22 Nisan 2017 Cumartesi

Çocuklar duymasın/görmesin *

2000'li yıllarda özel kanalın birinde haftada bir ekrana gelen "Çocuklar Duymasın" adında bir TV dizisi vardı. Karı-koca arasındaki  geçimsizlik ve sıkıntıların mizahi bir şekilde işlenmeye çalışıldığı bu filmde sıkıntıların çözüm yeri çocukların yanı değil, mutfaktı. Ne zaman anlaşamadıkları bir sorun olsa birbirlerine bakar: "Haluk! Mutfak, Meltem! Mutfak" derlerdi. Tartışmalarını çocukları duymazdı. Sanırım final yapmadı. Hala yayında.

Bu dizinin bir zamanlar izleyeninin de fazla olduğunu düşünüyorum. İlk gösterime girdiği zamanlarda biraz izledim. Güldürürken düşündürüyordu. Sonra yenilenme ve gelişme olmadığı için birbirinin tekrarı gibi görmeye başladığımdan izlemeyi bıraktım. Filmin aklımda kalan en güzel yönü sorunların giderildiği ve tartışmaların yapıldığı yerin çocuklarının yanı olmamasıydı. Çocukları farkına varsa bile meselelerini ayrı bir yerde çözmeye çalışırlardı.  Bu TV filmini izledik izlemeye ama o dizinin her şeyini unutsak da aklımızda kalması gerekenin sorunlarımızı çocukların gözünün önünde yapmamamız gerektiğiydi.

Büyüklerin, yetkililerin, siyasilerin aralarındaki sorunu çözmek için ekran ve meydanları seçtiğini görünce filmden eser kalmamış dedim kendi kendime. Malumunuz referandum yaşadık beraberce. Sonuçlar birbirine yakın çıktı. Kavganın fitili de seçim akşamı tutuşturuldu. Kılıçlar çekildi. Çünkü yenilgiden sonra çıngar çıkarmak mubah bizde. Hele bir de oranların birbirine yakın çıkması bir fırsattı içimizdeki fırsatçılar için. Referandum iptal edilmeliydi. Çünkü hile karıştı vb. isnatlar eksik olmadı bir kaç gün içinde.

Referandum sonrası dersime girdim. Konumuz da emanet idi. İster maddi, ister manevi geri almak üzere verdiğimiz her şey emanet kavramı içerisine girer, emanete ihanet etmememiz gerektiğini ifade ettim. Ardından, çocuklar pazar günü bir referandum yapıldı, bu referandumda kullanılan her bir oy sandık kurullarında görev yapanlar için bir emanetti. Orada bize verilen görev de bir emanetti. Görüşümüze uygun olsa da, uygun olmasa da her bir oyu korumamız gerektiğini ekledim. Ben bu şekil konuşmaya devam edince sınıftan ekseriyet parmak kaldırdı. Söz verdim kendilerine. Her söz alan oyların nasıl çalındığını, oyların nerelerde bulunduğunu, sayımda haksızlık yapıldığını, birinin tercih mührünü nasıl evete bastığını, oyların mühürsüz olduğunu...anlatmaya çalıştılar. Ekranlarda etkili ve yetkili kişilerin dile getirdiği tüm ithamlar 12 yaşındaki çocukların ağzındaydı. Anlaşılan kaybedenler seçim gecesi ürettikleri mazeret, gerekçe, iftira ve ithamlarla başarılı olmuşa benziyorlar. Çocuklara, işte çocuklar! Kendilerine sandıkta görev verilenler sorumluluklarını tam yerine getirmediklerinden yani emanete ihanet ettiklerinden kaynaklanıyor bunlar, dedim.

Çocukların bu şekilde büyüklerin ithamlarını aynen tekrarladıklarını görünce geleceğimiz adına üzüldüm gerçekten. Ülkemizin geleceğini ilgilendiren önemli bir referandumu ağzımıza ve yüzümüze bulaştırdığımızı ev ortamlarında veya ekranlarda maalesef çocuklarımıza da duyurmuşuz. Çocuklar bilinçaltlarına yerleşen bu duygularla büyüyecekler. Seçimlerde, referandumlarda demek ki hile yapılabiliyormuş, şaibe de olabiliyormuş, bazı oyları saymamışlar, zarflar mühürsüzmüş…diyecekler. Bu tür tartışmalar çocukları iyi yönde eğitiyorsa buyurun tartışmalarımızı onların gözü önünde yapalım. Hani edep sahibi birine: “Edebi nereden öğrendin” diye sormuşlar. Adam: “edepsizlerden” şeklinde cevap vermiş. Keşke böyle bir faydası olsa... Ya çocuklar büyüyünce “Büyüklerimden böyle gördüm, seçimlerde hile yapılabiliyormuş” derlerse ne yapacağız?

