11 Temmuz 2024 Perşembe

Toplu Taşımalarda Kaçak Yolcu Sorunu *

Tatlı su çeşmelerinin vakıf medeniyetimize en güzel örnek olarak şehrimizde devam ettiğini, çok önemli bir işlevi yerine getirdiğini, yalnız bu çeşmelerin çok hoyratça kullanıldığını, bazı kimselerin araba, otobüs yıkama gibi amacı dışında kullandığını, bazı memba suyu satanların buralardan doldurduğu duyu memba suyu diye sattığını "Tatlı Su Çeşmeleri" başlıklı yazımda değinip bu yazıyı sosyal medyada paylaşmıştım.

Bu yazımı okuyan bir arkadaş, bir diğer sosyal mesele olarak otobüs ve tramvaylara kartı okutmadan binenlerden dert yanmış. Yorumunun ilgili kısmını buraya alıyorum: "Sosyal meseleleri dile getiriyorsunuz. Bir meseleye de ben öncülük edeyim. Duraklarda bulunan turnike/gişe geçişlerinin bir ucunda güvenlik, diğer ucu sınır muhafızı olmayan ülke gibi. %70 ücret ödemeden ya arka girişten ya da engelli girişinden giriyor. Belediyeye yazdım, sosyal medyadan dile getirmeye çalıştım. Bu hafta birçok gişede güvenliğin azaltıldığını gördüm. Tersine işlem görmüş. Hocam sizce hata bende mi?!! Belki dillendirmesem güvenlik dururdu"

Yorum yazan arkadaş, önemli bir konuya değinmiş.

Kartını basmadan geçen yolcuların olduğunu, öyle zannediyorum belediye yetkilileri de biliyordur. Güvenlik görevlisini artırmak suretiyle kaçak binenlerin sayısında azalma olsa da bunun tam önüne geçileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla kaçak binenler yakalansa bile bir yaptırımı yok. Bir diğer husus, bilet basmamayı göze alan, bir şekil biletsiz biner. Çünkü hırsıza kilit dayanmaz Hele ki caydırıcı müeyyidesi yoksa ve yaptığı, yapanın yanına kâr kalıyorsa.

Arkadaşın bahsettiği kadar yüzde yetmiş oranında kaçak yolcu olacağını sanmıyorum. Çünkü bu oran çok yüksek bir oran. Eğer böyle ise bu memleketin ağlayanı yok demektir. Yalnız az veya çok olsun, kaçak yolcunun olması bu ülkeye ve bu ülke insanına yakışmıyor. Tek kelimeyle ayıptır, kul hakkıdır, vebaldir, hırsızlıktır.

Daha ayıp olanı ise kaçak yolcu bu meblağa (Tam bilet 13 TL) kadar düşmüşse, eline daha büyük imkan geçse bunu da hayli hayli yapacaktır. Demek ki daha büyüğünü çalmaya gücü yetmiyor, küçük meblağla yetiniyor. Bu da ahlak ve etik değerler yönünden sınıfta kaldığımızın bir göstergesidir.

Bizim önüne geçemediğimiz kaçak yolcu sorununu Avrupa çözmüş. Gidip gelenler anlatır. Toplu taşımayı kullanacak olan biletini alır, cebine koyar. Gideceği yönün vasıtasına biletini atmadan biner. Gideceği yere gider. Ne bilet atma var ne bilet soran. Çok nadiren bilet kontrolü yapılırmış. Hepsi bu kadar. Kontrollerde, biletsiz yolcu tespit edilirse cezası ağırmış. Bunu herkes bildiği için bu hırsızlığa kimse cesaret edemiyormuş.

Bilet kullanmadan toplu taşımaya bineni biz yakalasak, bunun en büyük cezası, “Yaşından, başından utan” demek olur. Böyle de çözülmüyor maalesef.

Biz, pek önemsemeyen bu sorunu çözmek istiyorsak bu konuda pekala Avrupa’nın çözüm yolunu izleyebiliriz. Otobüs, tramvay, metroya hangisine bineceksek, biletimizi alsak, bileti atmayıp cebimizde taşısak, kontrollerde göstersek, bilet gösteremeyene ağır cezayı müeyyide uygulasak bu sorunu biz de çözebiliriz.

