14 Temmuz 2024 Pazar

Bir Branşın Para ve Makamla İmtihanı (4)

Bu konuya başlarken ilk yazımda lisede çalışmaya başladığımda din kültürü öğretmenimin tayin isteyip gittiğini, yerine dersleri dolduracak kimse olmadığından, ilçeye din kültürü öğretmeni ihtiyacımızın giderilmesi için müracaat ettiğimizi, bakalım ilçe bu ihtiyacımızı giderebilecek mi diye yazmıştım. Çünkü 4+4+4 sistemiyle birlikte oluşan din kültürü normuyla birlikte her okulun din kültürü öğretmenine ihtiyacı oluşmuştu.

Sonrasında bu süreçten bahsetmeye, bu süreçte yetiştirilmesi murat edilen dindar gençlik adına bu branş öğretmenlerinin kullanıldığına değinmiş, bu branş sahibi çoğu kimsenin bu süreçte makam, mevki ve para ile imtihan olduğunu diğer yazılarımda örneklerle açıklamaya çalıştım.

Bu süreçte din kültürü öğretmenleri sadece para ve makamla imtihan olmadı. Aynı zamanda usul, tarz ve metotla da imtihan oldu. Çünkü bu sisteme birden geçilmiş, öncesinde hazırlık yapılmamış, din kültürü öğretmen ihtiyacı ve bina ihtiyacı dikkate alınmamıştı. Adeta ben yaptım oldu. Hele bir yola çıkalım, kervan yolda düzülür hesabı yapılmıştı.

Konuyu dağıttığımın farkındayım. Biz gelelim ilçenin ihtiyacımız olan din kültürü öğretmenini nasıl karşıladığına.

İkinci dönemin başında törenle öğrencileri içeri aldık.

Herkes içeri girdikten sonra öğrenci sandığım kısa boylu kız yavaş yavaş merdivenlerden çıkarak yanımıza geldi. Kimsin demeye kalmadan, ben bu okula görevlendirilen din kültürü öğretmeniyim dedi.

Hiç gözüm tutmadı çocuğu. Çocuk diyorum. Adeta benim lise son sınıf öğrencilerin yaşıtı biri idi. Yaşından geçtim sınıf hakimiyeti sorunu yaşayacağını da düşündüm.

Ücretli olarak görevlendirilen bu kız çocuğunu odama aldım. Hoş geldin, hal ve hatırdan sonra nere mezunu olduğunu, daha önce tecrübesinin olup olmadığını sordum.

İlahiyat ön lisans mezunu olduğunu, daha önce Kur’an kurslarında çok çocuk okuttuğunu, tecrübesinin ve bilgi birikiminin olduğunu söyledi. Belli ki minyon biriyle karşı karşıyaydık.

Her şeyden geçtim. İlahiyat mezunu bile değildi öğretmen. İki yıllık uzaktan eğitimle diploma almış bu öğretmen benim lise öğrencilerine ders verecekti. Pedagoji yoktu, tecrübe yoktu, formasyon yoktu.

İçime sinmese de elde olan bu idi. Hayırlı olsun dedim. Lise öğrencileri Kur’an kursu öğrencileri gibi olmaz dedim ve sınıf hakimiyeti için tatlı sert olmasını tavsiye ettim. Gireceğin sınıf ve dersler şunlar. Şu sınıf ve derslere de ben giriyorum. Şu siyer kitabı, bu da yıllık planı, diğerlerini alt kattaki falan müdür yardımcısından alırsın dedim.

Müdür yardımcısını da aradım. İlk sınıfına götürüver öğretmeni dedim.

Birkaç gün sonra kızımız benden siyer kitabını ve yıllık planı istemeye geldi. Kızım, ilk gün verdim ikisini birden dedim. Aldıydım, almadıydım derken evdedir o zaman dedi.

Nasıl gidiyor dersler? Sınıflara alıştın mı dedim. Gürültü yapıyorlar ama sizinle korkutuyorum dedi. İyi, hakimiyeti sağla da varsın kötü ben olayım dedim.

