5 Temmuz 2024 Cuma

Kabak Tadı Veren Danışmanlık Hizmeti *

2023 Ağustos ayında çocuğumun da içinde bulunduğu bir araç tali yoldan ana yola kontrolsüz bir şekilde çıkar. 

Aracı kullanan kişi yanlış yöne gittiğini ve yolun gidişi gelişi bölünmemiş yol olduğunu düşünerek geri dönmek ister. Direksiyonu kırmasıyla birlikte araç yolu ortalar. 

Arkadan gelen süt kamyonu bunlara çarpmamak için önce orta şeride geçer. Bunlar orta şeritte olunca kamyon çarpmamak için fren yapar. 

Bu dikkatsizlik, bu kontrolsüz çıkış ve yolda ne yapacağını bilememenin panikliğiyle arkadan gelen süt yüklü araç, aracın şoför mahalline çarpar. 

Çarpma sonucunda araçta bulunan dört kişiden aracı süren, kazan mahallinde, yanındaki hastanede vefat etmiş, arkada bulunan biri oğlum, diğeri de arkadaşı yaralı kurtulmuştu. 

Bir anlık dikkatsizlik ve panik hali sonucunda vefat edenler, arkalarında acılı aileler bıraktı. Kalanlar ise uzun süren bir tedavi sonucu iyileşti. Allah kimseye acı, keder, yaralanma ve ölüm vermesin. 

Kazanın ardından şu hastane, bu hastane, şu doktor, bu doktor uğraşırken ve yaralı hastamızın tedavisi için şifa ararken kazayı daha eş dost duymadan, kayıtlı olmayan bir numara aradı. Bilmem ne sigorta imiş arayan. İlk defa böyle bir kaza ile karşılaşınca neyin nesi diye dinledim. Adana merkezli bir sigorta şirketi imiş. Konya'da irtibat büroları varmış. Danışmanlık yapıyorlarmış. 

Kazayı en ince ayrıntısına kadar biliyordu telefonla arayan. Kimlerin öldüğünü, aracı kimin sürdüğünü, arkadaki yolcuların misafir olduğunu, kimin ne tür bir yaralanmaya maruz kaldığını, kaza ve yaralanmalara baktıklarını, kendileriyle çalıştığımız takdirde aracı sürenden bilmem ne kadar tazminat, kazanın mesai saatleri içerisinde olduğu için araçta bulunanların bağlı bulunduğu şirketten bilmem ne kadar para, çocuğum öğrenci ve o araçta misafir olduğu için bu kadar para, araca arkadan çarpan kamyonun sigortasından şu kadar para saydı durdu. Yeter ki kendileriyle çalışmayı kabul edelim.

Bizden de bu aşamada para talep etmiyorlar. Tazminatı hak ettiğimiz zaman bilmem ne kadarını alıyorlarmış. 

Çocuğumu kimse silah zoruyla bindirmedi araca. Staj yaptığı şirket de göndermedi. Kaza oldu bitti. Biz sağ kurtulduk. Ölenlerin acısını derinden hissediyoruz. Biz şikayetçi değiliz. Lütfen bir daha aramayın dedik. Telefonu sonlandırdık. 

Davetsiz misafir durur mu? Ertesi günü oğlumu aramış bu sefer. E nabız şifresini istemişler. Çekilen MR, röntgen vs. raporlara bakmak için. Güya yara, bere ve rapordan hareketle bize bir güzel danışmanlık hizmeti sunacaklar. Bu telefonu da savuşturduk. 

Böyle böyle belli zaman aralıklarıyla farklı numaralarla arayıp durdular. Bizden yüz bulamayınca peşimizi bıraktılar. 

Bu süreçte polis karakolundan aradılar ifade için. Güç bela, zoraki yürümeyle karakola gittik. Avukat isteyip istemediğimizi sordu görevli polis. İstemiyoruz. İfade verip gideceğiz dedik. Polis "Siz o araçta misafir imişsiniz. Mesai saatleri içerisinde olunca şirkete dava açılabilir. Ben en iyisi CMUK'tan avukat çağırayım" dedi. Ne kadar, avukatlık işimiz yok. Boşu boşuna avukata para vermeyelim dedik ise de "Bize yardımcı olmak istediğini, avukat bedelini de devletin karşıladığını, mağduriyetimize yardımcı olmak istediğini, herkes için böyle yardımcı olmadığını, özellikle falanı tanıdığı olduğunuz için bu yardımı yaptığını, yine şikayetçi olmayın ama avukattan fikir danışın" dedi.

