20 Ekim 2024 Pazar

Kamu Malı Duyarlılığı

Bir lisede çalışırken okulun yeni binaya ihtiyacı vardı. Görüşmeler sonucu yeni bina yapımına karar verildi.

Okulun nereye yapılacağı bir süre muamma oldu. Çünkü hayırsever, anne ve babasının adı verilmek şartıyla 9 vereseli 5104 metrekare bir arsa bağışlamış. Milli Eğitim Bakanlığı da 10 bin metre karenin altında bir arsa şartı koşunca, dönemin belediye başkanının on bin metrekare hazine arazisini okul yeri olarak verdi. Hem arsa hem de arsaya yapılan zemin artı üç katlı bina devlet tarafından yapıldı. Zamanın parasıyla devlet bu okula 2.2 trilyon para harcadı. Hayırseverin vereseli arsası belediyeye geçti. Okula da hayırseverin anne ve babasının adı ve ailenin soyadı verildi. Okulun kısa ismi işin içine hayırsever girince uzadı. İşin içine hayırseverin girdiği birçok okulun ismi maalesef bu şekilde uzun isme dönüştü.

Okula çivi çakmayan ama okulu ben yaptırdım diye havalara giren hayırseverin hakkını yemeyelim. Tabela yönetmeliğine uymasa da okula boydan boya yeni tabela yaptırdı. Okulun yanından gelip geçen yeni binayı görünce hayırsevere dua etmeden geçip gitmedi. 

Bir gün ilden aradılar. Okula ismi verilen hayırsever bilgilerini gönderin diye. Hayırseveri aradım. E posta adresi göndereyim. Formda istenen bilgileri doldurup gönderebilir misin dedim. Ben tek hayırsever değilim. Dokuz kişiyiz dedi. Hepsine gerek yok. Muhatap olan kişi olarak sizin bilgileriniz yeterli dedim. Olurdu olmazdı, diğerlerinin bilgileri de lazım dedi durdu. Sonunda güç bela ikna edebilmiştim.

Okul isimlerinin her birinin ayrı ayrı hikayesi var. Uzatmayayım.

Yeni binaya taşındıktan birkaç ay sonra okula gelen elektrik faturasını çok tuzlu gördüm. Elektrik, su, telefon faturalarını devlet ödese de bir önceki aya göre ne harcamışız diye kontrolünü yapardım. 

Önceki aylarda elektrik faturası 150-200 lira gelirken 800 küsur liralık faturayı görünce hizmetliyi çağırdım. Ağabey, kaloriferler yansa pompa çalışıyor, sarfiyat arttı diyeceğim. Daha kaloriferleri de yakmadığımıza göre faturadaki bu anormal artış ne böyle? Gece ışıklar yanık mı kalıyor yoksa dedim. Hocam, tüm ışıklar sabaha kadar yansa, bu kadar fatura gelmez. O zaman ne dedim. Şu tabelanın ışığı akşam hava karardığında otomatik yanıyor, sabah hava aydınlanıncaya kadar yanık duruyor dedi. Bir tabela faturayı bu kadar artırır mı dedim. Artırır hocam. Çünkü projektör vasıtasıyla tabela aydınlanıyor dedi. Sen bu projektörü devre dışı bırakabilir misin dedim. Evet dedi. O zaman kapatalım dedim. Ama bir şey derlerse, özellikle belediye ve hayırsever dedi. Kim ne diyecekse bana gelip desin. Bundan sonra o tabelanın ışığı gece yanmayacak dedim.

Tabelayı ve okulun ismini uzaktan gösteren projektörü devre dışı bıraktıktan sonra diğer ay gelen yeni faturaya baktım. Fatura normale dönmüştü. 

Ne hayırsever de ne de hayırseverin en büyük destekçisi belediye başkanından, tabelanın ışığını niçin söndürdün diye bir eleştiri gelmedi. O yılın sonunda o okuldan ayrıldım. İnşallah uzaktan görünsün diye kapattırdığım projektör benden sonra açılmamıştır. 