Bir iki hafta böyle geçti. Müdür yardımcısını çağırdım odaya. Hocam, nasıl gidiyor bu öğretmenin dersleri dedim. Hocam, verim yok. Verimden geçtim. Sınıf hakimiyeti yok. Susturmak için sınıfına ardından ben giriyorum. Sınıfında duruyorum. İşimi bıraktım, sınıf sınıf dolaşıyorum. Durmadan öğrencilere nasihat ediyorum dedi.

Almıştık başa belayı. (Devam edecek) 

Bir Branşın Para ve Makamla İmtihanı (3)

2016’da çalışmaya başladığım bir ortaokulda okul dört müdür yardımcısından bir tanesinin branşı din kültürü idi. Bu müdür yardımcısı da o kadar kalabalık ve iş yükünün fazla olduğu bu okulda 12 saat ek dersten ödün vermedi. Yetmedi. Hafta sonu açılan destekleme ve yetiştirme kurslarında ki din kültürü derslerine de dokuz din kültürü öğretmeninin içinde sadece kendisi girmişti.

Bu kesimin makam ve para ile imtihanı büyük oldu. Bu konuda yazılacak o kadar örnek çok ki yaz yaz bitmez. Şu var ki getirildikleri makamda tutunabilmek için tanımadıkları okul müdürü ve yardımcısını yöneticilikten edecek puanlamayı yapanların çoğu da bu branş sahipleri idi. Önlerine gelen listeyi aynen uyguladılar.

Kimlere müdürlük verdiler, kimleri müdürlükten ettiler. Bu eforları sayesinde çoğu il ve ilçe milli eğitim müdürü olarak asaleten atandı. Bir zamanların dürüst görülen bu kişilerin dürüstlüğü yokluktanmış meğer. Önlerine makam ve mevki serilince dürüstlükten eser kalmadı çoğunda. Tanımadıkları insanları budadıklarına göre ben Allah’tan, kul hakkına girmekten korkarım demeleri de sözde imiş.

Yine bu süreçle birlikte okullardaki din kültürü ders ihtiyacını karşılamak için en fazla kontenjan bu branşa verildi. Ataması kolay diye çoğu kimse din kültürü öğretmenliğini tercih etti. Hatta gelecek kaygısı yaşayan bazılarının, ateist oldukları halde ataması kolay diye üniversite tercihinde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliğini ilk sırada tercih ederek bu bölümü okuduğunu ilahiyattaki bir din psikolojisi öğretim görevlisi söylemişti.

Sonuçta, 4+4+4 sistemiyle;

Lise zorunlu olmuş,

İHL’lerin önündeki engeller kalkmış,

İmam hatip ortaokulları yeniden açılmış,

Bir zamanlar üvey evlat muamelesi gören İHL’ler öz evlat muamelesi görmeye başlamış, her yere İHO ve İHL açılmış ya da bazı okullar bu okul türüne dönüştürülmüş,

Sadece İHO ve İHL’ler de değil, diğer ortaokul ve liselerde de Kur’an-ı Kerim, Hz Muhammed’in hayatı ve temel dini bilgiler dersleri seçmeli ders olarak seçilmeye başlanmış, öğrenci ve veliler adeta bu seçmeli dersler için teşvik edilmiş,

Ortaya çıkan din kültürü öğretmen ihtiyacını karşılamak için her yıl alınan din kültürü branş kontenjanı yükseltilmiş,

İHO ve İHL’lerin sayısının artırılması gibi ilahiyat ve İslami ilimler adı altında çok sayıda din kültürü öğretmeni mezun edecek fakülteler açıldı.

Yukarıda da bahsettiğim gibi amaç dindar neslin yetiştirilmesi içindi tüm bu yapılanlar ve daha fazlası.

