alacağım günler gelecek mi acaba? Şayet buna kim sebep olursa oyumu ona vereceğim" demiştim. Nihayet Türkiye o günleri de gördü. Aldığımız şeyler aynen kaldığı gibi kimi eşyanın fiyatları aşağıya doğru bir iniş sergilemeye başlamıştı. Artık eskisi gibi gözümüzde bir aç gözlülük kalmamıştı, ev ihtiyaçlarını karşılamak için yeterince almaya başlamıştık. Çünkü fiyatlar yerinde sayıyordu hep. Hükümet eskisi gibi fazla zam vermemesine rağmen param bereketlenmiş, alım gücüm artmıştı. Çünkü enflasyon dene canavar tek haneli rakamlara inmişti. Zaman zaman dünya ekonomik krizinden etkilense de teğet geçti benim bütçemi. İşte benim aradığım günler, güzel ülkemi iyi günler bekliyor dedim hep.

17-25 Aralık olaylarıyla birlikte enflasyon çift haneli rakamlara doğru çıkmaya başladı. 15 Temmuz’la birlikte yeniden çift haneli enflasyonu yaşamaya başladık. Çünkü Türkiye’ye saldıranlar tek taraflı saldırmıyordu. Hem ekonomiyi baltalıyor, hem de iç savaş istiyorlardı. İç savaşta başarılı olamadılar ama sanırım ekonomik savaşı kazanacaklar gibi. Çünkü kiralar tıpkı 200 öncesi gibi tavan yapmaya başladı, gıdalar ise astronomik bir şekilde fiyat ayarlaması gördü. Yiyecek ve içeceğimize gelen zamlardan haberim vardı ama tereklerdeki bazı ürünlerdeki yüksek fiyatları görünce bu kadar da olmaz dedim.  Daha bit yıl öncesinde 10-12 liraya aldığımız bir kiloluk çayların fiyatları 20 liranın üstüne çıkmış, yüz gram bir bamyanın fiyatı geçen yıl 9-11 lira arasında gezinirken şimdi gördüğüm fiyat 19 lira yazıyor. Varın siz gerisini düşünün. Bir yıl içerisinde bazı ürünlerde neredeyse yüzde yüzün üzerinde bir değişiklik olmuş. Maalesef yerinde sayan bir ürüne rastlamadım.


Enflasyon demek hayat pahalılığı demek, alım gücünün azalması demektir. Bol keseden harcamaya alışmış bizleri iyi günler beklemiyor şayet enflasyon frenlenmezse. Vatandaşın cebinde alım gücü kalmazsa, işsizlik çoğalır, krediler ödenmemeye, kredi kartlarının asgari ödemesi de zora girmeye başlarsa ülkeyi yönetenler için tehlike çanları çalıyor demektir. Vatandaşın cebine dokunan hiçbir hükümet uzun ömürlü olmaz. Vatandaş öncekileri bir kenara attığı gibi bugün sebep olanlara da yol verir. Vatandaşın bu konuda acıması yoktur. Bu yüzden ülke yedi düvelle her alanda mücadele ederken ülkeyi yönetenler ekonomiyi ihmal etmemeli, gerekli tedbiri almalı. Ne yapıp edip hükümetin ekonomiye bir ayar vermesi, millete rahat bir nefes aldırması gerekiyor. Ekonomi alanında bir seferberlik başlatılmalı. Ama nasıl? 20/06/2017

19 Haziran 2017 Pazartesi

Küresel ısınma dedikleri bu olsa gerek

Haziran ayında yaz mevsimini yaşamamız gerekirken kışı yaşıyoruz adeta. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Çoğu zaman doluya çeviriyor, çoğu yerde su baskınlarına sebebiyet veriyor, sebze ve meyveler zarar görüyor. Ekin-harman işleri olması gerekirken hasat işine girişilmedi. Çünkü havalar serin ve yağışlı geçiyor.