Yukarıda dediğim gibi okula gelen faturaların ödemesini ben yapmıyordum. Hepsi gelen ödenek vasıtasıyla ödeniyordu. O tabela sabaha kadar yansaydı, yüksek fatura gelseydi kimse bana bu fatura niçin böyle yüksek geliyor demezdi. Aksi yani düşük geldiği zaman da kimse nasıl bu kadar düşük geliyor demezdi. 

Ben de nasılsa ödemeyi devlet yapıyor deyip umursamayabilirdim. Hatta fatura miktarından bile haberim olmayabilirdi. 

Niye sorulsun ki? Ne de olsa burası devletin kurumu. Para da devlet tarafından ödendiği için çoğumuzun umurunda değildir gelen fatura. 

Aynı yüksek fatura evimize veya işyerimize gelse, faturayı düşürmek için her yolu deneriz. Aynı yüksek fatura evimize geldiği zaman nasıl tedbir alıyorsak, devlette de aynı duyarlılığı göstermek zorundayız. Çünkü devletin ödediği her kuruş bizim cebimizden çıkıyor.

Yenidoğan çetesi ortaya çıkarılınca, 2008-2009 yıllarında başıma gelen bu anekdot aklıma geldi. Küçük bir okulda takibini yaptığım ve tedbirini alıp sarfiyatı düşürdüğüm bu yüksek elektrik faturasındaki duyarlılığın, amme adına iş yapan her kurumda olmasını çok arzu ederdim. Bu duyarlılıkta olanların olduğunu biliyorum ama bu çetede olduğu gibi devletten daha fazla para kotarmak için bebek ölümü dahil her yolu deneyen bu çeteyi görmeyen, tedbir almayan, denetlemeyen kurumların bu meselede payı büyük maalesef.

Gözünü para hırsı bürümüş birileri, onca bebeği kuvöz ihtiyacını gerekçe göstererek 112 vasıtasıyla özel hastanelere yönlendirirken, kuvözde kalan onca çocuk SGK’ye fatura edilirken, bu kadar bebek ölürken, ilgili kurumların hiçbiri ne oluyor da mı demedi de bu çeteden, vatandaşın şikayeti üzerine devlet haberdar oldu. Vah yazık...

Hırsızın hiç mi suçu yok demeyin. Hırsıza kilit dayanmaz. Açık kapı, boşluk ve zaaf bulursa girer içeriye. Çete de böyle. 

Bu Yenidoğan çetesinde çetenin üzerine gidilsin ve çökertilsin. İlgililere, hapis ve mal varlıklarına el koyma dahil her ceza verilsin. Ucu kime giderse kimseye acınmasın. Bununla yetinilmesin. Bizim bu Yenidoğan ünitesinin cirosu nasıl böyle arttı demeyen özel hastane yönetimlerine, özel hastaneye yüklü ödeme yapan SGK sorumlusuna ve il sağlık müdürlüğünün ilgili birimine de ihmalden hesap sorulmalı. Sağlık Bakanlığı da işleyişteki mevzuat açıklarını giderecek mevzuat değişikliğini yapsın.

Unutmayalım ki kamu malı yetim malıdır. Harcamada hepimizin azami gayret gösterme gibi bir yükümlülüğümüz var. 

Kokuşmuşluğu Önlemenin Yolu

Türkiye'de gündem sık değişiyor. Biri bitmeden bir başka mesele gündemimize giriyor.

Gündemler bir iyi konudan bir başka iyi konu şeklinde gelişse hep iyi şeyler yazar çizeriz. Bu ülkede artık iyi şeyler oluyor deriz. Ama iyi şeyleri mumla arıyoruz. Zira hep gündeme düşen ve bomba etkisi yapan meseleler içimizi karartan türden. Sonra da niye iyi şeyler yazmıyoruz eleştirisine muhatap oluyoruz. 

Daha Sıla bebek, Narin kız ve cesedi parçalanmış, kafası koparılmış iki kızın cesedinin toprağı kurumadan şimdi de Yenidoğan çetesi ortaya çıktı.

Öyle zannediyorum, bir süre bu çete üzerine yoğunlaşırız. Bu mesele kapanmadan başka meseleler önümüze düşer. Alın biraz da bu meseleyi konuşun derler. 

