25 Haziran 2024 Salı

BENDE PAYALAŞ! *

"Coca-Cola  ile 4 yıllık sponsorluk anlaşması yapan A milli futbol takımının yönetimini  kınıyorum 

 SENDE PAYALAŞ" 

Dünden beri sosyal medyada tırnak içine aldığım yazıyı paylaşan paylaşana.

Paylaşımdan anladığım kadarıyla bizim 7 Ekimden beri boykot ettiğimiz Coca Cola A Milli Takımın sponsoru olmuş. Hem de dört yıllığına. Sanırım önceki yıllarda da var bu sponsorluk.

Boykot listemizin en başında yer alan bu içecek firması ile sponsorluk anlaşması yapan Milli Takım yönetimi kınanıyor.

Kınamakla da kalınmıyor. "SENDE PAYALAŞ" demek suretiyle bizim de Milli Takım yönetimini kınamamız isteniyor.

Bu paylaşım üzerine birkaç kelam etmek isterim:

1.Bunu yazan, paylaşmış da bu yazının noktası virgülüne dokunmadan paylaşanlara ne demeli?

2.Bir defa bu yazı Türkçeyi katletmiş. "Kınıyorum" demek suretiyle cümleyi bitirmiş. Nokta yok. Diyelim ki önemli olan içerik. Şu takıldığın şeye bak. Peki, haklısınız. İyi de üstündeki kınanan cümleyi küçük harfle yazarken niçin "SENDE PAYALAŞ" kısmı büyük harfle yazılmış? Ha büyük ha küçük, ne fark eder demeyin. Çünkü mesajları büyük harfle yazmak azarlamak ve bağırmak anlamına gelir. Bu, yazılı olmayan yerleşmiş bir kuraldır. Yazışmayı büyük harf kullanmak suretiyle yapmak kişinin kabalığını ve cehaletini gösterir. Halbuki eğer birine kızıp bağırılacaksa kınanan kısım büyük harfle yazılmalıydı. "SENDE PAYALAŞ" derken burada paylaşacak kişi azarlanmış oluyor. Bunu da geçelim. Bir diğer husus "A Milli futbol takımı" derken A Milli Futbol Takımı şeklinde büyük harfle yazılmalıydı. 

3."SENDE PAYALAŞ"a gelelim. "SENDE" deki DE niçin ayrılmıyor? Çünkü DE burada beni ayır. Çünkü ben burada ayrı yazılırım diye bas bas bağırıyor. Sonra SEN derken bu samimiyet, bu laubalilik neyin nesi? Siz deseniz ölür müsünüz? 

4.Zurnanın zırt dediği "PAYALAŞ" fiilinde. Bunu yazıp çizen, paylaşan bir Allah'ın kulu, bu fiili ilk duyuyorum. Anlamı neymiş deyip TDK sözlüğüne hiç bakmaz mı? İlk yazan yanlış yazıp paylaşmış. Bu fiil olsa olsa paylaş olur denip niçin bu fiil düzeltilme yoluna gidilmez? Çünkü PAYALAŞ, böyle bir fiil yok diye adeta sırıtıyor orada.  

5.Haydi ilk yazıp paylaşan Coca Cola'nın sponsorluğunu görünce nevri döndü. Sinirinden ne yazdığını göremedi diyelim. Ya bu yanlışı başka gören de mi olmaz da paylaşan paylaşana böyle. Bu kadar mı metne sadıksınız, yanlışı düzeltmeyecek kadar dürüst müsünüz? Haydi paylaştınız. Paylaşımınızın altına metinde yanlışlar var. Metne sadık kalma adına aynen paylaşıyorum, pardon "payalaşıyorum" yazmazsınız. Bu kadar mı sapla samanı karıştırıyorsunuz? Bu kadar mı kopyacısınız? Paylaşımın doğrusunu yazsanız, Türkçenin ilk katili, mesajımın orijinalliğini bozdu diye size dava mı açacak? Ya da bu mesajdaki yanlışı görmeyecek kadar bilgisiz misiniz? Halbuki siz değil miydiniz benim Türkçem iyi diyen? 

6.Sonra Milli Takım'ın yönetimi mi var da Coca Cola ile sponsorluk anlaşması yapıyor? Varsa da bu yönetim Cola ile anlaşma yapmak yetkisine sahip mi? Sakın bu yönetim dediğimiz Türkiye Futbol Federasyonu olmasın. Çünkü ne kadar bağımsız ise bu anlaşmayı TFF yapar. 