Bu uygulamayla, turnike ve büyük duraklara ihtiyaç kalmaz. Her turnikenin başına güvenlik görevlisi koymaya gerek kalmaz. Turnike olmayan duraklarda yolcu sadece ön kapıdan alınmaz. Herkes tek tek kartını okutmaya kalkmaz. Durağa gelen araç tüm kapıları açar. Duraktaki yolcular daha çabuk binmiş olur. Böylece hem zamandan hem de turnike ve güvenlik görevlisi masrafından tasarruf yapılmış olur.

*12.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Temmuz 2024 Salı

Bilinmez Yarınımız

Hiç öz güveni yok. Bir başına kalamaz. Yanında mutlaka biri olmalı. 

Hiçbir işi de bir başına yapamaz. Biri mutlaka yardım etmeli. 

Olduğu yerde pek duramaz. Çünkü sıkılır. Başka yere gitmek ister. Gideceği yere de hep biri götürmeli. Gittiği yerde de çabuk sıkılır. Hemen dönmek ister.

Evtik bir hali var. Aynı yerde bir oraya, bir buraya hızlı hızlı döner durur ya da gider gelir.

Rutin işleri alelacele yapar. Birden yapıp kenara çekilir. Aceleciliğinden işini düzgün yapmaz.

Sabırsızdır. Dediği ve istediği birden olacak. Olması için de arka arkaya defalarca söyler. 

Konuşurken de bağırarak konuşur. Konuşanı pek dinlemez. Dinlese de anlamaz. 

Can sıkıntısından verir yemeğe. Yerken de hızlı hızlı yer. Her yemekten sonra vurur kafayı yatar. 

İş yapmayı sevmez. Hep biri yapsın, ben oturup yiyeyim. Önüme oturduğum yerde sofra gelsin ister. En büyük hayali bu idi. Armut piş, ağzıma düş misali. 

Kendisini hiç yenilemedi. Üzerine yeni bir şey koymadı. Hep eski gördüğünü uyguladı. Yeniliğe açık olmadı. 

Hep eskiden ne çektiğini anlattı durdu. 

İnadı inattı. Yüksek şeker hastası olmasına rağmen çaya şeker atmaktan bile vazgeçmedi. Yerken ve içerken atın ölümü arpadan olsun modunda oldu hep. Hızlı hızlı ve orantısız yedikten sonra maden suyu arayışına girdi hep. 

Kendi doğruları vardı. Tüm doğruları kendi doğrularından ibaretti. 

Canı nazlı ve kıymetliydi. Sadece kendini düşünürdü. 

En ufak bir tıkırtıdan korkardı. 

Ne yol bilir ne de yolak. 

Her yemeğin ardından çektiği uyku sonrası kafa ağrısı da hiç eksik olmadı. 

Şeker hastası olmasına rağmen hiç perhiz uygulamadı. Ne bulduysa zararlı, bana dokunur demedi. Abbas'ın kör gazı gibi yedi. 

Bu yiyişiyle bir gün yıkılıp felç olacak dedim zaman zaman. 

Doğru dürüst doktor yüzü görmedi.

Nihayet bir gün kısmi felç geçirdi. Tedavi gördü. Bir fizyoterapistten hareket desteği de aldı. Yapması gereken egzersizleri yapmadı. Başkasının desteğiyle güç bela ayağa kalktı. Düşerim, düşeceğim korkusuyla doğru dürüst yürümedi. Kendi başına ne kalktı ne yürüdü. Kendisine destek olanlara, biz kaldıramıyoruz, çabuk iyileş deyin dedim. Demişler. Biriniz zorlanıyorsa iki kişi kalın başımda demiş. Zaman zaman ben iyileşirsem yanımda kimse kalmaz, bütün iş bana kalacak korkusu yaşadı. 