İşin ilginci, bir zamanlar ortaya düşen ve toplumsal infiale sebebiyet veren hadiselerin daha beteri gündemimize düşmesine rağmen eski tepkimiz yok. 

Niye acaba? Duyarsızlaştık mı? Hayır.

Tepkisiz bir toplum mu olduk? Yine hayır.

O zaman ne? Sanırım bu kadarı da olmaz dediğimiz menfur hadiselere rahmet okutacak yeni olaylar ortaya çıkınca, artık şaşırmaz olduk. Bunlar ne? Ortaya çıkmamış daha nice hadiseler var bu ülkede demeye başladık.

Birbirine rahmet okutacak, ardı arkası kesilmeyen, bireysel diye geçiştirdiğimiz, bu son olur diye temenni ettiğimiz bu menfur hadiseler kokuşmuşluğun bir göstergesi. 

Evet, hemen hemen her alanda bir kokuşmuşluk hali var, gözü dönmüşlük var, hırs var, bir cinnet hali var. 

Gözümüz, aklımız, izanımız, kalbimiz, vicdanımız asıl fonksiyonunu unutarak nefsin emrine girmiş. 

Ölüm dışında her şeye çözüm bulunur ama fonksiyonunu kaybetmiş organlara ve kokuşmuşluğa çözüm bulmak zor olsa da çözümsüz değildir:

Yeter ki bir irade ortaya konabilsin. 

Yeter ki boşluk bırakılmasın. Herkes devletin nefesini arkasında hissetsin. Olay olduktan sonra devlet orada bitmesin. Kişileri, suç işlendikten sonra değil, suça yeltenirken enselesin. 

Yeter ki denetimler ciddi bir şekilde yapılsın. 

Yeter ki kimsenin gözünün yaşına bakılmasın.

Yeter ki devletin tüm kurum ve kuruluşlarında işleyen bir sistem oluşturulsun. 

Yeter ki ucu kime dokunursa dokunsun, suç işleyenin yakasına yapışılsın. 

Yeter ki cezalar caydırıcı olsun. Yapanın yanına kâr kalmasın. Ceza indirimi diye bir şey olmasın. Hayatı kaysın. Cezasını çeken bin pişman olsun. Cezaevinden çıkınca tövbekar olsun. Alınan ve çekilen ceza da başkasına ibret olsun. 

17 Ekim 2024 Perşembe

Aynı Şeyden Farklı Sonuç Beklemek

Bildim bileli, Ortadoğu'nun İsrail sorunu var. Aslında sadece Ortadoğu'nun değil dünyanın sorunudur İsrail.

İsrail'i şımartan bu ülkeye destek veren ülke ve ülkelerden ziyade dünyanın sessizliğidir.

Olan da Filistinliye oluyor. Ne memleketleri var ne kalacakları yer.

İnsanca yaşama imkanına sahip olmadıkları gibi canlarının da bir kıymeti harbiyesi yok. Öyle zannediyorum, şehidi olmayan hane yoktur. Belki de bir hanede onlarca şehitleri olmuştur.
Başka çocuklar gibi bu ülke insanının çocukları çocukluklarını yaşamamıştır. Gördükleri hep gözyaşı ve kandan ibarettir.

Herhalde dünya bu kadar katliamı daha önce görmemiştir.

Hasılı karşımızda çözümsüz ve umutsuz ve ölüme terk edilmiş bir Filistin halkı var.

Filistin topraklarında kalan nüfustan çok başka ülkelerde sığınmacı olarak hayatiyetine devam eden Filistinli var.

Kısaca ölüme terk edilmiş Filistinlinin bir hayvana verilen değer kadar değeri yok zalimlerin ve zalimlere sesini çıkarmayan sessiz çoğunluğun gözünde.

Filistinlilerin yaşadığı bu insanlık dramını, ateşin içinde yaşayan Filistinliler kadar derinden hissetmesek de ülke olarak Filistin'e bigane değiliz. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar.

Filistin milli meselemiz gibi hep gündemimizde. Adeta Filistin ile yatıp Filistin ile kalkıyoruz:

İsrail'e lanet okurken Filistinliler için dua ediyoruz.

İsrail'i telin ediyoruz.