Para bizden çıkmasa da devletten çıkacak. Bu para yine bizim paramız. Yazık desek de BARO'dan avukat talep etti. Şirketten şikayetçi olmamız konusunda epey işlemeye çalıştı bizi. 

Avukat geldi. Biz ifademizi verdik. İnadımız inat deyip ne şirketten ne kamyoncudan ne aracı süren rahmetliden şikayetçi olduk. Son sözümüz budur dedik.

Bize, "Şimdi şikayetçi olursanız, şikayetinizden mahkemede vazgeçebilirsiniz. Şayet şimdi şikayetçi olmazsanız, sonra mahkemede şikayetçi olamazsınız. Şikayetçi olmakla bir şey kaybetmezsiniz" dendi. Olsun. Biz şikayetçi değiliz dedik. İfadeyi imzalayıp ayrıldık. 

Aradan bir yıla yakın zaman geçti. Oğlumuz iyileşti. Kazanın şokunu atlatıp araba sürmeye başladı. Zarar gören sağ diz yan çapraz bağı iyileşti.  Topallaması geçti. Halı saha maçları yapmaya başladı. Gözünün yanına atılan dikiş izleri kayboldu. Yara bereden iz kalmadı. Adeta kazayı unuttuk. 

Biz ne kadar kazayı unutsak da danışmanlık hizmeti sunan sigorta şirketleri unutmuyor.

Bu sabah yine kayıtlı olmayan bir numara aradı. Açmadım. Az sonra kimdir, necidir diye dönüş yaptım.

Bir kız çocuğuydu karşıdaki. Başladı yine kazayı anlatmaya. Kazadan bir engel kaldı mı diye sordu. Oğlumla görüşmek istediğini söyledi. Oğlan müsait değil deyince, yine dava konusunu açtı. Bak hele kızım, beni kızdırmadan şu telefonu kapatır mısın dedim. Görüşmeyi bitirdik. 

Bir yıldır kabak tadı veren bu danışmanlık hizmetini yazı konusu edineyim istedim.

Bu vesileyle bu şekil ölümlü ve yaralanmalı trafik kazalarından ekmek yiyen ve danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketlerinin olduğunu öğrenmiş oldum.

Belli ki birilerinin mağduriyeti üzerinden bu şekil para kazanmayı itiyat haline getirmişler.

Merak ettiğim, bu sigorta şirketleri bizim telefonumuzu nereden bulup bize nasıl ulaşıyor?

Bunların kazadan nasıl haberi oluyor?

Kaza yapan aracın içindeki kazazedelerin adı, soyadı ve mesleğine varıncaya kadar nasıl bilgi sahibi oluyorlar?

Öyle zannediyorum, bu tür danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketleri, emniyet bünyesinde trafik biriminde görev yapan bazı polislerle irtibatlı. Belli ki bazı polisler bu tür danışmanlık hizmeti veren sigorta şirketleriyle paslaşıyor. Belki de açılan dava sonucunda kazanılacak tazminattan yüzde alıyor olmalılar. Başka da aklıma bir şey gelmiyor.

*10.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

4 Temmuz 2024 Perşembe

Bir Ücretsiz İzin Anekdotu (2)

Karantinayı duyan kızımız hemen telefonla aradı. Müdürüm, uzaktan eğitime geçilmiş. Ücretsiz izni bozup görevime döneceğim dedi. Hoca hanım, mazeretiniz kalkmışsa istediğiniz zaman görevinize dönebilirsiniz. Bunda bir sakınca yok. Yalnız karantina süresi 10 gün. Bu süre bittikten sonra durum ne olacak? Yüz yüze eğitime geçilince okula gelecek misiniz dedim. Bir başlayalım müdürüm. Sonrası Allah kerim. Bu fırsatı kaçırmak istemiyorum dedi. Peki, 10 gün sonra karantina kalkarsa okula gelirsiniz değil mi dedim tekrar. Orasını düşünmedim ama gelmem. Tekrar rapor, ardından ücretsiz izin alırım herhalde dedi. İyi de ücretli öğretmen bulduk oraya. O çocuğa ne diyeceğiz biz dedim. Şimdi bırakır, ben tekrar ücretsiz izin alırsam tekrar görevlendirirsiniz dedi. Aldığı üç beş kuruş zaten. O öğretmene, öğretmen geri döndü. Haydi evine dön diye nasıl söyleriz. Söyledik diyelim. 10 gün sonra haydi gel, tekrar çalış diye nasıl söyleriz. Çok ayıp olur dedim. Ayrıca ücretsiz izin dediğiniz iki ay. İki ay sonra yaz tatili. Geri göreve döner, maaşınızı almaya devam edersiniz dedim. Öğretmeni ücretsiz iznini bozmaması konusunda ikna ettim.

