13 Temmuz 2024 Cumartesi

Enflasyona Dair Çözüm Önerilerim *

O kadar hükümet geldi geçti. Enflasyon sorununu aşmak için o kadar paket açıkladı. Enflasyonla mücadele etti ama genel itibariyle bakıldığı zaman bu sorunu çözmede başarılı olamadığımız ortaya çıkıyor. Çözdük diyenlerin çözümü de ya kış uykusuna yatmış. Uyanınca şaha kalkıyor ya da çözüm dedikleri, herkesin gelmesini dört gözle beklediği ama gelmesiyle gitmesi bir olan yalancı bahar gibi oldu.

Sahi Türkiye'nin müzmin sorunu enflasyon ve buna bağlı olarak hayat pahalılığından nasıl kurtuluruz?

Aslında sorun basit. Yeter ki çözme irademiz olsun. Bunun için önce enflasyon ve hayat pahalılığını ortaya çıkaran sebepleri ve bununla mücadelede en uygun yolu bulmak diyeceğim ama bence bu da beyhude çaba. 

O zaman bu sorunu nasıl çözeriz? Size hem de birden fazla çözüm önerim var. Seçin beğenin. Hepsi de garanti kapsamında çözüm önerileri. 

Bir defa enflasyon ve hayat pahalılığını sorun olarak görmediğimiz ve mevcut durumu kabullendiğimiz zaman ortada mücadele edilecek bir sorun kalmaz. Çünkü sorun yoktur ortada. Zaten dememiş mi geçmişte bir siyasimiz, "Meseleleri mesele olarak görmediğimiz zaman ortada mesele kalmaz" diye. 

Bakın sorun olarak görülen bir sorunu bir Arap nasıl çözmüş. Arapça fıkra olarak okumuştum bunu. Biri köle pazarına bir çocuk getirmiş. Satılığa çıkarmış. Buna bir değer biçmiş. Az sonra bir alıcı gelmiş. Bunun bir ayıbı var mı demiş. Satıcı, bunun ayıbı yatağa işemesidir demiş. Alıcı, bu bir ayıp değil ki. Yatağı bulursa işesin demiş ve çocuğu satın alıp evinin yolunu tutmuş. Alıcı da satıcı da etmiş muradına.

Gördünüz değil mi sorun olarak görülen bir sorun nasıl çözülmüş. Satıcı da boşu boşuna üzülmüştü halbuki bu işeme sorunundan. Alıcının zekası da hoşuma gitti ve şapka çıkarıyorum kendisine. Zamanında satıcı da bu sorunu bu şekil çözmüş olsaydı, o köleyi satmaz, yıllar yılı kullanırdı.

Çocuk işiyormuş. Bu sorun görülmez mi? Sorun sorundur. Bu sorun çözme yeterli değil derseniz, size başka bir çözüm önerisi daha.

Yine bir çocuk. Bu da yatağına işiyormuş. Arap zekanın çözümünü bilmeyen çocuk ve ailesi bu konuyu sorun etmiş. Çözüm için doktora gidiyorlar. Tahlil, tetkik ve muayene sonrası doktor ilaç yazarak tedavi önermiş. Farklı farklı tedaviler uygulamışlar ama çocuk yine işemeye devam etmiş. İşin içinde işeme olunca her işlemeden sonra çocukta bir mahcubiyet, ailesinde bir üzüntü peyda oluyormuş. Üstelik çocuk okula gidiyor. Bu sorunu arkadaşları duysa sidikli sidikli diyecekler. Çocuk okuldan da soğuyacak, kimsenin yanına yaklaşamayacak.

Hiçbir tedavisi fayda vermeyen doktor sonunda ben bu işin kitabını yazdım demeyi bırakıp pes etmiş. Çocuğa, sen bir de okulundaki rehber öğretmeninin yanına git, ondan fikir al demiş.

Çareyi doktordan bulamayan çocuk son çare olarak okulunun rehber öğretmeniyle görüşüp sorununu ona açmış. Kaç seans görüştülerse artık.

Bir zaman sonra doktor eski hatasıyla bir sokakta karşılaşır. Eski hastasına nasılsın demiş. İyiyim demiş. Nasıl iyileştin demiş. Çocuk, ben iyileşmedim ki yatağıma yine işemeye devam ediyorum demiş. O zaman niye iyileştim diyorsun demiş doktor. Çocuk, evet, yatağa işemeye devam ediyorum ama rehber öğretmenimle görüştükten sonra utanmıyorum artık. Benim için no problem demiş.

Kaldı mı şimdi ortada sorun? Gördüğünüz gibi sorun, sorun edilmezse bir de utanma bırakılırsa bu işler tereyağından kıl çeker gibi çözülüyor.