Sosyal medya paylaşımlarıyla oradaki zulmü hep gündemde tutuyoruz.

Hutbe ve vaaz konusu yapıyoruz.

Miting ve protesto yürüyüşü düzenliyoruz.

Birinci elden İsrail'i eleştiriyoruz.

Bu dramı dünyaya duyurmaya çalışıyoruz.

İsrail ve Yahudi ürünlerini boykot ediyoruz.

Çarşaf çarşaf boykot ürünlerini paylaşıyoruz.

Boykota katılmayan esnaf ve işletmeleri eleştiriyoruz.

Filistin'e maddi destek ve ilaç yardımı yapıyoruz.
Kısaca İsrail'i durdurma adına yaptığımız her şey birbirinin aynısı. Ben bildim bileli, yukarıda yazdıklarımı yapıyoruz. Belki de bizim bu yaptıklarımız bir sinek ısırığı kadar İsrail'e zarar vermiyor.

Sonuç, İsrail öldürmeye devam ediyor. Nokta atış suikastlar düzenliyor. Filistin liderlerini bulundukları yerde öldürüyor. Yeni lider seçiliyor, onu da öldürüyor.

Özellikle son bir yıldır İsrail ölüm avına çıkmış bir şekilde acımasızlığına devam ediyor.

Bizim, İsrail aleyhine olsun diye kendi çapımızda yaptığımız onca şey İsrail'i durdurmaya yetmiyor.

Hasılı, bizim yıllarca sonuç alma uğruna yaptıklarımız hep aynı. Hep aynısını yapıyoruz ve sonuç almaya çalışıyoruz.

Yeri veya değil, teşbih uydu veya uymadı ama bizim bu yaptıklarımız bana Albert Einstein'in bir sözünü hatırlattı: “Aptallığın en önemli kanıtı, aynı şeyi defalarca deneyip farklı sonuç almayı beklemektir”.

Söz çok acı ama bir gerçek. Çünkü hep aynısını yapıyoruz ve sonuç almaya çalışıyoruz.

Şu dediğine bak demeyin. Maalesef durumumuz bu. İsterim ki sonuç alıcı yollar denensin. Ama ne? Bence bunun üzerine kafa yorulmalı.

Sosyal Medya Vergisi

Açığı kapatmak ve yeni kaynak bulmak amacıyla devlet yetkilileri nereden, nasıl vergi alabilirim diye düşünüp taşınıyor. Zaman zaman absürt vergi aldıkları da oluyor ama olsun. 

Devletin işi bu. Zira vergiyle yaşıyor.

Belli ki ihtiyaç var. 

Bir vatandaş olarak devlet yetkililerinin bu zor durumunda yanlarında olmak vatandaşlık görevi. Ben de bir şeyler yapmak ve çorbada tuzum olsun isterim. Bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen bir vergi türü önermek istiyorum.

Vergimin adı sosyal medya ve sanal âlem vergisi. 

Bence devlet bu vergi türünü düşünmeli. Hemen yürürlüğe koymalı. 

Bu vergiyi koyduğu takdirde hazinenin dolacağını düşünüyorum. Üstelik sürekli olacağı için cari fazlası vermeye başlayacaktır. 

Nasıl olacak bu derseniz, adından da anlaşılacağı üzere bu vergiyi almak kolay. Yeter ki devlet bu vergiyi koysun. 

Sosyal medya hesabı olan herkes bu vergiyi ödemekle yükümlü olacak. Kişinin kaç hesabı varsa o kadar vergi ödeyecek. 

Ayrıca her sosyal medyaya girişte giriş vergisi adı altında bir miktar vergi alınabilir. 

Sosyal medyada eğleştiği süre boyunca günlük, aylık vergi miktarı belirlenebilir. 

Paylaşım yapandan her paylaşım başına, okuyup beğenenden beğeni başına, yorum yapandan yaptığı yorum sayısınca vergi düşünülebilir. 

Sosyal medyaya girdiği halde hiç paylaşım yapmayan, yorum yazmayan, beğeni işareti bırakmayan, kısaca renk vermeyen ve iz bırakmayandan faydalanma vergisi alınabilir. 