Ertesi günü benim olmadığım bir ortamda tekrar telefonla aramış. Diğer arkadaş, gelin bozun izninizi demiş. Gelip bozdular. Böylece öğretmen ücretsiz izne ayrılmak suretiyle maaşımdan mahrum kalmadı. Kooperatif taksidini de rahatça ödedi.

Dönem bir şekilde yarı uzaktan yarı yüz yüze bitti.

Bitti de önümüzdeki sene ne yapacaktık? Buraya atanan öğretmen göreve başlayıp doğum veya benzeri gerekçelerle görev yapmıyor. İlçe, bulabilirse ücretli görevlendiriyor.

Sonunda 11 mevcutlu okulun önümüzdeki sene öğrenci sayısı dokuza düşeceğinden, diğer yıllarda gittikçe mevcut azalacağından, okulu taşıma kapsamına almaya karar verdik. Yazışmalar yaptık. Gelen müfettişler, okulun kapatılıp taşıma kapsamına alınması için rapor tuttular. Okulun kapatılma onayı geldi.

Okulun kapatılacağını öğrenen öğretmenimiz kendisinin önümüzdeki sene ne olacağını sordu. Hoca hanım, okulun kapatılan okul olduğundan tayin istersiniz, el durumu tayini dışında ikinci bir tayin hakkınız oldu dedim.

Tayin isteyip Konya merkeze tayini çıktı.

İlişik kesmeye geldiği zaman hoca hanımla tanışma imkanı buldum. Yolluk istedi. Gidiş geliş yaptığımızdan dolayı alamazsınız dedim. Müdür yetkili öğretmen olduğu halde haftada üç saat ücret alamadığından dem vurdu. Zaten her telefon açtığında kendisini x okulun müdür yetkili öğretmeni olarak tanıttı. Daha önce de söylemişti bu mağduriyetini telefonda birkaç defa. Kendisine, hoca hanım sene başında doğum izninde olduğunuzdan dolayı müdür yetkili öğretmen olduğunuza dair valilikten size onay alınmadı. Onay olmayınca da ücret ödemesi yapamıyoruz dedim.

Düşünüyorum da bu müdür yetkili öğretmenimize bir şekil haftada ilaveten üç saat ek ders ödemesi yapmalıydım. Garibim mağdur oldu. En azından kooperatif aidatının bir kısmını bu şekilde karşılayabilirdi. Bir diğer mağduriyeti de kendisine aldırdığım üç günlük ücretsiz izinden ne kadar maaşı ve ücreti kesildi? Bu da bir mağduriyet.

Şimdiki aklım olsa kooperatif ödemesini eğitim ve öğretimin önünde tutardım. Önce kooperatif derdim vesselam.

Bir Ücretsiz İzin Anekdotu (1)

İlçede çalışıyorum bir zaman. Başka bir ilden tayin isteyip gelmiş bir öğretmeni kağıt üzerinde tanıdım. Kağıt üzerinde diyorum. Çünkü hiç yüz yüze gelmedik.

Atanınca, ilçe merkezine 7 km mesafedeki okulu için ilçeye gelip görevine başlamış. Doğum sonrası iznini kullanmaya devam etmiş.

Birleştirilmiş sınıf olan okula, ilçe nazla şifayla bir ücretli öğretmen bulmuş. Çünkü ulaşım imkanı olmadığından buraya ancak özel arabası olan biri ücretli olarak gidebilirdi.

Gel zaman git zaman ikinci dönem başladı. Hoca hanımın kanuni izni bitti. Kendisine ücretsiz izin düşünüp düşünmediğiyle ilgili telefon açıldı. Çalışacağım dedi. Okulun ücretli öğretmen görevlendirilmesi yenilenmedi. Pandemi dönemi olduğu için okulun öğretmeni uzaktan ders işlemeye başladı.