Çözüm diye getirdiğin önerilere bak. Bırak bu b.k, sidik işlerini. Biraz ciddi ol dediğinizi duyar gibiyim. Öyle olsun. Halbuki bu önerilerimle hiç olmadığı kadar ciddiydim.

Madem bu çözüm önerilerimi beğenmediniz ve yeterli görmediniz. Sanmayın ki bende başka çözüm yok. Unutmayın ki denizde kum biter, bende çözüm bitmez.

O zaman anlayacağınız dilden ve kısa çözüm önerilerime geleyim. 

Enflasyon ve hayat pahalılığına, "Sorun ekonomik değil, psikolojik" diyeceksiniz. İşin içine psikoloji girdi mi bu iş tamam demektir. Çünkü psikolojik durumun çözümü olmaz. Onun çözümü, onu psikolojisi ile baş başa bırakmak ve onu öyle kabul etmektir. Psikolojik durum yaşayan insanı bu psikoloji öldürmez. Sadece yanındakilere saç baş yoldurur. Bu da psikolojik teşhisi konan insanın sorunu değildir.

Git işine deyip bu önerimi de ciddiye almadınız. Alın size başka öneri. Diyelim ki % 75 bir enflasyon halini yaşıyorsunuz. Öldük, bittik, bu kadar yüksek enflasyonda yaşanır mı derseniz, bilin ki bu kafa yapısı sizi öbür dünyaya götürür. Bu da çözüm değil. Bu durumda ne yapacaksınız? "Enflasyon % 45 olmuş, % 75 olmuş. Arada fark yok. Belki psikolojik olabilir". Enflasyon enflasyondur diyeceksiniz. Bu, ha bir kurşunla ölmüşsün ha 10 kurşunla ölmek gibi bir şey. Sonuçta ölüm varsa efendim, enflasyon çok yüksek deyip karalar bağlamanın ne gereği var. Bir defa 45'i veren, 75'i de verir. Yine bu, bir maçı 1-0 kaybetmekle, 10-0 kaybetmek gibidir. Maçı kaybettikten sonra ha 1 yemişsin ha 10, ne fark eder değil mi? Sizden giden üç puandı hep.

Sanırım yine ikna olmadınız bu çözüm önerilerime de. 

O zaman suçu hiç üzerinize almayacaksınız. Unutmayın ki suçun sahibi olmaz. Daima başkasını suçlayacaksınız. Mazeret ve gerekçe üreteceksiniz. Enflasyonu, "Şirketlerin kârı ve fahiş fiyat" azdırıyor diyeceksiniz. Bu, dış güçler suçlaması kadar etkili olmasa da fena değil. Herkes firma ve şirketlere kızarken sen keyfine bakacaksın.

Hala da bu enflasyon ve hayat pahalılığı sorununun çözümü için verdiğim öneriler size yeterli gelmiyorsa, size söyleyeceğim tek şey, Allah sizi bildiği gibi yapsın olur. 

*15.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Temmuz 2024 Perşembe

Kök Maaş mı yoksa Daş Kökü mü?

Başka yörelerde kullanılır mı bilmiyorum ama Konya'da, bir yemeği beğenmeyip yemeğe burun kıvıranlar için "Canın isterse. Yemezsen yeme. Bunu yemeyip de ne yiyeceksin" anlamında "Daş kökü ye" tabiri kullanılır.

Bu deyimi araştırdım. Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer verilmemiş. Hangi yöreye ait yöresel bir deyim olduğuna dair bir bilgiye de rastlamadım.

Zaten "Daş kökü" diye bir deyim yok. Doğrusu "Taş kökü". Çoğu "K" ile başlayan kelimeleri "G"ye dönüştürerek söyler Konyalı. Tıpkı Konya'yı Gonya şeklinde söylediği gibi. Öyle zannediyorum, taş kökünü de Konyalı daş kökü şeklinde söylüyor. Belli ki Konyalıların" k" ve "t" gibi sert sessizlere bir rezervi var.

Daş kökü ye demek, aslında zehir ve ağı ye anlamında "zıkkımın kökünü ye" demektir. Genelde içki ve sigara gibi zararlı alışkanlıkları kullananlar için bu tabir kullanılır. Zannedersem, zıkkım da zakkumdan dönüştürülmüş olsa gerek.

Daş ve zıkkım gibi kelimelerin sonuna bir kök eklemişiz. Olmuş bir deyim. Başka da ne var derken gözümün önüne birkaç yıldır keşfettiğimiz emeklilerin kök maaşı geldi. Bu kökün örnek verdiğim köklerden tek farkı, bunlar isim tamlaması iken maaşın önüne gelen kök ise sıfat şeklinde gelmesi. 