Cuma mesajı paylaşanlardan resim formatında paylaşana ayrı, yazıyla paylaşana ayrı olacak şekilde mesaj vergisi konabilir. 

Bir partinin, bir ideolojinin trolü olanlardan trol vergisi alınabilir. 

Devlet memuru olduğu halde mesai saatleri içerisinde paylaşım yapandan kallavi vergi alınabilir. 

WhatsApp aracılığıyla durmadan yazı gönderen, mesaj gönderenlerden rahatsız etme vergisi alınabilir. İletişim aracını boş yere meşgul ettiğinden dolayı daha fazla vergi konabilir. 

Dijital ortamda yazı okuyandan okuma vergisi düşünülebilir. 

Arama motorlarından herhangi bir konuda arama yapandan arama vergisi alınabilir. 

İnternet üzerinden döviz ve altın fiyatlarına bakanlardan servet vergisi alınabilir. 

Sanal aleme reklam verenden reklam vergisi alınabilir. 

Sanal oyun oynayandan dijital oyun vergisi alınabilir. 

Bir Web sayfasına girildiği zaman çerezleri kabul et diyenden çerez vergisi alınabilir. 

Daha neler neler... 

Kısaca, devlet bu konuda kafa yorsun. Devlet ihya olur. Paraya para demez. 

Burada herkes sosyal medya hesabını kapatır denebilir. Devlet her 18 yaşını doldurandan sosyal medya hesabı açmasını zorunlu kılabilir. 

Hesap açmak istemeyene vatan haini, terörist muamelesi yapılabilir. Kanına baktır denebilir. 

Bu vergi türünde vergi kaçırma durumu da olmaz. Çünkü kimin ne zaman girdiği, ne kadar bu alemde durduğu, ne yazıp çizdiği belli. O yüzden kimse vergi kaçıramaz. 

Gördüğünüz gibi çözüm çok kolay. Yeter ki istensin.

Bu konuda, vekillerden biri destek isterse kanun teklifi hazırlamada yardımcı olurum. 

İki Eleştiriye Cevap

Blogumda “Ya Vatan Ya Büyük Rakı" başlıklı bir yazı kaleme alıp bu yazıyı sosyal medyada da paylaşmıştım. Yazıdan haberi olmayanlar için bu yazımı buraya kopyalıyorum: https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/10/ya-vatan-ya-buyuk-rak.html

Yazı bir parti genel başkanının düzenlediği bir basın toplantısı üzerine daha doğrusu genel başkanın Meclise verilen yeni vergi paketini Eleştirenlere dair sarf ettiği sözler ve benzetmesi üzerine bir hiciv yazısı idi. 

Yazı takipçilerim tarafından -iki kişi dışında- epey bir beğeni aldı ve yorum yazıldı. Mizahın bolca kullanıldığı bu yazım okuyucuyu hem güldürürken hem de düşündüren cinsten idi. 

Yorumlar arasında şahsına büyük saygı duyduğum  bir meslek büyüğümüz bir yorumu dikkatimi çekti. Belli ki bir hiciv yazısı olan yazı üslubumu beğenmemiş. Güzel bir üslupla bana yorum yazmış. Hem yazdığı yorumu hem de bu yoruma yazdığım cevabı buraya alıyorum:

"Doğrusu Allah kalplerde olanı bilendir" hiciv edebiyatını ve sanatını da herkes yapamıyor veya yapmıyor. Sosyal medya konuşma gibi değil çok farklı bir alan yanlış anlamalara sebep olabiliyor belki bazı usulleri kullanma yerine başka metod olabilir mi veya bazı kişiler için daha açıklayıcı şerhli girmek gerekebilir mi diye düşünülebilir.“

Elbette kalplerde olanı Allah dışında kimse bilemez. Yazmaya sosyal medyada çalakalem başladım. Daha sonra bu yazıları blogta topladım. Yazarken de şu usulle yazayım gibi bir çabam olmadı. Hala da öyleyim. Hiciv veya başka tür yazıların kurallarını da bilmiyorum. Benim yazılarım birer deneme ve uzun. Sosyal medyaya çok uygun değil. Zira bu alemde uzun yazılara pek yer yoktur. Bu tür konuların yeri müsait oturma ortamları. Şimdi o tür ortamlar da pek kalmadı. Herkes derdini, düşüncesini uygun veya değil bu alemde dile getiriyor.