Bakanlık bir zaman sonra yüz yüze eğitime geçince, hoca hanım 3 gün, 5 gün tek hekimden rapor almaya başladı. Bir böyle, üç böyle.

Aradım kendisini. Hoca hanım, geçmiş olsun. Raporun biri biter bitmez ardından ikinci rapor geldiğine göre rahatsızlığınız ciddi olmalı dedim. Önemli bir şey yok. Kontrol amaçlı gidiyorum dedi. Buna sevindim. O zaman kontrol amaçlı hastane işlemleriniz bitince görevinizin başına dönersiniz değil mi dedim. Çok düşünmüyorum. Çocuğum küçük. Onu bırakıp gidemem okula. Gitmek istesem de araba sürmeyi çok iyi bilmiyorum. Arabayı sürsem bile okulum Konya'ya 75 km bir mesafede. Sonra kadının ne işi var köy okulunda? Oralarda yılan olur. Ben yılanı görünce korkarım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Buralara erkek öğretmen verilmeli dedi. Yılanı görünce bir erkek olarak ben de korkarım. Görünce kaçarım. Siz de öyle yapacaksınız dedim. Ayrıca burası bir köy okulu. Buraya Bakanlık sizi zorla atamadı. Burayı nokta tayin siz istediniz. Puanınız da yeterli olunca buraya atandınız. Atama yapılırken Bakanlık kadın erkek ayrımını gözetmez. Buraya, kadın öğretmen olmaz, erkek verelim demez dedim.

Ardından bu aldığınız tek hekim raporlarının belli bir süresi var. Bu raporlar bir gün bitecek. O zaman ne yapacaksınız? Sizi anlıyorum ama buradaki çocukları da düşünmek zorundayız. Bu çocuklar bizim çocuklar ve mağdurlar. Akranları ne zamandır okulda yüz yüze ders görüyor. Bu çocuklar evlerinde. Okul kapalı. Sizin durum netleşmeyince buraya ücretli öğretmen de veremiyoruz. Bu durumda ne yapacağız dedim. Bilmiyorum dedi. Peki bu durumda ücretsiz izin düşünmez misiniz? Buna hakkınız var. Böylece rapor almak durumunda kalmazsınız. Çocuğunuzu da kendiniz büyütmüş olursunuz dedim. Ücretsiz izin alamam dedi. Niçin dedim. Çünkü borcumuz var. Paraya ihtiyacımız var dedi. Çok mu borcunuz dedim. Kooperatife girdik eşimle. Evimiz çıktı. Buraya oturduk. Kooperatifin aylık taksitini ödüyoruz. Değilse alırdım ücretsiz izni dedi. Karı koca öğretmen olduğunuza göre kooperatif aidatını ödemede çok zorlanmazsınız. Sizi anlıyorum ama her şey para değil. Çocuk büyüteceğiz, kooperatif parası ödeyeceğiz düşüncesiyle burada onlarca çocuğumuz eğitim ve öğretimden mahrum kalıyor. Bu çocukları da düşünmek lazım dedim.

Epey bir konuştuk böyle. Sonunda ya görevinize dönersiniz ya da ücretsiz izin seçeneğini değerlendirirsiniz. Raporlar böyle gelmeye devam ederse raporların incelenmesi için bir üst kurula göndermek zorunda kalacağımı bilmenizi isterim dedim.

Ertesi günü tekrar aradı. Eşim size yakın ilçede öğretmen. Okulu da yol üzerinde. Eşimle yer değiştirsek dedi. Eşim giderken beni bırakır, dönüşte beni alır. Böyle olur mu dedi. Eşiniz bulunduğu ilçeye, falan ilçenin falan okuluna görevlendirme istiyorum şeklinde bir dilekçeyle başvursun. İlçesi kabul ederse bizim için sakınca yok dedim.

Ertesi günü tekrar aradı. Bu seçeneği eşinin ilçesinin kabul etmediğini söyledi. O zaman geriye ücretsiz izin seçeneği kaldı dedim. Onu hiç düşünmedik dese de alttan aldım, üstten çıktım. Ücretsiz izin dilekçesini vermeye ikna ettim. Eşiyle gelip dilekçe verdiler. 

Kapalı okula güç bela bir ücretli öğretmen ayarladım.

Aradan üç ya da dört gün geçti. Bir okulda görülen Covit 19 vakası dolayısıyla ilçe hıfzıssıhha kurulu yedi ya da on günlük karantina uygulaması başlattı.

Okulları kapatıp uzaktan ders işlenmeye başlandı. (Devam edecek) 

3 Temmuz 2024 Çarşamba

Evlere Şenlik Bir Tarih Okuması

Türkiye-Avusturya maçını az buçuk maça ilgisi olan herkes izledi. İzlerken büyük çoğunluk çok iyi futbol oynayan Avusturya karşısında ülkemize hiç şans vermedi. Yenilmeye yenileceğiz. Bari fark yemesek dedi.

Endişe ve korku içerisinde maçı izlemeye başlamıştık ki önceki maçlardan farklı bir Milli Takım vardı sahada. Adeta her bir futbolcu sahada devleşti. 

İlk yarı ve ikinci yarının başlarında kornerden atışından Merih sayesinde maçı iki sıfır yaptık. İki sıfırdan sonra kalemize tehlikeli akınlar yapan Avusturya'ya karşın gole giden her golü karşılayan defans ve özellikle kritik kurtarışlarıyla, kaleci Mert unutulmazlar arasında yerini aldı. Hem gollerde hem defansta her şutu karşılayan Merih hiç unutulmayacak. Oynadığımız her maçta hiç istikrarını ve efendiliğini bozmadan görevini hakkıyla yerine getiren Ferdi daima gönüllerde olacak.

Kazanma umudumuz olmayan maçı kazanıp çeyrek finale adımızı yazdırdık. Tüm Türkiye bu galibiyete sevindik. Herkes kendince sevindi. Yorum yazdı, paylaşımlar yaptı. Paylaşımların her birinde cümleler farklı olsa da galibiyet ve başarıya susamışlığı ifade ediyordu ve her bir paylaşım birbirine benzer aynı duyguları ifade eden ölçülü paylaşımlardı.

Paylaşımların biri var ki evlere şenlik. Bu yazıyı da bunun için kaleme aldım. Görüp okumayanlar için paylaşımı buraya alıyorum: "Viyana 341 yıl sonra düştü. Montella başta olmak üzere bütün futbolcularımızı tebrik ediyorum. Viyana önünde Kızılelma için can veren Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve bütün şehidlerimizin* ruhu şad olsun". 

İsmini görmesem, bu paylaşımı yapan çiçeği burnunda bir genç ya da çocuk sanır, bu paylaşımın üzerinde hiç durmazdım. Hakkında yazı yazmadan önce bu paylaşım sahte olabilir mi diye baktım. Ki sahte olsun istedim. Maalesef aslı varmış.

Paylaşımı yapan kişi tarihçi bir akademisyen. TRT ekranlarının bir bilen gediklisi aynı zamanda. Üstelik bir üniversitenin de rektörü.

Vay be dedim ve bu paylaşımı fotoğraflayarak sosyal medya profilimden şunu yazıp paylaştım:  

Bu donanım bu vizyon bu okuyuşa şapka çıkardım. Bu ufuk bende olmadığı için hayıflandım.

Hangi birimizde var bu ufuk?

Bu seviyeye gelmek için meğer tarih okumak, üzerine ihtisas yapmak gerekiyormuş. Bunların hiçbiri bende yok.

Boşuna televizyoncu olmamış boşuna rektör yapmamışlar.

Kıskansam da iyi ki böyle bilim insanlarımız var. Geldiği nokta itibariyle kalitenin tesadüf olmadığına bir kez daha inandım.

Tarih okumasından anladığıma göre Viyana'yı bu sefer düşürmek bir İtalyan'a nasip oldu”.

Ne diyeyim. Bereket, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yaşamıyor. Yaşasa, "Ne dedin ne dedin? Bir daha söyle derdi. Ardından da sen futbolu bırak. Sadece tarih anlat sadece tarih derdi sanırım.

Bereket, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yaşamıyor. Yaşasa, "Ne dedin ne dedin? Bir daha söyle derdi. Ardından da benden uzak ol derdi sanırım ve Shakespeare ile ilgili anlatılan şu anekdota yer verirdi:

"Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e gönderir. Ünlü yazarın cevabı: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın...” olur.

Bunun hesap, siz sadece tarih anlatın tarih. Bırakın futbolu başkası yorumlasın, derdi.

*şehidlerimizin değil, şehitlerimizin şeklinde yazılması gerekirdi. Sanırım, Viyana’nın fethiyle ilgilendiği için bu ayrıntı rektörün gözünden kaçtı.

Kaybedenler Bakanlığı

2019 Mahalli İdareler seçiminde, Ankara Büyükşehir Belediye başkan adayı olan Mehmet Özhaseki, belediye başkanı olamadı.

Seçimi kaybetmesine rağmen seçimin ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına getirildi. 

Murat Kurum, 2024 Mahalli İdareler seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı gösterildi.

Seçimi kaybetmesine rağmen seçimin ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına getirildi.

Amacım siyaset yapmak değil. Siyasi iradenin bu bakan tercihini eleştirmek hiç değil. Zira siyasetle işim olmaz. Siyasi iradenin kiminle çalışacağı da kendi inisiyatifindedir. Bunlar başarısız iki siyasetçi de demek istemiyorum. 

Yalnız rakiplerine karşı büyük fark yiyerek seçimi kaybeden iki kişinin bakan yapılarak adeta ödüllendirilmesi bana ilginç geldi. 

Bir diğer ilginç olan, kaybedenlerin aynı bakanlıkta istihdam edilmesi. 

Tamam, bir kişi rakibine karşı kıl payı seçimi kaybeder. Onura etmek için onu bakanlıkta değerlendirirsin. 

Ama bu bir değil, ikidir böyle. Üçüncüsünün olmayacağının bir garantisi yok.

Sayın Mehmet Özhaseki'nin ardından, Sayın Murat Kurum'un da bakanlıkla ödüllendirilmesi, tesadüfün de ötesinde böyle bir atamanın teamül haline getirildiğini akla getirir. 

Bu, şu demektir: Aday olun, kazanırsanız belediye başkanı. Kaybederseniz, Şehircilik Bakanlığınız garanti demektir. Bir şehrin başkanı olamayabilirsiniz ama ben sizi tüm şehirlerden sorumlu bir bakanlığa getiriyorum demektir.

Yani kaybınız daima kazançtır. Üstelik bir üstüyle ödüllendirileceksiniz demektir.

Kur Garantili TL mevduatı gibi bir şey bu.

Yap-İşlet-Devret modeli gibi bir şey.

Sahi, size bir büyük şehre belediye başkanı mı olmak istersiniz yoksa Şehircilik Bakan'ı mı, hangisini seçersiniz dense, özel bir durum yoksa herhalde Şehircilik Bakanlığı olsun dersiniz.

Ucunda bakanlık varsa bir kişi seçimi kazanmak için niçin dört elle çalışıp seçime asılsın? Nitekim hem Özhaseki Ankara'da hem de Kurum İstanbul'da iyi bir seçim süreci yürütemedi. Seçim atmosferinde adeta pot üzerine pot kırdılar. Propagandalarında rakiplerinden geri kaldılar. Varlık gösteremediler.

Üstelik adaylıkta başarısız olmuş bu iki kişi aday gösterildikleri bir şehirde başarılı olamazken aynı kişileri tüm il, ilçe ve belde belediyelerden sorumlu bakan yapıyoruz. Yani bir şehrin altından kalkamazken daha büyük sorumluluk veriyoruz.

Özhaseki bu bakanlığa getirildiğinde garipsemiştim. Başarısız kimse ödüllendirildi demiştim. Ardından Kurum için de aynı yol izlenip aynı Bakanlık verilince garipsemem daha da arttı. Yarın bir başka seçimde aday olan biri, seçimi kaybedince, Bakanlık beklentisi içerisine girmesi de ihtimal dahilinde olur. Beklentisi gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayabilir.

Her adaylığında başarılı olamamış kişileri böyle Şehircilik Bakanlığına getireceksek, bu bakanlığın ismi "Kaybedenler Bakanlığı" olsun. Hem daha yakışır hem de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği ismi kısalmış olur. İsimler bu kadar uzun olmamalı. Kaybedenler Bakanlığı ile hangi bakanlığın kastedildiğini de herkes bilir. 

Bir diğer husus, mevcut Ankara ve İstanbul belediye başkanlarının Şehircilik Bakanlığından bir talepleri geri dönse, bu iki başkan, “Bu Bakanlar bize karşı seçimi kaybetti. İşimizi yapmayarak adeta şehrimizin cezalandırıyorlar” gibi gerekçelerin arkasına da sığınabilirler.

2 Temmuz 2024 Salı

Yeni Beka Sorunumuz

Bu ülkenin onca çözüm bekleyen çözümsüz sorunlarına bir de yabancılar sorunu eklendi. Öyle zannediyorum, yakın zamanda birincil sorun olacak.

Bu sorunu üretmek için nice yıldır az çaba sarf etmedik. 

Yeter ki Avrupa'nın güvenliği sağlansın. Bunun karşılığında AB de bizi görür dedik. 

Ülkenin sınırlarını açtık. 

Gelen yabancıya buyur geç dedik. 

Kimsin, necisin, işin ve paran var mı, niye geldin demedik. 

Kaçak veya normal yolla gelen yabancıların sayısı on milyonu aştı. 

Hiçbirine şurada yerleşeceksiniz, burada kalacaksınız denmedi. 

Her biri Türkiye'nin her bir yerine yayıldı ve yerleşti. 

Bakımsız veya terk edilmiş evleri mesken edindiler. 

Bir evde çok kişi kalmakla işe başladılar. 

Aşağı yukarı her il ve ilçemizde yabancılara ait mahalleler oluştu. Çoğu il ve ilçe demografik yapısı yabancılar lehine değişti. 

Bizim yüzüne bakmadığımız en ağır işlerde kaçak göçek çalışmaya başladılar. Bazı sektörler bunlara emanet edildi. 

Bu yabancıları istihdam eden sanayici ve esnaf bu durumdan çok hoşnut oldu. Çünkü hem eleman buldular hem de istediği fiyata çalıştırıyorlar.  

Bazı hastanelerimiz bunlarla anılıyor bazı mahalleler hakeza bazı okullar yabancı ağırlıklı. 

Cadde, sokak, park ve bahçeler bunlarla dolu. 

Kimi Türk vatandaşlığını aldı kimi mülteci kimi sığınmacı kimi geçici kimi de kaçak statüsünde. 

Hiçbiri de geçici değil bu ülkede. Yerleşmeye gelmişler. Belki Avrupa kapısı açılırsa içlerinden bir kısmı gider ama büyük çoğunluk burada kalır. 

Bir ara AB'ye kızıp sınırları açtığımızda doğru dürüst giden olmadı. Bir elin parmakları kadar giden de Yunanistan sınırından çevrildi. 

Sıfırı tüketip bu ülkeye gelmiş bir insan, burada iyi-kötü başını sokacak bir ev, karnını doyuracak bir iş bulmuşsa niye gitsin. Çünkü Avrupa da olsa gittiği yerde sıfırdan hayata başlayacak. Kaçı göze alır bunu. 

Hasılı başta Suriyeliler olmak üzere Afgan'ı, Afrikalısı bu ülkenin fiili vatandaşı. Öyle ya da böyle bu ülkede yaşayacak, evlenip çoğalacak, iş güç sahibi olacak. Biz bunu ister isteyelim ister istemeyelim. Ben yabancıları ülkelerine göndereceğim diyen de gönderemez. 

Yolgeçen hanına dönüşen bu ülke bundan sonra farklı kültür ve ırklardan oluşan çok uluslu bir ülke olacak. 

Bu ülkenin bu şekil çok uluslu millet olması için;

Bir insan uğraşıp didinse, bir problem üreteceğim, bu problem öyle problem olsun ki umumi efkârın başına çorap örsün, dünya bir araya gelse bu problemi çözemesin dese ancak böyle yapar. Nitekim durum da bundan ibaret.

Gidişat, dün Alevi’yi Sünni’ye, Kürt’ü Türk’e kırdıramayanlar, yarın bu ülkeyi Türk’ü yabancıya veya yabancıyı Türk’e kırdırmak isterse hiç şaşırmam. Çünkü fitili ateşleyecek potansiyel oluştu. Bu ülkenin başına çorap örmek isteyenler durmadan bunu kaşıyacak. Nasıl Türk’le yabancıyı karşı karşıya getiririm planını yapıp devreye sokacak. Her fırsatı ganimete çevirecek. Bunun üzerine projeler geliştirecek. Yeter ki yabancılardan kaynaklı infiale sebebiyet verecek bir menfi durum olsun. Provokatörler ortada cirit atacak.

Kayseri olayı da bu fitilin ateşe verilmesidir. Bu durumun işe yarayıp yaramayacağı burada test edildi. Buradaki olaylar bastırılsa bile yarın Türkiye’nin başka yerlerinde bu kirli oyunlar devreye sokulacak. Çünkü işe yarayacağı görüldü.

Ve yabancılar sorunu bu ülkenin bir beka sorunu artık.

Çok uzatmak istemiyorum. Yabancılar şöyle yapacak, böyle yapacak demiyorum. Yabancılara düşman hiç değilim. Onlardan zarar görmüş de değilim. Olası senaryoyu yazmaya çalıştım. Devletin ilgili kurumları da olası senaryoyu boşa çıkarmak için bir dizi kalıcı tedbirler almalı. Ama ne? Bunu düşünmek de devletin işi.

1 Temmuz 2024 Pazartesi

Yeni Vergi Önerilerim *

Yeni vergilerin yolda olduğundan konuşmalar bugünlerde yazılıp çizilir oldu. Sanırım Hazine ve Maliye Bakan'ı Şimşek Meclise sunmuş. İçeriğinde ne var bilmem. Ama "Nefes vergisi" deniyor.

Belli ki Bakan ekonomideki açmazı açmak için kolları sıvamış. 

Nefes vergisi gelirse bilin ki bu ülke ekonomik yönden düze çıkar. Üstüne cari fazlası verir. Aslında gerçek çözüm bu. 

Bu nefes vergisinin belirlenmesi de kolay. Tıp o kadar gelişti ki bir insanın bir günde ortalama kaç nefes aldığını bilir. Her nefesten bu şekil vergi alınırsa kayıt dışı da olmaz. Herkes aldığı nefesin bedelini devlete vergi olarak öder.

Nefes alarak vergi vereceğime nefes almam diyen olursa, bunlardan burundan soluma vergisi alınabilir. 

Yalnız ekonomi kötü de. Nefes vergisi alacak kadar kötü değil. 

Ayrıca bu kötü ekonomik durumdan elbirliği ile kurtulacağımıza inanıyorum. Bunun için herkes taşın altına elini koymalı. Ben de Sayın Şimşek'e düze çıkmamız için desteğe hazırım. Aslında bu desteğin yolu, beni yanına yardımcı alması ama bakan yardımcısı olmam çok önemli değil. Vatandaş olarak da ona yardımcı olmak isterim.

Hangi kalemden vergi alalım düşüncesine katkı olsun, ufku açılsın diye aşağıda bir takım vergi türüne örnek vereceğim. Önerilerim yerine getirilirse bilin ki bu ülkeyi kimse tutamaz. Şimdilik nefes vergisine de gerek kalmaz.

Konmasını istediğim vergi türleri:

Keyif vergileri: Bu vergi içinde, mangal ve piknik vergisi, kafe vergisi, tatil vergisi, av vergisi, dondurma vergisi, park ve bahçelerde oturma, bank ve kamelya vergisi gibi vergiler düşünülebilir.

Araç vergisi: Bu vergi içinde, otopark vergisi, özel oto ile işe gitme vergisi, evin önünde yolu işgaliye vergisi, trafiğe çıkma vergisi, araçla alışverişe gitme vergisi, korna vergisi, fren vergisi, yolu eskitme vergisi gibi vergiler konabilir.

Pazar vergisi: Bu vergi içinde, poşet vergisi, sebze ve meyveyi seçme vergisi, pazarda bağırma vergisi, pazar işgaliye vergisi gibi vergiler neden olmasın.  

İbadet vergisi: Bu vergi içinde, cemaatle namaz kılma vergisi, minare ve ezan vergisi, cami şadırvanında abdest alma vergisi, cami WC kullanma vergisi, umum WC vergisi (büyük-küçük abdest bozmada farklı tarife uygulanabilir. Büyük ise daha yüksek vergi, küçük ise daha düşük vergi) gibi vergiler olabilir.

Zararlı içecekler vergisi: Bu vergi içinde, izmarit ve havayı kirletme vergisi, nara atma ve sarhoşluk vergisi, hastane tedavi vergisi gibi vergiler düşünülebilir.

Mezarlık ve ölüm vergisi: Bu vergi içinde, ölüm vergisi, cenaze tekfin, techiz ve defin vergisi, mezarlık işgaliye vergisi, mezarlık bakım vergisi, yıllık mezarlık ziyaret vergisi gibi vergiler konabilir. 

Gördüğünüz gibi nefes vergisine gelinceye kadar daha konabilecek bir yığın vergi var. Yeter ki istensin. Böylece vergi tabana yayılmış olur.

*03.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.