Bir gece baston yardımıyla lavaboya giderken düşüp kalçasını kırdı. Ameliyat olmasına rağmen bir daha kalkamadı. Şimdi dört yıldır yatağa bağlı olarak yaşıyor. Mama ile besleniyor. Allah kimseye vermesin. Kendisi için de zor bakan içinde. 

Aslında çok da merhametli ve de duygusal biri. Öz güven eksikliği, düşerim korkusu ve inadı bu noktaya getirdi kendisini. 

Bu durumunu görünce, hep oturduğum yerden bir ekmek istedi. Allah ona dört yıldır yattığı yerden yemek veriyor diyorum. Ayıplamak için değil. Bir durum tespiti benimkisi. Öyle zannediyorum akıbetini böyle olmasını ya da olacağını düşünemedi. Hangimiz bilir ki. Sonuçta insan ne yaparsa kendine ve çevresine yapar denilen bir durum var ortada. Bizi yarın ne bekliyor, bilmiyorum. Ama Allah herkese hayırlı ve bereketli ömür ve ölüm versin. 

Konya'da Market Sektörü

Konya gıda sektöründe nerede? 

Şehirde bir baştan bir başa yayılmış yerel zincir market sayısı ne kadardır?

Bu yerel zincir marketlerin ömrü ne kadar sürmüştür?

Şöyle nesilden nesle gelen ve marka olmuş kaç marketimiz var?

Konya merkez olmak üzere Türkiye'ye açılmış, gıda sektöründe faaliyette bulunan marketimiz var mı? 

Gözümün önüne Adese, Mercek, Afra, Sincap, Osmanlı, Gross Toptan gibi zincir marketler geldi. Sincap ile Osmanlı belli bazı bölgelerde faaliyetini sürdürüyor olabilir ama Adese, Mercek ve Afra'dan eser kalmadı. Özellikle Adese ve Afra açıldığı zaman adından çok söz ettirdi. Şubeleriyle Konya'nın her bir yerine yayıldı. Sonra kaybolup gittiler. 

Afra'nın boşalttığı yerleri bir ara Ankara merkezli Makro marketler aldı. O da uzun soluklu olmadı.

Çelikkayalar, Asfora, Çetinler, Bak Bu Gross, Nargross, Bozkırlılar, Söğütlü gibi marketler zincir şeklinde faaliyetini sürdürüyor. Kiminin şubesi az, kimininki fazla. Çelikkayalar şube bakımından daha çok görünüyor. 

Bir de başında veya sonunda gross olan marketler gözüme çarpıyor. 

Bazısı da önceki adını değiştirip gross adı altında açıyor. 

Kent Gross dikkatimi çekti bir ara. Sanırım onlar da ulusal bir markaya satıldı. Bu firmanın belki satmadığı şubeler kalmış olabilir. 

Kenarda, köşede, bazı bölgelerde muhitine hizmet veren marketler de var. 

Anladığım kadarıyla gıda sektöründe birkaç marka dışında zincir market şeklinde şehre yayılmış marketimiz yok. Ulusal düzeyde zaten yok. 

Başka şehirler nasıl bilmem ama bu şehirde, birden açılıp arka arkaya çok şube açan ve birden büyüyen marketler tutunamadı. 

Bugün Konya'da, tüm Türkiye'de olduğu gibi A101, BİM, ŞOK, Migros türünden zincir marketler daha yaygın. Çoğu el değiştiren marketleri de genellikle Migros alıyor. 

Ulusal bazda faaliyette bulunan zincir marketler açtıkları yeni şubelerle Konya'da her geçen yıl büyürken bu şehir niçin marka değeri olan marketleri fazlaca üretemedi? Üretti ise niçin tutunamadı? 

Bildiğim kadarıyla gıda sektöründe büyük cirolar dönüyor. Adeta para basılıyor. Belli müşteri potansiyeline hitap eden ulusal düzeydeki zincir marketler bu şehirden ekmek yerken, şubeleriyle ortaya çıkmış yerel zincir marketler niçin ekmek yiyemedi? 