Başka arasında fark var mı diye düşünüyorum. İlk başta aklıma başka fark gelmese de anlam yönünden kök maaş ile daş kökü ve zıkkımın kökü arasında benzerlikler var sanki. Her ne kadar kök maaş zehir, zıkkım olsun, zıkkım ye, daş kökü ye anlamında kullanılmasa da bugünkü kök maaşın içinde bulunduğu durum dolayısıyla, maaşına kök maaş üzerinden zam gelen emeklilerin bu maaş ve gelen zamla geçinmelerinin zorluğu gözümün önüne geliyor. Kök maaşın mucidi kim ise geçen yıldan beri kök maaşa gelen zamlar adeta yutan eleman sıfır gibi veya çarpma ve bölmede etkisiz eleman olan bir rakamı gibi bir işlev görüyor kök maaşa gelen zamlar. Ne kadar yüksek verirlerse versinler emekliler bu kökten sıyrılıp dal budak salamıyorlar. Dal budak salmayan kökün ise zaten meyve vermesi mümkün değil.

Hükümet, asgari geçim seviyesinin çok çok altında kalan kök maaş mağduru kesim için geçen yıldan beri çözüm üretmeye çalışıyor. Önce kök maaşa bir zam veriyor. Sonra da on bin liranın altında emekli maaşı alanların maaşını on bine çıkardım diyor. Emekliler bundan da memnun kalmıyor.

Bir zamanlar asgari ücretin üzerinde emekli maaşı alan bu kesim, asgari ücretin çok altında kalınca, bari asgari ücret seviyesinde ücret alalım temennisinde bulunuyor.

Memurlara verilen seyyanen zam istediler. Bu da olmadı.

Ocak 2024’den beri 10 bine talim eden bu kök maaş mağdurları için hükümet birkaç seçenek üzerinde duruyor. Bu on bin lirayı nasıl ve ne kadar yükseltirim hesapları yapıyor.

Anlaşılan o ki kök maaş için telaffuz edilen rakamların hangisi verilirse verilsin, gelecek zam, birkaç senedir güç bela ayakta duran, aldığı bu maaşla geçinmesi zor olan emekli için yine sadra şifa olmayacak. Emeklilerin umutları yine sönecek.

Hükümetin çözüm bulmakta zorlandığı bu kesimi görünce, teşbihte hata olmasın, yeri veya değil ama muzipliğim tuttu. Kök maaş mı istersin, zıkkımın kökünü mü istersin ya da daş kökü mü geçiverdi içimden.

Zor durumda olan bu kesim hakkını helal etsin ama onları maruz bıraktığımız ve reva gördüğümüz durum maalesef bu. Ne yapıp ne edip kök maaşı düşük olan ve bundan dolayı maaşı hep düşük kalan emekliler için bir çözüm bulmak gerek. Çözüm mercii bu meseleyi çözmeli ve emekliyi, kendi kendine yetecek, başkasına muhtaç bırakmayacak bir maaş seviyesine çıkarmalı. Bulacağımız çözüm emeklinin itibarı ve insanca yaşaması için elzemdir. Nokta.

TÜİK'i Eleştirenlere Gelsin!

Tutturmuşlar TÜİK doğruyu söylemiyor, matematik bilmiyor. Hiç 5.800'e kira kalmış mı, bu açıklanan ürünleri bu fiyata nereden bulduysa söylesin de biz de oradan alalım diye. Gelen vuruyor, giden vuruyor.

Tüm bu eleştiri ve serzenişin ardından TÜİK başkanı  bir açıklama yaparak son noktayı koydu. Dedi ki biz her şeyde ürünlerin ortalamasını alıyoruz. Ardahan'ın köyündeki kira ile Etiler’deki kirayı alıyor. Tüm Türkiye’nin her muhitindeki kiraları tespit edip hepsini topluyor ve ortalamasını alıyoruz. Diğer tüm ürünlerin ortalamasını da böyle buluyoruz.

Bu açıklama bana çok makul geldi ve ben bu makul açıklamaya ancak şapka çıkarırım. İnanmayanlar gidip Etiler’den bir ev kiralasın, sonra gidip Türkiye'nin kuş uçmaz kervan geçmez yerinden bir ev tutsun. Böyle böyle tüm Türkiye'yi tarayıp oralardan ev tutsun. Kiraladığı bu evlerin hepsini toplayıp sonra bölsün. İşte Türkiye ortalaması kira bedeli.