Seçim veya referandumda itirazlar mutlaka olacaktır. Bu itirazların yapılacağı yerler kanunen bellidir. Ekranlarda dillendirerek insanların kafasında şüphe oluşturmanın bir manası yok. Farkına varmadan suçu meşrulaştırmış oluruz. Hile vardır veya yoktur tartışması yapacaksak bu işi çocuklardan uzak bir ortamda yapmak lazım. Bu yolu, yöntemi, bu inceliği bilmeyenlere “Çocuklar duymasın” dizisini birkaç bölüm izlemelerini tavsiye ederim. İnanın eğer amaçları bağcıyı dövmek değilse öğrenecekleri çok şey var o dizide. 22/04/2017

* 26/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Gençlerin umutlarını tüketmeyelim*


Türkiye umutlar ülkesi. Gençlerin maratonu daha ilkokulda iken başladı. Ailesi tarafından önce iyi bir okul ve iyi öğretmen arandı. Ortaokulda iyi bir liseye gidebilmek için öğrenci TEOG’a hazırlandı. Lisede ise YGS ve LYS sınavlarında başarılı olmak için ter döktü. Kazandığı yere 18 yaşında kayıt yaptırarak 4-5 yıl üniversite okudu ve mezun oldu.

Sırada KPSS vardır. Üniversitede iken başladığı sınavlara hazırlık aşamasını kendisi için hayat-memat meselesi olan KPSS ile devam ettirdi. KPSS puanına göre bir yere atandıysa dünya onundur. Atanamadıysa tüm umutlar ertesi yıla artık. İki yıl öncesine kadar durum bu şekilde idi. KPSS’de atanabilecek yeterli puanı almak. İki yıldır durum değişti. KPSS puanı sadece mülakata çağırabilmek için vardır. Başka bir yerde kullanılmaz.

Eğitim fakültesini bitirmiş, geçen yıl KPSS'ye giren üniversite mezunları öğretmen olabilmek için Türkiye'nin bazı bölgelerinde kurulan komisyonlar marifetiyle Nisan-Mayıs aylarında mülakata girecekler. Tek gayeleri devlette sözleşmeli öğretmen olabilmek. Bu yıl MEB değişik branşlarda 60 bin adayı sözlü mülakata çağırdı. Bunların içinden 20 bin tanesini atayacak. Atanan öğretmen atandığı yerde 6 yıl sözleşmeli olarak çalışması gerekiyor.

23-28 yaş aralığında olan gençlerin çoğu öğretmen olabilmek için komisyonların önünde ter dökecek. Mülakatların çıkarılış nedeni, terör örgütü vb yapılarla ilişiği olan mezunları öğretmen olarak atamamak. Niyet güzel…ama orta yerde mevzu bahis olan sözlü mülakat. Ne demek sözlü mülakat? Adamını bulanın yüksek puan alabileceği bir sistem yani torpil demektir. Bölgelerde kurulan her bir komisyonun verdiği puanlar diğerine göre faklılık gösterebilir. A bölgesindeki komisyonun en yüksek puanı 99, ise B yerindeki komisyonun en yüksek puanı 88 olabilir. Bu durumda A komisyonunda mülakata giren öğrenciler B’ye göre atamada daha şanlı olabilir. Madem gerek görüldü bu gençler sözlüye alındı. Bari mülakatta geçer puanı alanlar KPSS puanına göre atansalar. Haydi, gencimiz KPSS’de mülakata girebilecek puanı aldı, sözlüden de atanabilecek yüksek puan verildi. Altı yıl görev yapabileceği yerde göreve başladı. İş yine bitmedi. Bu şekildeki öğretmen bir yıl sonra yeniden sözlü mülakata alınacak.

Bu gencimiz önüne konan tüm etapları geçti diyelim. Bu genç atandığı yerde en az altı yıl kalacak. Yaşı sanırım Cahit Sıtkı’nın deyimiyle ömrün yarısı olacak. Bu genç ne zaman evlenip çoluk-çocuk sahibi olacak? Bu durum atanan kimseler için bir handikap. Ya atanamadıysa yeniden KPSS, mülakat…vb maraton devam edip gidecek. Bir zaman gelip atanırsa hayata bağlanacak, atanamazsa umutları her geçen yıl sönmeye devam edecek.

