7 Temmuz 2024 Pazar

Yurdum İnsanı Bir Başka (1) *

Mahallede cuma namazını kıldıktan sonra hem yürüyüşümü yapayım hem de bir çay ocağında çayımı yudumlarken yazar çizerim dedim. 

Aziziye civarında her zaman oturduğum çay ocağına geldim. Her masanın etrafında ikişer, üçer kişi oturmuş, çay eşliğinde muhabbetlerini yapıyorlardı.

Bir kişi bir masada tek idi. Ne yapayım, müsaade isteyim yanıma oturayım mı diye düşündüm. Çünkü bir başına otururken bir başkası izin isteyip yanıma oturur, aynı masada iki yabancı gibi otururduk.

Cesaretimi toplayarak oturabilir miyim dedim. Buyur dedi. İki yabancı gibi oturmama müsaade etmedi. Çay içer misin dedi. Yok, sağ ol dedim. Az sonra bir daha dedi. İçerim az sonra dedim. Teşekkürler dedim. Fazla zaman geçmeden bir daha teklif etti. İçeyim dedim. İki çay söyledi içmeye başladık.

Şivesi pek Konya şivesine benzemiyordu. Bir an için Suriyeliye benzettim. Suriyeli misin dedim. Öyle ya bizde tanışma nerelisin demekle başlardı. Hayır, Vanlıyım dedi. Neresinden dedim. Çaldıran dedi. 

Çaldıran'da otobüsümüz mola verdi. Bir çay içimi kadar oturdum, sizin kapalı çarşıda. Çarşıyı da çok beğenmiştim. Çarşıya girmeden 8-9 yaşlarında bir çocuk, ayakkabını boyayım mı abi dedi. Kaça boyuyorsun dedim. Ne verirsen dedi. Bozuk paran var mı dedim. Bozdururum dedi. Yıl 2008-2009 olmalı. Cebimden bir on lira verdim. Çocuk, parayı almasıyla koşması bir oldu. Gelmedi değil mi dedi. Gelecek mi diye beklemeye koyuldum. Çocuk nice sonra elinde hep bir lira ile geldi. Parayı avcumun içine koydu. Belli ki bozdurmak için epey dolaşmış. Gelmesi hoşuma gitti çocuğun.  Aç avucunu dedim. Rastgele avucunun içine boşalttım. Herhalde 6-7 lira vermişimdir. Bu fazla abi dedi. Olsun, kat cebine dedim. Pasaja doğru yürüdüm. Ayakkabını boyamadım dedi. İstemez. Sen öğrenci olmalısın. Bu saatte niye ayakkabı boyuyorsun yoksa okula gitmiyor musun dedim. Gitmiyorum ama gideceğim dedi. Git mutlaka dedim. İçeri geçtim. Orada çayımı yudumlarken bir başkasına ayakkabımı boyattım. Çıkışta o çocuk yine bir kenarda bekliyordu. Beni görünce güler yüzüyle başını sallayarak selam verdi. Böyle bir anım var Çaldıran'la ilgili dedim. Muradiye, Erciş buraları gördüm. Doğu Beyazıt'a kadar gittim. Kalenize çıktım dedim. Bizim memleket iyidir, insanı da öyle ama ön yargı var bize karşı dedi. Nizip ve Kahta'da çalıştım. Severim sizin insanı. Tanımak lazım. Tanımayınca ve diyalog kurmayınca ön yargılar oluşuyor iki tarafta dedim. 

İkinci çaylarımız da geldi bu arada. Muhabbet koyulaştı. Ben bu anekdotumu anlatınca o da başladı anlatmaya. Çok haklısın dedi. Bir gün otobüse bindim. Memlekete gidiyorum. Yanıma gençten biri oturdu. Mengene'de otururmuş. İlk atamada öğretmen olarak tayini Çaldıran'ın bir köyüne çıkmış. Kafasını da doldurmuşlar. Gidiyor ama korkudan tir tir titriyor. Korkma, bizim insanımız sana sahip çıkar. Sen iyi olduktan sonra sana bir şey yapmadıkları gibi seni koruyup gözetirler dedim.

Gideceği köy bizim komşu köyü idi. Otobüsten indik. Köyüne kadar götürdüm. Bu genci koruyup gözetin diyerek muhtara teslim ettim dedi. 

Bu genç öğretmen bu köyde beş sene kaldı. Ara ara telefonla görüşürüz. Köylü yemesini, içmesini karşılamış, el üstünde tutmuş öğretmeni. Ben böyle bilmezdim buraları deyip çok memnun bir şekilde ayrıldı oradan. Biz hala görüşürüz dedi. 