7.Ayrıca sanal alemi bir gezinirseniz Cola 2004 yılından beri TFF'nin ana sponsorlarındanmış. Yani 2002 öncesi değil. O zamandan bu zamana neredeydiniz de kınama yapmadınız. 

8.Madem şimdi öğrendiniz. Bağırma ve azarlama anlamına gelen "SENDE PAYALAŞ" demek suretiyle paylaşacak olana kızıyorsunuz? Niçin TFF'ye kızmıyorsunuz? 

9.Yine TFF'nin etkili ve yetkili şahıslardan bağımsız bu sponsorluk anlaşmasına imza atabileceğini mi düşünüyorsunuz? Etkili ve yetkili makamlar Cola ile sponsorluğu yasakladı da A Milli Takım yönetimi veya TFF inadına Cola ile anlaşma mı yaptı? 

10.Cola'nın bu ülkede üretimi serbest, satışı serbest. Fabrikaları var. İzni A Milli Takım yönetimi mi verdi ya da TFF mi verdi? 

11.Diyelim ki Cola ile Milli Takım sponsorluğunu beğenmedik. "Helal gıda" sertifikasına sahip o kadar yerli ve milli zengininiz var. Cola'dan daha fazla para vererek sponsor olabilirdi Milli Takımımıza. Bulamadınız mı bir zengin ta 2004 yılından beri? 

12.A Milli Takım Cola ile sponsorluk anlaşması yaptığına göre şimdi benim milli takımı tutmam caiz mi? Pireye kızıp yorganı yakmalı mıyım? Avrupa şampiyonasında "İçimizdeki İrlandalı" olarak İrlanda'yı tutabilir miyim? 

Of... Gel de çık bu işin içinden. Bir akıl verin bana. Zira kafam çok karışık vesselam.

*Türkçeyi bir katleden de ben olayım. 

Futbolda 3.Stoper Ne Zaman Gerekli?

Yılmaz Vural, Özkan Sümer ile ilgili bir anısını anlatır:

"Malatyaspor'u çalıştırıyoruz. Ben Özkan Hoca'nın yardımcısıyım.

Bizim stoper kendi kalemize bir gol attı. Bununla yetinmedi. İkinci bir gol daha attı" .

Kendi kalelerine iki gol gittikten sonra Özkan Sümer ile Yılmaz Vural arasında şu konuşma geçer. 

-Yılmaz, ofansif bir futbolcumuzu çıkarıp yerine stoper sokalım.

-Hocam, üç stoperler mi oynayacağız?

-Buna mecburuz Yılmaz. Aldığımız stoper en azından şu şerefsizi tutsun da kendi kalemize bir üçüncü gol görmeyelim. Değilse, bu bizim anamızı ağlatacak.

Not: Portekiz maçında rahmetli Özkan Sümer olsaydı, takıma üç değil, beş stoper birden sokardı.

24 Haziran 2024 Pazartesi

Nass ve Nas

Bu yazımda nass ile nâs kavramlarını ele alacağım. 

Bir 's' fazlalığı var nassta. Nas ya da nâs şeklinde yazılan nasta ise bir 's' eksik veya uzatma işareti var. 

Nass ile Kur'an ve sünnet, nas  ile insanın çoğulu insanlar, kısaca toplum kastedilir. 

Nass, buna inanan nas için bağlayıcıdır. Üzerine söz söylenmez. Ama, fakat, lakin denmez. Mutlak itaat gerektirir. Nas, nassa aykırı hareket edemez.

Nassa inanmayan nas için nassın bağlayıcılığı yoktur. 

Yazılı metin olan nassı, nâs hayatına tatbik etmekle yükümlüdür.

Nassın dili yoktur. Konuşamaz. Neyse odur. Nassı nâs konuşturur. Bazen katı uygular bazen esnetir bazen yorumlar bazen kuşa çevirir.

Nass, nâsın bazen önünü açar bazen yasak koyar bazen sınırlar bazen de ayak bağı olur.

Samimi nâs için nass bir anlam ifade eder. Elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışır. Samimi olmayan veya din satıcı nâsın elinde nass adeta bir oyuncak gibidir. Nassı tekeline alır. Babasının malı gibi kullanır. Onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Yeri geldiği zaman nassı öne sürer. Sonra bir bakmışsın nassı unutur, onu rafa kaldırır. Bir daha da ağzına almaz. Bu tip nâs için nass bir aksesuar, bir aparattır. Sıkıştığı ve ihtiyaç hissettiği zaman tepe tepe kullanır. 