Yarım asrı devirdim haziran ayında böylesi bir iklim görmedim. İstemediğimiz ve görmediğimiz kadar kar gördük bu yıl. Hiç olmadığı kadar ısınma için doğal gaz parası verdik. Ramazan geldi, havalar serin gidiyor, gitsin. Çünkü orucu rahat tutarız, serinlik iyidir dedik. Ramazan bitti neredeyse. Havalar bugün ısınır, yarın ısınır derken kışı beklemeye başladık dense yeridir. Daha balkonlara çıkıp oturamadık soğuktan. Kışlıkları utanmasak yeniden çıkaracağız bu gidişle. 

Coğrafya dersine pek ilgi göstermezdim okurken. Bu dersim ne kadar vasat olsa da en azından iklim özellikleri nedir biliyorum. Liseden öğrendiklerimden aklımda kaldığı kadarıyla İç Anadolu'da, karasal iklimin özellikleri hakimdir. Yine de bakayım, bilgilerimi tazeleyeyim dedim. Karasal iklim, “Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlı, yıllık yağış miktarı azdır. Yıllık ve günlük sıcaklık farkları yüksektir. Bitki örtüsü step ve bozkırdır.” şeklinde kendini gösterir bu bölgelerde. Anormal bir şekilde gün be gün yağan yağmur nisan yağmurları desem, değil. Çünkü nisan ve mayısı geride bıraktık. Kırkikindi yağmurları desem, mayıs ve haziran aylarında kırk gün sürer denmektedir. Evet, yağan yağmur olsa olsa kırkikindi yağmurları olur. Diğer adı konveksiyonel yağış. Sellere sebebiyet verir ve dolu şeklinde yağması bir diğer özelliklerindendir. Fakat aniden yağmaya başlayan bu yağmur uzun süre yağmaz denmektedir.

Aslında bu yıl gördüğümüz bu yağmur çeşidi aşağı yukarı kırkikindi yağmurlarının tüm özelliklerini bünyesinde barındırmaktadır. Yıllardır doğru dürüst kış görmediğimiz gibi nisan ve kırkikindi yağmurlarına da hasret kalmıştık. Bu sene kışa doyduğumuz gibi mayıs ve haziran aylarında kendini gösteren kırkikindi yağmurlarına da doyduk. Unuttuğumuz kışı da unuttuğumuz yaz yağmurlarını da bu vesileyle görmüş olduk. Keremine şükür! Mutlaka bir bildiği vardır. İnşallah çiftçilerimiz fazla zarar görmezler. Yağan yağmurlar doğal bir afete dönüşmez.

Bardaktan boşanırcasına günlerdir yağan yağmurları gözümün önüne getirince havalar anormalleşti iyice. Ülke olarak normal günümüz geçmiyor ki havalar normal olsun  diye içimden geçirmiştim. Bu vesileyle zayıf olan coğrafya bilgimi de tazelemiş oldum. Niyetim küresel ısınmaya değinmekti. Sanki küresel ısınma dedikleri mevsimleri yaşıyoruz. Rabbim, kötü günlerden geçtiğimiz bugünlerde bizi bir de altından kalkamayacağımız doğal afetlerle imtihan etmesin. Aniden bardaktan boşanırcasına yağan yağmurların sel baskınlarına sebebiyet verdiğini, ülkenin değişik yerlerinde depremlerin olduğunu gördükçe ister istemez kendi yapıp ettiklerimizden dolayı dünyanın doğallığını bozarak yaşanmaz hale getirdiğimizi ve dünyanın sonunun yaklaştığını düşünmedim değil.


Biz yaşadık yaşayacağımız kadar. Her gün yeni doğan sabileri iyi günler beklemiyor. Rabbim, bundan geri koymasın, altından kalkamayacağımız yük yüklemesin bizlere… 19/06/2017

Mevzuat değişikliğinde devlet niçin kamuoyunun gerisinde?

Basından okuduğumuza göre devlet, memurlarla ilgili kılık kıyafet Yönetmeliğinde değişiklik yapmak için düğmeye basmış. Buna göre memura sakal serbest olacakmış, kravat zorunlu olmaktan çıkarılıyormuş, memurlar kot pantolon giyecekmiş... 

Hayırlısı diyelim ama zaten bu sayılanları kaç yıldır memur serbest olarak kullanıyor. Çoğu kimse sakallı olarak kurumuna gidiyor, herkes istediğini giyiyor, kravatı zaten görmez olduk. Zannedersem bugün memurun fiili hale getirdiği giyim kuşamın mevzuata uydurulmasından ibaret olacak bu değişiklik.

