23 Temmuz 2024 Salı

Yönetenler ve Yönetilenler

Gördüğümden, izlediğimden, olup bitenden, geldiğimiz noktadan şunu çıkarıyorum ki dünyada bir yönetenler var, bir de yönetilenler.

Yönetenlerin sayısı fazla değil. Sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Bunlar parayı elinde bulunduranlar, para ve ekonomilere yön verenlerdir. 

Devlet değil bunlar. 

Ellerindeki devasa imkanlarla her devleti elleriyle oynatıyorlar. 

Bunlar ne karar alıyorlarsa, dedikleri oluyor. Planları milim şaşmaz. A planları olmuyorsa, B planlarını devreye sokuyorlar. Bu da olmuyorsa C planları devreye girer. Ama her hâlükârda dedikleri olur. 

Dünya siyasetine bunlar yön verir. İster krallık ister demokrasi ile yönetilsin, devletlere lider ya da yöneticiyi bunlar ayarlarlar. 

Ayarladıkları liderleri bir şekilde o ülkenin yönetimine getirirler. Hem de kurtarıcı olarak. 

Getiremedikleri takdirde gerekirse darbeye başvururlar, iç savaş çıkarırlar. 

Anlaştıkları liderler efendilerinin emrinden dışarı çıkmaz. Şayet çıkmaya kalkarlarsa bedelini ağır öderler.

Dünyada bu yönetenler dışında bağımsız devlet yoktur. Bayrağı olan ne kadar devlet varsa, bu ülkelerde ne kadar iktidar varsa hepsi bunların emrindedir. Ülkelerin durumları içişlerinde serbest, dışişlerinde bağlı özerk devlet gibidirler.

Bunlar devlet de olsa, o ülkenin cumhurbaşkanı veya kralı da olsa ülkesine emir verirken bunlardan emir alırlar. Emir alan cumhurbaşkanıdır, emir alan kral vs.dir. 

Bu durumda ülkesine yön veren yöneticiler de birer yönetilen mesabesinde olmuş oluyorlar.

Bir elin parmağını geçmez yönetenlerin yanında yönetilenlerin sayısı çoktur. Çoğunluk, yönetilen olmakla beraber yönetici gibi görünen, haddizatında yönetilen olan yönetici görünümlü kişilerin sayısı da az değildir. 

Şunu demek istiyorum. Devletlerin başında yönetici görünenler, aşağısına emir verirken yönetici, yukarısından emir alırken yönetilen durumundadır. Altına yegane güç olarak kök söktürürken, yukarısı da bunlara kök söktürüyor.

Bu yönüyle bakıldığı zaman ülkeler para babalarının elinde adeta valilikle yönetiliyor. Ülkesinde cumhurbaşkanı veya kral, para babalarının nezdinde ise vali. Valiler ise hep emri yukarıdan alır, altına emir verir.

Yönetenler tüm dünyayı ve ülkeleri böyle yönetiyor bence.

Yönetici gibi görünen yönetenler ise yöneticilerinin yazdığı senaryoyu oynayan birer aktör görünümündedir.

Terör örgütlerini kuran, onları besleyip büyüten, kendi adlarına vekalet savaşı yaptıranlar da bu az sayıdaki yöneticilerdir.

Kısaca statü ve makamımız ne olursa olsun sen, ben, bizim oğlan hepimiz birer yönetileniz. Gerçek yönetici olmak için çok fırın ekmeği yememiz de yetmez. Zira yönetenler ailesinden değiliz. Hepimiz yönetilenler ailesindeniz. 

Gençlerin Hayallerini ve Geleceğini Nasıl Yok Ettik? *

Önüme bir istatistik düştü. Ne derece doğru bilmiyorum. Piyasada her branşta mezun olmuş, öğretmenlik bekleyen o kadar mezunun olduğu göz önüne alınırsa istatistiğin gerçeği yansıttığı söylenebilir.

Bu istatistiğe göre öğretmen yetiştiren "Eğitim fakülteleri yarın kapatılmış olsa  20 yıllık atama ortalamasına göre atama havuzunda birikmiş öğretmen sayısı ile yeni mezuna ihtiyaç duymadan kaç yıl idare ederiz?" sorusuna cevap aranmış. 