Nass değişmez. Neyse odur. Nâsın görüşü, nasstan ne anladığı zamanla değişebilir.

Nass, nâsın elinden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmez. Dili olsa da bu tür nâstan ne çektiğini bir anlatsa. Herhalde dokunulsa, başlar ağlamaya.

Nass, nâs içindir. Nâs nassa uyduğu oranda samimi Müslüman, az Müslüman ya da Müslümanlıktan uzak olarak değerlendirilir.

Nassı hayatına tatbik edene Müslüman, nâsı nassla yargılayana İslamcı denir.

Müslüman ya da İslamcı olan nasstan faydalanır. Müslüman hayatına tatbik ederken İslamcı nasstan nemalanır. Siyaset, ticaret vs. alanlarda kullanır. Yeri gelir nâsı nassla korkutur. Nassı hayatına tatbikten ziyade slogan ve hamaset olarak kullanır.

Nass, emrettiklerini menfaatsiz uygulayanları nâs nezdinde güvenilir yapar. Nassı emellerine alet edinenler çoğu nâs nezdinde rezil olur.

Allah herkesi nassı emellerine alet eden din bezirganı nâstan korusun. 

Asgari Ücretin Her Yıl Artması

Sosyal medyada şöyle bir alıntıya rastladım:

2001                   2024

       👇Asgari Ücret 👇

102 TL              17.002 TL

90 dolar           527 dolar

102 avro          488 avro

82 l benzin      412 l benzin

143 l mazot     418 l mazot

927 l LPG         890 l LPG

3,18 çeyrek      4,25 çeyrek

510 ekmek       1700 ekmek

12,4 kg et          23.6 kg et

Bu paylaşımda 2001 yılı ile 2024 yılının asgari ücreti ve bu asgari ücretle neler alınabildiğine yer verilmiş. Görünen o ki LPG dışında, diğer kalemlerde 2001 yılına göre 2024 yılında alım gücü daha iyiymiş. 

Bu tür paylaşımlar bir amaca mebni olarak hazırlanır ve sosyal medyada servis edilir. Nasılsa bedava servis yapacak gönüllüleri çok. 

Yine bu tür paylaşımlarla, öldük, bittik, enflasyondan belimizi doğrultamıyoruz diyenlere mesaj veriliyor. Yıllar kıyaslanıyor ve bununla, "Nankörlük ve fakir edebiyatı yapma, işte istatistikleri gör. Şimdiki haline şükret. Alım gücün daha iyi. Ne çabuk unuttun 2001'li yılları" mesajı verilmek isteniyor. 

Değerlendirmeye geçmeden şunu söyleyeyim. Niyetim siyaset değil. Zira siyasetle işim olmaz. Birilerini ya da Türkiye'nin bir dönemini kötülemek ya da övmek değil. Eskiden kötüydük, şimdi iyiyiz ya da şimdi kötüyüz eskiden iyiydik hiç değil. Bildiğim bir şey var. Bu tür paylaşımlarla istatistiki verilere yer verilerek algı oluşturmak isteniyor. Algılara da teslim olmam. Madem ki bir durum tespiti yapılmış ve bir veriye yer verilmiş. Ben de bu tespitten hareketle bir değerlendirmede bulunmak isterim. 

2001'de 102 lira olan asgari ücretin 2024 yılında 17 bin lira olması ne tür bir enflasyon halini yaşadığımıza en güzel örnektir. Adeta paramız erimiş. Erimesine paralel olarak her yıl katlanarak asgari ücret bu noktaya çıkmış. 

İsterim ki 2001 yılında 102 lira olan asgari ücret 2024 yılında da aynı olsun. Çünkü bu, fiyat istikrarı ve bu ülkenin parasının döviz karşısında erimemesi demektir.

Bildiğim kadarıyla parası kıymetli olan ülkeler, her yıl asgari ücretlisine, işçisine veya memuruna bu şekil katmerli zam yapmıyor. Çünkü o ülkeler fiyat istikrarını yakalamış ve parası pul olmuyor. Haliyle bizde olduğu gibi çalışanına bu derece yüksek zam vermeye gereksinim duymuyor. Bizde ise yeni zam verildiği zaman döviz cinsinden asgari ücret şu kadar dolar oldu deniyor. Aynı asgari ücret yeni bir zamma kadar döviz cinsinden adeta eriyor. Yeni zamla alım gücü biraz iyileşen sabit gelirlinin sonraki aylarda alım gücü yönünden zorlandığı bir vakıa. 