Ardından bu ön yargı karşılıklı. Sadece Türklerde yok, biz Kürtlerde de var. Bir tane anlatayım dedi: Biz Konya'yı mesken edindiğimizde bize, Bozkırlılara dikkat edin. Onlar bizi sevmez. Size kötülük ederler demişlerdi. Bozkırlılardan korkardım.

Gel zaman git zaman Bozkır'dan bir iş aldım. Oranın boya işlerini yapacağız. Bize iş verene, çalışanlarım nerede kalacak dedim. İşte şurası diye bir yeri gösterdi. İşçilerime kalacakları yeri gösterdim. Biz burada kalmayız. Çünkü burası korumalı değil. Buranın insanı bizi görünce bize yapmadığını bırakmaz dediler. Bu endişeyi inşaat sahibine söyleyince, olur mu öyle şey. Kimse size bir şey yapmaz. Burnunuz bile kanamaz. İçiniz rahat olsun demiş.

Boya işi kaç gün sürdü. Gösterilen yerde kaldık. Başımıza bir şey gelmediği gibi zorunlu olmadığı halde sabah akşam yemeğimizi ve çayımızı da verdiler. Bize çok iyi davrandılar. Oranın işi bitince bize orada birkaç iş daha verdiler. Çok memnun ayrıldık dedi. Kafamızdaki Bozkırlılar Kürtleri sevmez ön yargısı da böylece yok oldu dedi. (Bu tanışma faslına diğer yazımda da devam edeceğim.) 

*24.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yurdum İnsanı Bir Başka (2) *

Bu yazımda da çay ocağında tanıştığım Çaldıranlı olduğunu öğrendiğim insanımızla ilgili yazıya devam ediyorum.

1995 yılında ailecek taşınmışlar Konya'ya. Alçı, boya işleri yapıyormuş. İşi de iyi imiş. İlk geldiğinde Saraçoğlu tarafında oturmuş. Çocukların okulu dolayısıyla Şefik Can'a taşındım dedi. Cuma günleri çalışmıyor musun dedim. Cuma öğleden sonra çalışmam dedi.

Çaldıran’dan göçüp Konya’yı mesken edinmelerinin sebebini sormadım ama niçin taşındıkları sanırım şu anlattığında gizli idi:

1987-1992 yılları olsa gerek. Köyümüz İran sınıfındaki en son köy. Hayvancılık yapıyoruz. Koyunları yayılmaları için götürdük babamla beraber. İran sınırını biraz geçmişiz. Uzun boylu adı Cem olan komutan bizi yakaladı. Başkaları da vardı yakaladıkları arasında. Herkesi ikişer ikişer eşleştirdi. Beni de babamla. Elime bir sopa verdi komutan. Vur babana dedi. Ağlıyorum. Vurmam dedim. Babama vurur muydum? Şunu yaparım bak vurmasan, bunu yaparım tehditleri savurdu. Tir tir titriyorum. Babam, Kürtçe vur dedi birkaç defa. Sonunda komutan bize kötülük yapmasın diye babamın avucuna 8 defa vurdum. Ben vurdukça komutan gülüyordu. Benim vurmam bitince, babama şimdi de sen oğluna tokatla vuracaksın dedi. Babam da bana kaç defa tokat attı.

İran sınırını geçen köyün ne kadar insanı varsa hepsine aynı bize yaptırdığını yaptırdı komutan. Ardından bizi bıraktı.

Çocukluğumda yaşadığım bu olayı hiç üzerimden atamadım. Çok etkilendim. Aklıma geldikçe o anı yaşıyorum. Babamın bana, benim babama vurduğum, ağlayıp sızlamalarımız ve komutanın katıla katıla gülüşü gözümün önüne gelir zaman zaman.

Yaşadığım bu psikolojiyi atlatabilmem için babam üzerimde çok durdu. “Oğlum, İran sınırını geçmekle biz yanlış yaptık. Komutan ise haklı. Çünkü komutanın görevi bizi korumak ve sınırın güvenliğini sağlamak. Bizim iyiliğimize yaptı bunu” şeklinde defalarca söyledi. Adeta beni işledi. Babam olmasaydı, o psikolojiyi atlatamazdım. Büyüyünce şimdi ben burada değil, dağda olurdum dedi.

Sadece ben değil, nice çocuk aynı muamelenin benzerine maruz kaldı. Bir komşumuz vardı ki başına gelenlerden ötürü baktı ki çocuğu dağa çıkacak. Çocuğunu köyden ve o ortamdan uzaklaştırıp İstanbul’a okumaya gönderdi. Çocuğu orada 8 sene kaldı. Çocuğunu dağa çıkmaktan böyle kurtardı. Bizim oralarda ne hikayeler var daha dedi.