Çıkan sonuç şu: Beden eğitimi (19), biyoloji (18), coğrafya ve din kültürü (23), fen (10), fizik (15), ilköğretim matematik (6), İHL meslek dersleri (97), İngilizce (5), kimya (14), lise matematik ve sosyal bilgiler (16),  okul öncesi (17), rehberlik (12), sınıf öğretmenliği (2), tarih (42), edebiyat (30), Türkçe (9) yıl. 

Bu durumda sınıf öğretmenliği dışında tüm branşlara yakın, orta ve uzak vadede ihtiyaç yok. Mevcut mezunları eritmek için kaç yıl gerekiyor? 

Bu durum insan iş gücümüzü iyi planlayamadığımızın ve gençliğin hayallerini yok ettiğimizin bir göstergesi. 

Bir ülke kendi insanına ve gencine kötülük yapmak istese, bunun için didinse, inanın, bu istatistik sonucunu ortaya koyamaz. Bunu ancak bizim ülkemiz yapar. Ki bu istatistik sonucunu elde etmek için YÖK, üniversiteler ve devletin ilgili organ ve yetkilileri çok uğraştı.

Öğretmenlik branşlarının çoğunda ihtiyaç olmadığı halde birinci öğretimin yanında ikinci öğretimler açıldı ve bir fabrikanın seri üretimi gibi yıllar yılı mezun verdiler. Mezun ettiklerini dışarı saldılar.

Bu kadar mezun verdikten sonra YÖK ikinci öğretimleri kapamayı yeni akıl etti. 

Her ile bir ve birden fazla olacak şekilde mantar birer gibi üniversiteler açıldı. 

Öncesinde ne işe yarayacaksa, hangi akla hizmet ise liseler zorunlu eğitim kapsamına alındı. 

Madem ki liseyi okuyacağım. Bari bir de üniversite okuyayım dedi gençler.

Tercih edilmediğinden dolayı birçok bölüm dolmadı. Ama biz inadına bu bölümleri açık tutmaya, yenisini açmaya devam ettik. 

Bugün öğrencisi yok diye bazı bölümleri kapatmaya kalksak buralara alınan öğretim üyeleri ne olacak? 

Görünen o ki bilerek veya bilmeyerek eğitim ve öğretimin anasını ağlattık. Ağlamakla kalmadık, kibrit suyu döktük.

Mezun veriyoruz ama iş veremiyoruz. Çünkü istihdam alanı yok. 

Piyasada her yıl atanmak için sınava giren üniversite bitirmiş milyonlar var.

Bütün bu okumuş işsizler maalesef bizim eserimiz.

24-25 yaşında bir öğretmenlik branşını bitiren bir genç bu yaştan sonra ne yapar ne eder? Kamuda veya özel sektör okullarında iş bulamayanları ne sanayi işe alır ne de bu gençler oralarda çalışabilir.

Bizim bu yaptığımız, kaç neslin umutlarını yok etmek ve tüketmektir. Herkesi lise ve üniversite mezunu yapacağız, istatistiklerde lise ve üniversite mezun sayısı çok gözükecek iştah ve süksemizin, 18 yaş işsizliğini 25 yaşa ötelemenin bir sonucudur.

Gelinen nokta şudur ki bugün okumamak okumaktan daha iyidir. Okuyup diplomalı işsiz olmaktansa, okumayıp ilköğretimden sonra bir meslek sahibi olmak en güzelidir. Kim böyle yaparsa kendini ve geleceğini kurtarmış olur. Geleceğine de güvenle bakar ve hayalleri olur. Bugün öğretmenlik bitirenlerin artık bir hayalleri olmadığı gibi geleceğe umutla bakacak bir gelecekleri bile yok.

Öğretmenlik branşında durum bu. Ya diğer bölümlerde durum nasıl? Öyle zannediyorum tıp fakülteleri dışında hepsi aynı. Bol mezun ve işsizlik.