Beş bine yaklaşan yazım var. Her yazım hiciv yazısı değil. Yazarken de şöyle bir üslup kullanayım demem. Bazen sosyal medyada bazen de blogta giriş, gelişme ve sonuç bölümünü düşünmeden yazarım.

Hiciv, mizah, taşlama, dokundurma, anekdotlu anlatım, her ne ise yazılarımda amacım, güldürmek, güldürürken düşündürmek. Zaten mizahta istenen de budur. 

Yer ve şahıs ismine yer vermeden bahsettiğim hususlarda kastım, kişiden ziyade söz ve hareketin ince bir dil ile eleştirilmesinden ibarettir. Kişilerle işim olmaz.

Eleştirir gibi yaptığım ama sövdüğüm, över gibi yaptığım ama eleştirdiğim yönüm de vardır. İnce ve kinayeli konuşma çocukluğumdan beri vardır. Huylu huyundan pek vazgeçmez. 

Ayrıca düz ve açıklayıcı o kadar yazı var. Birbirinin aynısının tıpkısı. Yazılar ve yazıyı yazanlar da farklı üslubuyla bilinir. Çok kişiden biri olmaktansa nevi şahsına münhasır olmayı yeğlerim. Ne edersin ki buyum. 

Bir zamanlar kol kırılsın yen içinde kalsın isterdim. İşler sağır sultana sirayet edince bunun bir anlamı kalmadı. 

Bir zamanlar sırtımda yumurta küfesi vardı. Onu da atalı çok oldu. 

Bu yazıda yaptığım da herkesin eleştirdiği bu konuyu irdelemek oldu. Yazıda bahsedilen kişi, izaha muhtaç değil, herkes biliyor. Konuşması da tepki çekti. Kardeşlerim, biz şu kadar bu fona destek vereceğiz, teşkilatımızdan başlıyoruz. Bu devlet bu savunma sanayii bizim diyeceğine, yeni vergi türüne tepki gösterenleri rakıya yönlendirmesi, demlenmeden bahsetme benzetmesi yakışmadı. Ki aynı şekilde Meclise personel alımında herkes bu usulle giriyor. Maalesef biz de bu kervana katıldık diyeceği yerde, başka yerde daha yüksek maaşlı iş bulabilirdim. Biz daha düşüğünü seçtik demesi de tepki çekti. 

Ayrıca bu süreçte demlilere el uzatılırken kesmeye yönelik bu benzetme zannımca olmadı. 

Yapılan basın toplantısına gelen tepkilerden dolayı dozajı azaltacağı yerde bu tiplerin kredi kartı iptalini istemesi evlere şenlik. Artık hamaset ve birileriyle korkutmaktan vazgeçmek gerek. Zaten tepkilerden dolayı teklif geri çekildi. 

Bence yazım yanlış anlamaya müsait değil, az buçuk beni takip eden vermek istediğim mesajı anlar. 

Benim yazı türü ve üslubumdan ziyade hayal kırıklığı yaşatanlara gittiğiniz yol yol değil, açıklamanız iş değil denmeli. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor artık. Kimsenin kendilerini sevenleri hayal kırıklığı yaşatmaya hakkı yoktur. 

İnce ince dokundurmam da kırıp dökmeden bunu yapma amacını güdüyor. 

Derdim var ki ince ince dokunduruyorum. Gerekirse bu uğurda mimleniyorum. Çoğunun yaptığı gibi renk vermeden duramıyorum. 

Şu var ki yaşadığımız devir yazı yazmanın, konuşmanın, izahın zamanı değil, en iyisi susmaktır. 

Hasılı ince ince dokunduruyorum vesselam.

“Adamı kızdıracak açıklamalar sözler yazma. Maksadını bilmiyorum ama ben bu işten hiç mi hiç hoşlanmadım”. 