Ticaretten anlamam. İşin içinde de değilim. Ben sadece tüketiciyim. Elbette benim için davulun sesi uzaktan gür gelebilir. Bunu en iyi şubesi olan yerel marketlerin niçin battığını, niçin satıldığını veya el değiştirdiğini en iyi bu sektörün içindekiler bilir. Belki yönetim yanlışlığı belki sermaye sıkıntısı belki rekabete güç yetirememe gibi sebepleri olabilir.

Sebep her ne ise isterim ki bu şehirde markalaşmış, kendini ispatlamış, şehrin her yerinde şubesi olan, tüketiciye güven veren, uzun soluklu ve nesilden nesle aktarılan, fiyat istikrarını yakalamış, emsalleriyle rekabet edebilen, kendini hep yenileyebilen, müşteri memnuniyetini esas alan bu şehrin marka marketleri olsun. Bu imkan ve potansiyel bu şehirde var. Yeter ki istenilsin yeter ki kafa yorulsun yeter ki küçük olsun benim olsun denmesin yeter ki sermayeler birleştirilsin.

8 Temmuz 2024 Pazartesi

Nasıl Kötü Polis Oldum? (2)

Hakkında, aldığı rapor yüzünden inceleme başlatıldığını öğrenen öğretmen, bir cuma namazı sonrası milli eğitim müdürüyle görüşmeye gelmiş. Arkalarından ben geldim. Odama geçerken müdür odasına çağırdı. Soruşturma açtığımız arkadaş. Tanıştırayım dedi. Hoşbeşten sonra milli eğitim müdürü, "X hocam, ben soruşturma açmayalım dedim de hocam açalım dedi" deyip topu üzerime attı. Ne ara ben böyle bir şey istedim şoku geçirsem de hiç bozuntuya vermeden sanki bu işi başlatan benmişim gibi öğretmene yüklendim. İstedim ki böyle şeylere bir daha yeltenmesin. Savunmanı güzelce hazırla. Her incelemeye ceza verilecek diye bir şey yok. Muhakkikler ceza teklifi yapsa da cezayı uygulayıp uygulamama yetkisi müdür beyde. Kolay gelsin, geçmiş olsun dedim. Öğretmen de yaptığından dolayı özür dilerim dedi. Üzgün bir şekilde ayrıldı. 

Öğretmen çıktı, ardından ben çıktım. Öğretmen evrak dolabına bakmak için personelin odasına girmiş. O çıkarken ben girdim çay almak için. Öğretmenin arkasından, personelin konuşmasına şahit oldum: "Ne oldu ya buna. Herkese iyi günler diyor" şaşkınlığı vardı hepsinde. Adı üzerinde soyadı şu (nazik ve kibar anlamına gelen bir soyadı). Başka ne diyecekti dedim. Öyle de bugüne kadar bize böyle nazik davranmadı dediler. 

Oradan milli eğitim müdürünün odasına yöneldim. Sayın hocam, az önceki tespitinizi bir daha yapar mısınız? Öğretmene soruşturma açılmasını siz mi istemiştiniz yoksa ben mi dedim. Ne oldu da deyip gülmeye başladı. Hiç, ben unutmuşum dedim. Soruşturmayı ben açtım. Seninle bir alakası yok dedi. O zaman dedim. "Birimiz iyi polis, diğerimiz kötü polisi oynadık. Ben iyi polis oldum. Sen ise kötü polis" dedi. Aman sen hiç kötü olma da varsın ben hep kötü olayım dedim. Bu arada kötü polis rolü sana daha güzel yakışırdı. Niçin ben dedim. Ben beceremem. Sen bu rolü güzel oynadın. Az önce de gördük dedi. İnceleme ve soruşturmada muhakkik ceza teklifi yaparsa niyetin ne dedim. Bu ona yeter. Ceza verme gibi niyetim yok dedi. İyi yaparsın. Gördüğüm kadarıyla sorumluluk sahibi biri dedim. Ardından ceza vermeyerek sen yine iyi polis olacaksın ikinci kere dedim. Güldü. 

Gel zaman, muhakkik dosyayı teslim etti. Sanırım uyarı ya da kınama teklifi yapmıştı. Öğretmenden son savunmasını alarak "Geçmiş çalışmalarından dolayı cezaya gerek olmadığı, bundan sonraki çalışmalarında daha dikkatli olması" yönünde bir yazı ile dosya kapatıldı. 