Sözlü mülakatlar çok adil olabilir, en uygun adayı seçmek için çaba sarf ediliyor olabilir. Bunu bilemem. Ama aileler ve mülakata girecek gençlerin gözünde mülakat objektiflikten uzaktır. Dayısı olanın yüksek puanlar alabileceği yerler olarak düşünülmektedir. Halk nezdinde de bu şekilde bir algı var. Daha sıcağı sıcağına bir referandumdan çıktık. Bu referandumda 18 yaşını dolduran bu gençlere vekil seçilmenin önünü açtık. Vekil seçilmesinin önünde hiçbir engel olmayan bu gençler maalesef bir öğretmen olmak için girmedikleri delik kalmayacak bu gidişle. Bu sözlü ile öğretmen alma, sakat bir sistemdir. Gençlerin umudunu tükettikleri bir yöntemdir. İki tane teröristin öğretmen olabilmesinin önüne geçebilmek için girdiğimiz bu yol binlerce genci hayattan koparır. Tez elden bu uygulamadan vazgeçilmelidir. Herhangi bir yapıya ait örgüt elemanının devlette görev alması istenmiyorsa bu gençler KPSS’ye girmeden önce bir güvenlik soruşturmasından geçirilmelidir. Bağlantısı tespit edilen KPSS’ye alınmamalıdır.

Ülkemizin geleceğinde şu ya da bu şekilde söz sahibi olacak olan bu gençler -bu şekil alımlarla- sadece bu işi yapanlara küsüp düşman olurlar. Hayatları boyunca hep muhalif olurlar. Yol yakınken bu şekil bir öğretmen alımından tümüyle vazgeçilmelidir. Ayrıca bu gençlerin terörist olup olmadığı komisyonun önünde beş dakika durmayla anlaşılmaz. Devletin istihbaratının elinde her kişi hakkında iyi bir çetele olmalıdır. Devlette çalışmasında sakınca görülenler pekala iyi bir güvenlik soruşturmasıyla tespit edilebilir. İki suçluyu eleyeceğiz diye bu gençleri hayattan koparmayalım.


Kutlu Doğum Haftasının bu yıl ki teması ‘güvenilir olmak’ idi. Gelin güven ve adaleti elden bırakmayalım. Atamalarda liyakat ve ehliyeti esas alalım. İnsanlar rızkını bir şekilde temin eder ama güven ve itimadın yok olduğu, ehliyet ve liyakatın geri plana itildiği yerlerde ne iç barış olur, ne de insanlar birbirine güvenirler. 22/04/2017

* 24/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Nisan 2017 Çarşamba

"Seçimlerde hile var" psikolojisi **

Bir referandumu daha geride bıraktık. Sonuca sevinenler oldu, üzülenler de. Bir yerde seçim varsa mutlaka biri kazanacak, diğeri kaybedecek. Bu demokrasinin, müsabakanın bir gereğidir. Seçim bitti bitmesine ama kimi sonucu hazmetti, kimi ise içine sindiremedi. Siyasi partiler sandık başlarında görevli sandık kurulu üyelerinden ve partili müşahitlerinden aldığı sonuçlarla YSK'nın açıkladığı sonuçlar arasında bir çelişki varsa itiraz etme hakkına sahiptir. Bu da demokrasinin bir gereğidir.

Referandum sonrası bazıları seçime hile karıştı iddiasıyla vatandaşın kafasını karıştırmaya çalışıyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Unutmayalım ki, bir şeyin şuyuu, vukuundan beterdir. Bu düşünceye sahip olup meydanlarda dillendirenlerin niyetlerini gerçekten bir sorgulamak lazım. Gerçekten niyetleri nedir? Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Amaç üzüm yemekse mesele çözülür. Yok, eğer amaç bağcıyı dövmekse bunun tedavisi yoktur. Çünkü maalesef mızıkçılığın, kafa karıştırıcılığın tedavisini halen tıp bulamamıştır. Her partinin üyesinin bulunduğu sandıklarda, herkesin gözünün önünde cereyan eden oy verme ve sayma işlemlerinde ve sonucunda tutulan tutanaklarda nasıl hile olur? Bunu anlamak zor. Mindere çıkan güreşçi bir defa yenileceğini de hesaba katarak mindere çıkmalıdır. Yoksa her müsabakadan sonra itiraz insanları bezdirir. Bu, seçmene ve kendi üyelerine güvensizliğin bir göstergesidir. Demokrasinin bir gereği olan seçimlere gölge düşürmekten başka bir amaç taşımaz. 