Birileri eline mikrofonu alıp istediği şekilde konuşacak. Olur olmaz kıyas yapacak. Karşı çıkanlara ağzına geleni sayacak. Limit düşürenlerin kartını iptalini isteyecek, gitsin içki alsın diyecek. Tepki çeken bu açıklamalara müsaadenizle iki sözümüz olsun. Kendi üslubumla üç beş kelam edeyim. Zaten tepkilerden dolayı yasa teklifi de detaylı görüşülmek üzere geri çekildi. Bir eksiklik var ki bu yapıldı. Bence her şeyi olura bırakıp tepkisiz kalmak bizim işimiz olmamalı. Bu konuyu ele alırken hem güldürüp hem de düşündürmek amacım. Adı geçen kişiyle işim olmaz. Bir de bu teklifi veren savunmasını yapsın, gerekçesini açıklasın. Mesele memleket ise adı geçen paranın daha fazlası da verilir. Bu memleket onun olduğu kadar bizim de.

Bir Bankadan Öte Her Şey

Bir bankam var maaşımı aldığım. Bu banka gibisini daha önce hiç görmedim. Acil nakit ihtiyacım olduğunu günlük sorar. Hiç unutmaz mesaj göndermeyi. Kah ek hesap yanınızda der kah size özel ihtiyaç krediniz hazır der.

Gözlerimin yaşarmaması mümkün değil. Çünkü bana bugüne kadar kimse özel muamele yapmadı. Üstelik çekeceğim ek hesaba on taksit yapıyor. 

Baba oğluna sormaz, baba oğluna taksit yapmaz. Ben çekeceğim topluca. Ona ise çerez parası gibi aylık ödeyeceğim. 

Maaşımın yattığını da hiç sektirmez. Gece rahatsız etmek istemediğim için önceden haber vermedim diyor. Sahi kim yapar bunu. Nezaketi görüyor musunuz. Geç vakit sizi rahatsız etmek istemedim diyor. Sanki karşımda bir robot değil, insan evladı var. Halden de anlıyor. Banka sanki benim için birini görevlendirmiş hissi veriyor. Ne de olsa özelim bankama göre. Üstelik bana bey diyor. Hangi birini bugüne kadar bana bey dedi, sorarım size. 
Siz olsanız maaşımın yattığını haber vermediğiniz gibi harçlığın var mı da demezsiniz. Sorsanız da şehir teklifi olur. İş ciddiye binince kırk dereden su getirirsiniz bana borç vermemek için. Yolunuzu da değiştirirsiniz. Olsa dükkan senin dersiniz. 
Kazara maaşımın yattığını haber vermeye kalksanız, kalk lan paran yattı. Daha ne zıbarırsın dersiniz. Uykumu da bölersiniz. 
Hele şu yan taraftaki mesaja bir bakın da insanlık öğrenin. "Yarın ne getirecek bilinmez. Ek hesabın her zaman yanında. Beklenmedik bir harcanan çıkarsa limitiniz hatırlayın" . Yani bizde kredin var. Hiç sağa sola gidip ezilip büzülme. Birilerinin ağız kokusunu çekme. Bizde kredin bitmez diyor. 
Doğru değil mi dediği? Sahi yarının ne getireceğini hangimiz bilebiliriz. Yarınların neye gebe olduğunu, bizi ne tür olumsuzlukların beklediğini bilme imkanımız yok.
Ya şu mesaja ne dersiniz. Bugün değilse yarın. Aklının bir köşesinde bulunsun diyor. 
Hasılı bu banka başka bir banka. Bankadan öte her şey. Beni benden fazla düşünüyor. Hiç çekinme. Kapımız her daim açık sana diyor. 
Bilgilendirmesi, aynı bilgilendirmeyi bıkıp usanmadan her gün göndermesi, zaman zaman hal hatırımı sorması, merhaba, sizin için ne yapabilirim demesi, maaşımın müjdesini vermesi, kafama vura vura aklımın bir köşesine limit ve krediyi kazıması, her şeyden öte nezaketi, anlatılmaz, yaşanır. İnsan evladı desem yeridir. Bu insan evladı bildiğimiz diğer insan evlatlarına hiç benzemiyor. 
Şubesi yüzümü güldürmüyor, iş bitirmiyor ama bu mesajları beni benden alıyor. Bu kadar da olmaz. Hep beni düşünüyor. Biraz da kendini düşünse dedirtiyor insana. 
Bu mesaj gönderen, beni benden fazla düşünen, nezaketiyle göz dolduran ve hakkımda iyilikten başka bir şey düşünmeyen bu kötü günler dostu için insan evladından ziyade melek desem, bazılarınız elfazı küfür deyip beni tecdidi imana davet eder. En iyisi mutlu günümde başıma iş almayayım. 
Hasılı mutlu muyum mutlu. Özel miyim özelim. Belki de emekli olduktan sonra bu bankadan almaya devam edeceğim maaşımı. 
Neyse, gördünüz bankamı. Siz böyle bir bankanız olsun istemez miydiniz? 