Bu anlattığından, dağa çıkan çoğu kişinin geçmişte yaşadığı bir travması vardır anlamı çıkar mı dedim. Öyle de denebilir dedi.

90’lı yıllar Türkiye’nin kanayan yarası ve kapalı kutu. Terör örgütünün azması ve büyümesi için her şey yapıldı. Faili meçhuller o dönemde ayyuka çıktı. Bu da bir kısım asker, polis ve memuru eliyle yapıldı. Türk-Kürt adeta birbirine düşman edildi. Birileri bundan çok ekmek yedi. Orada atılan her kurşun ve şehit cenazesinden birilerinin oyu bu tarafta arttı. O tarafta da terör örgütüyle bağını inkar etmeyenler oyu kendilerine tahvil etti. Güya Kürtlerin hakkını koruyorum iddiasında dedim.

Korumayla hiç alakası yok. Bunlar bize ve bu ülkeye zarardan başka bir şey vermemiştir dedi. 

*26.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Teşekkürler Milliler! *

Avrupa Futbol Şampiyonasında;

İlk rakibimiz Gürcistan'ı 3-1 yensek de ölüp ölüp dirildik. 

Portekiz karşısında varlık göstermedik. Maçı 3-0 kaybettik. 

90 dakikanın 70 dakikasını 10 kişi ile mücadele eden Çekya karşısında maçı 2-1 kazansak da öldük öldük dirildik. 

Nihayet Portekiz'in ardından puanlamada 2.sırada yer  alarak gruptan çıkma başarısı gösterebildik. Zor olsa da gruptan çıkmak önemliydi. 

Hollanda’yı 3-2 skorla geçen Avusturya ile eşleşince, grup maçlarındaki oyununa bakarak Milli Takımımıza hiç şans vermemiştim. Gruptan çıkmaya çıktık. Avusturya ile turnuvaya veda edeceğiz etmeye ama bari fark yiyerek veda etmeyelim endişesiyle ekranın karşısına geçmiş, maçı izlemeye koyulmuştum.

O da ne? Grup maçlarındaki bizi unutun, şimdi seyredin der gibiydi Millilerimiz. Dakika bir, gol bir oldu.

Bir makinenin, görevini tam yapan dişlileri gibiydi futbolcular. Bu maçta adeta destan yazdılar. Hollanda'ya kök söktüren Avusturya'yı adeta sahadan sildiler. Maçta tüm futbolcular yıldızlaştı. Tüm futbolcular sıfır hata ile oynadı.

Merih, attığı iki golle ve defansta karşıladığı toplarla maçı kotaran adam oldu.

Kalemizde Mert, çıkardığı yüzde yüz gollerle maça adını yazdırdı. 

Tüm maçlarda çizgisini ve eforunu bozmadan oynayan Ferdi, sıfır hata ile bu takımın bel kemiği olduğunu gösterdi. Futbolunu oynadı ve görevini tam yaptı. Efendiliğini de hiç bozmadı. 

Maçın favorisi gösterilen Avusturya’yı 2-1 yenerek Millilerimiz iyi bir futbol ve skorla çeyrek finale adını yazdırdı. Göğsümüzü kabarttı.

Sıradaki rakibimiz Hollanda’ya umutlandık. Hollanda’ya sahayı dar eden Avusturya’yı güzel bir oyunla yenmişsek, Hollanda’yı hayli hayli yenerdik. Hele takımda Merih varsa niye olmasın dedik.

Merih’in bozkurt işareti dolayısıyla UEFA tarafından iki maç men cezası alması hepimizi üzdü. Endişeye kapıldık. Öyle ya Avusturya maçının yıldızı Merih yoksa biz bu maçı nasıl alacaktık? Yerine Samet oynayacaktı.

Portekiz maçında kendi kalemize attığı gol dolayısıyla Samet Merih’in yerini dolduramaz endişesiyle ekranın karşısına geçtik.

Samet, hem attığı gol ile hem de defanstaki kritik kurtarışlarıyla, sakatlanıp maçtan çıkıncaya kadar mükemmel oyun oynadı. Bizi utandırdı.

Ayağımızda topu fazla tutamasak da çok sayıda pas hatası yapsak da Hollanda karşısında Millilerimiz ilk yarı iyi top oynadı ve ilk yarıyı 1-0 önde tamamladık.

İkinci yarının zor geçeceğini biliyorduk.

Nitekim Hollanda teknik direktörü maçı lehlerine çevirecek değişikliklerle ikinci yarıya başladı. Akın akın geldiler üzerimize. Tüm akınlar Mert Müldür’ün kanadından geldi. Montella bu kanada çözüm üretemedi. Tıpkı bizim maçı seyrettiğimiz gibi o da seyretti saha kenarında. Nihayet baskısı sonuç verdi. Hollanda maçı eşitledi.