*02.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Araboğlu Makası *

Yeniler pek bilmese de eskilerin adres tarifi içi kullandıkları yer isimlerinden biri de Araboğlu Makasıdır. 

Burası bir diğer adıyla dershaneler sokağı olarak bilinse de caddenin resmi adı Mimar Muzaffer Caddesi'dir. 

Araboğlu ismini, cadde üzerindeki Kurucu Kazım Ağa'nın yan tarafında yer alan Müslim Arap oğlunun evinden aldığı belirtilmektedir. Konağın olduğu yerde atlı tramvayın makası varmış. 

1917 yılında Yunanistan'dan sökülerek getirilen atlı tramvay Konya'ya getirilip kurulmuş. 

Atlı tramvayın güzergahı şöyledir: "Atatürk Anıtından sonra şehir içine iki kol halinde ile uzanmaktadır. Anıtta çift makasla başlayan kolun biri, bugünkü  Konya  Lisesinin önünden geçer. Daha sonra Atatürk Müzesini takiben Konya İdman Yurdu Lokali arkasından eski Park Sinemasının önüne gelirdi. Park Sineması ile eski ordu karargahı binası arasındaki bu yerde ikinci bir makas vardı. Ayrıca bu civarda zamanın buğday tüccarların gayrimüslim Arap oğlunun evi bulunduğundan, buradaki makasa "Arap oğlu Makası" denmiştir". (konyaaktuel.com)

Bu güzergahtan anladığım kadarıyla Araboğlu Makası denilen yer, Rampalı Çarşıyı solumuza almak suretiyle devam eden caddenin Zafer’e kadar uzanan kısım olsa gerek.

Bu kısımda tarihi diyebileceğimiz binalardan bir ara Meram Milli Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılan bina ve kilise gözümün önüne geldi. İş merkezi olarak aynı cadde üzerinde Terziler İşhanı var.

Bugünkü resmi adı Mimar Muzaffer Caddesi olsa da bu isimle bu caddeyi kimse bilmez. Ne eskiler ne de yeniler.

Arap oğluna ait konağın önünde atlı tramvayın makas değiştirmesinden dolayı yani bir Arap’tan dolayı buranın adı Araboğlu Makası olarak kalmış eskilerin belleğinde.

Araboğlu Makası başlığıyla yazı konusu edinmemin sebebi, birkaç defa Meram Eski Kaymakamlığının arkasını sağıma alarak kestirmeden Çıkrıkçılar İçine geçtim. Genelde kahvehane ve birahanelerin dikkat çektiği cadde, boydan boya Suriyeli Araplarla dolu. Gelip geçen ve cadde boyu sağlı-sollu duranları hepsi Arapça konuşuyor. Sanırım Suriyelilere ait dükkanlar da var.

Daha önce Alâeddin’den kestirme olarak Larende Caddesine çıkmıştım. O cadde de boydan boya Suriyeli esnaf ve müşteriyle dolu.

Bildiğim kadarıyla Araboğlu Makasının arkası, Larende’ye varıncaya kadar muhacirlerin oturduğu yer olarak bilinir. Bugün Balıkçı Halinin de yer aldığı, pazar günleri kurulan Konya’nın en büyük pazarının adı da Macur/Muhacir Pazarıdır.

Eskiden Selanik göçmenlerinin kaldığı bu bölgede ne kadar Selanik göçmeni kaldı bilmiyorum ama bu bölge, sağlı- sollu, önlü ve arkalı Suriyeli göçmenlerle dolu. Kısaca bir göçmen gitmiş, yerine yeni göçmenle yani muhacirle dolmuş. (Muhacir kelimesini de burada göçmen anlamında kullanıyorum.)

Zamanında tek Arap oğlundan dolayı caddeye ismi halk tarafından verilen kısım sadece bu cadde ile kalmamış. O mahallenin tamamı Arap’la dolmuş.

Sanki Arap oğlu ta o zamandan: “Daha bu ne ki. Öyle bir zaman gelecek. Buranın her tarafı benim soydaşlarım tarafından doldurulacak” demiş olmalı.