Sonrasında her ilçeye gelişinde öğretmen yanıma uğradı. Çayımı içti. Sağdan soldan muhabbet yaptık. Sorumluluğunu bilen ve işini ciddiyetle yerine getiren biri idi. Arada hukuk oluştu. Hal hatır sormadan geçmedi. Ama içinde bir kırgınlık vardı. Zaman zaman konuyu açardı. Belli ki daha önce hiç soruşturma geçirmediğinden maruz kaldığı bu muamele zoruna gitmişti. 

Sene sonunda ilçe kaymakamının başarı belgesi teklifi için istediği beş ismin arasına bu soruşturma açtığımız öğretmene de yer verdik. Onu onura ettik. Şef, hem soruşturma açıyorsunuz hem de belge veriyorsunuz dese de hak etmişti. 

Bir gelişinde, kendisi de hem soruşturma hem belge dedi. Hiç bozuntuya vermeden hem döveriz hem severiz dedim. Gülüştük. 

Sonra belli dönemlerde yine rapor aldı. Bu sefer rapor almadan önce haber verdi. Raporu alır almaz da haber verdi. Öncesinde haber verince hah şöyle. Daha önce haber bile vermedin, raporunu dijital ortamda göndermemiştin. Çünkü sen müdür yetkilisin. Bir nevi müdürsün dedim. 

Aynı öğretmen hasta olmadığı halde bir gün yine rapor getirdi. Hocam, görüyorum ki hasta değilsin dedim. Değilim. Sen bu raporları niye alıyorsun? Öyle görünüyor ki başka sebepten rapora sarılıyorsun. Bir derdin var senin dedim. Söylemeyecektim ama size söyleyeyim. Ben ikinci üniversite okuyorum. Bitiremezsem mahcup olurum diye herkesten gizledim. İlköğretim matematik okuyorum. Şu kadar dersim kaldı. Bitirince branş değiştirmek istiyorum dedi. Pandemi dönemini iyi değerlendirmişsin. Tebrik ederim dedim. Ardından o zaman sen bu raporları sınav tarihlerinde alıyorsun dedim. Aynen öyle dedi. İyi de mübarek, bitirmeye zaten bitirirsin. Bunu niye gizledin bu ana kadar. Söyleseydin, rapor almana bile gerek kalmazdı. Sana izin yazardık. O soruşturmayı da geçirmezdin. Bundan sonra sınav zamanı rapora gerek yok. İzin konusunda yardımcı olalım dedim. Tamam dedi. Diplomayı alır almaz ilk size getireceğim dedi. 

Nitekim mezun olur olmaz diplomasıyla birlikte odama gelerek mutluluğunu benimle paylaştı. 

Kendisine açılan soruşturmanın üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen yine laf lafı açtı. Konuyu soruşturmaya getirdi. Mübarek, ceza almadın, üzerine başarı belgesi verdik. İzin ve rapor konusunda o kadar yardımcı olduk. Tanışmalar bazen kavgayla başlar, dostlukla sürer. Bırakıver artık şunu dedim. Bırakmaya bıraktım ama kurtulamıyorum. Bir de siz soruşturma isteyecek birine benzemiyorsunuz dedi. Sonunda soruşturmanın içeriğini anlattım. Sen, soruşturmayı benim açtırdığımı düşünüyorsun ama ben değildim. Benim üzerimde kaldı. Müdürün deyimiyle iyi polis-kötü polis rolü oynadık. Kötü polis rolü ben de kaldı. Maksat seni kazanmaktı. Ne müdürün ne de benim sana ceza verme gibi bir niyetimiz yoktu. İyi olmadı mı, bu iş kavgayla başladı, dostlukla sürüyor dedim. 

O ilçeden ayrılırken ayrılışıma üzüldü. Vedalaşmaya geldi. Helalleştik. 

Duydum ki dediği gibi branş değiştirmiş. Sınıf öğretmenliğinden ilköğretim matematik alanına geçmiş. Şimdi matematik öğretmenliği yapıyor. 