Bizde bir atasözü var: Yenilen güreşçi güreşe doymaz diye. Bugün bu mızıkçılık yapanlar güreşmekten ziyade her güreşten sonra yenilgilerine mazeret ve gerekçe bulmada baya maharet kazanmış oldukları görülmektedir. Hile sözünü dillerine pelesenk yaparak ülke içindeki vatandaşların kafasında bir algı ve yurt dışına karşı da ülkeyi zor durumda bırakmaktan başka bir işe yaramayan bu kişilerin özellikle hile sözü kendilerinin geçmişte yaptıklarıyla birebir örtüşmektedir.  Çünkü o hatayı yapanlar gelip geçmiştir. Yine bizde "Dil kalbin aynasıdır" diye bir atasözümüz var. Sahi bu hile sözü nereden akıllarına geldi. Ben kimseyi geçmişte babasının, anasının, partisinin yaptıklarıyla eleştirmem. Ama bugünkü seçimlere hile karıştı diyenler ilk önce kendi geçmişlerine bakmalarında fayda vardır. Şaibe, hile arayan ilk önce 1946 seçimlerine baksın. Çünkü bu seçimde açık oy ve gizli sayım uygulaması yapılmıştır. Sahi üyelerinin ıslak imzasıyla tutanak altına alınan bu seçimde hile var demek sağlıklı bir insanın psikolojisi değildir. Seçime hile karıştı diyenler ilk önce bu millete hilenin ne olduğunu bir anlatsınlar, millet öğrendikten sonra hile olup olmadığını söyler. Bu ithamları, üzümü çifter çifter yiyen amanın karşısındaki amaya üzümü niye çifter çifter yediğini sormasına benzer.  Adam: Arkadaş sen amasın, nereden gördün çifter yediğimi diye sorunca, "Ben çifter yiyorum" cevabı verdiğini hepiniz bilirsiniz. Görev yaptığım bir ilçede daha önce benim kendi doğup büyüdüğüm yerde görev yapan bir emniyet amiriyle tanıştım. Her karşılaştığımızda bana ilçemizdeki bazı insanların ne yaptığını sorardı. Sorduğu kişiler de hep hırsızlık vb suçuyla ün yapmış kişiler olunca bir gün dayanamayıp sordum. Amirim! Benim ilçemde o kadar görev yapmışsın. Kaç defa karşılaştık. Bana hep suça karışmış insanları sordun, senin arkadaşların hep bunlardan mı idi, hiç iyilerle arkadaşlık yapmadın mı diye sordum. Bana gülerek: "Biz emniyetçiyiz. Onlarla aramızı iyi tutarız ki ilçede her hangi bir vukuat olunca haberi onlardan alırız biz. Bizim haber kaynağımız onlar. Bir yerde teyp mi çalındı. Birisinin kapısını çalarız. ‘Amirim, teyp çalma işini falan yapar.’ Koyun mu çalındı? ‘Amirim koyun işini ancak falan yapar’ cevabı alırız. Çalıştığım dönemde hiç faili meçhul bir olay kalmadı, hepsini aydınlattık. Hepsini de bu yöntemle çözdük" dedi. Garibime giden bu dostluk işinin hikmetini de bu şekilde anlamış oldum.

Bırakalım iftirayı, çamur atmayı, kafa karıştırmayı. İnsanlara karşı hüsnü zan beslemeyi öğrenelim. Kaybettiğimiz zaman sonucu hazmetmeyi öğrenelim. Eğer iyi niyetli iseniz, biz niye her seçimi kaybediyoruz? Millet niçin bizim görüşümüzü tercih etmiyor? Bunu sorgulayalım. Eğer bunu yapmazsanız bundan sonraki seçimlerde de  kaybedeceksiniz. Şimdiden mazeret, gerekçe, bahane, iftira ve çamur atacak bir malzeme bulun. Benden size bir dost nasihati… 19/04/2017

** 20/04/2017 günü kahta.soz gazetesinde yayımlanmıştır.


18 Nisan 2017 Salı

Hz Muhammed’i anmak ve anlamak**


Bugün 20 Nisan 571 tarihinde dünyaya teşrif eden Hz Muhammed’in  doğum günü. Ülkemizde 1989 yılından beri onu anlamak için adına programlar düzenlenen ender kişilerden biridir.  Hz Muhammed sadece doğum gününde değil asırlardır günün her bir saatinde adından çok söz ettiren bir kişidir. Biz de bugün burada onu anarken anlamaya çalışmak için toplanmış bulunmaktayız.