Bu gol Hollanda’ya moral oldu. Maçın moral üstünlüğünü ele geçirdiler. Allah vere de bir on dakika ikinci gol yemesek dedim. Maalesef arkasından ikinci golü attılar.

Hollanda 2-1 galip olduktan sonra saha kenarında soğuk soğuk duran ve maçı okuyamayan Montella, nihayet değişikliklere gitti ama bu değişiklikler maçın sonucunu değiştiremedi. Yarı finale adımızı yazdıramadık ve 2-1 mağlup olarak turnuvadan elendik. Milletçe üzüldük.

Sonuç olarak Hollanda yenilmeyecek bir takım değildi. Maalesef yenildik. Maç 1-1 olduktan sonra maçı soğutamadık. Çabuk demoralize olduk. Panikledik. Top çeviremedik. Oyuncu değişikliklerini zamanında yapamadık. Halbuki beraberlikten sonra futbolcu değişikliği bile maçı soğutabilirdi.

Hasılı yarı final belki de final oynayabilecek kapasitesi olan Milli Takımımız, maçı zamanında okuyamayan teknik direktörün ve de acemiliğinin kurbanı oldu.

Bu vesileyle, bu yaz sıcaklarında  bu mutluluğu bize yaşatan ve milli gururumuzu okşatan Millilerimize sonsuz teşekkürler.

Avusturya ve Hollanda karşısında oynadığımız oyunla, Milli Takım geleceğimiz adına ümit verdi. Avrupa Futbol Şampiyonasında bu başarıyı gösteren bu Takımın, 2026 Dünya Kupasında daha da başarılı olacağına inanıyorum. Yeter ki bu turnuvada yaptığımız yanlışlardan ders çıkaralım. Teknik heyet tatil ve futbolcu değişikliğiyle maça zamanında müdahale edebilsin.

*08.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Temmuz 2024 Cuma

2024, Boşuna Emekliler Yılı İlan Edilmemiş

Fi tarihinde ailecek yedik içtik. Ödeme için kasaya yöneldim. Oğlan da arkadan. Kasada sen, ben ödemesi yarışına girmiştik. 

İçimden oğlan ödesin geçse de maksat yarış değil mi? Olmayacak böyle. Baba olarak son noktayı koymalıydım. Satıcıya, baba mı öder, oğlan mı dedim. Satıcı baba öder deyip ödemeyi benden çekmişti. Oğlan da çekip gitmişti. Adama, alacağın olsun, senden hiç beklemiyordum demiştim. Bir daha da son noktayı böyle koyar mıyım? Zira içimde bir ukde olarak kalmıştı. 

Yıl 2024. Yine bir seferinde yine aynı oğlanla alışveriş yaptık. Yine aynı terane. Ödemeyi sen yapacaksın, ben yapacağım mücadelesi içine girdik. İkimiz de kartı uzattık. Satıcı hangimizden alacağını şaşırdı. Son bir hamle yaparak ödemeyi oğlandan çekmesini sağladım. 

Nasıl başardım bunu? Satıcıya, emekli mi öder yoksa çalışan mı dedim bu sefer. Maksat muziplik değil mi? Çalışan dedi. Hanginiz emekli demedi. Oğlandan çekti ödemeyi. 

Çıkışta, oğlum hakkını helal et. Ağzımdan emekli çıkıverdi. Boşu boşuna bir de yalan söylemiş oldum. Ne yapayım, çalıştığım halde herkes beni emekli biliyor. Bir daha yapar mıyım bilmem ama bu emekli görüntüsü hoşuma gitti dedim.

Nasıl hoşuma gitmesin. Hem benden para çıkmadı hem de yalanımı oğluma yapmış oldum. Üstelik emeklilik işe yaramıştı. Bir daha bu yalanı söylemem ama ödemeyi baba mı yapar evlat mı hiç demem. 

Yanımda oğlan yok bu sefer. Zira gittiğim bu alışverişte oğlanın işi olmaz. Bu zıkkıma da zam geldi. Bakalım kaç olmuştur deyip zamlı tarifeyi duymak üzere kendimi hazırladım ve içeri girdim. Bu arada zam geldikten sonra alışveriş benim işim. Bunu da antrparantez söyleyeyim.

Satıcıya, ne kadar oldu şu benim aldığım dedim. Aynı dedi. Bir sevinç bir sevinç. Şu kadar ver dedim. Ardından geçen ki alışverişte ikram yapmıştın. Yine indirim düşünür müsün dedim.