Neden böyle oluyor bu işler? Niçin devlet kılık kıyafette değişiklik yapmada memurun ardından hareket ediyor? Halbuki yetkililer halkın, memurun, kamuoyunun isteklerini daha önce okuyarak onların önünü açma yoluna gitmeli değil miydi? Devletin kılık kıyafette serbest düşünebilmesi ve karar alabilmesi için illaki memurların eylem mi yapmaları gerekirdi? Yönetmelikte yasak olduğu halde kaç yıldır bu ülkenin memuru kot giydi, kravat takmadı, sakal koydu. Bu zamana kadar bu devleti yöneten yetkililer neredeydi? Devlet mevzuatta memurunun arkasından giderek insanlara, "Yapılmasını istediğiniz değişiklik için ilk önce direnmeniz gerekiyor, yoksa ben değişiklik yapmam, bunun yolu benim koyduğum mevcut kuralları çiğnemeden geçiyor, başka türlü avucunuzu yalarsınız. Ağlamayana meme verilmez..." mesajını veriyor. Yarın insanlar hak verilmez, hak alınır diyerek mevcut mevzuatları çiğnemeye başlarsa o zaman ne yapacağız? 

Devlet artık memurunun kılık ve kıyafetiyle uğraşmamalıdır. Çünkü kılık kıyafet yüzünden bu ülkenin insanı az mağdur olmadı. Önemli olan kişinin dış görünüşünden ziyade beyninin içi ve işinde göstereceği efor olmalıdır. Devlet bu kapıyı çoktan açmalıydı. Maalesef devlet yine vatandaşın gerisinde kaldı. Devlet kılık ve kıyafette yapacağı değişiklikle memuruna vereceği haktan dolayı kimse iyi oldu demeyecek, biz direndik sonunda kazandık diyecektir. Bu kılık ve kıyafet yönetmeliği yetkililere örnek olmalı, bundan sonra vatandaşın gerisinde değil, onların önünden gidecek, beklentilerine cevap verecek şekilde yerinde mevzuat değiştirme ve mevzuat çıkarma yoluna gitmelidir. Devletten beklenen de budur.  19/06/2017

MEB, 'Öğretmen Strateji Belgesi' hakkında bilgilendirme yapacakmış!

09 Haziran 2017 günü Resmi gazete'de yayımlanan Öğretmen Strateji Belgesi üzerine basında epey bir yorum yapıldı. Genelde eleştirel bir bakış açısı vardı bu değerlendirmelerde. Belgede geçen öğretmen yeterlilik sınavı ve performans değerlendirme ile ilgili yapılan yanlış değerlendirmeler üzerine Bakanlık 19/06/2017 günü yani Belgenin yayımlanmasından tam on gün sonra öğretmen ve idarecileri saat 10.00'da bilgilendirme yoluna gideceğini açıkladı.

Bakanlığın bilgilendirme yapması kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü yanlış anlaşılan ve yanlış anlaşılmaya müsait, sağa ve sola çekilen yanlışlar varsa mutlaka yetkililer tarafından giderilmelidir. Kanaatimce Bakanlık açıklama yapma konusunda biraz geç kaldı gibi geldi bana. Yetkili ve yetkisiz herkesin Resmi Gazete'de yayımlanan Belge üzerine doğru ve yanlış yorum ve değerlendirmeler yapmasından sonra Bakanlık, yanlışların önüne geçmek için harekete geçti. Keşke Bakanlık hakkınca onca şeyler yazılıp çizilmeden önce personelini kendi içinde bir bilgilendirme yoluna gitseydi daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Çünkü Bakanlığın bu aşamadan sonra söyleyeceği her şey savunma sadedinde olacaktır. 

Biliyorsunuz bu ülkede her şey doğru minval üzerine tartışılmaz. Herkes kendine doğru yontarak ve algı oluşturarak konuşur. On gündür kamuoyunda özellikle öğretmenler arasında oluşturulan bu algıyı Bakanlık yapacağı açıklamayla ne kadarını giderebilecek onu da zaman gösterecek. Eğitim ve öğretimimizi düzgün bir şekilde yürütmesi, yeni kararlar alması, eksik olan yönlerin revize edilmesi için Bakanlığın sorun olarak gördüğü alanlarda mevzuat çıkarması ve neşter vurması kadar doğal bir şey olamaz. Zaten bu, onların görevidir. 