Kulakları çınlasın öğretmenimizin. Kendisini iyi polis, beni de kötü polis yapan ilçe milli eğitim müdürünün de kulakları çınlasın. Varsın o iyilere oynasın, ben kötülere oynayayım.

Nasıl Kötü Polis Oldum? (1)

Bir ara teşehhüt miktarı kadar ilçede çalıştım. Müdür değildim ama şubesi olarak görev yaptım.

Devir Covit-19 devriydi. Uzaktan öğretim yapıyordu öğretmenler.

Zamanın MEB Bakanı, 1 Şubatta köy okullarını yüz yüze eğitime açacağım dedi. Şehirdeki öğretmenler uzaktan, evinde yapacaktı bu işi. Köydekiler ise görev mahalline gidip okulu açacaktı. Şehirdeki, belki tatil bölgesinden, oturduğu yerden dersine girip ücretini alacaktı. Köydeki de herkes tatil yaparken okulunu açacak, öğrencilerini toplayacak ve dersini verecekti. Karşılığında da ücretini alacaktı.

Olmaz, olamaz dense de Bakan dediğini yaptı, köy okullarını 1 Şubatta açtı.

Uzaktan öğretimde derse girme zorunluluğu yoktu. Sınıfta kalma da yoktu. Yüz yüze eğitimde ise veli çocuğunu okula göndermek durumunda değildi. İsteğe bağlıydı. Ben çocuğumu göndermek istemiyorum dilekçesi yeterliydi. Ama köy öğretmeninin görev yerinde olması zorunluydu. 

Köy öğretmenleri 1 Şubatta görev yerlerinde oldu. Her şey tamam ve tıkırında derken, okulunda olması gereken bir müdür yetkili öğretmenin üç gün rapor aldığı telefonu geldi. 

Rapor almakla da kalmamış, öğrencilerin hiçbiri okula gelmek istemiyor. Tüm velilerin dilekçeleri var telefonu açmış. İyi de rapor İstanbul'dan alınmış. Öğretmenin görev yeri İç Anadolu'da. Bu öğretmen ne ara hasta hasta İstanbul'dan geldi de velilerden dilekçe aldı dedik. Acaba bu öğretmende bizim bilmediğimiz bir tayyi zaman, tayyi mekan hali mi vardı? 

Tanımıyorum öğretmeni. Çünkü bu göreve geleli daha 15 gün olmuş. Ne köyleri bilirim ne de öğretmenlerini. 

Köy okullarının yüz yüze eğitime açıldığının ilk akşamı, hava muhalefetinden dolayı ilçe hıfzıssıhha kurulu kararıyla ilçede okullarda yüz yüze eğitime iki gün ara verildi. 

İstanbul'dan rapor alan öğretmen diğer şube müdürünü arayarak "Okullar nasılsa tatil oldu. Kendime ek ders yazabilir miyim" demiş. Olmaz demiş. Öğretmen bilgi amaçlı mı sordu yoksa ek ders hesabı mı yaptı bilmiyorum. (Ek ders hesabı yapmadığını söyledi sonra konuştuğumda)

Okulun ilk günü rapor, veli dilekçeleri ve ek ders yazma muhabbeti bir araya gelince, bu öğretmen keyfi rapor almış olmalı. Güya Bakan'a tepki gösteriyor. Bu yaptığıyla bir soruşturmayı hak ediyor. Mebbis kaydına göre 8 yıllık bir öğretmen. Acemi olmaya acemi değil. Yine de rapor dönüşü kendisiyle bir konuşmak lazım dedim. 

Ağzımdan soruşturma nereden çıktıysa, milli eğitim müdürü soruşturma açıyoruz dedi. Hocam, dur, neyin ne olduğunu bir anlayalım. Belki vardır bir derdi. Konuşarak çözeriz bu konuyu dedim ise de tüm ısrarlarıma rağmen Milli Eğitim Müdürünü soruşturma açmaktan vazgeçiremedim. Sen konuşacaksan yine konuş. Ben soruşturma açıp bu öğretmene ceza vereceğim dedi. 