Bundan daha makul ve şeffaf açıklama olabilir mi? Yok biz inanmıyoruz derseniz, oturmasanız bile tüm Türkiye'den bu şekil ev kiralayabilirsiniz ve bir aylık bedelini verirsiniz. Sonra ben ne yaptım böyle deyip düşünür müsünüz, olduğunuz yere yığılıp kalır mısınız, ben o kadarını bilmem. Size bu konuda söyleyeceğim, bunu siz çok istediniz. Kendi düşen ağlamaz olacaktır. Ayrıca o değilden bir geçmiş olsun derim. O kadar da merhametsiz değilim, bilesiniz.

Ben bunu göze alamam. Bu kadar kiraya gücüm yetmez diyorsanız, lütfen bilir bilmez konuşmayın.

Bu arada ev kiralarına yoğunlaşıp uzman doktor muayene ücretini gözümüzden kaçırmış olabilirsiniz. Bu muayenenin de ortalaması 34 TL imiş. Yani bir çay ocağında içtiğiniz üç çay bedeline uzmandan muayene olabiliyorsunuz.

Dikkatinizi çekerim. Bu da tıpkı ev kiraları gibi ortalama. Sakın, iyiymiş deyip bir uzman doktora muayene olduktan sonra al, ben muayene ücretini peşin veriyorum diye uzatmayın. Bu durumda akıbetinizin ne olacağını ben bile kestiremiyorum.

Yok, bunlar enflasyon hesabını bilmiyorlar, biliyorlarsa da gerçekleri gizliyorlar, ben bunlardan iyi yaparım diyorsanız, müracaat edin TÜİK’e. Orada görev yapın. Bu işi üstlenin. Elinizden alan mı var?

Ev kiralarını belirlemek için tüm Türkiye’yi gezer misiniz?

Her il her ilçe her belde ve köyde ayrı ayrı kira bedelleri mi tespit edersiniz?

Her il ve ilçenin ayrı ayrı aylık ve yıllık enflasyonunu mu belirlersiniz?

Bu durumda kim, hangi enflasyon oranına maruz kalıyorsa, ona göre mi maaş belirlersiniz?

Her bölgeye uygun belirlediğiniz bu maaşın içinden nasıl çıkarsınız bilmem.

Bildiğim, çıkan enflasyon oranlarına burun kıvıran sizler çözüm değil, çözümsüzlük yani pirinç ayıklamak istiyorsunuz. Buna da lütfen beni alet etmeyin vesselam.

Toplu Taşımalarda Kaçak Yolcu Sorunu *

Tatlı su çeşmelerinin vakıf medeniyetimize en güzel örnek olarak şehrimizde devam ettiğini, çok önemli bir işlevi yerine getirdiğini, yalnız bu çeşmelerin çok hoyratça kullanıldığını, bazı kimselerin araba, otobüs yıkama gibi amacı dışında kullandığını, bazı memba suyu satanların buralardan doldurduğu duyu memba suyu diye sattığını "Tatlı Su Çeşmeleri" başlıklı yazımda değinip bu yazıyı sosyal medyada paylaşmıştım.

Bu yazımı okuyan bir arkadaş, bir diğer sosyal mesele olarak otobüs ve tramvaylara kartı okutmadan binenlerden dert yanmış. Yorumunun ilgili kısmını buraya alıyorum: "Sosyal meseleleri dile getiriyorsunuz. Bir meseleye de ben öncülük edeyim. Duraklarda bulunan turnike/gişe geçişlerinin bir ucunda güvenlik, diğer ucu sınır muhafızı olmayan ülke gibi. %70 ücret ödemeden ya arka girişten ya da engelli girişinden giriyor. Belediyeye yazdım, sosyal medyadan dile getirmeye çalıştım. Bu hafta birçok gişede güvenliğin azaltıldığını gördüm. Tersine işlem görmüş. Hocam sizce hata bende mi?!! Belki dillendirmesem güvenlik dururdu"

Yorum yazan arkadaş, önemli bir konuya değinmiş.

Kartını basmadan geçen yolcuların olduğunu, öyle zannediyorum belediye yetkilileri de biliyordur. Güvenlik görevlisini artırmak suretiyle kaçak binenlerin sayısında azalma olsa da bunun tam önüne geçileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla kaçak binenler yakalansa bile bir yaptırımı yok. Bir diğer husus, bilet basmamayı göze alan, bir şekil biletsiz biner. Çünkü hırsıza kilit dayanmaz Hele ki caydırıcı müeyyidesi yoksa ve yaptığı, yapanın yanına kâr kalıyorsa.