Bakanlık müfredatın değişmesinden tutun da eğitim ve öğretim alanının birçok alanında sahanın içindeki insanlardan görüş aldı ve bunu da çok iyi yaptı. Böylece yapmak istediği hakkında tarafları işin içerisine dahil ederek hem görüşlerine başvurdu, hem de onlara değerli olduğu hissini verdi. Nedense öğretmenleri ilgilendiren bu Belge konusunda bildiğim kadarıyla Bakanlık öğretmenlere "Ben şöyle bir şeyler düşünüyorum, siz bu konuda ne dersiniz" demedi. Dediyse de benim haberim yok. Keşke bu Öğretmen Strateji Belgesini de öğretmenlere bir sorsaydı daha iyi olurdu kanaatindeyim. Kamuoyunda oluşan algıya göre öğretmen bu Belge ile kendisine neşter vurulacağı, kendisinin görevini tam yapmadığı ve kendisinin tek başına sorun olarak görüldüğü hissini edinmiştir. Öncelikle bu psikolojiden öğretmenlerin kurtarılması gerekiyor. Eğer bu algıdan kurtarılmazsa öğretmen bu psikoloji ile verimli olamaz. Çünkü hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değildir. Öğretmen, eğitim ve öğretimde sorun olduğunu, mutlaka neşter vurulması gerektiğini biliyor. Ama bu sorunun çözümünde kendisinin de görüşünün  alınması gerektiğini  ve eğitim alanındaki sorunlarda kendisinin tek başına sorumlu olmadığını düşünüyor. İç ve dış paydaşların hepsine sorumlulukları çerçevesinde bir misyon yüklenmezse bu Belge akim kalır kanaatindedir. Yine de Bakanlığın bu Belge ile ilgili yapacağı açıklamayı öğretmen dört gözle beklemektedir.

Günümüzde her şeyin şeffaf olduğu ve tarafların işin içerisine katıldığı göz önüne alındığında eğitim ve öğretim alanında özellikle öğretmenden verim alınması konusunda öğretmenlerin de sorunun çözümünde işin içine katılmalıdır. Bakanlık yapacağı yenilikleri kamuoyu ile paylaşmadan önce aşağıdan yukarıya kendi personelini öncelikli olarak bilgilendirmelidir. Yani öğretmen kendi ile ilgili yapılacak olan bir tasarrufu önce görsel ve yazılı medyadan duymamalıdır. Öğretmeni öncelikli olarak bilgilendirmek öğretmenin kendini değerli hissetmesini sağlayacaktır ve onun onurunu korumaya yönelik olacaktır. Unutmayalım ki doğrular anlaşılamadığı, anlatılamadığı ve taraflar ikna edilemediği müddetçe doğru olmazlar. Yani anlatamadığın doğru, doğru değildir. 19/06/2017

Aşağıdaki yazının başlığı ne olsun?