*07.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Tarih Kokan Tarihi Lise *

Konya Lisesi
1889 yılında Türkiye'nin 26.lisesi olarak açılan Konya Lisesinin girişinde tarihi bina yazar. Hem bina tarihi hem de eğitim ve öğretim yönünden tarih olmuş bir okul. 

Açıldığından bu yana Konya İdadisi, Konya Sultanisi, Konya Erkek Lisesi, Konya Gazi Lisesi isimleriyle eğitim ve öğretim yapan okul, Konya Lisesi adıyla eğitim ve öğretime devam etmektedir. 

Bina tarihi zaten. Dışarıdan bakan bu binanın tarihi olduğunu bilir.

Bina, hizmete girdiği 1889 yılından bu yana 135 yıl geçmiş olmasına rağmen dimdik ayakta ve hala hizmet vermeye devam ediyor.

Günümüzde Konya Lisesi binası gibi ayakta duran bina varsa Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait. Günümüz teknolojisi ile yapılan hiçbir binanın ömrü bu kadar yıl sürmez. Adeta beton yığını hepsi. 50-60 yıl sonra da adeta kül oluyor hepsi.

Eskilerle günümüzü kıyaslarsak, eskilerin yaptıkları binaları evladiyelik yaptıkları anlaşılıyor. Günümüzde yapılanlar ise adeta günü kurtarmak için yapılanlar. 

Eskiler yıllara ve yüzyıllara meydan okuyacak kalıcı eserlere imza atarken günümüz insanının ve teknolojisinin yarınlara verebileceği ve bırakabileceği bir şey yok. 

Yine eski tarihi ve evladiyelik binalara girince, yaz olmasına rağmen içeride bir serinlik seni karşılıyor. Bu binalar yazın serin, kışın sıcak tutar türden. Yeni nesil binalarımız ise kışın soğuk, yazın sıcak türünden. 

Eski tarihi binaların duvarları kalın. Ne içeriden dışarıya ses gider ne de dışarıdan içeriye ses alır. Günümüz binalarında ise tam tersi bir durum söz konusu. İçerideki ses dışarıya, dışarıdaki ses içeriye kadar gelir.

Konya Lisesinin sağından ve solundan akan yoğun trafik olmasına rağmen o trafiğin gürültüsü binaya pek uğramıyor dense yeridir.

Her yönüyle günümüz binaları ile kıyas kabul etmeyen ecdadın binaları önünde şapkamı çıkarıyorum. Hepsini hayırla yad ediyorum.

Tarihi binanın giriş katındaki koridora girince, dışı tarihi olan binanın içinin de tarih koktuğu göze çarpıyor. Geçmişten günümüze bu okuldan mezun olup ünlü olmuş ne kadar devlet adamı, siyasetçi, edebiyatçı varsa resimleriyle beraber duvarda kendilerine yer verilmiş.

Giriş kattaki dersliklere de tarih olmuş ünlü şahsiyetlerin ismi verilmiş. Aklımda kaldığı kadarıyla salonun bir tanesine Abdülbaki Gölpınarlı dersliği, diğer birine Sivaslı Ali Kemal dersliği adı verilmiş. Diğerlerinde de başka meşhurların ismi yazılmış. Dersliğe girişin sağ tarafında da adı verilen kişinin özgeçmişi ve yaptıklarını anlatan bir çerçeveye yer verilmiş.

Sivaslı Ali Kemal ismi dikkatimi çekti. Sanırım beşinci dersliğe adını vermişler. Bu kişi Sivaslı ise Sivas nere, Konya nere. Konya ne alaka? Bu zatın ismi verilecekse Sivas’taki bu okulda değerlendirilmeliydi dedim. Üstelik Yaka’da kocaman bir caddeye de bu kişinin adını vermişler.

Kimdir, necidir, Konya’ya ne hizmeti dokunmuş olabilir diye özgeçmişini okudum. Okudukça Sivaslı Ali Kemal’e sevgim ve saygım arttı. Konya’ya büyük hizmetleri olduğu gibi Delibaş isyanıyla birlikte isyancıların elinde can vererek canından olmuş bir şahsiyet olduğunu gördüm. Allah razı olsun kendisinden.