Her sene kamu kurum ve kuruluşlarınca ve okullarda Peygamberi anma programları yapılır. Biz de bu yıl Milli Eğitim Bakanlığının tavsiyesi gereğince “Kutlu Doğum Haftasını” okulumuzda farklı bir etkinlik dizisiyle süslemek  istedik. Gönüllülük esasına dayalı olarak öğrencilerimizin arasında Kur’an-ı Kerim ve Yasin süresinin okunmasını istedik. Öğrencilerimiz cüz almak için adeta birbirleriyle yarıştılar. Bu okuma etkinliğine velilerimiz de katılmak suretiyle bugün itibariyle  11 hatim, 200 Yasin okunmuştur.* Ayrıca okul panolarımız süslenmiştir. Burada amaç öğrencilerimizi Kur’an okumaya yönlendirmekti. Yüksek bir katılımla bunu sağlamış olduk. Kur’an etkinliğine katılan ve katılmayan tüm öğrencilerimize teşekkürlerimizi sunarız. Allah okuduklarımızı anlamayı ve anladığımızı yaşamayı nasip etsin inşallah. Yine cüz alarak bu etkinliğe katılan velilerimize de şükranlarımızı ifade ediyoruz.

Okulumuz Din Kültürü zümresi olarak “Kutlu Doğum Haftası” adına anma programı yaparken niyetimiz adını çokça andığımız, her yıl kutladığımız Kutlu Nebinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Şunu hepimiz biliyoruz ki Peygamber yaşantısıyla bizim için örnek olmuştur. Özellikle onun ahlakı Kur’an ahlakı idi. Biz de yaşantımızda onu örnek almalıyız. Okuduğumuzu, anladığımızı pratiğe dökmek zorundayız. Peygamber cömert ve yardımsever mi idi? Biz de cömert ve yardımsever olalım. (Burada cömertlikte öğrencilerimizi tebrik ediyorum. Sene başından beri her sınıf bir yetimin aylık giderini karşılamak için günlük sadaka kutularına harçlıklarından para atmaktadırlar.) Hoşgörülü mü idi? Biz de öyle olalım. Herkese hakkını veren adalet timsali mi idi? Biz de adil olalım. Emaneti ehline mi verirdi?  Biz de işe almalarda liyakatı esas alalım. O, çalıp çırpmadı mı? Biz de özellikle kamu malını kendi malımız bilelim. Yetimi, öksüzü, kimsesizleri korur muydu? Biz de öyle yapalım. Çalışanın hakkını tastamam verir miydi? Biz de verelim. Merhametli mi idi? Biz de karıncayı bile incitmeyelim. Güvenilir biri mi idi? Biz de -bize güvenmeyenler varsa- güven verelim. Eminse emin olalım. Hep doğruyu söylediyse doğru olalım. Namus abidesi miydi? Biz de bize emanet edilenlere göz dikmeyelim. Cesur mu idi? Şecaat sahibi olalım. Haksızlık karşısında zalimlere karşı susmadıysa biz de susmayalım. Eşine ve çocuklarına karşı iyi mi davranırdı? Biz de iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir baba olalım. Kendisi için istediğini kardeşi için de ister miydi? Biz de öyle olalım. Rahatına düşkün biri mi idi? Değilse biz de rahatımıza düşkün olmayalım. İnsanları tanımadan haklarında dedikodu kültürüyle karar vermemişse biz de öyle yapalım.

Bizim için örnek olan yaşantısından hiçbirini uygulayamasak da sadece ‘Emin’ özelliğini hayatımıza tatbik etsek, İslam’a ve Müslümanlara mesafeli duranlar bize: “Görüşlerinize katılmıyorum ama çok dürüst, güvenilir” deseler nasıl olur? Yaşantımız peygamberin yaşantısına uymuş ve böylece ahretimizi de kurtarmış oluruz.

Az sonra okul olarak yaptığımız hatimlerin ve okuduğumuz Yasinlerin duasını yapacağız. Öncelikle şunu söyleyeyim. Okunan her bir Kur’an diriler yani bizler içindir. Kazandığımız sevaptan hem Peygamberimize, hem şehitlerimize de armağan etmek, TEOG sınavına girecek öğrencilerimize de başarılar dilemek istiyoruz.

Konuşmamızı Hz Muhammed’in bir sözüyle noktalamak istiyorum: Ya öğrenen ol, ya öğreten, ya dinleyen ol, ya da bunları seven. Sakın ola ki beşincisi olma.

Bu vesileyle yaptığımızı etkinliğe maddi ve manevi desteğini esirgemeyen, cüz ve Yasin okuyan, pano düzenleyen tüm veli, öğrenci, öğretmen ve yöneticilerimize teşekkür ediyorum.


Rabbim hepimizi Peygamberi anlayan ve onun yolundan giden kimselerden eylesin. 18/04/2017

* Okunan hatip, Yasin, Salavat eklenecek
** Bu yazı Okulumuz Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde yapılacak konuşma için kaleme alınmıştır.

Seçim torbasını teslim edebilmek bir savaşı kazanmak gibidir

Herhangi bir seçimde görev aldınız mı? Aldıysanız sandık başkanlarının ne çektiğini bilir. Görev almayıp evinizde  ayaklarınızı uzatarak çayınızı yudumlarken seçim sonuçlarını izliyorsanız dünyanın en bahtiyar insanısınız demektir. Size bu yazımda sandık başkanının seçim torbasını teslim etme aşamalarını ve aştığı her aşamada çektiği sıkıntıyı dile getirmek istiyorum.

Sandık başkanının işi seçim günü sabahın 07.00'sinde başlar. Birleşik oy pusulasını ve zarflar sayma ve mühürleme işini yapmazsa pisliğini YSK temizleyen başkanlar 08.00'e kadar görevli olduğu sandık kurulunda pinekler durur. Yok, ben görevimi yapacağım dersen önce zarfları, ardından oy pusulalarını sayacaksın. Zarf ve pusulaları her saymada da üyeler farklı farklı rakamları bulur ya neyse. Sonunda sayıyı tutturduktan sonra zarf ve pusulaların arkasını sandık mührüyle mühürlersin, mühürlerken mürekkep diğerine bulaşmasın diye gerekli itinayı gösterirsin. Nefes nefese 08.00 oy verme saatine kadar ortamı oy vermeye hazır hale getirirsin. Üyeler arasında görev taksimi yaptıktan sonra başkan olarak fazla bir işin olmaz. Akşam sayım esnasında tutulması gereken evrakın altında ıslak imzası bulunması gereken üyelerin isimlerini yazarsın. Oy verme işlerinin herhangi bir aksamaya meydan vermeden yürümesi için sürekli sağı solu kolaçan eder. Meydana gelen herhangi bir aksaklığa müdahale edersin.

17.00 itibariyle oy verme işlemleri bitince iki üyeyi yazma işiyle iki tanesini de zarftan oy pusulasını çıkarmakla, diğer üyeyi de açılan zarfları düzenli bir şekilde tertiplemesi için görevlendirirsin. Sen de ayakta gelen oy pusulalarını hangi partiye veya evet mi hayır mı olduğunu herkese göstererek okursun. Belli bir sayıda okuduktan sonra zaman zaman yazmanların partilere attığı çeltiklerin eşit bir seviyede gidip gitmediğini test edersin. Oy sayma işlemleri bittikten sonra tutulması gereken tutanakları tutar, üyelere altlarını imzalatır, YSK'nın istediği şekilde çuvalın içine, son yıllarda ayrıca verdiği zarfın içine konması gerekenleri tek tek koyar, çuvalın ağzını bağlar, zarfın ağzını yapıştırır, üyelerle tek tek vedalaşırsın. Bilgileri doğru girdin mi, tutanakları düzgün tutun mu, zarf sayısı, çıkan oy sayıları, geçersizlerle birlikte, seçmen imza sayısını tutturdun mu gemisini kurtaran kaptansın. Üyeler evlerine giderken  sen sırtında çuval dışarı çıkarken seni polis karşılar. Hep beraber gideceğiz diye diğer çuvalların da gelmesi beklenmeye koyulur. Beklerken tam ağaç olmaya ramak kala şükredersin, çünkü son çuval da gelmiş olur. Polis çuvalları bir arabaya yükler, başkanlara da ardından takip etmesini ister. Yolda birbirimizi kaybetsek de adliyenin önünde polis bizi arar, biz de polisi. Nihayet buluşuruz. ilgili ilçe seçim kuruluna doğru yola çıkarız. Buraya kadar anlattığım rutin işlemler. Bundan sonraki çekeceklerimize göre yok mesabesindedir.

Seçim kurulunun kapısında görevli polisle karşılaşırsın. İçeriye onar onar sayıyla alır. Tam sana sıra gelir, sen bir sonraki gruba kalırsın. Nihayet sana da sıra gelince içeriye girersin. Tam bir mahşer yeri. Karşına I.aşama mührü teslim etme, II.aşama 129/A tutanağını kontrol yeri, III.aşama 129 ve 129/A tutanağını teslim etme, IV.aşama, mutemet dilekçesi ve 142 belgelerini teslim, V.aşama, tercih mühürlerini teslim, VI.aşama kırtasiye malzemelerini teslim levhalarını görürsün. Sırtta çuval, diğer tek el ile zarftan istenen evrakı çıkararak her bir aşamada istenileni vermek için kalabalıklar arasında evrakını teslim etmeye çalışırsın. Her bir aşamayı geçtikçe ya Rabb! Şükür sana dersin. Nihayet ufukta VII.aşama karşına gelir. Burası da çuvalın teslim edilme yeri ve teslim-tesellüm belgesinin imzalandığı yer. Bunu da yaptın mı geride senin geçtiğin evrelerin her birini geçen başkanlara savaştan çıkmış ve savaşı kazanmış bir komutan edasıyla bakarsın. Mutluluğuna diyecek yoktur. TV karşısında kazanan dört köşe olurken biz de seçim torbasını teslim etmenin zaferini yaşarız. İçimiz kıpır kıpırdır artık. Hiç oyalanmadan hemen terk edersin o koridoru. Araban varsa arabana atlarsın, yoksa toplu taşımanın gelmesini beklemeye koyulursun.

Nihayet yorgun ve bitkin bir şekilde evine gelirsin. Sonuçlara bakmak için TV karşısına geçtiğinde sonuçların çoğunun açıklandığını görürsün. Geriye kalana biraz bakayım dersin, oturunca yorulduğunu anlarsın. Bundan sonra seçim sonuçları da pek fayda vermez. Çünkü bitkinlik seni bir şey izletmeye izin vermez.

Her seçimden sonra seçim kurulları öbür seçime daha düzenli olurlar, torbayı teslim etme bir daha bu şekilde düzensiz olmaz dersin. Maalesef gördüğün manzara yine aynı. Halbuki herkesi rastgele içeriye almaktansa aşağıya bir sıramatik konsa gelen sırasını alsa, sırası gelen ilgili yere gitse kimse eziyet çekmemiş olur. Ama seçim kurulunun böyle bir derdi yok. Onun derdi öyle eziyet edeyim ki kendilerini bu şekilde yazı konusu edinelim. Öyle her gelen beklemeden, itiş-kakış yapmadan torbasını teslim ederse adamlar yazı konusu olmazlar. Ne diyeyim Allah hayrınızı versin sizin ey seçim kurulları. O teslim etme görüntüleri hoşunuza gidiyorsa yapmaya devam edin. Yok sizin de hoşunuza gitmiyorsa lütfen gereğini yapın! 18/04/2017





17 Nisan 2017 Pazartesi

Koltuğu gönüllü bırakabilmek

Parlementer sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçmek için yapılacak referandum için tarafların hepsi sahadaydı.

Hepsi de samimiyetle görüşünü savundu. Çoğu yeni bir kazanım elde etmek veya mevcut kazanımını kaybetmemek için uğraştı. Ama içlerinde biri vardı ki, makamını  kaybetmek ve bırakmak için çalıştı propoganda boyunca. Çoklarının yaptığı gibi istemem yan cebime koy demedi. Sonunda Türkiye'nin 3.makamı olan koltuğundan vazgeçti. Giden koltuğa tüh bile demedi. Helal olsun!

Diğergamlık dedikleri bu olsa gerek. Samimiyet, içtenlik, sadakat, feda, feragat arayan bu kişiye baksın.

Sahi, kaç kişi yapar bunu. Tarih, ucunda kendi koltuğunu bırakmak olan bu adamı unutmayacak, hep anacak. Makam, mevkide gözü olmayanı görmek için ona bakın diyecek. 17.04.2017

Karşıt cinsle tokalaşma veya tokalaşmama duyarlılığımız

Karşılaştığımız birine selam vermek, tokalaşmak, hal-hatır sormak insani davranışlarımızdandır. Aramızdaki sıcaklığı ve muhabbeti ifade eder. Hatta bazıları bu muhabbeti göstermek için işi sarılma ve kucaklaşmaya kadar götürür. Hoş geldin karşılamalarında elini vermediğin zaman kibirli bir tavrı vardı, elini bile uzatmadı deriz. Hasılı tokalaşma bizde yaygındır. Bu muamele; erkeğin erkekle, kadının da kadın arasında daha yaygındır.

Pazar günü malumunuz seçim vardı. Sabah 07.00'den akşam 20.30'a kadar sandık kurulu başkanlığım dolayısıyla görevli olduğum salondaydım. Öğleden sonra belediyeden bir görevli geldi: "Belediye başkanı ziyaretinize gelecek" diye. Az sonra ardında kurmaylarıyla birlikte belediye başkanı girdi içeriye. Sandık başında bulunan 6 üye ile tek tek tokalaşıp hal-hatır sordu. Ardından diğer kurulları ziyaret etmek için ayrıldı.

Gelen belediye başkanı bayan idi. Kimsenin tokalaşıp tokalaşmamasını sorgulayacak, ayıplayacak değilim. Fakat bizde karşıt cinsler genellikle karşılıklı selamlaşırlar, hal-hatır sorarlar, hoş geldin, güle güle derler. Nezaket ve protokol kurallarımızda da tokalaşma vardır. Hatta kurallara bağlanmıştır. Eli önce kimin uzatmasına varıncaya kadar inceden inceye düşünülmüştür. Bunlardan biri de bayanla tokalaşma. Bayan elini uzatmadan erkeğin elini uzatması protokol kurallarına göre nezaketsizlik olarak değerlendirilir.  Dinimiz, inancımız, kültür ve değerlerimizde de birbirine nikah düşen kadın ve erkeğin tokalaşması bazılarının garibine gitse de bu milletin ekseriyeti tarafından pek sıcak karşılanmaz.  Bu konuda duyarlı olanlar gerekli özeni gösterirler.

Dün duyarlılık gösterenlerin veya duyarlı olmaları gerekenlerin bugün o duyarlılığı geri plana ittiğine şahit oluyoruz. Sayın başkanın kendi belediye sınırları içerisinde yapılan bir seçimde sandıkları gezmesi, hal-hatır sorması güzel bir davranıştır. İçeri girip: “Sayın arkadaşlar! Kolay gelsin, işinizde başarılar dilerim, nasıl gidiyor, yapabileceğimiz bir şey var mı” diyerek ayaküstü meramını anlatıp kendini gösterebilirdi. Ne gerek vardı, herkesle tek tek tokalaşmasına. Sanki zorunlu bir hal varmış gibi?

İsteyen istediğiyle, istediği zaman ve ortamda tokalaşır. Burada demek istediğim nerede kaldı dündü duyarlılıklarımız? Dünkü  yaptıklarımız mı doğru idi, yoksa bugünkü yaptıklarımız mı? Eğer dünkü yanlışsa “Ne de bağnaz düşünüyor muşuz? Boşu boşuna duyarlılık göstermişiz dün. Şükürler olsun! Doğruyu bulduk” denebilir. Bugünkü yaptığımız gibi herkesle tokalaşmaya devam ederiz. Yok…bu,  yanlış. Hala dünkü duyarlılığı taşıyorum, burada mecbur kaldım” deniliyorsa kusura bakmayın! Hiç de mecbur değildiniz. Kimse ziyaretiniz esnasında başkan ve üyelerle tokalaşmadığınız zaman ayıplamazdı sizi. Evimde işim yoktu, vakit geçirmek, oyalanmak istiyordum diyorsanız, deseydiniz biz size iş bulurduk. Sana da bir sandalye verir, oy verme işlerinin daha sağlıklı yürütülmesinde bize yardımcı olurdunuz?

Makamlar bugün var, yarın yok.Bir makamı temsil etmek demek gördüğünüz herkese el uzatmak değildir. Protokolda mecbur kalırsan yap gereğini. Üstelik orada da el uzatma işi senin tekelinde bilesin. Savrulmayın bu kadar…17/04/2017