11 Mayıs 2024 Cumartesi

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (3)

Aralık ayı idi. İlçeye yazı yazarak okula tahsis edilen ödeneğin emanete alınmasını istedim. 

Aylar geçti. Yapıldı, yapılacak denen okul, mahallenin okul yeri konusunda ikiye bölünmesiyle okul yapımı yılan hikayesine döndü. 

Olmayacak şu emanetteki parayla okulun acil işlerini yaptıralım dedik. Bu sefer okulun parasını bulamadık. Emanetteki para kaybolmuş. Biri bizim parayı harcamış ama nereye belli değil.

İlçedeki memurlar, paranın kaybolmasını hiç üzerlerine almadı. Harca dedik, harcamadın diyerek neredeyse beni suçlu çıkardılar. 

İlçe MEM, İlçe il ve özel idare ve il MEM olmak üzere paranın peşine düştüm. Hepsi yok bizde dedi. Üzerine de gelen para emanete mi alınır, harcanmaz mı dediler. 

Sonra gidip gele gele il MEM’deki müdür yardımcısı, müdürüm merak etme, ben o parayı bulacağım dedi. İzini takip ede ede ilçe MEM’de paranın kaybolduğunu tespit etti ve ilçenin inşaattan sorumlu yetkilisine inceleme başlattı. İncelemenin başladığı vakitte ise geçici sorumlu şube müdürü bir başka kurumun müdürlüğüne kapağı atmıştı. Orada ise kadın işine kurban gitti beyzademiz. İnsanı denemenin yolu para, kadın ve makam dedikleri bu olsa gerek.

Sonunda bizim para bulundu. Meğer ilçe bizim okulun ödeneğini başka lisenin tamir giderine harcamış. Nasıl harcadılar, bu eforu nasıl sarf ettiler, bu yeteneği nasıl gösterdiler bilmiyorum ama sonunda nasıl harcandığına kani oldum. İlçedeki memurların işgüzarlığından başka bir şey değildi. İlk atandığım yıl harcadığım 3 bin liralık ödeneğin ödeme belgesini ilçe hazırlamıştı. İlgili işgüzar memur, lisenin parasını harcarken aynı ödeme belgesinde düzenleme yapmış. Her yerde gerekli değişikliği yapmadığı ve benim okulun kodları kaldığı için lisenin ağalığını benim okul yapmıştı. Ağalık da bana yakışırdı hani. Lisenin ödeneği de duruyor bu arada. Kısaca iş liseye yapılmış. Para benden çıkmış. Benim işim yapılmamış, lisenin parası yerinde duruyor ama benim param iç edilmiş.

İl müdür yardımcısına, lisenin ödeneğini de biz harcayıp ödeşelim dedim. Olmaz hocam. Sizinki ilköğretime, lise ise ortaöğretime bağlı. Birinin ödeneğini diğerine harcayamayız. Harcarsak suç olur dedi. Bir yanlışlık yapılmış. Bu yanlışı da yanlış yaparak düzeltelim ve doğruyu bulalım. Bu sefer ben onarım yaptırayım. Parası da liseden çıksın dedim ise de müdür yardımcısı Nuh dedi, peygamber demedi. Bu arada yerden göğe haklı olduğumu söyledi sağ olsun. Ama bir gerçek var ki bizim para uçmuştu. 

Ertesi yıl il genel meclisi üyeleri ve başkanı ile birkaç defa görüştüm. Kalorifer için 25 bin lira ödenek çıkarttım. 6 ayrı firmadan teklif aldım.  KDV hariç 27 bin ila 60 bin arasındaydı teklifler. 

İlçe milli eğitim müdürü geldi bir ara okula. Kalorifer döşeteceğiz gücümüz yeterse dedim. Öğretmenlerin yanında iyi olur. Döşetirsen bin lira da ben kantin hesabından vereyim dedi. Uğurlarken sağına soluna baktı. Birbirinden uzak iki binada eğitim gören bu okula kalorifer olmaz dedi. Çekip gitti. 