Konya’ya şu ya da bu şekilde hizmeti dokunmuş tarih olmuş bu kişilerin isimlerini ve yaptıklarını yaşatmak amacıyla dersliklere bunların isimlerini  ve kısaca yaptıklarını anlatan çerçeveye yer vermelerinden dolayı sebep olup uygulayanlara teşekkürü buradan bir borç bilirim.

Böyle bir tarihi binada tarihi şahsiyetlerin isminin verildiği bu dersliklerde öğrenci olmak isterdim doğrusu.

*05.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (3)

Açık lise sınavına dair kısa kısa bahsederken şundan da bahsetmesem olmaz.

Sınavını bitiren bir öğrencinin sınav evrakını almak için yanına gittiğimde, öğrencinin önünde, uçları aynı oranda açılmış bir deste veya düzine kalem gördüm.

İçinden bir tanesini çıkarmış. Onunla kodlamasını yapmış. İşi bitince kullandığı kalemi de diğer kullanmadığı deste veya düzine kalemlerin içine koymaya çalışıyordu.

Deste veya düzine diyorum. Çünkü kurşun kalemler deste ile mi satılır ya da düzine ile mi bilmediğimden.

O değilden gence sordum. Satıyor musun bu kalemleri dedim. Yok abi, niye satayım dedi. O zaman niye getirdin hepsini dedim. Bir tane kurşun kalem satmıyormuş esnaf. Mecburen böyle hepsini aldım. Lazımsa vereyim dedi. Yok, delikanlı. Lazım değil, teşekkür ederim dedim. Evrakını alıp öğrenciyi gönderdim.

Garibime gitti bu durum.

Bu konuyu yazı konusu edineyim derken kurşun kalemler deste ile mi yoksa düzine ile mi satılıyor diye araştırdım. Düzine ile satılıyormuş İnternet üzerinden. İki farklı markaya baktım. Birinde 130 TL idi düzinesi, diğerinde 160,91 TL idi.

Bir derse girmek için sabah sabah kırtasiye veya bakkalın yolunu tutan bu çocuk bu bir düzine kalemi kaça aldı bilmiyorum. Keşke kaça aldın diye sorsaydım.

Esnafın işyerinde satmak için bu kalemleri düzinesi ile alması normal. Toptancı ise düzine ile satması da normal. Anormal olan, esnafın bir kalem isteyen çocuğa düzinesi ile satması. Öyle görünüyor ki bu sınav çocuğa çok pahalıya patladı.

Esnafın bu yaptığı tamamen fırsatçılık.

Halbuki esnafın yapacağı düzine ile alırsan şu fiyat, tek alırsan bu fiyat şeklinde iki ayrı fiyat söylemesi. Elbette tek alım daha pahalıya gelir. Bu da normaldir. Çünkü perakende satışa girer. Düzine ile alım ise toptan satışa girdiği için daha hesaplı olur.

Öyle görünüyor ki esnaf, gözü açılmamış ve sabah sabah kalem ihtiyacı olan çocuğa bir düzine kalem satarak kârına kâr katmış. Belli ki büyük esnaf olma gibi bir niyeti yok. Günde kaç kişiyi tokatlarsam kâr mantığı güdüyor. Vah ki vah...

Bileydim ve görseydim, bu çocuğa kalem aldırmazdım. Gelmeyen kişilerin kutucuğunu işaretlemek için evden götürdüğüm kalemi verirdim ona. Al oğlum, bununla kodla derdim. Esnafa da sabah sabah zırnık koklatmazdım.

Böyle esnaflar aslında topuklarına sıkıyor. 

Devlet ders kitaplarını ücretsiz verdiğinde bu esnaf sinek avlamaya başlamıştı. 

ÖSYM kalemine varıncaya kadar öğrencinin ihtiyacını sınavlarda temin ediyor. 

Böyle esnafın sayısı artarsa açık lise öğrencilerine de kalemi vermeye başlar. Ondan sonra bu tür kırtasiyeci esnafı ne satar, bilmem. 

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (2)

Açık lise sınavlarında sorulan sorular yeni nesil sorularından değil. Soru ve cevapları 10 saniye içerisinde okunabilir. 

Bir öğrenci yedi dersten sınava girmiş olsa her dersten 11 soru olduğuna göre yüz dakikalık sürede her bir soruya bir buçuk dakikalık zaman verilmiş olur.

Bir dersten de sınava girse yedi dersten de sınava girse, çoğunluk, ilk yarım saatte çıkıp giderken bir ya da iki öğrenci yüz dakikanın çoğunu kullanıyor.

Tüm süreyi kullanan iki ayrı oturumda iki öğrenci dikkatimi çekti. Her ikisi de dört dersten sınava giriyor. 

Kısa ve kolay olan bu sorular için bu öğrenciler niçin sürenin tamamını kullandı dersiniz. Bunu bilmek için salonda iki gözetmen eşliğinde bu öğrencileri beklerken izlemek zorundasınız. 

Bir tanesi her soru ve cümleyi gözüyle değil, dudağıyla okudu. Belki anlamak için aynı cümleyi kaç kere okuyor. Ardından okuduğu yerin altını tek tek çiziyor. Arkadaşlarından geride kalmasının en önemli sebebi bu olsa gerek.

Sınavın başlamasını beklerken okuduğu duanın haddi hesabı yoktu zaten.

Bir diğeri sınav süresinin bitimine on dakika kalıncaya kadar süresini kullandı. Sürenin çoğunu kodlamaya ayırdı. O küçücük yuvarlağı doldurmak için neredeyse bir otuz saniyesini kullandı. Aynı tempoyla döndü döndü yuvarlağı karaladı.

Bir başına kalma pahasına tüm kodlamayı aynı yol ve yöntemle yaptı. Ne bıktı ne usandı. Kodlarken süreyi yetiştirebilecek miyim diye ara ara duvardaki saate baktı durdu. 

Bitirdikten sonra sıra gelmişti kontrole. Sol eline kitapçığı, sağ eline de cevap kağıdını aldı. Kitapçığı en baştan sonuna kadar cevap kağıdıyla birlikte kontrol etti. Kitapçıktaki işaretiyle cevap kağıdındaki işareti tutunca sağ elinin işaret parmağını yukarı doğru kaldırdı. Bitime on dakika kala tüm kontrolleri bitirdi. Kitapçığı kapattı. Son on beş dakika kala çıkış yasak olduğu için arkasına yaslanıp beklemeye koyuldu. Bu öğrenciyi gören de YKS, AYT veya KPSS'ye girmiş sanır. 

Sınav bitiminde gözetmen arkadaş, kızım niye örgün okumuyorsun diye sordu. Örgün de hedefime ulaşamayacağıma inandığımdan açık lisede okumayı tercih ettim dedi. Kaçıncı sınıftasın dedi. 11.sınıfta imiş daha. Bu zamana kadar da hiç örgün gitmemiş. Hedefi ne ise artık.

Bu iki öğrenci yüzünden tüm salonlar sınavını bitirmiş olmasına rağmen evrakını en son teslim eden iki salondan biri olma şerefine nail olduk. Son teslim etme şerefine nail olamadık. Sanırım birinci olan salondaki öğrenci sürenin tümünü kullandı.

Salonda, bu öğrencilerin sınavı bitirip gitmesini beklerken iki görevli olarak bize de bol bol sabretmek düştü. 

Bir sonraki yazımda da gördüğüm bir garipliği ele almak isterim.

Açık Lise Sınavından Kısa Kısa (1)

2014-2015 yıllarıydı herhalde merkezi sınavlarda en son görev aldığım. 

Bakayım ne değişmiş yokluğumda deyip bir görev istedim. Üç görev birden çıktı.

Sınavın başlamasından bir saat önce yapılan toplantıya katıldım. Kurallara dair pek bir değişiklik yoktu. Aynı görevlilere üç sınav boyunca aynı kurallar okundu. Sanırım salonda tek öğrenci kalınca sınavı bitiren bir öğrenci onun sınavı bitirmesi için bekletilirdi. Bu kaldırılmış.

Sınav evrakını alıp salona geçtim. Salonda tarih kokuyordu adeta. Öyle ya tarihi binada tarihten başka ne kokacaktı. (Bu tarihi liseyi ayrı bir yazı konusu edineceğim için bu kadarla yetiniyorum.)

Gözetmen meslektaşımla tanıştım. Sınava giren öğrencileri hangimiz müsait ise kimlik ve giriş belgesi kontrolü yapmak suretiyle sırasına oturttuk. 

İki farklı oturumda sadece gözleri görünen, görünen gözlerini göstermemek için renkli gözlükle salona giren iki kız çocuğu geldi. Sırasına oturtup kimliğine bakmak istediğimizde yüzünü gösterir misin dememize fırsat vermeden girişte kontrolü yapıldı cevabını aldık. Belli ki bu tip öğrencilere böyle deyin deniyor. Kimlik, giriş belgesi ve TC numaralarını kontrol etmek suretiyle tamam dedik. 

Giriş belgeleri salonla uyumlu idi ama çarşafın ve gözlüğün altında kim vardı bilemiyorum. 

Zevklerle renkler tartışılmaz dendiği gibi insanların giyim ve kuşam tercihi de tartışılmaz. İsteyen istediğini giyinsin. Ama normali de zorlamamak lazım. Ki din el, yüz ve ayağın açık olmasını avret mahalli olarak görmez. Sadece sınavlarda değil, çarşı, pazar her yerde yüzün açık olmasına dikkat etmek gerek. Ötesi abartıdır, aşırılıktır ve anormalliktir. Yüz ve gözü göstermeyecek şekilde kişinin kendisini gizlemesi din falan değildir. 

Sınava 15 dakika kala sınav evrakını açıp kitapçık ve cevap kağıdını dağıtmak istedim. Sınav evrakı ambalajı farklı idi. Belki de sınava dair bir diğer değişiklik sınav evrakı idi. Eskiden neresinden açılacağını gösteren ok veya yazı olurdu. Şimdikilerde hiçbir işaret yok. Gözetmene sordum. Ben de uzun süredir görev almıyordum. Gelmeden önce baktım. Ya şuradan ya buradan açılacak sanki dedi. 

Toplantıda da ne şekilde açacağımız gösterilmemişti. Eski sınavlarda özene bezene ve uygulamalı bir şekilde nasıl açılacağı gösterilirdi. Aman dikkat edin, yanlış yerden açarsanız tutanak tutmamız gerekir denirdi. 

Sınav bitimi içine sadece kitapçıklar konacağı için ne şekil açılması pek de önemli değil deyip ucundan yırtarak bir şekil açtık.

Her bir öğrenciye önce cevap kağıtlarını ve kitapçıklarını verdik. 

20 kişilik belirlenen sınav salonunda ağırlıklı olarak kız çocukları vardı.

Sınavda her bir dersten 11’er soru sorulmuş. Ya 10 ya da 20 soru normali idi. Niçin 11 buna bir anlam veremedim.

Sınavda tek dersten sınava giren de vardı 7 dersten de. Bilmiyorum çok mu zor tek dersten sınava girenlerle fazla dersten sınava girenleri ayrı ayrı salonlara yerleştirmek?

Üç oturumun ilkinde altı, ikincisinde üç, üçüncüsünde yedi öğrenci sınava girmedi.

Zil sesiyle birlikte sınav başladı. İlk on dakika içerisinde sınavı bitirip beklemeye koyulan öğrenciler oldu. Ama kural gereği ilk yarım saat salondan çıkış yasak olduğu için beklemek zorunda kaldılar.

İlk yarım saat dolunca yarıdan fazlası sınav evrakını vererek salonu terk etti. Ardından bir 10-15 dakika geçince salonda kala kala bir ya da iki öğrenci kaldı.

İster tek dersten sınava girsin ister 7 dersten girsin, sınav süresi yüz dakika olunca tüm süre hakkını kullanmak için sınava giren öğrenciler eksik olmuyor.

Diğer yazımda da salon boşalmasına rağmen sürenin tamamını kullanan öğrencilere örnek vermek istiyorum.