Ne yapacaksın indirimi. O kadar emekli maaşını ne yapıyorsun. Harca harca bitmez, keyfini çıkar dedi. Canın sağ olsun dedim. Kartı uzattım. Hesap makinesi ile hesapladı. 340 dedi. 320 çekerek yine aynı indirimi yaptı. Üzerine de bir çakmak koydu. Eyvallah deyip çıktım dükkandan.

Yeni zam gelmişken esnafın bu zammı eklemesi gerekirdi. Biz hep öyle gördük. Eklememiş. İndirim teklif ettiğimde de zamlı satmadığıma şükret. İndirimi içinde diyebilirdi. İşin içine emekli olarak keyfini çıkar demesi de emeklilik öncesi emeklilik nimetlerinden yararlanmak gibiydi benim için. Yalnız bilin ki bu sefer emekliyim demedim. 

Elimde poşet yolda giderken emeklilik ve indirim. Bir yazı konusu olur bu konuda dedim. Başladım yazmaya.

2024 emekliler yılı ilan edildiğinde çoğu, içi boş emeklilik yılı demişti. Halbuki gördüğünüz gibi esnafın yanında emeklinin ayrı bir yeri var. Ödeme için kah çalışanı tercih ediyor kah indirim yapıyor. Öyle ya emekli yılı olmasaydı, kim yapardı bunu. 

Kabak Tadı Veren Danışmanlık Hizmeti *

2023 Ağustos ayında çocuğumun da içinde bulunduğu bir araç tali yoldan ana yola kontrolsüz bir şekilde çıkar. 

Aracı kullanan kişi yanlış yöne gittiğini ve yolun gidişi gelişi bölünmemiş yol olduğunu düşünerek geri dönmek ister. Direksiyonu kırmasıyla birlikte araç yolu ortalar. 

Arkadan gelen süt kamyonu bunlara çarpmamak için önce orta şeride geçer. Bunlar orta şeritte olunca kamyon çarpmamak için fren yapar. 

Bu dikkatsizlik, bu kontrolsüz çıkış ve yolda ne yapacağını bilememenin panikliğiyle arkadan gelen süt yüklü araç, aracın şoför mahalline çarpar. 

Çarpma sonucunda araçta bulunan dört kişiden aracı süren, kazan mahallinde, yanındaki hastanede vefat etmiş, arkada bulunan biri oğlum, diğeri de arkadaşı yaralı kurtulmuştu. 

Bir anlık dikkatsizlik ve panik hali sonucunda vefat edenler, arkalarında acılı aileler bıraktı. Kalanlar ise uzun süren bir tedavi sonucu iyileşti. Allah kimseye acı, keder, yaralanma ve ölüm vermesin. 

Kazanın ardından şu hastane, bu hastane, şu doktor, bu doktor uğraşırken ve yaralı hastamızın tedavisi için şifa ararken kazayı daha eş dost duymadan, kayıtlı olmayan bir numara aradı. Bilmem ne sigorta imiş arayan. İlk defa böyle bir kaza ile karşılaşınca neyin nesi diye dinledim. Adana merkezli bir sigorta şirketi imiş. Konya'da irtibat büroları varmış. Danışmanlık yapıyorlarmış. 

Kazayı en ince ayrıntısına kadar biliyordu telefonla arayan. Kimlerin öldüğünü, aracı kimin sürdüğünü, arkadaki yolcuların misafir olduğunu, kimin ne tür bir yaralanmaya maruz kaldığını, kaza ve yaralanmalara baktıklarını, kendileriyle çalıştığımız takdirde aracı sürenden bilmem ne kadar tazminat, kazanın mesai saatleri içerisinde olduğu için araçta bulunanların bağlı bulunduğu şirketten bilmem ne kadar para, çocuğum öğrenci ve o araçta misafir olduğu için bu kadar para, araca arkadan çarpan kamyonun sigortasından şu kadar para saydı durdu. Yeter ki kendileriyle çalışmayı kabul edelim.

Bizden de bu aşamada para talep etmiyorlar. Tazminatı hak ettiğimiz zaman bilmem ne kadarını alıyorlarmış. 

Çocuğumu kimse silah zoruyla bindirmedi araca. Staj yaptığı şirket de göndermedi. Kaza oldu bitti. Biz sağ kurtulduk. Ölenlerin acısını derinden hissediyoruz. Biz şikayetçi değiliz. Lütfen bir daha aramayın dedik. Telefonu sonlandırdık. 

Davetsiz misafir durur mu? Ertesi günü oğlumu aramış bu sefer. E nabız şifresini istemişler. Çekilen MR, röntgen vs. raporlara bakmak için. Güya yara, bere ve rapordan hareketle bize bir güzel danışmanlık hizmeti sunacaklar. Bu telefonu da savuşturduk. 

Böyle böyle belli zaman aralıklarıyla farklı numaralarla arayıp durdular. Bizden yüz bulamayınca peşimizi bıraktılar. 

Bu süreçte polis karakolundan aradılar ifade için. Güç bela, zoraki yürümeyle karakola gittik. Avukat isteyip istemediğimizi sordu görevli polis. İstemiyoruz. İfade verip gideceğiz dedik. Polis "Siz o araçta misafir imişsiniz. Mesai saatleri içerisinde olunca şirkete dava açılabilir. Ben en iyisi CMUK'tan avukat çağırayım" dedi. Ne kadar, avukatlık işimiz yok. Boşu boşuna avukata para vermeyelim dedik ise de "Bize yardımcı olmak istediğini, avukat bedelini de devletin karşıladığını, mağduriyetimize yardımcı olmak istediğini, herkes için böyle yardımcı olmadığını, özellikle falanı tanıdığı olduğunuz için bu yardımı yaptığını, yine şikayetçi olmayın ama avukattan fikir danışın" dedi.

Para bizden çıkmasa da devletten çıkacak. Bu para yine bizim paramız. Yazık desek de BARO'dan avukat talep etti. Şirketten şikayetçi olmamız konusunda epey işlemeye çalıştı bizi. 

Avukat geldi. Biz ifademizi verdik. İnadımız inat deyip ne şirketten ne kamyoncudan ne aracı süren rahmetliden şikayetçi olduk. Son sözümüz budur dedik.

Bize, "Şimdi şikayetçi olursanız, şikayetinizden mahkemede vazgeçebilirsiniz. Şayet şimdi şikayetçi olmazsanız, sonra mahkemede şikayetçi olamazsınız. Şikayetçi olmakla bir şey kaybetmezsiniz" dendi. Olsun. Biz şikayetçi değiliz dedik. İfadeyi imzalayıp ayrıldık. 

Aradan bir yıla yakın zaman geçti. Oğlumuz iyileşti. Kazanın şokunu atlatıp araba sürmeye başladı. Zarar gören sağ diz yan çapraz bağı iyileşti.  Topallaması geçti. Halı saha maçları yapmaya başladı. Gözünün yanına atılan dikiş izleri kayboldu. Yara bereden iz kalmadı. Adeta kazayı unuttuk. 

Biz ne kadar kazayı unutsak da danışmanlık hizmeti sunan sigorta şirketleri unutmuyor.

Bu sabah yine kayıtlı olmayan bir numara aradı. Açmadım. Az sonra kimdir, necidir diye dönüş yaptım.

Bir kız çocuğuydu karşıdaki. Başladı yine kazayı anlatmaya. Kazadan bir engel kaldı mı diye sordu. Oğlumla görüşmek istediğini söyledi. Oğlan müsait değil deyince, yine dava konusunu açtı. Bak hele kızım, beni kızdırmadan şu telefonu kapatır mısın dedim. Görüşmeyi bitirdik. 

Bir yıldır kabak tadı veren bu danışmanlık hizmetini yazı konusu edineyim istedim.

Bu vesileyle bu şekil ölümlü ve yaralanmalı trafik kazalarından ekmek yiyen ve danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketlerinin olduğunu öğrenmiş oldum.

Belli ki birilerinin mağduriyeti üzerinden bu şekil para kazanmayı itiyat haline getirmişler.

Merak ettiğim, bu sigorta şirketleri bizim telefonumuzu nereden bulup bize nasıl ulaşıyor?

Bunların kazadan nasıl haberi oluyor?

Kaza yapan aracın içindeki kazazedelerin adı, soyadı ve mesleğine varıncaya kadar nasıl bilgi sahibi oluyorlar?

Öyle zannediyorum, bu tür danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketleri, emniyet bünyesinde trafik biriminde görev yapan bazı polislerle irtibatlı. Belli ki bazı polisler bu tür danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketleriyle paslaşıyor. Belki de açılan dava sonucunda kazanılacak tazminattan yüzde alıyor olmalılar. Başka da aklıma bir şey gelmiyor.

*10.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

4 Temmuz 2024 Perşembe

Bir Ücretsiz İzin Anekdotu (2)

Karantinayı duyan kızımız hemen telefonla aradı. Müdürüm, uzaktan eğitime geçilmiş. Ücretsiz izni bozup görevime döneceğim dedi. Hoca hanım, mazeretiniz kalkmışsa istediğiniz zaman görevinize dönebilirsiniz. Bunda bir sakınca yok. Yalnız karantina süresi 10 gün. Bu süre bittikten sonra durum ne olacak? Yüz yüze eğitime geçilince okula gelecek misiniz dedim. Bir başlayalım müdürüm. Sonrası Allah kerim. Bu fırsatı kaçırmak istemiyorum dedi. Peki, 10 gün sonra karantina kalkarsa okula gelirsiniz değil mi dedim tekrar. Orasını düşünmedim ama gelmem. Tekrar rapor, ardından ücretsiz izin alırım herhalde dedi. İyi de ücretli öğretmen bulduk oraya. O çocuğa ne diyeceğiz biz dedim. Şimdi bırakır, ben tekrar ücretsiz izin alırsam tekrar görevlendirirsiniz dedi. Aldığı üç beş kuruş zaten. O öğretmene, öğretmen geri döndü. Haydi evine dön diye nasıl söyleriz. Söyledik diyelim. 10 gün sonra haydi gel, tekrar çalış diye nasıl söyleriz. Çok ayıp olur dedim. Ayrıca ücretsiz izin dediğiniz iki ay. İki ay sonra yaz tatili. Geri göreve döner, maaşınızı almaya devam edersiniz dedim. Öğretmeni ücretsiz iznini bozmaması konusunda ikna ettim.

Ertesi günü benim olmadığım bir ortamda tekrar telefonla aramış. Diğer arkadaş, gelin bozun izninizi demiş. Gelip bozdular. Böylece öğretmen ücretsiz izne ayrılmak suretiyle maaşımdan mahrum kalmadı. Kooperatif taksidini de rahatça ödedi.

Dönem bir şekilde yarı uzaktan yarı yüz yüze bitti.

Bitti de önümüzdeki sene ne yapacaktık? Buraya atanan öğretmen göreve başlayıp doğum veya benzeri gerekçelerle görev yapmıyor. İlçe, bulabilirse ücretli görevlendiriyor.

Sonunda 11 mevcutlu okulun önümüzdeki sene öğrenci sayısı dokuza düşeceğinden, diğer yıllarda gittikçe mevcut azalacağından, okulu taşıma kapsamına almaya karar verdik. Yazışmalar yaptık. Gelen müfettişler, okulun kapatılıp taşıma kapsamına alınması için rapor tuttular. Okulun kapatılma onayı geldi.

Okulun kapatılacağını öğrenen öğretmenimiz kendisinin önümüzdeki sene ne olacağını sordu. Hoca hanım, okulun kapatılan okul olduğundan tayin istersiniz, el durumu tayini dışında ikinci bir tayin hakkınız oldu dedim.

Tayin isteyip Konya merkeze tayini çıktı.

İlişik kesmeye geldiği zaman hoca hanımla tanışma imkanı buldum. Yolluk istedi. Gidiş geliş yaptığımızdan dolayı alamazsınız dedim. Müdür yetkili öğretmen olduğu halde haftada üç saat ücret alamadığından dem vurdu. Zaten her telefon açtığında kendisini x okulun müdür yetkili öğretmeni olarak tanıttı. Daha önce de söylemişti bu mağduriyetini telefonda birkaç defa. Kendisine, hoca hanım sene başında doğum izninde olduğunuzdan dolayı müdür yetkili öğretmen olduğunuza dair valilikten size onay alınmadı. Onay olmayınca da ücret ödemesi yapamıyoruz dedim.

Düşünüyorum da bu müdür yetkili öğretmenimize bir şekil haftada ilaveten üç saat ek ders ödemesi yapmalıydım. Garibim mağdur oldu. En azından kooperatif aidatının bir kısmını bu şekilde karşılayabilirdi. Bir diğer mağduriyeti de kendisine aldırdığım üç günlük ücretsiz izinden ne kadar maaşı ve ücreti kesildi? Bu da bir mağduriyet.

Şimdiki aklım olsa kooperatif ödemesini eğitim ve öğretimin önünde tutardım. Önce kooperatif derdim vesselam.

Bir Ücretsiz İzin Anekdotu (1)

İlçede çalışıyorum bir zaman. Başka bir ilden tayin isteyip gelmiş bir öğretmeni kağıt üzerinde tanıdım. Kağıt üzerinde diyorum. Çünkü hiç yüz yüze gelmedik.

Atanınca, ilçe merkezine 7 km mesafedeki okulu için ilçeye gelip görevine başlamış. Doğum sonrası iznini kullanmaya devam etmiş.

Birleştirilmiş sınıf olan okula, ilçe nazla şifayla bir ücretli öğretmen bulmuş. Çünkü ulaşım imkanı olmadığından buraya ancak özel arabası olan biri ücretli olarak gidebilirdi.

Gel zaman git zaman ikinci dönem başladı. Hoca hanımın kanuni izni bitti. Kendisine ücretsiz izin düşünüp düşünmediğiyle ilgili telefon açıldı. Çalışacağım dedi. Okulun ücretli öğretmen görevlendirilmesi yenilenmedi. Pandemi dönemi olduğu için okulun öğretmeni uzaktan ders işlemeye başladı.

Bakanlık bir zaman sonra yüz yüze eğitime geçince, hoca hanım 3 gün, 5 gün tek hekimden rapor almaya başladı. Bir böyle, üç böyle.

Aradım kendisini. Hoca hanım, geçmiş olsun. Raporun biri biter bitmez ardından ikinci rapor geldiğine göre rahatsızlığınız ciddi olmalı dedim. Önemli bir şey yok. Kontrol amaçlı gidiyorum dedi. Buna sevindim. O zaman kontrol amaçlı hastane işlemleriniz bitince görevinizin başına dönersiniz değil mi dedim. Çok düşünmüyorum. Çocuğum küçük. Onu bırakıp gidemem okula. Gitmek istesem de araba sürmeyi çok iyi bilmiyorum. Arabayı sürsem bile okulum Konya'ya 75 km bir mesafede. Sonra kadının ne işi var köy okulunda? Oralarda yılan olur. Ben yılanı görünce korkarım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Buralara erkek öğretmen verilmeli dedi. Yılanı görünce bir erkek olarak ben de korkarım. Görünce kaçarım. Siz de öyle yapacaksınız dedim. Ayrıca burası bir köy okulu. Buraya Bakanlık sizi zorla atamadı. Burayı nokta tayin siz istediniz. Puanınız da yeterli olunca buraya atandınız. Atama yapılırken Bakanlık kadın erkek ayrımını gözetmez. Buraya, kadın öğretmen olmaz, erkek verelim demez dedim.

Ardından bu aldığınız tek hekim raporlarının belli bir süresi var. Bu raporlar bir gün bitecek. O zaman ne yapacaksınız? Sizi anlıyorum ama buradaki çocukları da düşünmek zorundayız. Bu çocuklar bizim çocuklar ve mağdurlar. Akranları ne zamandır okulda yüz yüze ders görüyor. Bu çocuklar evlerinde. Okul kapalı. Sizin durum netleşmeyince buraya ücretli öğretmen de veremiyoruz. Bu durumda ne yapacağız dedim. Bilmiyorum dedi. Peki bu durumda ücretsiz izin düşünmez misiniz? Buna hakkınız var. Böylece rapor almak durumunda kalmazsınız. Çocuğunuzu da kendiniz büyütmüş olursunuz dedim. Ücretsiz izin alamam dedi. Niçin dedim. Çünkü borcumuz var. Paraya ihtiyacımız var dedi. Çok mu borcunuz dedim. Kooperatife girdik eşimle. Evimiz çıktı. Buraya oturduk. Kooperatifin aylık taksitini ödüyoruz. Değilse alırdım ücretsiz izni dedi. Karı koca öğretmen olduğunuza göre kooperatif aidatını ödemede çok zorlanmazsınız. Sizi anlıyorum ama her şey para değil. Çocuk büyüteceğiz, kooperatif parası ödeyeceğiz düşüncesiyle burada onlarca çocuğumuz eğitim ve öğretimden mahrum kalıyor. Bu çocukları da düşünmek lazım dedim.

Epey bir konuştuk böyle. Sonunda ya görevinize dönersiniz ya da ücretsiz izin seçeneğini değerlendirirsiniz. Raporlar böyle gelmeye devam ederse raporların incelenmesi için bir üst kurula göndermek zorunda kalacağımı bilmenizi isterim dedim.

Ertesi günü tekrar aradı. Eşim size yakın ilçede öğretmen. Okulu da yol üzerinde. Eşimle yer değiştirsek dedi. Eşim giderken beni bırakır, dönüşte beni alır. Böyle olur mu dedi. Eşiniz bulunduğu ilçeye, falan ilçenin falan okuluna görevlendirme istiyorum şeklinde bir dilekçeyle başvursun. İlçesi kabul ederse bizim için sakınca yok dedim.

Ertesi günü tekrar aradı. Bu seçeneği eşinin ilçesinin kabul etmediğini söyledi. O zaman geriye ücretsiz izin seçeneği kaldı dedim. Onu hiç düşünmedik dese de alttan aldım, üstten çıktım. Ücretsiz izin dilekçesini vermeye ikna ettim. Eşiyle gelip dilekçe verdiler. 

Kapalı okula güç bela bir ücretli öğretmen ayarladım.

Aradan üç ya da dört gün geçti. Bir okulda görülen Covit 19 vakası dolayısıyla ilçe hıfzıssıhha kurulu yedi ya da on günlük karantina uygulaması başlattı.

Okulları kapatıp uzaktan ders işlenmeye başlandı. (Devam edecek)