İnceleme ve soruşturma için muhakkik belirlendi, kaymakam onayı ile öğretmene inceleme başlatıldı. (Devam edecek) 

Kibrit Suyu Dökmeli

Daha önce duymamıştık kök maaşı,

Bir uğraş sonucu keşfedildi de

Öğrendik kök maaşı bu yaşta 

Halbuki maaş maaştı bizim için. 


Nicedir geliyor emeklinin köküne zam

Nasıl bir kök ki yüksek verilse de oran

Hep yerinde sayıyor emeklinin maaşı

Bu kök emeklinin köküne kibrit suyu dökecek. 


Kök değil mübarek, yutan eleman

Sen bunu say etkisiz bir eleman 

Çarpsan bile değişmiyor verilen

Bu kökün köküne kibrit suyu dökmeli. 


Halbuki zamlar geliyor koşar adım

Köke gelen zam ise gıdım gıdım

Her zamda emekli hayal kırıklığı yaşıyor

Bu kökün köküne kibrit suyu dökmeli. 


Bu kök oldukça emekli emekleyecek

Bir gün düze çıkarım diyemeyecek 

Gelin hep beraber ve devletcek

Bu kökün köküne kibrit suyu dökmeli. 


Çünkü yaşaması için bu kök

Bol su ister herkes gibi

Yeterince su verilmezse şayet

Bilin ki bu kök kuruyacak. 

7 Temmuz 2024 Pazar

Tatlı Su Çeşmeleri

Bir tatlı su çeşmesi bu görüntü.

Konya'nın her bir yerinde görmeye alışık olduğumuz, sebil görevi gören, belediyenin güzel hizmetlerindendir bu tatlı su çeşmeleri. 

Geçen hafta çekmiştim. 

Görüleceği üzere suyun aktığı yerler kupkuru.

Çünkü su akmıyor.

İki tanesine baktım böyle. Her ikisi de akmıyordu.

Sanırım baktığım çeşmeler bölgesinde bir arıza olmalı diye düşündüm. 

Cuma akşamı bir belediye çalışanına sordum, sular akmıyor mu diye.

Akmıyor abi dedi.

Sebep dedim.

Kaçak var. Kaçağın nerede olduğu tespit edilemedi. Koski uğraşıyor dedi.

Bu teknoloji çağında kaçağın tespit edilememesi garibime gitse de içime su serpti.

Çünkü sanmıştım ki susuzluk kapıda. Belediye de çözümü bazı zamanlarda bu şebekeyi kesmede buluyor diye aklıma gelmişti. Böyle olursa da hiç şaşırmam. Çünkü doğru dürüst yağış yüzü görmedik ve eski kışları yaşamıyoruz. 

Konu tatlı su çeşmelerinden açılınca, belediyeci de dertliymiş:

Abi, bu suları çok hoyratça kullanıyoruz. Araba yıkayanlara alıştık. Büyük otobüsleri yıkıyor bazıları. Uyardığım zaman bazıları mahcubiyet duysa da bazıları kaba davranıyor. Bazı su firmaları bu sudan doldurup satışa sunuyor dedi.

Üzüldüm bu anlattıklarına.

Halbuki sebil görevi gören, çoğu şehirde olmayan bu çeşmeler Konyalı için bir nimet.

Bu çeşmeler bir nevi vakıf medeniyetini temsil ediyor. İçme ve çay dışında kullanmamak lazım. 

Açıkçası yürüyüş yaparken iyice susamışsam, böyle bir çeşme bulursam, eğilir su içerim. İyice terlemişsem belki elimi yüzümü yıkarım. Başka da kullanmıyorum. Çayı iyi çıkar diye çay için su bile doldurmuyorum. İçme suyu olarak da bu çeşmelerden su doldurmuyorum. Suyumu şebeke suyundan içiyorum. 

Belki de Konya'ya özgü bu tatlı su çeşmelerini insanımızın gözü gibi koruması gerekir. Bu çeşmeleri amacı dışında kullanmamalı. Özellikle araba yıkayanlara caydırıcı cezalar verilmeli.