En düşük teklifi veren firmanın yetkilisini çağırdım. KDV dahil 25 bin liram var. Bu fiyata yaparsan, teklifleri yenileyelim dedim. Benden para istemezsen, ben bu fiyata yaparım dedi. Ne parası isteyeceğim dedim. İşini yaptığımız okul müdürlerine açıktan para veririz dedi. Senden bir kuruş istemiyorum. Yeter ki kaloriferimizi döşe dedim. Ertesi günü işe başladı. Kısa süre içinde okulumuza kalorifer döşendi. Ardından buraya kalorifer gitmez diyen ilçenin demirbaş müdürüne gittim. Hocam söz verdiğimiz bin lirayı alayım. Kaloriferimiz döşendi dedim. İstediği yazıyı yazıp ilçeye teslim ettim. Okul aile birliğine aktarılan parayı da okulun diğer işlerine harcadım. (Devam edecek) 

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (2)

Neyse biz gelelim okulun işine. Zira iş bizi bekliyor. Umduğumuz dağlara karlar yağsa da iş bizi bekliyor ve tek seçenek de bunlar değildi. 

Mahallenin bakkalıyla birlikte çıktık yola. Meramımızı anlatacaktık her yere. Ben makam, mevki dinlemem. Her yere girer, isterim dedi. Olmaz öyle dedim ise de çıkmıştık yola. Gide gide Valiliğe girdik. Eğitim işlerinden sorumlu valinin kapısının önüne geldik. Ben şu okulun okul aile birliği başkanıyım. Vali yardımcısıyla görüşeceğim dedi. İçeri alındık.

Vali yardımcısına okulu öyle anlattı ki ben bile okulu sayesinde tanıdım. Rüzgar pencerelerden vuruyor, sesi içeriye giriyor, yağmış içeri akıyor. Pencere deliklerine poşet sokuyoruz dedi.

Çıkışta yapmayaydın böyle. Bu kadar da değil dedim. Ben ne yaptığımı biliyorum. Abartmadan bu işler olmaz dedi. 

Biz daha Valilikten çıkmadan ilçe milli eğitim müdürüyle yüz yüze geldim. Kendisini okul aile birliği başkanı ilan eden yardımcım gitti. Koridorda müdürle konuştuk. Çok iyi yapmamışsınız. Kaymakam'a da ayıp oldu. Vali yardımcısına gidilir mi, protokol atlanır mı dedi. Meğerse bizim vali yardımcısı biz odasından çıkar çıkmaz ilçe kaymakamını aramış. Böyle okulun var da niye bakmıyorsun demiş. Saymış dökmüş. Gördünüz değil mi devlet adamındaki hizmet anlayışını.

Oradan çıkıp Meram Kaymakamlığına geldim. Bekletmeden içeri aldı Kaymakam. Olup biteni anlattım. Sizi es geçme gibi bir niyetimiz yoktu. Birlik başkanının tasarrufuna bir şey diyemedim dedim. 

Beni dinleyen Kaymakam, kusura gerek yok. O vali yardımcısı epeydir benimle uğraşıyordu. Ona söyleyeceklerim vardı. Bu vesileyle içimi boşalttım. Cevabını aldı, mesele kapandı dedi. 

Sonra beni tanıyor musun dedi. Hayır dedim. Senin ismin şu, Konya İHL'de okudun. Hacı Veyiszade Yurdunda kaldın. Oranın hafızlarındansın, şu dönem mezunusun. Ayrıca iki çocuğun üniversitede okuyor değil mi dedi. Evet dedim. İyi de bunları nereden biliyorsun dedim.

Biz seninle aynı yurtta kaldık. Sizden bir dönem önce aynı okul mezunuyum. Beni yurttan çıkaramadın mı dedi. Maalesef çıkaramadım dedim ama mahcup olmadım değil. Sonra biz şunlarla sınıf arkadaşıyız, bunları tanıyor musun dedi. Dediği kişilerin hepsini de hatırladım. O günleri yad ettik. 

Ardından cep numaramı kaydet, çaldır ben de kaydedeyim dedi. Çayımızı içtik. Sonra anlat şimdi okulunu dedi. Anlattım. İl özel idare başkanını aradı yanımda. Başkanım, okulun müdürünü gönderiyorum, bir dinle ve yardımcı ol. Bu okul önceki müdür yüzünden epey mağdur oldu. Bu müdürle telafi edelim dedi. Teşekkür edip yanından çıkarken ne zaman bir derdin ve isteğin olursa, numaramı verdim ararsın, kapım da açık dedi. 

Kaymakam'ın hakkımdaki bilgisine hayran kaldım. Çünkü karşımda müthiş bir hafıza vardı. Kendi hafızamdan utandım.

Ertesi günü özel idare başkanının verdiği randevu saatinde özel idare binasına gittim. Başkanla görüştüm. Okulun durumunu anlattım. Ben oraya yeni okul yapacağım dedi. Başkanım, yeni okul yapacaksanız ve hemen başlanacaksa, mevcut okul yıkılacaksa o zaman kalorifer döşemeyelim. Boşa gitmesin dedim. İyi düşündün dedi. 

Oradan çıkıp aradan birkaç gün geçtikten sonra daha önce görüştüğüm il genel meclisi üyelerinin yardımıyla okulumuza kalorifer döşenmesi için 17 bin lira çıkarıldığını söyledi ilçe. 

Ardından okulun yeni yeri hakkında tapu kadastro bilgilerini istedi ilden inşaattan sorumlu müdür yardımcısı. İstediklerini kısa zamanda temin edip teslim ettim. Müdür yardımcısına, hocam inşaat hemen başlanacaksa 17 bin liralık ödeneği harcamayalım dedim. Müdürüm hemen başlayacak. Para boşa gitmesin. Şayet bir aksilik olursa diye paranı emanete alalım, tenkis olmasın dedi. (Devam edecek?) 

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (1)

Milli Eğitim Bakanlığının çıkardığı mevzuat ile beş yılını dolduran okul müdürleri o yıl rotasyona tabi tıtuldu. 

Kelli felli müdürlerin yanında fazla puanım yoktu. Haddimi bilerek hem çalıştığım ilçeden kurtulmak hem de merkeze kendimi atmak için Meram'ın en uç mahallelerini gözü kapalı tercih ettim.

Toplam on tercihli tercihimin onuncu sırasına yerleştim. Merkezin sobalı tek okulu diyeyim, nasıl bir okulu tercih ettiğim daha iyi anlaşılır. 10.tercihi de yabana atmayın. 10.köy gibi bir şey.

Geldiğim anda okulun üç bin lira ödeneği varmış. Öğretmenleri topladım bu paraya ne yapalım diye. Yağmur yağınca pencerelerden içeri su giriyor. Bilgisayar laboratuvarındaki bilgisayarlar ıslanmasın diye öne çekiyoruz. Önceliğimiz pencerelerin değişmesi olsun dediler.

Öncelik bilgisayar laboratuvarı olmak üzere çok eski pencerelerin değişimine karar verdik. Bir de öğretmenler odasının üstü akıyormuş. Odada tavan da yok. Çirkinliği yok edecek bir tavan yaptıralım dedik. Yanlış hatırlamıyorsam 6 pencere değiştirdik. Bir de tavanı yaptırdık. İki de hayırsever bulduk birer pencereyi de siz üstlenin diye.

Ardından ilçeye okulun tamir, kalorifer, boya ve badana ihtiyaçlarının giderilmesi için yazı yazdım. Hem de kaç kere. Üzerine hem milli eğitim müdürü hem de inşaattan sorumlu şube müdürüyle görüştüm defalarca.

İl göndermiyor ödenek dedi sorumlu şube müdürü. Bunu da lütfetti. Çünkü yazısı gazetede çıkmış. Yazdığı köşeyi okudu ben yanında otururken. Koskoca yazar kırık dökükle mi uğraşacaktı değil mi?

Sonra inşaat işlerine aynı odayı paylaştıkları partneri baktı. Her ikisi de yaralı parmağa işemedi bu iki dava adamlarının. İşleri çoktu zira. Biri hem okul müdürü gem sendika temsilciliği hem de şube müdürlüğü yapıyordu. Diğerinin ağabeyi milletvekili imiş. Ulvi görevlerinin yanında deruhte ettikleri bu geçici şube müdürlüğünde kenar ve köşedeki benim virane okulumla uğraşacak zamanları yoktu. Sendika temsilcisine, madem ki temsilcisin. Okulumda şu kadar üyeniz var. Buyur gel, bir tanışın. Aranızda aidiyet duygusu oluşsun dedim ise de zamanım yok. Ah olsa dedi. Benimki de laf tabi. Böyle iki güzide insan iki koltuk bulmuşsa koltuktan kalkıp benim okula niye gelsin değil mi? Kermes gibi bir etkinlik olursa, kaçırmazdı ama muhteremler. Olmayan zamanları da ortaya çıkıveriyordu. Öyle ya doyurulmayan mide aç be aç oynar mıydı? Yerinden kalkabilir miydi? Bilemedim vesselam.

Yerine kadrolu biri gelince yazar olan başka bir müdürlüğe geçti. Arkasında ağabeyi olduktan sonra ha bura ha ora koltuk. Çok fark etmezdi onun için. Diğeri de şube müdürü iken rotasyona tabi oldu. İlçe değiştirmesine rağmen gittiği ilçenin sendika temsilciliğini yapmaya devam etti bir süre. Okul müdürlüğü zaten baki idi. Çünkü müdür olarak doğmuşlardı analarından. Bir de zamanında davanın yükünü ve çilesini çekmişlerdi. Bu kadar da olsun. Bir koltuğu çok görmemek lazım beyefendilere.

Köşe yazarı makam sahibinin yabancı uyruklu bir kadınla adı çıktı. Hem de ne ayyuka. Yenilir yutulur cinsten değildi yaptıkları. İddiaları bir bir yazanın yazıları yok edildi önce. Sonra sessiz sedasız emekli oldu makamdan makama atlayan muhterem. Yazık oldu tam hizmet edecek tecrübeye sahip iken iş üstünde yakalanması.

Diğeri de sendika temsilciliğinin ardından müdürlerin bir bir elendiği süreçte en gözde okula müdür oldu. (Devam edecek) 

Öğrencilerin Hayır Duasını Alan Kaymakam

2010-2011 yılları olsa gerek. Meram'da bir okulda çalışıyorum. Şube müdürü aradı bir gün öncesinden. Yarın Kaymakam ile okuluna geleceğiz dedi.

Ertesi gün öğleye doğru mahallede elektrikler kesildi. Haliyle okul telefonu da çalışmıyor. Şube müdürü cepten aradı, yoldayız geliyoruz diye. 

Öğleye doğru misafirlerimiz geldi. Kapıda Kaymakam'ı karşıladım. Odama almak istedim. Kaymakam, odaya girmeyelim. Öğretmenler odasına geçelim. Öğretmenleri topla dedi.

Bir ders boyunca 10 kadar öğretmenle hasbihal etti Kaymakam. Her öğretmenle tek tek tanıştı. Her biriyle tek tek ilgilendi. Daha önce çalıştıkları il, ilçe, okulları, nereli, kimin kızı ve oğlu olduklarını sordu. Kaymakam'ın Konyalı olması, uzun süre Meram'da Kaymakamlık yapması tanışma faslının da uzamasına sebep oldu. Konyalı olanlardan bazılarına falan neyin olur, köyünüzün eski ismi şu. Değişen bu isimleri köylerin yeniden almasına imkan sunduk. Köyünde şu var, bu var dedi durdu. Konyalı olmayıp da uzak illerde çalışan ve başka şehirden olan öğretmenlere ise oraların tarihi ve kültürel yerlerini ziyaret edip etmediğini sordu. Falanın türbesine ziyarete gittin mi dedi. İsim ve soy isimlerinin anlamlarına da indi. Yuvarlak cevap verenlere, sen oraya gitmemişsin. Bir daha git dedi. Malyemez soy adını taşıyan öğretmene, yemeyip durmadan mal mı biriktirdiklerini sordu. Kaç çocukları ve kaç yaşında olduklarını sordu. Hasılı tüm öğretmenlerin şeceresini ortaya koydu. Sıra bana geldi. Ramazan'a bir şey sormaya gerek yok. Girişte bana üniversitede okuyan iki başarılı çocuğu olduğunu, kendisinin de hafız olduğunu araya sıkıştırdı dedi. 

Sonra sadede geldi. Öğretmenlere Ramazan'ı burada yok kabul edin. Bir isteğiniz, müdürden bir şikayetiniz var mı dedi. İsterseniz ben çıkayım dedim. Buna da Kaymakam izin vermedi. 

Sonra mahallede yeni yapılacak okul yeri konusuna geldi. Belli ki Kaymakam bu konuyla ilgili görüşümüzü öğrenmek için gelmiş. İnce uzun mahalle, okul yeri konusunda şuraya olsun, buraya olsun diye ikiye bölünmüştü. Ayrılığın başını da muhtar ve bakkal çekiyordu. Sen ikisinin tarafını da tutma. Neresi daha uygun onu söyle dedi bana. Ben de görüşümü ortaya koydum. 

Yarı şaka, yarı ciddi muhabbet bu şekil epey sürdü. Kaymakam bol bol güldürdü. 

Kaymakam'ın ilgi, bilgi, donanım, hafıza ve zekasına ve mütevazılığına hayran kaldım. Bu arada girişte Kaymakam'a, kendim ve çocuklarım hakkında hiç bilgi vermemiştim. Nereden, nasıl öğrendiyse artık. Ama hoşuma gitmedi değil. Sakın ola söylemiş, unutmuşsundur demeyin. Aradan bir saat geçmiş. Unutmuş olamam. Ben ki 1974 veya 1975 olmalı. Ablamı istemeye gelen eniştemin ağabeyinin kız isteme esnasında ne şekilde su içtiğini hatırlıyorum. 

Bu kadar muhabbetin ardından Kaymakam ayrılmak istedi. Öğretmenlere, "Sizi bu kadar tuttum. Dersinizden de kaldınız. Kusura bakmayın. Belki bana kızmış olabilirsiniz ama şundan eminim ki sizi burada tuttuğumdan dolayı dersler boş geçtiği için tüm öğrencilerin hayır duasını aldım. Bu bana yeter. Çünkü öğrenciler boş dersi çok sever" dedi. Gülüştük. 

Aslında bu yazı ile anlatacağım, boş derslere öğrencilerin çok sevindiği konusu idi. Gördüğünüz gibi buraya gelinceye kadar dallanıp budaklandım. Epey bir yere girip çıktım. Ama olsun. Bu vesileyle bir anekdotu da hatırlayıp kayda geçirdim. Bir sayfalık yazım da bitmiş oldu. Çünkü benim için esas amaç sayfayı doldurmaktır. 

Sayfa dolmuş olsa da anekdotun devamını da getireyim. 

Ertesi veya birkaç gün sonra ilgili şube müdürü ya telefonla aradı ya da ilçede yüz yüze görüştük. Ramazan Bey, sizin okula gelirken size haber vermek için telefona davrandım. İsmin bir türlü aklıma gelmedi. Telefonla uğraştığımı gören Kaymakam Bey, müdür bey, arayıp durma. Okul müdürünün adı şu. Numarası da bu dediğini söyledi. 

Bunu da duyunca pes dedim Kaymakam için. Bu kadar da olmaz dedim. Sürekli haşır neşir olduğumuz, görüştüğümüz zaman saatlerce konuştuğumuz (daha doğrusu o konuşur, ben dinlerdim. Konuşmayı da bitirmezdi. Söylediğini bir daha bir daha söylerdi.) eğitim ve inşaat işlerinden sorumlu şube müdürünün ismimi, cismimi hatırlamaması garip. Aslında ismi kaydederken okul ismiyle kaydetseydi, isim ve numara arayışına girmezdi. Bir de çok konuşan karşıdan bir şey almaz.

Şube müdürü, Ramazan Bey derken Kaymakam’ın Ramazan demesi ilginç. Normalde kaymakamlar müdür bey diye hitap eder. Ama bu Kaymakam diğer mülki amirler gibi değildi. Daha doğaldı. Biraz bağlantı kurarsa aradan beyi kaldırırdı. Kaymakam ile ilk görüşmemi de bir başka yazımda yazı konusu edinmek isterim. Ne de olsa hatıralar, yaşlıların değneğidir diyor Cenap Şahabettin. 

Allah'a Şükür, Bugün Dersler Boş!

İstanbul'da bir özel lise müdürünün, okuldan atılan yabancı uyruklu bir öğrenci tarafından öldürülmesinin ardından, 10 Mayıs 2024 günü eğitim çalışanları bu cinayete tepki göstermek amacıyla bir gün iş bırakma eylemi yaptı. Eyleme katılan eğitimci oldu, katılmayanı da. Ne kadarı katıldı bilmiyorum ama tüm Türkiye'de öğretmenlerin çoğu bu eyleme destek verdi.

Eyleme katılan eğitimcileri tebrik ederim. İnşallah sonuç alınır. Sadece eğitimciler değil, hiçbir meslek erbabı ne şiddet görsün ne de cinayete kurban girsin. Sosyal bir varlık olarak isterim ki tüm sorunlarımızı diyalogla, kanun ve nizam çerçevesinde çözelim. Ne kadar haklı olursak olalım, sorunumuzu şiddet ve cinayetle çözmeye kalkmayalım. 

Eğitime şiddet yasası veya başka meslek gruplarına dair şiddet yasası çıksa da verilen cezalar ağır olsa da bu ülkede sorunlar maalesef konuşmakla çözülmeyecek. İşi, kanun ve nizama da bırakmayız. Bildiğimiz usul dağ kanunudur. Çünkü öfke kontrolü yapamayan, yaptığı işin sonunu düşünemeyen şiddet yanlısı insanların elindeki tek sermayesi şiddettir. Herkes anladığı dilden konuşur bu ülkede. Başka sermayesi olmayandan da başkası beklenmez.

Unutmayalım ki bu toplum şiddet toplumudur. Şiddetle büyür ama evde ama okulda ama sokakta. Hiç şiddet görmeyen başkası üzerinde uygulanan şiddeti görerek belleğime bu şiddeti istemeyerek de olsa yerleştirir. Zamanı gelince de devreye sokar.

Herkesin ufak veya büyük sorununu şiddetle çözmek istemesinde yerli ve yabancı film ve dizilerin de payı büyük. Başroldeki oyuncular polis ve askerden bağımsız bir şekilde kendisine ve ailesine yapılan haksızlıkları dayak atarak ve öldürerek çözer filmde. Başrol oyuncu tüm kötülerin cezasını kendi elleriyle verdikten sonra polis ve asker olay mahalline lütfeder. Özellikle Türk filmlerinde bu sahneler yoğun bir şekilde işlenir. Filmi izleyen bizler de bu oyuncunun yaptığı kanunsuz ve hukuksuz demeyiz. Film boyunca idolümüz başrol oyuncusunun tüm kötüleri temizlemesinde en büyük destekçi de bizleriz. Filme kendimizi kaptırıp izlerken oğlana destek veremesek de gönlümüz onunladır. Aslında bu filmler de bilinçaltımıza siz de sorununuzu böyle çözün mesajını yerleştiriyor.

Neyse gelelim biz tekrar eyleme. Ayıplar veya ayıplamazsınız. Eylemin faydasına inanmadığımdan eyleme katılmadım. Okula gidip öğrencilerin hoşuna gitmese de ders de işledim. 

Ben faydasına inanmadığımdan eyleme katılmasam da eylemin hiç faydası yok diyemem. Özellikle öğrenciler çok sevindi.

Sabahın ilk dersinden itibaren öğrenciler hangi öğretmenler yok yoklaması çekti. okulumuzdan. Adını duyduğu öğretmene sevindiler. Üç öğretmen katılmıştı eyleme.

İlk dersin teneffüsüne çıktım. Yanıma, geçen sene sınıfta kalmış, bu sene aynı sınıfı ikinci kez okuyan 9.sınıf bir öğrenci geldi. