11 Ağustos 2024 Pazar

Pazar Yürüyüşümden Objektifime Takılanlar

Uzun süredir aksi bir durum olmadıkça günlük çarşıya ağır tempo yürüyerek 8-12000 arası bir adım atıyorum.

Bugün pazar pazar rotam Tavus Baba olsun istedim. Öğle vakti çıktım İstasyon'dan yola. Meram Yeniyol üzerinden Tavus Baba'ya çıktım. Tavus Baba Kafenin arkasında, insanların ailecek piknik yaptığı yerde, havanın püfür püfür estiği bir ortamda, bankın üzerinde teşehhüt miktarı oturduktan sonra dönüş vakti deyip kalktım.

Tam Aydın Çavuş'un oraya yaklaşmıştım ki Dere'ye gider levhasını gördüm. Gelmişken Kızlar Kayası'nı da göreyim istedim. Direksiyonu Dere'ye kırdım.

Az gittim uz gitmiştim ki sol tarafta kayalar görünmeye başladı. Onları seyrede seyrede yol aldım. Yolda fotoğraflar çektim ama güneşe doğru denk geldiğinden ne çektiğimi net göremeden kayaları çektim. Meram Belediyesinin kurduğu merdivenlere kadar geldim.

Belediye buraları düzenlemiş. Yukarıya kadar merdiven yapmış. Yolda gelirken kayaları aşağıdan gören, bu merdiven ve seyir tepesi sayesinde kayalara yukarıdan temaşa edebiliyor. 

Belediye, buraya güvenlik koymuş, WC yapmış. Hem nefeslenmek hem de çay ve su veya başka içecek ihtiyaçlarını gidermek isteyenler için küçük bir kafe yapmış. Diğer içeceklerin fiyatını yazmışlar ama en başta yazılı çayın fiyatına baktım. Fiyat çok makul. Tiryakileri için çay 10 lira. Esnaf çay ocaklarında da bu fiyat. Meram Belediyesine turizme yaptığı bu katkısından dolayı teşekkürler. 

Merdivenleri bir bir çıkarak en son seyir tepesine kadar çıktım. Tepede güneşe biraz daha yakınlaştım. Öğle vakti yakmak için tüm ısısını bana doğrulttu güneş.

Tepeden, Dere'yi ve aşağıda kalmış kayalara alıcı gözle baktım. Buraları sana vermezler. Boşu boşuna gözünü eskitme dedi içimdeki ses.

İnerken üç tane kızımızı her üç beş basamakta bir hatıra oluşturmak için birbirlerinin fotoğraflarını çekerken gördüm. Bazen de hep birlikte selfie çektiler. Bu kızlar benden önce merdivenlerden çıkıyordu. O kadar çok foto çektiler ki ben indikten sonra onlar en son zirvede ânı ölümsüzleştirme yarışı içindeydiler.

Çıkış merdivenleri ahşaptan, göze hoş gelen görüntü ve her yaştan insanın rahatça çıkabileceği şekilde yapılmış. İnişte ise her basamağın aynı ebatta olmadığı dikkatimi çekti. Merdiven basamaklarında aynı ebatta üç ahşap yer alırken, iki-üç tane merdivenin son basamaklarının iki ahşap tahtadan ibaret olduğunu anladım. Çıkışta fark edilmeyen bu ayrıntı, inişte ayağının bir kısmının boşlukta kaldığını görünce anlayabiliyorsun. Ha iki ha üç ne fark eder demeyin. Dikkatli inmeyen kişinin inişte düşme riski var. 

Başka ne gördün derseniz, dağ, taş, tepe hepten kaya. Kayalar sanki insan eli değmiş gibi desenli. Kaç yüzyıllardır Meram Dere insanına bu şekil şahitlik yapıyorlar bilmiyorum.

Buranın adı Kızlar Kayası imiş. Gördüğüm kızlardan dolayı mı buraya Kızlar Kayası adını verdiler bilmiyorum. Bildiğim, benim gibi merak edip gezmeye gelen bu kızlardan başka da başka kız görmedim. Yani kızları olmayan kaya burası. 

Konya'nın Kapadokya'sı, peribacaları deniyor buraya. Akşamları sanırım ışıklandırılıyormuş.

Kızlar Kayası ismi ile ilgili hikayeler anlatılır: "Konya’dan Dere’ye bir düğün kafilesi gitmektedir. Gelin, hacet gidermek amacıyla bir çeşit yufka olan şepitle taharetlenir. Allah indinde hoş karşılanmayan bu durum üzerine gelinle birlikte kafiledekiler taş kesilirler. Diğer söylenceye göre de Konya’dan Dere’ye gelin götürülmektedir. Fakat gelinin Konya’da civan bir sevgilisi vardır. Ondan ayırır ve Dereköylü bir gence verirler. Konyalı genç kara sevdalar içinde beddua eder ve: “Bir daha Konya’ya yönünüzü dönerseniz taş olunuz inşallah” der. Tam yarı yolda gelin Konya’ya döner, bir “ah” çeker… İşte bu sırada bütün kafile olduğu yerde taş oluverirler. (Saim Sakaoğlu, “Kızlar Kayası”, Meram Dergisi, Aralık 1999, sayı 2, s. 1819)

Dönüşte Belediye Sosyal Tesislerini soluma alarak Meram Dere içinden Meram Yaka/Meram Yeniyol ışıklarına çıktım. Tekrar Meram Yeniyol üzerinden yürüyerek İstasyon'da yürüyüşümü sonlandırdım. 

Bu arada Meram Yeniyol dar yaya yürüyüş kaldırımlarıyla yürümeye hiç elverişli değil.

Öğle ezanlarıyla başlayan bu yürüyüşüm, telefonumdaki adım sayara göre gidiş ve dönüş 3 saat sürmüş. 18.312 adım atmışım. 11 km yol yapmışım.

Gidişim tempolu idi, dönüşümde tempo düşüklüğü gördüm. Çektiğim fotoğraflar ister istemez tempoyu düşürdü. 

Yazımı sonlandırmadan Meram

Dere içindeki bir otobüs durağına yapıştırılmış, Konya Duası adını verdikleri bu dua metni de dikkatimi çekti. Fotoğrafladım. İlk defa duydum ve gördüm bu Konya duasını. Dua duadır. Niçin Konya duası dediler bilmem. Başlığın yanında da 7BİN7 Dua yazmışlar. İlginç doğrusu.

Not: Yürüyüşüm gibi keşke foto çekimim de iyi olsaydı. Güneşe karşı hiçbiri iyi çıkmadığı için buraya almadım. 

Kimi

İnsanoğlu muamma bir varlıktır ve farklı farklıdır:

Kimi hesap ve kitap yapmayan hasbi biridir. Bu tiplerin sayısı pek azdır. 

Kimi ilgi gösterdiğin ve adım attığın kadar adım atar.

Kimi menfaat üzere hayatını dizayn eder. Kazan kazan üzerine yaşar. 

Kimi kendi yağıyla kavrulur. 

Kimi etliye ve sütlüye karışmaz.

Kimi sorgular. Kimsenin dümen suyuna girmez. 

Kimi aklını kullanmaz. Başkasının aklıyla hareket eder.

Kimi iyi bir dinleyicidir. Bol bol altın biriktirir. 

Kimi boş teneke gibidir. Çenesi hiç kapanmaz. 

Kimi inisiyatif alır, riske girer kimi riskten kaçınır. 

Kimi bir ortamda renk verir. Kimi renk vermez. 

Kimi iyi bir tasdikleyicidir kimi eleştirendir. 

Kimi görüş ortaya koyarken kimi ortaya koyacağı görüşten dolayı mimlenirim korkusu yaşar. 

Kimi olduğu gibidir. İçi dışı birdir. Kimi ise ikircikli davranır. İçi başka, dışı başkadır. Kimi gemileri yakar kimi ise makam, mevki ve şöhret için her kaba girerek kırk takla atar.

Kimi kaba sabadır. Kırar döker. Kimi alabildiğine nazik, kibar ve saygılıdır.

Kimi alıngandır kimi her sözü götürür.

Kimi alındığını belli etmez. İçten içe içerler.

Kimi kin gütmez kimi içten içe kin güder. Kimi kinini dışarı vurur kimi ise belli etmeden öç almak için fırsat kollar.

Kimi inatçıdır kimi uyumludur.

Kimi sinirlidir kimi alabildiğine yumuşaktır.

Kimi kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmazken kimi kendine Müslümandır.

Kimi içten pazarlıklıdır.

Kimi iyi bir niyet okuyucusudur.

Kimi neyse o iken kimi senden görünürken başkasına çalışır. Kiminin gizli planı vardır...

Hasılı say say bitmez insanın çeşitliliği.

Niçin Bir Sosyal Medyamız Yok?

İnstagram, 8 günün ardından yeniden açıldı.

İnstagram açılınca, yasağı destekleyen, devletimin yanındayım diyen, Tiktok'un da yasaklanmasını istiyorum diyenlerin sevinci kursağında kaldı. 

İlgili sosyal medya platformunun Türkiye'nin şartlarını yerine getirip getirmediğini zaman gösterecek.

İnstagram isteklerimizi yerine getirmezse yeniden kapatırız diye düşünenlerimiz çıkar. Hoş, bu platformun kapatıldığı da tartışılır. Çünkü kısıtlandığı zaman VPN seçeneği ile zaten giriliyormuş. Bu durumda kısıtlamanın çok etkili olacağını sanmıyorum. Yine de VPN seçeneğini işaretlemeyip yasağın kaldırılmasını bekleyenler için olumlu bir gelişme. 

Bu durumda Facebook, X, İnstagram, Tiktok gibi sosyal medya platformlarını açmak, kısıtlamak ve kapatmak gibi bir uğraşımız neye yarar? Çünkü kapatsak bile girmek isteyen girebiliyor.

Gördüğüm kadarıyla bu platformlar çok güçlü. Ülkenin isteklerini pek tınmıyorlar. Sınır, kural ve ülke tanımıyorlar. 

Bu sosyal medya ağları günümüz için vazgeçilmez ve hayatın bir parçası. Reel hayatın nabzı bu platformlarda atıyor. 

Sosyal medya bu çağda madem bir ihtiyaç ise bu durumda bizim ne yapıp ne edip bir veya birden çok milli sosyal platformu kurmamız gerekir. Menşei ülkemiz olduğu takdirde devletin yaptırımı da daha etkin olur. 

Sahi niçin bir sosyal medya platformumuz yok? Çok mu zor bu tür platformları kurmak? Koskoca TC devleti böyle bir platform kurduramaz mı? Bu platformlar çok mu pahalı çok mu emek ister çok mu insan gücüne ihtiyaç var çok mu teknik alt yapı gerekli? Bu ülkenin yetişmiş elemanı yok mu? Bizim insanımız çok mu beceriksiz? 

Bu tür sosyal medya başta olmak üzere her türlü üretim, marka başka ülkelere mi has? Bizim gibi ülkelerin bu tür platforma kurmaları yasak mı? Yapmaya yaparız ama çok mu basit görüyoruz? Kim uğraşacak mı diyoruz? Nasılsa birileri yapıyor, bizler de girip kullanıyoruz mu diyoruz? Bu topraklarda bize içilen rol bu mu? Onlar üretecekler, biz onların pazarı olmaya devam mı edeceğiz böyle?

Hiçbir şey üretmeyip başkalarının ürettiği Facebook, X, İnstagram, Tiktok, WhatsApp gibi platformları kullanmaya devam mı edeceğiz? Dediklerimizi yapmadılar deyip kızacağız, kapatacağız sonra açacak mıyız yine? 

Sahi biz neyi üretip de alın kullanın, made in Turkey deyip dünyaya servis ettik bugüne kadar?

Ne zaman kötü komşu mal sahibi yapar atasözünün gereğini yerine getireceğiz?

Nerede, neyi, niçin eksik yapıyoruz diye hiç kendimizi sorgulamayacak mıyız?

Böyle geldik, böyle mi gideceğiz?

10 Ağustos 2024 Cumartesi

İmam da Bunu Yaparsa *

Gazetelerde çıkan habere göre "Diyarbakır'da görev yapan bir imamın eşini, Şırnak'ta görev yapan bir başka imam, Şanlıurfa'ya kaçırdı".

Gazeteler kaçırıldı diyor ama sanki evli kadın iki çocuğunu bırakarak gönüllü kaçmışa benziyor.

Kaçan ya da kaçırılan kadının anne babası, damatlarından, kızımızı da kaçıran imamı da öldürmesini istediklerine göre belli ki kadın iki çocuğunu bırakarak kendi isteğiyle kaçmış. Değilse biri Şırnak'tan gelecek, Diyarbakır'daki kadını nasıl kaçıracak. 

Diyarbakır nere, Şırnak nere demeyin. Sosyal medyada tanışmışlar. 

Bu sosyal medya ki uzakları yakın kıldı. Tanışmayanları tanışır kıldı. Hem çok iyi hem çok kötü bir alem burası. Evden dışarı çıkmayan biri pekala İnternet vasıtasıyla dünyayla iletişim kurabiliyor. O yüzden bugün sosyal medya, çarşı, pazar ve dışarıdan daha tehlikeli. 

Kaçma ve kaçırılma olayları eskiye oranla azalsa da hala günümüzde tek tük devam ediyor. Ailesi vermediği için kaçan kızlar olduğu kadar evli ve çocukları olduğu halde başkasına kaçan kadınlar oluyor. Bu tür kaçırma, kaçırılma, aldatma ve aldatılma hikayeleri bazı TV programlarında yüzleşme şeklinde karşımıza çıkıyor. İzleyicisi de pek çok.

Kaçma ve kaçırma programlarının izleyicisi çok olsa da bu tür olaylar vakayı adiden sayıldığı için haberlerde ve gazetelerde pek haber olmaz. Olsa da fazla gündem olmaz. Diyarbakır'daki kaçırma olayının bu derece gündem olması, olayın faillerinden kaynaklanıyor olsa gerek. Çünkü kadını kaçıran bir imam, kaçırılan kadın ise bir imamın karısı.

Failler imam olunca haber başka değer kazanıyor ve imamlar da bunu yaparsa cemaat neler yapmaz deniyor. Keşke bu olay olmasaydı. Çünkü imamların ve din görevlilerinin sarığı beyaz olduğu için leke götürmez. Keşke bu olay olmadan önce Şırnak’ta görev yapan imamlıktan istifa etseydi, eşiyle geçinemeyen ya da evlilikte huzur bulamayan evli kadın da kaçmadan önce eşinden ayrılsaydı da sonra evlenme yoluna gitselerdi. O zaman bu kaçma ve kaçırılma olayında imamlar bu işe karıştırılmamış olurdu. Umarım, evli kadını kaçıran Şırnak’taki imam bekar olur. Şayet evli ise kaçan ya da kaçırılan kadın evli kadın üzerine kuma gitmiş olur.

Bu nahoş olay olmasaydı ama oldu. Oldu. Keşke basına sızmasaydı. Sızdı. Keşke bu eylemi gerçekleştiren özne ve nesnenin görevleri yazılıp çizilmeseydi. Yazılıp çizildi. İnşallah bu olay büyümeden kapanır. Daha büyük yaralara kapı aralamaz. Bu olay unutulsun da isterim. Ama unutulacağını sanmıyorum. Özellikle kaçırılan kadının eski kocası ve çocukları derinden etkilenecek.

İmam veya başkası, bu tür olayların kimsenin başına gelmesini temenni etmiyorum. İnsanlar kaçarak veya kaçırılarak ya da başkasının yuvasını yıkarak ev kurmaya çalışmak yerine, Allah’ın emriyle evlensin, kaçarak değil.

Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Birbirini seven, evlenmek isteyip de anne babası rıza göstermediği için son çare kaçarak evlenme yolunu seçen bekarları anlarım da evlilerin, arkasında çoluk çocuğunu bırakarak kaçmasını bir türlü anlamıyorum. Yazık değil mi küçücük yavrulara. Yazık değil mi eski kocaya. Çünkü eninde sonunda bu çocuklar ve eski koca mağdur olacak. Bir de kaçan kadının ailesi.

Son sözü de evli kadını kaçıran imama söyleyeyim. Be kardeşim, ele telkin verirken salkımı yutmuşsun. Taliplisi olan bir bekar kıza bile talip olunmadığını, bunu tahrimen mekruh olduğunu en iyi sen bilirsin. Bunu belki de vaazlarında bahsettin. Evli kadına zaten talip olunmaz. Boşandığı halde daha iddet müddeti bitmeden yine talip olunmaz yani evlilik teklif edilmez. Hasılı s.çıp batırmışsın. Yatacak yerin yok senin. 

*12.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Ağustos 2024 Cuma

Burun Kırdırma Hikayem (2)

Yıl 2024 Şubatında hastanede kontrol amaçlı endoskopi oldum. Bir de KBB'ye görünelim dedi oğlan. Muayene eden doktor burnunun iki tarafı da tıkalı deyince şaşırdım. Ama Halep orada ise Halebi buradaydı. Görüntülemek için soktuğu aleti zorladı ama geçip gitmedi. Sol tarafımdan ameliyat oldum dediysem de hiç olmuşa benzemiyorsun dedi. Demek ki doktor girişteki kıkırdağı almış, o günün şartlarında burnun ilerisine dokunmamış.

Ameliyat olursam horlamayı kesmeye faydası olur mu soruma, nispeten faydası olur dedi. Düşünelim deyip çıktık. 

İstişare sonucu yazın ameliyat olmam kararı verildi.

2 Ağustos günü öğleye doğru ameliyattan çıktım. Bekleme odasında iken ameliyatın bittiğini öğrendim. Tümden bayıltmışlar beni.

12.30 gibi odama geldiğimde, cep telefonuyla burnuma bir bakayım dedim. Sargı namına bir şey yoktu. Acaba ameliyat yapmadılar mı dedim. Burnumu yokladım. Tamponun olduğunu hissettim ama tampona rağmen burundan nefes alabiliyordum. Teknoloji ve tıp ne kadar gelişmiş. Ameliyat olduğum bile belli değil dedim.

Kontrol amaçlı bir gün hastanede yattım. Cumartesi işlemleri bitirdikten sonra hastaneden çıkıp eve geldim. 

Tampona rağmen hem uyudum hem rahat nefes alıp verdim. Pazara daha da rahatlarım derken burnumdaki tampon beni konuşamayacak noktaya getirdi. Buna rağmen Muhacir pazarına giderek alışveriş yapıp geldim. 

Pazar akşamı fakülteden sınıf arkadaşlarım geçmiş olsuna eve geldiler. Kahvemizi yudumlarken bir tanesi "Yazılarınla her şeye burnunu sokuyorsun. En sonunda burnunu kırdırdın" demez mi? Hiç böyle espri beklemiyordum. Çünkü espri yapmayan bir arkadaştı. Espri de kaliteli olunca ancak gülünür. 

Espriye cevap vermedim. Çünkü tamponlu burunla konuşacak takatim yoktu. Hoş cevap vermek istesem de ne söyleyebilirdim. Haklısın deyip gülmekle yetindim. Esprinin gerçekle ilgisinin olması da espriye ayrı bir kalite katıyor. 

Ertesi gün WhatsApp aracılığıyla ortak grubumuzdan bir arkadaş, yazılarımla her şeye burnunu soktuğundan, sonunda burnunu kırdırdın dedi diye yazdım. Grup bunu diyen kim olabilir diye epey kafa yordu. Tek tek gruptan kimin diyebileceği yorumları yapıldı ama hiç kimse bunu diyeni tahmin edemedi. Bu kaliteli espri yeteneğinden dolayı bundan sonra seni esprinin üstadı kabul ediyorum yazdım. 

Espri hayatın bir parçası. Hayata renk katan, insanları hem düşündüren hem de güldüren yönü vardır.

Tanıyanlar espride iyi olduğumu söyler. Mümkün olduğunca gerçekle bağını kurarak gülmeden espri yapmaya çalışırım. Eline su dökemesem de bazı dostlarım çağın Nasrettin Hocası şeklinde iltifat eder.

Bayat, kaba, insanı rencide eden, belden aşağı esprilerden hoşlanmam, yapmam da. Yerinde, kaliteli ve ince espri yapanları da takdir ederim.

Şu espri de kaliteli esprilerden:

Bir ortaokulda çalışırken zemin katta nöbetçiyim. Bu katta 8.sınıflar var. Öğretmen zili çaldıktan sonra koridordaki öğrencileri içeriye girdiriyorum. Bir öğrenciyi üç defa girdirdim. Ardımdan çıktı. Sonunda geri dönüp, yavrum, kaç defa girdirdim. Niye çıkıyorsun dedim, yüksek sesle kızarak. Çocuk, öğretmenim, siz bana gir dediniz. Ben de girdim. Ama çıkma demediniz demez mi? Kızmam gitti. Gülmeye başladım. Aferin sana. Şimdi haydi gir ve çıkma dedim. Tamam deyip sınıfına geçti.

Yazılarımda her şeye karıştığıma gelince, yazılarımı takip edenler, dilimin döndüğünce her konuda kalem oynattığımı, ince ince dokundurduğumu bilir. Yazdığım bir yazıyı üzerine alınan bir mülki amir de her konuda yazıyor. İnsanın bir ilgi alanı olur o konuda yazar demiş, gıyabımda beni tanıyan öğretmenlere dert yanmış. Siz buna dedikodu yapmış deyin.

Bir de bizim toplumumuzda burun ameliyatı olanlara burnunu kırdırmış der bazıları. 

Pazartesi doktor tamponları çıkardı. Nefes al dedi. Aldım. Nasıl dedi. Nasıl olacak, dünya varmış dedim.

Şimdi tamponsuz ama su değdirmeden solüsyon kullanmak suretiyle kontrol günümü bekliyorum. Şu var ki burnumu kırdırmış olsam da iyi ki kırdırmışım. Çünkü burundan nefes almak, rahat nefes almak ne büyük nimetmiş. Böyle burun kırdırmaya can kurban. Burnu ameliyatla kırdırmak lazım, kavgada yumruk yiyerek değil.

Hasılı, sonu burun kırdırmaya mâl olsa da burnu kırdırmadan memnunum. Sonunda burun kırdırma olsa da yazılarımda yine ince ince dokundurmaya devam edeceğim. Yeter ki zülfü yâre dokunsun.

Bir de 98 yılından 2024 yılına, tek taraftan nefes almak suretiyle bugüne geldim. Burnumun iki tarafı da açıldığına göre ahir ömrümde iki burundan nefes alarak bol oksijen alacağım.

Faydasını da gördüm. Horlamam kesildi. Eve bağlı kalıp işimi aksatmadım. Boğazımda gıcık olduğundan sık sık boğaz temizlemek için öksürürdüm. Öksürük kesildi. Su içerken su bile genzime giderdi. Öksürürdüm. Suyu da rahat içiyorum.

Yazıyı kaleme aldığım gün ameliyat olduğumun altıncı günü idi. Ameliyattan eser yok. Bir 98'deki ameliyatı bir de 2024'deki ameliyatı düşününce, doktorundan mıdır, teknolojiden midir, tıbbın gelişmesinden midir, şimdiki ameliyat bana çocuk oyuncağı gibi geldi.

Burnun tek tarafından nefes almama rağmen yazdığım yazılarla epey dokundurmuşum. Burnun iki tarafı da açıldığına göre burnumun ucunu daha iyi göreceğim ve tam isabet dokundurmaya devam edeceğim. 

Burnundan rahatsız olup da burnunu kırdırmak isteyenlere şiddetle ameliyat olmalarını pardon burunlarını kırdırmalarını öneririm. 

Burun Kırdırma Hikayem (1)

1997 yılında Adıyaman'da çalışırken, yaz dönemi Meram Tıp Fakültesinde bir KBB doktoruna bir çocuğumu muayene ettirmiştim. Doktor odyometre testi istedi. Sekreterden gün alın demişti. Sekreter üç ay sonrasına gün vermişti. 

Bu testin ne olduğunu bilmiyordum. Önemli bir test olmalı diye düşündüm. 

Gün geldi çattı. Mevsim sonbahardı sanırım. Adıyaman'dan Konya'ya sevk yaptırdım. 

Oğlanla beraber Konya'ya geldim. 

Gün ve saatinde Meram Tıp Fakültesinde oldum. Yalnız in cin top oynuyordu. Polikliniğe geldim. Kapalı. Testin yapıldığı yeri buldum. Ora da kapalıydı. Sanırım birine sordum niye kapalı diye. Bugün 29 Ekim, tatil olur, bilmiyor musun dedi. 

Hiç bozuntuya vermeden öyle ya bugün 29 Ekim tatili. Hiç poliklinik hizmeti verilir miydi. Unutmuşum dedim ama madem bu sekreter bu tatil gününe niye verdi randevuyu dedim içimden. Üstelik randevuyu verdiğinde bu tarih bayrama denk geliyor. O gün bu test olur mu demiştim de olur beyefendi demişti. 

Testi yaptırmadan gerisin geri eve döndüm. 

Ertesi gün tekrar hastanenin yolunu tutup odyometre testinin yapıldığı yere geldim. Kızımız sadece bana değil, çoğu kimseye 29 Ekim gününe randevu vermiş. Hepimiz eksiksiz oradaydık. Epey bir beklemenin ardından odyometre testini yaptırabildik. Ardından doktora gösterdim. Çocuk ameliyat olması gerekir. Yalnız 18 yaşını dolduruncaya kadar zorunlu olmadıkça ameliyat yapmıyoruz. Çünkü yeniden nüksediyor. İyice zorlanırsa rahatlatmak için küçük bir operasyon yapıyoruz dedi. Teşekkür edip çıktım. 

Çıkışta, sekretere bir muayene de ben olabilir miyim dedim. Olmaz beyefendi. Randevu vermem gerekir dedi. Kızın randevusundan iyice korkar olmuştum. Yine bir tatil gününe randevu vermede mahirdi çünkü.

Ha gelmişken bir muayene de ben olayım istemiştim. Ne de olsa ta Adıyaman’dan geliyordum. 

Neyse doktor liseden dönem arkadaşımdı. Kapısını çalıp gelmişken bir muayene de ben olsam olur mu dedim. Olur, niye olmasın. Sekretere kaydını yaptır gel dedi. 

Az önce olmaz, randevu vermemiz gerekir diyen sekretere, doktor beyin bilgisi var. Kaydımı yapar mısın dedim. Olur dedi. 

Muayene oldum. Burun sizde irsi. Sen de ameliyat olman gerekir dedi doktor. Yazın olurum, teşekkür ederim deyip ayrıldım. 

1998'in yazı geldi. Numune Hastanesine sabahın erken saatinde giderek sıra aldım. 10 gibi doktor geldi. 12'ye doğru muayene oldum. Ameliyat dedi. Tamam, yap dedim. Yoğunum, başka arkadaşa git dedi. 

Bir başka gün başka bir doktordan sıra aldım. O da ameliyat dedi. İyi bildin, yap dedim. Tatile çıkacağım dedi. 

Olmayacak böyle dedim. Hastanede memur olarak çalışan bir memur arkadaşa, bir KBB doktor ismi ver, özel muayenesine gideyim. Başka türlü ameliyat olamayacağım dedim. Bir tanesinin ismini verdi. 

Soluğu İstanbul Caddesindeki muayenesinde aldım. O zamanlar doktorları öğle arasında ya da saat 16.00'dan sonra özel muayenesinde bulabilirdin. Girdim. Sıraya aldı görevli. Muayene etti doktor. İlgi o biçim. Paraya kıydım ama değmişti. Ameliyat dedi. Olayım. Ameliyat parası ne istiyorsun dedim. Ameliyattan para almam. Sadece iki özel muayene parası alırım dedi. Eyvallah dedim. O günün parasıyla bir 60 bayıldım. Milyon mu, bin mi bilmem.

Çalıştığı hastanede lokal ameliyat yaptı. Burnumun iki tarafı da tıkalı olduğu halde tek tarafın kıkırdaklarını almış doktor. Hiç yoktan iyi. Bir tanesiyle nefes alırım dedim kendi kendime. 

Ameliyat kolay olmuştu ama tampon, kontrol, tampon yenileme iki haftayı buldu. Özellikle tampon yenileme anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi. Gözümden yaş aktı. Çünkü 98'in Türkiye’sinde burun ameliyatlarında tampon bezden idi. Yani çaput. Burun ne kadar alırsa tıka basa doldururdu doktorlar. O bezlerden nefes al da göreyim. Nefesten geçtim. Tamponları çıkarmak mesele idi. Tampon ve burunda sargı, ameliyat olduğunu belli ederdi. 

1963’ten 1998'e kadar 35 yıl ağızdan nefes almak suretiyle burnu süs gibi taşımışım. (Devam edecek) 

8 Ağustos 2024 Perşembe

Kaplıca Sevdası

Sen gel,

burnunun ucundaki 50 km mesafedeki İsmil’i,

90 km mesafedeki yolun üstündeki Ilgın’ı,

252 km mesafedeki yol üstündeki Gazlıgöl kaplıcalarını tep,

450 km mesafedeki Çitgöl Kaplıcasına gel.

Farkı ne diye baktım. Farkın mesafe olduğunu anladım. Bunu anlamak için 5.5 saat yol gitmem gerekti. Geri kalanı aynı.

Hasılı kaplıca kaplıca dedikleri sıcak sudan ibaret. Aslında bu suyu benim kombi de üretiyor. Kombininki sıcak su diye biliniyor. Buradaki de kaplıca/Ilıca diye nam yapmış.

Evdeki sıcak suyu kullanarak belediye ve TÜPRAŞ’a, buralardakileri kullanarak firmalara ve petrol istasyonlarına çalışıyoruz. Yani vücudu sıcak suda yakıyoruz.

Günde iki defa yakmaya para ödüyoruz. 1+1 evde kendimiz pişirip kendimiz yiyoruz. Bunun karşılığında günlük kira veriyoruz. Buna da tatil diyoruz. 

Vücudunu günde iki defa suya girdirmenin sayısız faydaları varmış kağıtta yazdığına göre. Bir okuyorsun, tüm dertlerim biter diyorsun.

Bir giriyorsun. Yandım Allah diyorsun. Gerçekten tüm dertlerini unutuyorsun. Çünkü vücut sıcağı görünce sair dertlere;

"Senin derdin dert midir, benim derdim yanında,

Hiç kimsede gördün mü böyle dert hayatında,

Otur şöyle yanıma dinle bak dertlerimi,

Anlatınca ağlama deşme benim derdimi…" diyorsun.

Günlük böyle yanarak tatil yapıyorsun ama kafan dinlenmiyor bir türlü. Çünkü içimdeki ben, "Önünde tepilecek 450 km'yi hatırlatırım" diyor. Vazifesi sanki...

Bu kadar gidiş-geliş yolu tepmede kullanılan yakıtı ve cepten giden parayı söylemene gerek yok. Bu da ayrı bir dert.

Ne diyeyim: Allah kurtarsın. 8/8/2021

Not: Bu yazı da 08/08/2021 tarihinde sosyal medyada yazıp paylaştıklarımdan. Blog arşivimdeki yerini alsın istedim.