16 Ekim 2024 Çarşamba

Sosyal Medya Mücahitlerinin Dikkatine!

Belli ki devletin aldığı vergiler yeterli gelmiyor. Bu yüzden devlet yetkilileri gelir ve gideri dengelemek veya daha az borçlanmak ya da yeni kaynak üretmek için nereden, nasıl vergi alabilirim hesabı yapıyor.
İşin içinden çıkamayınca aklına sadece vergi geliyor.
Kredi kartı limiti 100 bin ve üzeri olanlardan, araç ve gayrimenkul alım satımlarından defaten vergi alma isteği de bunu gösteriyor. 
Bu istek tepki çekmiş olmalı ki daha detaylı inceleme gerekçesiyle geri çekildi.
Devlet elbette vergi alacak ve ihtiyaçları giderecek. Gücü nispetinde her vatandaş da vergisini verecek. Çünkü vatandaşlık borcudur bu. 
Ama ihtiyaç var diye suyunun suyunu da çıkarmamak lazım. Gelir artırmak için akla sadece vergi gelmemeli. Yeni vergi koymak için makulü göz ardı etmemek lazım.
Vergi kazançtan ve herkesin gelirine göre olmalı. Bunun için adalet kıstasını gözetmek gerek. Eşitlikçi anlayıştan kaçınılmalı.
Alınan vergiler de yerli yerinde ve öncelik sırasına göre harcanmalı. 
Harcamada hesap verebilirlik, şeffaflık esas olmalı. Bu vergiyi harcarken yetim malı gibi harcamalı. Vatandaşa bu konuda güven verilmeli. Vatandaş da gözü kapalı kuruşu kuruşuna vergisini vermeli. 
Vergisini veren de helal olsun demeli.
Mecburum diyerek vatandaştan suyunun suyu vergi almak hakkaniyete sığmaz. 
Bir şeye ihtiyaç varsa konacak vergi konusunda vatandaş ikna edilmeli. 
Bu vatandaş, ihtiyaç olduğuna, toplanan verginin yerli yerinde kullanılacağına ikna olursa vermekten kaçınmaz. 
Vatandaşı bu konuda ikna etmeden itiraz edenleri vatan haini ilan etmek, kanlarından şüphe etmek, tehdit ve hakaretler savurmak, git şunu iç, zıkkımlan demek, trollük yapmak olacak şey değil.
Unutmayalım ki ikna edemediğin doğru, doğru değildir. Kimse vatanseverlik yarışına, milliyetçilik hamasetinin arkasına sığınmasın.
Sosyal medyanın bu ucuz ve sözde milliyetçileri, vergi teklifi geri çekildi diye üzülmesinler. Bu süreçte Savunma Sanayii Destekleme Fon'u diye bir fonun olduğunu öğrendiler. Bu fona gidip yardım yapabilirler. 
Yaptıkları bu yardımın dekontunu da başkasına örnek olsun diye sosyal medyada paylaşsınlar. Kısaca fona destek olsunlar. 
Ellerinden alan yok. İş yapsınlar, sağa sola çemkirmesinler. 
Bunu yapmazlarsa sosyal medya üzerinden yaptıkları salvolar ucuz milliyetçilik ve sözde vatanseverlikten başka bir şey olmayacaktır.
Lütfen başkasının vatanseverliğini sorgulamayın. Vatansever olduğunuzu bizzat gösterin.