1 Ben bir dereye abdest almaya gidiyorum.
2 Bu dere hangi dere?
3 Kanlı elma...
4 Evleneceğin eşte hangi özelliklerin olmasını istersin: Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm...
5 Elmanın Ağırlığı
6 Elmanın diyeti
7 İmtihanın Sonu
8 Boğazdan haram lokma geçerse...
9 Numan'ın gelişi...)
"İmam-ı Azamın babası Sabit küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi bir şahsiyet idi.
Bir gün dere kenarında abdest alırken suda bir elma gördü. Elma suda çürüyüp gidecekti. Abdestini aldıktan sonra elmayı yedi. Elmayı yerken tükürüğünde kan gördü. Daha önce hiç başına gelmemiş bir durum idi. Bunun sebebini yediği elmanın şüpheli olmasına yorarak elmanın sahibini bulup helallik istemek üzere yola düştü.
Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmalar toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler.
Helallik istemek üzere yola düşmüştü anlatılanlara rağmen fikrini değiştirmedi Sabit. Elmanın sahibini bulup meseleyi anlattı. Ya hakkını helal et ya da parasını ödeyeyim dedi.
Bahçe sahibi tek şartla hakkını helal edeceğini o şartın da kızı ile evlenmesi olduğunu söyledi.
Fakat kızının özellikleri ha deyince kabul edilebilecek özellikler gibi durmuyordu. Bahçe sahibi kızını kör, sağır, dilsiz ve kötürüm diye tarif etmişti.
Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızla evlenme karşılığı helal edilecek elmanın diyeti ağır gibi gözükse de, öbür dünyaya kul hakkı ile gitmek istemeyen Sabit tamam diyerek teklifi kabul eder.
Sabit hazretleri düğünden sonra gelinin duvağını açınca neye uğradığını şaşırır. Odada dünya güzeli bir kız vardır. Hemen kayınpederine koşup, Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok der. Kayınpederi tebessüm ederek, Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah’ü Teâlâ mübarek ve mesut etsin der.
Velhasıl İmam Azam Ebu Hanife Hazretlerinin anne ve babasının vasıfları böyleydi..
Bizim temel sorunumuz şu: Ahlakın başlangıcının titizlik bahsi olduğunu unutuyoruz. Titizlik bahsini kendi nefsimiz üzerinden değil başkalarının davranışlarını denetlemek üzere devreye sokuyoruz." Fatma Barbarosoğlu 19/06/2015


İmam dediğin böyle olmalı!


Otomatik alternatif metin yok.
Yan taraftaki yazı bir caminin duyuru sayfasına görevlinin yazdığı bir duyuru. Herkesin dikkatini çekmiş olmalı ki sosyal medyada epey ses getirdi. Sizin ne kadar dikkatinizi çekti bilmiyorum ama bana enfes bir duyuru geldi. Böyle bir yazıyı akıl edip duyuru sayfasına yazan  görevliyi tebrik etmek lazım.

Durumumuzu en güzel şekilde ifade eden bir yazı. Kimseyi kırmadan, dökmeden, kimseyi suçlamadan ince bir gönderme imamın yaptığı. İnce bir zekanın ürünü desem çok abartmış olmam. Helal olsun bu görevli kardeşime. Nazik bir üslup. Özellikle din görevlilerinde olması gereken bir bir dilin yazıya dökülmesi. Buram buram zeka kokuyor. 

Bu görevli kimdir, necidir, hangi ilin hangi camisinin görevlisidir, cemaatiyle arası nasıldır, dini bilgisi, satıcılığı ne kadardır bilmem ama sadece gördüğüm bu yazı bana bu cami cemaatinin çok şanslı olduğunu anlatıyor. Ramazan ve cumalarda camileri dolduran bizlere ince bir gönderi var bu yazıda. Sekiz cümlede anlatmış maksadını.  "Muhterem kardeşlerim! Sizleri sadece cuma, bayram ve teravihlerde değil diğer vakit namazlarında da görmek istiyoruz. Şu anda şenlendirdiğiniz gibi sair günlerde de sizleri aramızda görmek isteriz." demek istemiş. Bunu da nazik bir üslupla kısa ve öz olarak ifade etmiş. Bu imam usul biliyor. Çoğu zaman iyi niyetle yaptığımız birçok davranışımız cemaati kendimizden soğutuyor. Çünkü çoğu zaman  vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzden kaynaklanır.  "Gelmiyorsunuz, gitmiyorsunuz, sadece ramazanlarda selam veriyorsunuz, ramazan Müslümanlığı gibiyiz..." şeklinde cemaate karşı suçlayıcı bir dil kullanırız. İşin garibi camiye gelenlere kızarız. Hep onları muhatap alırız. Camiye gelmeyenlere karşı hiç mesajımız olmaz.

İmam kardeşimizin kısa, nezih sözüyle çok şey ifade ettiği bu notu inşallah tüm cami görevlilerimize ve din adına söz söyleyenlere örnek olur. Çünkü dini anlatmada, nasihat etmede güzel ve tatlı üslup önemlidir. Rabbim! Sayılarını çoğaltsın böylelerinin... 19/06/2017