Aradan yıllar geçse de başta asgari ücretli olmak üzere sabit gelirlinin maaşının artmaması, üç aşağı beş yukarı aynı seviyede olması, enflasyon ve hayat pahalılığını yendiğimizin bir göstergesi olur. Bu da bu ülkenin hayrına olur. Değilse istatistiki veriler her yıl katlanarak gider, bol sıfırlı paramız olur. Bunun da bize ancak zararı olur. Paramız da durmadan itibar kaybeder.

Yürüyüş Parkuru Görgü Kuralları

Şehrin uygun yerlerine, insanımızın nefes alacağı yeşil alan yerleri oluşturmada belediyeler epey bir tecrübeli.

Belediyeler nereye bir park açarsa, yemyeşil yapıyor. Ağacından çimine, bankından kameriyesine, yürüyüş parkurundan ara geçiş yollarına, tuvaletinden kafesine varıncaya kadar hepsini düşünüyor ve halkın hizmetine sunuyor. 

Park yapmakla kalmıyor. Sulama, temizlik ve güvenliğini de ihmal etmiyor. Yürüyüş parkuru eskidikçe yeniliyor. 

Evinden bunalan; arkadaşıyla buluşmak, çayını bu parklarda içmek, kahvaltı yapmak, parkurunda yürümek isteyen bu parklarda buluyor kendisini.

Yediden yetmişe, kadınıyla erkeğiyle sabahın erken saatlerinde yürüyüş severlerle başlayan park sefası, gecenin geç saatine kadar devam ediyor. Adeta bir panayır yerini andırıyor bu tür parkların çoğu. Yaz akşamlarında iğne atsan düşmez buralarda.

Kısaca parklar önemli bir işlevi yerine getiriyor.

Bu tür parklara gelenlerin çoğu oturmak için geliyor. Kimi de sadece yürüyüş yapmak ve ter atmak için geliyor. Zevklerle renkler tartışılmaz. Elbette isteyen oturur isteyen de yürür. Yeter ki kimse kimseyi rahatsız etmesin. 

Kim kimi rahatsız ediyor parklarda? Özellikle parkurda yürürken belli bir tempoyu yakalamış yürüyüş severler rahatsız ediliyor.

Kimler rahatsız ediyor? O parkta uzun süre oturup biraz da yürüyeyim diyenler, parkı transit geçerken parkuru kullananlar, parkuru ters kullananlar, parkuru kesip geçenler, parkurda kalabalık yürüyenler, köpekler, bir de bisiklet sürenler. Bunlar yürüyüş yapanların hızını kesiyorlar. 

Malumunuz yürüyüş yapanlar bu işi günlük rutine bindirmiş, yürürken de belli bir tempoyu yakalarlar. Bir tempoda yürürler. Ama gel gör ki yukarıda saydığım kesimler bu tempolu yürüyüşü kesmede pek mahirler. Hele dört kişinin yürüyeceği parkuru 2-3 kişi öyle kapatıyor ki arkadan gelen isterse geçebilsin. Parkura öyle bir yayınlıyorlar ki yanlarından ve aralarından geçebilmek mümkün değil. Bu yürüyenler gerçek yürüyüş yapsalar tempoları bu dersin. Ama amaçları yürümek falan değil. Adeta yürüyenleri engellemek için parkura kullanıyorlar. 

Bence bu tür parkura yayılanları, futbol maçlarında kale önünde defans olarak görev vermek lazım. En azından memlekete bu şekil bir hayırları olur. Bak bakalım o zaman gol olur mu? Çünkü aralarından ne top geçer ne de insan. 

23 Haziran 2024 Pazar

Müslüman ile İslamcı *

Birbirinin yerine kullanılan iki tabir var. Bunlar: Müslüman ve İslamcı. 

Önce TDK bu iki tabire ne anlam vermiş bir bakalım. 

Müslüman: İslam dininden olan. İslam dininin kurallarını yerine getiren kimse. 

İslamcı: Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal düzenlemelerde de geçerli kılmak isteyen. 

Bu iki tabir bazen birbirinin yerine de kullanılır ise de her İslamcıya Müslüman denirken her Müslüman İslamcılığı kabul etmeyebiliyor. 

Bu iki kavram arasındaki ayrımı, Sunucu Mehmet Akif Ersoy'un kısa bir videosunda gördüm. Tanımadığım biriyle konuşuyor. Sizlerle paylaşmak isterim.

Sunucu, kendi dindarlığıyla meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir dedikten sonra sözü muhatabı aldı. 

Muhatabı, ben kendi dindarlığımla uğraşırım dedi. Ardından tasavvufta şöyle bir hikayeye yer verilir deyip hikayeyi anlatmaya başladı:

Şeyhin oğlu büyümüş. Şeyh, oğluna haydi sabah namazını kılmak için camiye gidelim demiş. 

Baba oğul camiye giderlerken oğlanın gözü mahalledeki evlere kaymış. Bakmış ki hiçbir evin ışığı yanmıyor. Hemen dönüp babasına, baba! Mahallede tek bir ışık yanmıyor. Hiç kimse sabah namazına kalkmamış deyince, şeyh:

Evlat, daha ilk defa sabah namazına gidiyorsun. Hemen mahalleliyi yargılamaya başladın demiş.

Sanırım Müslüman ile İslamcı tabirleri bu hikayeden daha güzel anlatılamazdı. Çünkü kendimizi ister İslamcı ister Müslüman görelim, kendi dindarlığı dışında başkasının dindarlığıyla uğraşan herkes, isterse İslamcı olmayı kabul etmesin, bir nevi İslamcı demektir.

Kendi Müslümanlığıyla uğraşanlar var aramızda. Onlara sözümüz olamaz. Ama kendini Müslüman gördüğü halde ya da Müslümanlığını yaşamaya çalıştığı halde başkasının Müslümanlığını sorgulayan milyonlar var bu ülkede.

Bu tür İslamcılar, İslamcılığını sosyal medya aracılığıyla yapıyor. Bunlara sosyal medya İslamcısı dense yeridir. Bunlar ha bire bu alem vasıtasıyla emir ve talimat yağdırıyor, birilerini eleştiriyor, yargılayıp duruyor:

Açık giyinene kızıyor. 

Oruç tutmayana veryansın ediyor. 

Alenen oruç yiyene demediğini bırakmıyor. 

Camiler bomboş, giden yok deyip maça gidenle, camileri karşılaştırıyor. Statlar dolu, camiler boş diyor.

Kendi düşüncesinde olmayan birilerinin namaz kılmasını, camiye gitmesini samimi bulmuyor. Gösteriş için gidiyor diyor. 

İçki içene köpürüyor.

Kısaca kendi Müslümanlığıyla meşgul olacağı yerde durmadan başkasının Müslümanlığıyla uğraşıyor. 

Bu demek değildir ki başkasına bakmayıp sadece kendimizle uğraşacağız. Kastım bu değil. Elbette her alandaki eksik ve aksak yönlere değinilecek. Ama önce kendimize bakmamız gerekiyor. Müslümanlığını iyi yaşayan birinin, sözünden ziyade yaşantısı insanlara örnek olur. Yaşantıyı bir tarafa bırakarak sürekli sözle dövmek iş değil. Çünkü bunun kimseye faydası olmaz. 

*28.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

21 Haziran 2024 Cuma

Nafile Boykot Turlarımız

Kökeni Beni Nadir, Beni Kaynuka, Beni Kureyza tehcirlerine mi yoksa Hayber Fethine mi ya da sonraki olaylara mı dayanır bilmem. 

Bildiğim, taraflar her ne kadar millet ve milliyetlerin düşmanı değiliz dese de Yahudiler Müslümanlardan, Müslümanlar da Yahudilerden hiç haz almaz. 

Biz bir de üstüne antisemitik değiliz deriz. 

Şu var ki bu iki millet bir kazana atılsa mümkün değil birlikte kaynamaları.

Hangisinin eline fırsat geçse yekdiğerini bir kaşık suda boğar. Nitekim şimdi fırsat, imkan ve güç Yahudilerin elinde. Var gücüyle Filistinlileri yok ediyor.

Yarın devir dönse, Yahudilerdeki bu fırsat, imkan ve güç Müslümanların eline geçse, İsrail devletinin bu yaptığına karşılık Müslümanlar da benzerini yapacak. Yahudi'ye dünyayı dar edecek. Çünkü ezilen ezer, incinen incitir, orantısız güç kullanılan, orantısız güç kullanır.

Yahudiler de daha doğrusu İsrail de bunu biliyor olmalı ki işi sıkı tutuyor. Kökünü kazıyayım diyor. Nasılsa bu aşamaya gelinceye kadar potansiyel tehlike olan Mısır, Irak, Suriye, Libya, Lübnan ve Ürdün etkisiz hale getirildi. İsrail'in önünde Gazze topraklarını temizlemek kaldı. Nitekim adım adım bunu yapıyor. Planından da ödün vermiyor. Onca tepkiye de kulak asmıyor. 

Aslında İsrail'in İslam dünyasından korkmasına hiç gerek yok. Yeter ki düşmanları İslam dünyası olsun. İslam dünyası bir güç olsa bile bu dünyanın İsrail'e göstereceği bir tehlikesi yoktur. Çünkü İslam dünyasının gücü olsa ve eline fırsat geçse birbirlerini boğazlar. Hoş İslam dünyasının güç olmaya zaten ne mecali var ne kapasitesi var ne niyeti var ne de böyle bir iradesi var. İslam dünyasında bu kafa olduğu müddetçe o küçük İsrail daha ne katliamlara imza atar.

Çünkü İslam dünyası sonuç alamayacağı işlerle uğraşıyor, nafile işler peşinde. Ellerinde Yahudi mallarını boykot silahı var. Dönerler dönerler Yahudi ürünlerini boykot ederler. Özellikle Cola boykotu. Bu Cola'ya öyle bir anlam yüklerler ki sanırsın ki Cola boykot edilince İsrail'in burnu sürtülecek, pes edecek. Böyle dediğin zaman boykotu küçümsememek lazım. Boykot önemli derler. Son zamanlarda da Mısır'ı örnek verirler paylaşımlarında. Bozuk cümlesiyle biri, güya "Mısır'da Cola satışları dip yaptığı için bedava dağıtmışlar. Hiçbir Mısırlı bedava olmasına rağmen Cola'nın yüzüne bakmamış". Haber ne kadar sahih bilen yok.

Diyelim ki Cola'yı boykot ederek sonuç alacağız. Peki, bunda ne kadar samimiyiz? Bir defa Cola bu ülkede kendiliğinden bitmiyor, merdiven altı üretilmiyor, bize dışarıdan ithal gelmiyor, birileri kaçak satmıyor. Yahudi de elini kolunu sallayarak gelip bu ülkede zorla Cola satışı yapmıyor. Bu ürün bu ülkedeki fabrikalarda, bizim işçiler eliyle üretiliyor. Bunun üretimine bizim ülkemizin etkili ve yetkili makamları izin veriyor. Hatta ülkemizde fabrika açın diye teşvik veriliyor. Biz her şeyden önce bu ürünün satışına onay verenleri protesto edeceğimize, izinli ve onaylı ürüne boykot yapmaya kalkıyoruz. Hiç kusura bakmayalım. Bizim bu yaptığımız sivrisinekten kurtulmak için bataklığı kurutmak gerekirken, biz bataklık yerine sivrisinek avına çıkıyoruz.

Sivrisinek avımız bitmiyor. Marketinde bu ürünleri satana kızıyoruz. Alana kızıyoruz. İçene kızıyoruz. Kızıyoruz oğlu kızıyoruz. Bilmeyiz ki kızan kızdığıyla kalır. Kızmayan ve işini yapan yol alır. Örnek verdiğim Cola boykotunu diğer Yahudi ürünlerine uyarlayalım. Sonuç, sıfır elde var sıfır.

Bir diğer yaptığımız, yaptıklarından dolayı Yahudi’ye lanet okumak.

Tüm bu sonuç alıcı olmayan yaptıklarımız, acziyetimizin bir tezahürüdür. Daha sonuç almak istemiyorsak, elimizdeki bu iki sermayeye sahip çıkalım.

Biz boykotu bırakalım da Yahudilerle nasıl rekabet ederiz, bunun yolunu bulalım. Yahudi’yi taşlamaktan ibadete zamanımız kalmıyor. Halbuki ilk yapacağımız, bu Yahudi ürünlerinin yüzüne bakılmayacak emsal kalitede ürün üretip seri üretim yapmaktır. Bunun için kafa yormak, plan yapmak ve çalışmak gerek. Bu da bizde yok. Çünkü durmadan kızanın, nefretini izhar edenin, beddua edenin, boykot yapanın ise marka üretmede gözü olmaz.

Bizim her şeyden önce Yahudi düşmanlığımızı bir tarafa bırakmamız lazım.

Lütfen, boykota kalkarak yenilmişliğimizi ve acziyetimizi marifetmiş gibi göstermeyelim. En azından gülünç duruma düşmemiş oluruz.