Arkadaşın bahsettiği kadar yüzde yetmiş oranında kaçak yolcu olacağını sanmıyorum. Çünkü bu oran çok yüksek bir oran. Eğer böyle ise bu memleketin ağlayanı yok demektir. Yalnız az veya çok olsun, kaçak yolcunun olması bu ülkeye ve bu ülke insanına yakışmıyor. Tek kelimeyle ayıptır, kul hakkıdır, vebaldir, hırsızlıktır.

Daha ayıp olanı ise kaçak yolcu bu meblağa (Tam bilet 13 TL) kadar düşmüşse, eline daha büyük imkan geçse bunu da hayli hayli yapacaktır. Demek ki daha büyüğünü çalmaya gücü yetmiyor, küçük meblağla yetiniyor. Bu da ahlak ve etik değerler yönünden sınıfta kaldığımızın bir göstergesidir.

Bizim önüne geçemediğimiz kaçak yolcu sorununu Avrupa çözmüş. Gidip gelenler anlatır. Toplu taşımayı kullanacak olan biletini alır, cebine koyar. Gideceği yönün vasıtasına biletini atmadan biner. Gideceği yere gider. Ne bilet atma var ne bilet soran. Çok nadiren bilet kontrolü yapılırmış. Hepsi bu kadar. Kontrollerde, biletsiz yolcu tespit edilirse cezası ağırmış. Bunu herkes bildiği için bu hırsızlığa kimse cesaret edemiyormuş.

Bilet kullanmadan toplu taşımaya bineni biz yakalasak, bunun en büyük cezası, “Yaşından, başından utan” demek olur. Böyle de çözülmüyor maalesef.

Biz, pek önemsemeyen bu sorunu çözmek istiyorsak bu konuda pekala Avrupa’nın çözüm yolunu izleyebiliriz. Otobüs, tramvay, metroya hangisine bineceksek, biletimizi alsak, bileti atmayıp cebimizde taşısak, kontrollerde göstersek, bilet gösteremeyene ağır cezayı müeyyide uygulasak bu sorunu biz de çözebiliriz.

Bu uygulamayla, turnike ve büyük duraklara ihtiyaç kalmaz. Her turnikenin başına güvenlik görevlisi koymaya gerek kalmaz. Turnike olmayan duraklarda yolcu sadece ön kapıdan alınmaz. Herkes tek tek kartını okutmaya kalkmaz. Durağa gelen araç tüm kapıları açar. Duraktaki yolcular daha çabuk binmiş olur. Böylece hem zamandan hem de turnike ve güvenlik görevlisi masrafından tasarruf yapılmış olur.

*12.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Temmuz 2024 Salı

Bilinmez Yarınımız

Hiç öz güveni yok. Bir başına kalamaz. Yanında mutlaka biri olmalı. 

Hiçbir işi de bir başına yapamaz. Biri mutlaka yardım etmeli. 

Olduğu yerde pek duramaz. Çünkü sıkılır. Başka yere gitmek ister. Gideceği yere de hep biri götürmeli. Gittiği yerde de çabuk sıkılır. Hemen dönmek ister.

Evtik bir hali var. Aynı yerde bir oraya, bir buraya hızlı hızlı döner durur ya da gider gelir.

Rutin işleri alelacele yapar. Birden yapıp kenara çekilir. Aceleciliğinden işini düzgün yapmaz.

Sabırsızdır. Dediği ve istediği birden olacak. Olması için de arka arkaya defalarca söyler. 

Konuşurken de bağırarak konuşur. Konuşanı pek dinlemez. Dinlese de anlamaz. 

Can sıkıntısından verir yemeğe. Yerken de hızlı hızlı yer. Her yemekten sonra vurur kafayı yatar. 

İş yapmayı sevmez. Hep biri yapsın, ben oturup yiyeyim. Önüme oturduğum yerde sofra gelsin ister. En büyük hayali bu idi. Armut piş, ağzıma düş misali. 

Kendisini hiç yenilemedi. Üzerine yeni bir şey koymadı. Hep eski gördüğünü uyguladı. Yeniliğe açık olmadı. 

Hep eskiden ne çektiğini anlattı durdu. 

İnadı inattı. Yüksek şeker hastası olmasına rağmen çaya şeker atmaktan bile vazgeçmedi. Yerken ve içerken atın ölümü arpadan olsun modunda oldu hep. Hızlı hızlı ve orantısız yedikten sonra maden suyu arayışına girdi hep. 

Kendi doğruları vardı. Tüm doğruları kendi doğrularından ibaretti. 

Canı nazlı ve kıymetliydi. Sadece kendini düşünürdü. 

En ufak bir tıkırtıdan korkardı. 

Ne yol bilir ne de yolak. 

Her yemeğin ardından çektiği uyku sonrası kafa ağrısı da hiç eksik olmadı. 

Şeker hastası olmasına rağmen hiç perhiz uygulamadı. Ne bulduysa zararlı, bana dokunur demedi. Abbas'ın kör gazı gibi yedi. 

Bu yiyişiyle bir gün yıkılıp felç olacak dedim zaman zaman. 

Doğru dürüst doktor yüzü görmedi.

Nihayet bir gün kısmi felç geçirdi. Tedavi gördü. Bir fizyoterapistten hareket desteği de aldı. Yapması gereken egzersizleri yapmadı. Başkasının desteğiyle güç bela ayağa kalktı. Düşerim, düşeceğim korkusuyla doğru dürüst yürümedi. Kendi başına ne kalktı ne yürüdü. Kendisine destek olanlara, biz kaldıramıyoruz, çabuk iyileş deyin dedim. Demişler. Biriniz zorlanıyorsa iki kişi kalın başımda demiş. Zaman zaman ben iyileşirsem yanımda kimse kalmaz, bütün iş bana kalacak korkusu yaşadı. 

Bir gece baston yardımıyla lavaboya giderken düşüp kalçasını kırdı. Ameliyat olmasına rağmen bir daha kalkamadı. Şimdi dört yıldır yatağa bağlı olarak yaşıyor. Mama ile besleniyor. Allah kimseye vermesin. Kendisi için de zor bakan içinde. 

Aslında çok da merhametli ve de duygusal biri. Öz güven eksikliği, düşerim korkusu ve inadı bu noktaya getirdi kendisini. 

Bu durumunu görünce, hep oturduğum yerden bir ekmek istedi. Allah ona dört yıldır yattığı yerden yemek veriyor diyorum. Ayıplamak için değil. Bir durum tespiti benimkisi. Öyle zannediyorum akıbetini böyle olmasını ya da olacağını düşünemedi. Hangimiz bilir ki. Sonuçta insan ne yaparsa kendine ve çevresine yapar denilen bir durum var ortada. Bizi yarın ne bekliyor, bilmiyorum. Ama Allah herkese hayırlı ve bereketli ömür ve ölüm versin. 

Konya'da Market Sektörü

Konya gıda sektöründe nerede? 

Şehirde bir baştan bir başa yayılmış yerel zincir market sayısı ne kadardır?

Bu yerel zincir marketlerin ömrü ne kadar sürmüştür?

Şöyle nesilden nesle gelen ve marka olmuş kaç marketimiz var?

Konya merkez olmak üzere Türkiye'ye açılmış, gıda sektöründe faaliyette bulunan marketimiz var mı? 

Gözümün önüne Adese, Mercek, Afra, Sincap, Osmanlı, Gross Toptan gibi zincir marketler geldi. Sincap ile Osmanlı belli bazı bölgelerde faaliyetini sürdürüyor olabilir ama Adese, Mercek ve Afra'dan eser kalmadı. Özellikle Adese ve Afra açıldığı zaman adından çok söz ettirdi. Şubeleriyle Konya'nın her bir yerine yayıldı. Sonra kaybolup gittiler. 

Afra'nın boşalttığı yerleri bir ara Ankara merkezli Makro marketler aldı. O da uzun soluklu olmadı.

Çelikkayalar, Asfora, Çetinler, Bak Bu Gross, Nargross, Bozkırlılar, Söğütlü gibi marketler zincir şeklinde faaliyetini sürdürüyor. Kiminin şubesi az, kimininki fazla. Çelikkayalar şube bakımından daha çok görünüyor. 

Bir de başında veya sonunda gross olan marketler gözüme çarpıyor. 

Bazısı da önceki adını değiştirip gross adı altında açıyor. 

Kent Gross dikkatimi çekti bir ara. Sanırım onlar da ulusal bir markaya satıldı. Bu firmanın belki satmadığı şubeler kalmış olabilir. 

Kenarda, köşede, bazı bölgelerde muhitine hizmet veren marketler de var. 

Anladığım kadarıyla gıda sektöründe birkaç marka dışında zincir market şeklinde şehre yayılmış marketimiz yok. Ulusal düzeyde zaten yok. 

Başka şehirler nasıl bilmem ama bu şehirde, birden açılıp arka arkaya çok şube açan ve birden büyüyen marketler tutunamadı. 

Bugün Konya'da, tüm Türkiye'de olduğu gibi A101, BİM, ŞOK, Migros türünden zincir marketler daha yaygın. Çoğu el değiştiren marketleri de genellikle Migros alıyor. 

Ulusal bazda faaliyette bulunan zincir marketler açtıkları yeni şubelerle Konya'da her geçen yıl büyürken bu şehir niçin marka değeri olan marketleri fazlaca üretemedi? Üretti ise niçin tutunamadı? 

Bildiğim kadarıyla gıda sektöründe büyük cirolar dönüyor. Adeta para basılıyor. Belli müşteri potansiyeline hitap eden ulusal düzeydeki zincir marketler bu şehirden ekmek yerken, şubeleriyle ortaya çıkmış yerel zincir marketler niçin ekmek yiyemedi? 

Ticaretten anlamam. İşin içinde de değilim. Ben sadece tüketiciyim. Elbette benim için davulun sesi uzaktan gür gelebilir. Bunu en iyi şubesi olan yerel marketlerin niçin battığını, niçin satıldığını veya el değiştirdiğini en iyi bu sektörün içindekiler bilir. Belki yönetim yanlışlığı belki sermaye sıkıntısı belki rekabete güç yetirememe gibi sebepleri olabilir.

Sebep her ne ise isterim ki bu şehirde markalaşmış, kendini ispatlamış, şehrin her yerinde şubesi olan, tüketiciye güven veren, uzun soluklu ve nesilden nesle aktarılan, fiyat istikrarını yakalamış, emsalleriyle rekabet edebilen, kendini hep yenileyebilen, müşteri memnuniyetini esas alan bu şehrin marka marketleri olsun. Bu imkan ve potansiyel bu şehirde var. Yeter ki istenilsin yeter ki kafa yorulsun yeter ki küçük olsun benim olsun denmesin yeter ki sermayeler birleştirilsin.

8 Temmuz 2024 Pazartesi

Nasıl Kötü Polis Oldum? (2)

Hakkında, aldığı rapor yüzünden inceleme başlatıldığını öğrenen öğretmen, bir cuma namazı sonrası milli eğitim müdürüyle görüşmeye gelmiş. Arkalarından ben geldim. Odama geçerken müdür odasına çağırdı. Soruşturma açtığımız arkadaş. Tanıştırayım dedi. Hoşbeşten sonra milli eğitim müdürü, "X hocam, ben soruşturma açmayalım dedim de hocam açalım dedi" deyip topu üzerime attı. Ne ara ben böyle bir şey istedim şoku geçirsem de hiç bozuntuya vermeden sanki bu işi başlatan benmişim gibi öğretmene yüklendim. İstedim ki böyle şeylere bir daha yeltenmesin. Savunmanı güzelce hazırla. Her incelemeye ceza verilecek diye bir şey yok. Muhakkikler ceza teklifi yapsa da cezayı uygulayıp uygulamama yetkisi müdür beyde. Kolay gelsin, geçmiş olsun dedim. Öğretmen de yaptığından dolayı özür dilerim dedi. Üzgün bir şekilde ayrıldı. 

Öğretmen çıktı, ardından ben çıktım. Öğretmen evrak dolabına bakmak için personelin odasına girmiş. O çıkarken ben girdim çay almak için. Öğretmenin arkasından, personelin konuşmasına şahit oldum: "Ne oldu ya buna. Herkese iyi günler diyor" şaşkınlığı vardı hepsinde. Adı üzerinde soyadı şu (nazik ve kibar anlamına gelen bir soyadı). Başka ne diyecekti dedim. Öyle de bugüne kadar bize böyle nazik davranmadı dediler. 

Oradan milli eğitim müdürünün odasına yöneldim. Sayın hocam, az önceki tespitinizi bir daha yapar mısınız? Öğretmene soruşturma açılmasını siz mi istemiştiniz yoksa ben mi dedim. Ne oldu da deyip gülmeye başladı. Hiç, ben unutmuşum dedim. Soruşturmayı ben açtım. Seninle bir alakası yok dedi. O zaman dedim. "Birimiz iyi polis, diğerimiz kötü polisi oynadık. Ben iyi polis oldum. Sen ise kötü polis" dedi. Aman sen hiç kötü olma da varsın ben hep kötü olayım dedim. Bu arada kötü polis rolü sana daha güzel yakışırdı. Niçin ben dedim. Ben beceremem. Sen bu rolü güzel oynadın. Az önce de gördük dedi. İnceleme ve soruşturmada muhakkik ceza teklifi yaparsa niyetin ne dedim. Bu ona yeter. Ceza verme gibi niyetim yok dedi. İyi yaparsın. Gördüğüm kadarıyla sorumluluk sahibi biri dedim. Ardından ceza vermeyerek sen yine iyi polis olacaksın ikinci kere dedim. Güldü. 

Gel zaman, muhakkik dosyayı teslim etti. Sanırım uyarı ya da kınama teklifi yapmıştı. Öğretmenden son savunmasını alarak "Geçmiş çalışmalarından dolayı cezaya gerek olmadığı, bundan sonraki çalışmalarında daha dikkatli olması" yönünde bir yazı ile dosya kapatıldı. 

Sonrasında her ilçeye gelişinde öğretmen yanıma uğradı. Çayımı içti. Sağdan soldan muhabbet yaptık. Sorumluluğunu bilen ve işini ciddiyetle yerine getiren biri idi. Arada hukuk oluştu. Hal hatır sormadan geçmedi. Ama içinde bir kırgınlık vardı. Zaman zaman konuyu açardı. Belli ki daha önce hiç soruşturma geçirmediğinden maruz kaldığı bu muamele zoruna gitmişti. 

Sene sonunda ilçe kaymakamının başarı belgesi teklifi için istediği beş ismin arasına bu soruşturma açtığımız öğretmene de yer verdik. Onu onura ettik. Şef, hem soruşturma açıyorsunuz hem de belge veriyorsunuz dese de hak etmişti. 

Bir gelişinde, kendisi de hem soruşturma hem belge dedi. Hiç bozuntuya vermeden hem döveriz hem severiz dedim. Gülüştük. 

Sonra belli dönemlerde yine rapor aldı. Bu sefer rapor almadan önce haber verdi. Raporu alır almaz da haber verdi. Öncesinde haber verince hah şöyle. Daha önce haber bile vermedin, raporunu dijital ortamda göndermemiştin. Çünkü sen müdür yetkilisin. Bir nevi müdürsün dedim. 

Aynı öğretmen hasta olmadığı halde bir gün yine rapor getirdi. Hocam, görüyorum ki hasta değilsin dedim. Değilim. Sen bu raporları niye alıyorsun? Öyle görünüyor ki başka sebepten rapora sarılıyorsun. Bir derdin var senin dedim. Söylemeyecektim ama size söyleyeyim. Ben ikinci üniversite okuyorum. Bitiremezsem mahcup olurum diye herkesten gizledim. İlköğretim matematik okuyorum. Şu kadar dersim kaldı. Bitirince branş değiştirmek istiyorum dedi. Pandemi dönemini iyi değerlendirmişsin. Tebrik ederim dedim. Ardından o zaman sen bu raporları sınav tarihlerinde alıyorsun dedim. Aynen öyle dedi. İyi de mübarek, bitirmeye zaten bitirirsin. Bunu niye gizledin bu ana kadar. Söyleseydin, rapor almana bile gerek kalmazdı. Sana izin yazardık. O soruşturmayı da geçirmezdin. Bundan sonra sınav zamanı rapora gerek yok. İzin konusunda yardımcı olalım dedim. Tamam dedi. Diplomayı alır almaz ilk size getireceğim dedi. 

Nitekim mezun olur olmaz diplomasıyla birlikte odama gelerek mutluluğunu benimle paylaştı. 

Kendisine açılan soruşturmanın üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen yine laf lafı açtı. Konuyu soruşturmaya getirdi. Mübarek, ceza almadın, üzerine başarı belgesi verdik. İzin ve rapor konusunda o kadar yardımcı olduk. Tanışmalar bazen kavgayla başlar, dostlukla sürer. Bırakıver artık şunu dedim. Bırakmaya bıraktım ama kurtulamıyorum. Bir de siz soruşturma isteyecek birine benzemiyorsunuz dedi. Sonunda soruşturmanın içeriğini anlattım. Sen, soruşturmayı benim açtırdığımı düşünüyorsun ama ben değildim. Benim üzerimde kaldı. Müdürün deyimiyle iyi polis-kötü polis rolü oynadık. Kötü polis rolü ben de kaldı. Maksat seni kazanmaktı. Ne müdürün ne de benim sana ceza verme gibi bir niyetimiz yoktu. İyi olmadı mı, bu iş kavgayla başladı, dostlukla sürüyor dedim. 

O ilçeden ayrılırken ayrılışıma üzüldü. Vedalaşmaya geldi. Helalleştik. 

Duydum ki dediği gibi branş değiştirmiş. Sınıf öğretmenliğinden ilköğretim matematik alanına geçmiş. Şimdi matematik öğretmenliği yapıyor. 

Kulakları çınlasın öğretmenimizin. Kendisini iyi polis, beni de kötü polis yapan ilçe milli eğitim müdürünün de kulakları çınlasın. Varsın o iyilere oynasın, ben kötülere oynayayım.