2012’den bu yana 14 yıl geçmiş. Murat edildiği gibi ne kadar dindar nesil yetiştirildiği tartışılır. Hatta bırakın dindar nesli, gençler arasında deistliğin, ateistliğin ve agnostikliğin arttığı belirtilmekte. Ne derece doğru, bilmiyoruz bunu. Yalnız gençlik ve insanımızda dinden soğuma, dine mesafe koyma gibi artışların olduğu gözlerden kaçmıyor. (Devam edecek)

Bir Branşın Para ve Makamla İmtihanı (2)

Parayla da imtihan dönemi başladı bu din kültürü branşında olanların. Müdür ve yardımcı olamayan bu branş erbabının çoğu, okullarında otuz saat derse girmeye başladı. Bu demektir ki ek derslerini tam alacaklar ve ek ders kaygısı kalmayacak.  

Her okulda olmasa da bazı İHL'lerde ilk hafta haftalık otuz saat giren öğretmenler, ikinci hafta isyan bayrağını açmış. Bizim ek dersimiz iki saat düştü demişler. Bu düşüşün sebebi de hem tecrübe kazansınlar hem branş ihtiyacı giderilsin hem de harçlıklarını kazansın diye bu okullara ilahiyat son sınıf öğrencileri gönderilmiş. Bu öğrencilere de ders verilince okuldaki din kültürü ve İHL meslek dersleri öğretmenlerinin haftalık ders yükü 30 saatten 28 saate inmiş. Bizim ek dersimiz iki saat düştü, biz 30 saat gireceğiz diyerek ilahiyat öğrencilerini geri göndertmişler.

Okulunda olan bu durumu bir arkadaş anlatınca, garibimize gitmiş. Ha ne olur o öğrenciler de ek ders olarak faydalansalardı, o arkadaşlar da iki saat eksik ek ders alsalar ne olurdu, her şey para mı demiştik ki yanımızdaki bir arkadaş, bizde de oldu. Biz de karşı çıktık. Gelen ücretli öğretmeni geri gönderttik. Haklıyız çünkü. Bu bizim hakkımız. Tekrar otuz saat girmeye başladık demişti de küçük dilimi bir kez daha yuta yazmıştım.

Söz bu branş sahiplerinin parayla imtihanından açılınca bir başka anekdot daha aklıma geldi. Bunu da paylaşmak isterim burada.

2014 Aralık sonuydu sanırım. Bir İHO okuluna atamam yapıldı. Okula gidip göreve başladım.

Müdür yardımcısı hangi sınıfların dersine gireceksen, din kültürü öğretmeni hoca hanım iki saatini verecek dedi. Bugün dersi yok. Yarın görüşürsünüz dedi. 

Ertesi günü hoca hanım yanıma geldi. Hanım hanımcık bir kız idi. Din kültürü öğretmeni idi ama bazı branş arkadaşları gibi iki saat ek ders peşinde değildi. Hoca hanım hangi sınıfın dersini vereceksin dedim. Siz hangisini isterseniz, hatta fazla da alabilirsiniz dedi. Hangi derslere giriyorsun dedim. Din kültürü ve Arapça dışındaki diğer seçmeli derslere girdiğini öğrendim. Peki, Arapçalar kimde dedim. Arapçalara müdür yardımcımız giriyor dedi. Hepsine nasıl giriyor? Kaç saat Arapça var dedim. 12 saat dedi. Hepsine de müdür yardımcısı giriyormuş. Hoca hanım, siz derslerinize girmeye devam edin, hem program bozulmasın hem de müdür yardımcısının yükünü alayım dedim. Ayrıldım.

Müdür yardımcısına, hocam hangi sınıfı verirsen ver, bana iki saatini ver dedim. Alabilirsin, al şu sınıfın dersini vereyim diyemedi. Yutkundu. Morali bozuldu. Hocam hem idarecilik hem bu kadar ders bir arada gitmez. Üstelik idarecinin girdiği dersten hayır gelmez dedim ise de Nuh dedi peygamber demedi. Tekerleme olarak ben ikisini birlikte götürüyorum, idari işleri de ihmal etmiyorum, derse girmeyi de seviyorum dedi durdu. Hocam, işini aksatmasan da idareci odasında oturur, işleyişi takip edersin dedim. Zorla aldım iki saati kendisinden.

Diğer müdür yardımcısı da 12 saat giriyor dedi. Onun branşı ne dedim. Matematik dedi.

Matematikçi ile görüştüm. Hocam, benden alabilirsiniz. Ben gitmek istemiyorum dedi. Senin bırakacağın bu derslere girecek var mı okulda dedim. Hayır, ilçeden öğretmen istemeliyiz dedi. Altı saatliğine ilçe bize öğretmen veremez. Verse de kimse gelmez. Gelse de bu öğretmen bir günden fazla gelecek. Sizin girmeniz daha uygun. Bu arada diğer arkadaş niye dersi bırakmak istemiyor dedim. Borcu varmış, paraya ihtiyacı varmış. Beyefendinin evi var, ikinciyi almış. Dükkanı varmış çarşıda kirada. Anlaşılan tüm maaşı borca veya yatırıma gidiyor, ek dersle de geçimini sağlıyor.

Burada yanlış anlaşılma olmasın ve genelleme yapmış olmayayım. Bu branş sahipleri hep ek ders düşkünü, hepsi böyle. Hepsi makam ve mevki peşinde demek istemiyorum. Diğer branşlarda da ek ders ve makam peşinde koşanlar var ama din kültürü branşı olanlarda ek ders ve makam ve mevki peşinde koşanlar daha çoğunlukta. (Devam edecek) 

Bir Branşın Para ve Makamla İmtihanı (1)

4+4+4 sistemine geçilip lise de zorunlu eğitime geçildiği sıra bir lisede görev yapıyorum.

Din kültürü öğretmeni eş durumundan tayin isteyip tayini çıkınca, yerine öğretmen atanmayınca ikinci döneme din kültürü öğretmeni ihtiyacımız doğdu.

Öğretmen ihtiyacımızı ilçeye bildirdik bildirmesine ama bakalım ilçe milli eğitim bizim bu ihtiyacımızı karşılayabilecek miydi? 

Bu durum sadece bizde değil, aşağı yukarı tüm okullarda böyleydi.

Çünkü o sene bu yeni sistemle birlikte İHL'lerin orta kısmı yeniden açılmış. Kur'an'ı Kerim, Hz Muhammed'in hayatı ve temel dinî bilgiler adı altında üç yeni seçmeli ders ortaokul ve lise kademelerinde okutulmaya başlanmıştı.

İHL ve meslek liselerine uygulanmakta olan katsayı farkı da kaldırılmıştı.

Yanlış hatırlamıyorsam, liselerde bir saat olan din kültürü dersleri haftalık iki saate çıkarılmıştı. 

Mevcut din kültürü öğretmenlerinin çoğu okullarda müdür ya da müdür yardımcısı oldu. O yüzden okulların bu ders öğretmenine ihtiyacı had safhaya ulaştı.

Bu süreçte din kültürü öğretmenlerine gün doğdu. Bir ara okulunda yeterince dersi olmadığı için okul okul gezen bu branş öğretmenleri kendi okullarında dolu dolu derse girmeye başladılar, aranan eleman ve branş oldular. 

Bu yeni sistemle murat edilen neydi bilmiyorum ama bu merak da bir siyasinin "dindar nesil ve gençlik yetiştirmek" olduğunu söyledi de merak giderildi.

Bu süreçte okullardaki din kültürü ders açığının giderilmesi için hummalı bir çalışma içine girildi.

Ne kadar emekli din kültürü öğretmeni varsa görev verildi.

Liseden sonra iki yıllık ön lisans ilahiyat eğitimini açıktan alanlara da okullarda ücretli öğretmenlik verildi.

Açık giderilemeyince ilahiyat 3.ve 4. sınıfta okuyan öğrencilere de ders verildi.

Bu süreçle birlikte  din kültürü öğretmenlerinin imtihanı başladı.

Bu imtihanlar arasında makam ve mevki ile imtihan vardı.

Ki ilçe ve il milli eğitim müdürlüğünden sendika başkanlığına, okul müdürlüğünden müdür yardımcılığına ve diğer kurum müdürlüklerine varıncaya kadar bu branş öğretmenleri öncelikli tercih sebebi oldu. (Devam edecek) 

Boyacı Aşkım

Üç, dört müdür yardımcısının görev yaptığı bir okulda, Karadenizli bir müdür yardımcısı da var.

Bir gün telefonunu okulda bırakıp çıkmış. Geride kalan müdür yardımcıları birkaç defa çalan bir telefona bakarlar. Bakarlar ki Karadenizli hocanın telefonu. Eğer evden eşi arıyorsa, hocamız dışarı çıktı diyecekler. Arayan "Boyacı" adı altında kayıtlı biri.

Az sonra müdür yardımcısı okula gelir. Boyacı diye biri aradı durdu hem de kaç defa. Boyacıyla işin ne? Bir ara, acil sanırım derler. Hoca umursamaz. Benim hanım o der.

İyi de eşini boyacı diye mi kaydettiniz? Ne alaka derler. Bir ara bir boyacıya bir iş yaptırdım. Onun telefonunu boyacı diye kaydetmiştim. Boyacıyla işim bittikten sonra numarasını silip hanımın numarasını yazmıştım. Öyle kaldı demiş.

Olur mu böyle şey demeyin. Hem üşengeç hem de inat bir arkadaştı. Emniyet kemerini takmazdı araca binince. Aracın verdiği uyarıya da kulak asmazdı. Şunu tak da şu ses kesilsin dediğimizde 15 km sonra kesiliyor, az sonra kesilir, merak etmeyin derdi.

Eşini boyacı adıyla kaydettiğini eşi biliyor mu bilmiyorum. Hoş bilse de gelecek tepkiyi pek umursayacağını sanmıyorum. Hoşsohbet bir arkadaştı. Kulakları çınlasın.

Ne var bunda. Ben de kaydederim demeyin. Cesaretiniz varsa, haydi eşinizin numarasını "Boyacı" diye kaydedin bakalım. Görelim er mi yaman, bey mi yaman. Ya kafaya tava yersiniz ya da kendimizi dışarıda bulursunuz. O yüzden hiç tavsiye etmem.

*

Bir markete girdim. Bir iki kalem bir şey alıp çıkacağım. Sebze ve meyve reyonuna doğru dönerken önümden bir bey geçti. Meyvelere bakıp geçerken evde kiraz var mı diye seslendi. Kime diyor derken, arkadan, önünde çocuk arabası ile bir kadın geliyordu. Aralarında iki, üç metrelik mesafe vardı. Eşinin ne dediğini tam duyamayan kadın, "Aşkım, duyamadım. Bir daha söyler misin" dedi. Eşi, evde kiraz var mı dedi bir kez daha arkasına bakmadan. Kadın yine duyamamış olmalı ki aşkım aşkım, anlayamadım, bir daha söyler misin dedi durdu hem de kaç kere. Her tekrarda aşkım sayısına bir aşkım daha ekledi. Eşim duysun diye erkek ne geri döndü ne yavaşladı. Aynı tempoyla yürüyüşünü sürdürdü. Sonrasını bilmiyorum. Adamın adı mı aşkım idi yoksa eşinin kocasına hitabı mı böyle ya da ilk günkü gibi aşkları devam ettiğinden mi aşkım diyordu bilemedim. Bunu da çok merak etmeme rağmen soramadım. Ama gördüğüm bir şey var. Ne kadın kocasına kızdı ağzının içinden konuşma diye ne kocası hanımına kızdı sağır mısın diye. Herkesin duyacağı şekilde aşkım aşkım garibime gitse de bu aşka şapka çıkardım bilesiniz. 

Bu arada bırakalım Karadenizlinin hanımını boyacı diye kaydetmesini, bırakalım kadının kocasına aşkım aşkım diye hitap ettiğini de sizin durumunuz ne? Eşinizi ne diye kaydettiniz telefona ya da başkasının yanında ne diye çağırıyorsunuz? Bunu söyleyin.

Bilirim ki boyacı diye kaydedemezsiniz. Zira boşanma sebebi ya da aile saadetini bozmak için birebir.

Bu arada telefonunuza ne diye kaydettiğiniz ya da eşinizi ne hitapla çağırdığınız hiç umurumda değil. Sadece merak benimki. Aşkım diye mi kaydettiniz yoksa bitanem diye mi ya da ne?

Sizi bilmem ama babam, kız kız derdi anamı çağırırken. Her kız hitabının yanına bir kız daha eklendikçe ses tonu biraz daha yükselirdi babamın. Hasılı anamın adı babamın yanında kız idi. Anam da herif derdi bu arada.

Bırak babanı, senin durumun ne derseniz, telefon hattımdaki kayıtlı numaralar silininceye kadar telefonumda eşim, “Eyvah, hanım” diye kayıtlıydı. Nicedir hanım diye kayıtlı.

13 Temmuz 2024 Cumartesi

Bezdiren Uyarı ve Talepler

Cemaat kametle birlikte ayağa kalkmış, en ön saf olmak üzere yan yana safa geçerek arada boşluk olmayacak şekilde safa ip gibi dizilmiş.

İp gibi dizilmemek mümkün değil. Çünkü halılara öyle desen verilmiş ki istese de cemaat yamuk duramaz safa. 

Cemaat beklemeye koyuluyor ayakta. Bir taraftan da niyetini yapmış içinden. İmamın tekbiriyle birlikte ellerini kulaklarına götürecek.

Cemaat bekliyor, imam da. İstiyorlar ki müezzin kameti bitirsin ve tekbirle birlikte tüm eller havaya kalksın.

Kametin ardından imam başını geriye çevirdi. Önce sağa, sonra sola baktı. Saf tam istenildiği gibiydi.

Bu durumda ne yapılması lazım? İmam tekbir alacak, tekbirle birlikte tüm eller kulağa doğru kalkacak. Çünkü her şey tamam.

Tekbir beklerken, imamın, safları sık ve düzgün tutunuz uyarısıyla cemaat bir sağına bir soluna bakıyor acaba yamukluk bende mi diye. Bu, okula okul kıyafetiyle gelen öğrenciye, “Okula, okul kıyafetiyle geleceksin” demek gibi bir şey.

Ardından tekbir alınıyor ve namaza başlanıyor.

Birbirinin tıpatıp aynısı olan bu durumu aşağı yukarı her camide görürüm. Saflar sık ve düzgün iken üstelik gözüyle düzgün olduğunu gördüğü halde imamlarımız niçin hala safları sık ve düzgün tutunuz der?

Bir diğer husus, çoğu zaman yine camide cep telefonlarınızı kapatınız uyarısı gelir. Cep telefonunu sessize almada çoğu insanımız duyarlı. Çok az sayıda sessize almayan var. Ne kadar uyarılsa da bunlara ne cep telefonlarını kapattırabilirsin ne de sessize aldırabilirsin. 

Telefonu sessizde olsa da olmasa da namaz esnasında pek telefon çalmıyor. Buna rağmen imamlarımızın çoğu bu uyarıyı yine yapıyor. Hatta bir imam tanıdım ki bir buçuk yıl ardında cuma kıldım. Bu zaman zarfında bir Allah'ın kulunun telefonu çalmamasına rağmen her hutbe bitiminde " Kardeşler, ne olur telefonlarınızı kapatınız. Bir yarım saat telefonunuz kapalı kalsa ölmezsiniz" uyarısını hiç es geçmedi. Bu kadar uyarıya rağmen bir Allah'ın kulunun telefonu çalsa hiç gam yemeyeceğim ve imama hak vereceğim. 

Bir diğer husus, “muhtelif cami ve Kur’an kursu inşaatlarına yardım”dan boşta kalan cumalar için “Müftülüğümüze bağlı Kur’an kurslarında okuyan çocukların ihtiyacı için yardım” talebinin yinelenmesi.

Belli ki Kur’an kurslarına okumaya gelen çocuklardan masrafları karşılayacak bir ücret talep edilmiyor. Halbuki bir kursa ya da camiye okumak için gelen çocuğun velisinden ihtiyaçları karşılayacak bir ücret talep edilebilir.

Ücreti karşılayamayacak çocuğun masrafı Diyanet Vakfından karşılanabilir.

Devlet nasıl ki diğer kurumlara kaynak aktarıyorsa, buralar da devletin kurumu olduğuna göre devlet buralara da ödenek ayırabilir.

Kur’an Kursları için ayrı bir kalem yoksa pekala Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden buralara kaynak aktarılabilir.

Daha olmadı, çoğu kurslar cami bünyesinde eğitim ve öğretim yaptığı için cami lojmanlarının gelirleri bu kursların masraflarına harcanabilir.

Bunların hiçbiri yapılmadığını göre öyle anlaşılıyor ki kursların masrafları da cami cemaatinden karşılama yoluna gidiliyor. Halbuki az veya ücret alınsa devamsızlık problemi olmaz. Buralara çocuğunu gönderen veli eğitim ve öğretime daha ciddiyetle yaklaşır. Öyle görünüyor ki kurslardan ücret alınmaması da Milli Eğitim Bakanlığının, okullarda açtığı destekleme ve yetiştirme kurslarından para almamasına benziyor. Veli ve öğrenciden para çıkmayınca bu DYK’lerden ne kadar verim alındığı da herkesin malumu.

Işığı Söndürüp Açma Eylemim

Ömrüm, hep başıma bir şey gelir korkusuyla geçti. Bu yüzden ne etliye karıştım ne de sütlüye.

Korka korka bu yaşıma geldim. Bu dünyadan göçüşüm de yakın. Çocuklarıma beş kilo kaya tuzu dışında bırakacağım bir miras da yok.

Bırakacağım miras olmasa da çocuklarım babam cesurdu desinler dedim.

Kimse görmeden bir cesaret örneği göstereyim. Bir tepki de ben göstereyim istedim.

Ne yapmalıyım derken saat 21.00'de ışıkları kapatıp açma tam bana göre dedim. Üstelik bir emek sarf etmeye de gerek yok. Zaten alışkınım ışık söndürüp açmaya. Torunun hoşuna gider, kapatıp açmak. Sonra yaşlılık da bir nevi çocuk olmak değil mi?

Bekledim gündüzden akşam dokuzu.

Beklerken sere serpe uzanmışım.

Tam dokuz oldu. Vücudum hiç kalkmak istemedi. Şu üşengeçlik denen şey ne menem şeymiş böyle.

Söz verdim kendi kendime. Kedi olalı bir fare tutmalıyım dedim.

Tam böyle düşünürken ya ışıkları söndürüp açarken yoldan geçen birinin haberi olur da hain, burada bir hain var deyip camımı taşlarsa...

Bir de cam parası çıkacak yok yere.

Hain olduğum da cabası.

Bu kadar korkacaksın hiç bu işe girme dedim kendi kendime.

Sonra bir hışımla kalkıp panjurları indirdim iyice.

İyice kapatacağım ki ışığı açıp kapattığım dışarıdan belli olmasın. Öyle ya korku denen şey başa bela.

Oturdum kanepeye tekrar. Uzandım yine o değilden.

Sonra cesaret örneği göstererek kanepeden doğruldum. Elim düğmeye gitti. Öyle ya oturduğum yerden kapatıp açacaktım fazla emek sarf etmeden. Ara ki düğmeyi bulayım.

Meğer bizim ev eski ev olduğu için düğmeler yukarıda imiş. Bir de her aradığın yerde bulunmazmış. Kimsenin oturmadığı kapıya yakın bir yerde imiş.

Kimse kusura bakmasın, eylem yapacağım diye kanepeden kalkıp da ta kapının oraya gidip düğmeyi kapatıp açamam. Çünkü bu kadar fedakarlık bana fazla geldi.

Bir an için ortaya çıkaracağım ve herkese göstereceğim cesaretimi içime gömdüm tekrar.

Zaman ne cesaret zamanıydı ne de rahatından ödün verme zamanı.

Kim yaparsa yapsın, kimin ne derdi varsa halletsin deyip kanepeye bıraktım kendimi yeniden.

Hasılı ışığı kapatıp açma eylemim başlamadan bu şekilde bitti.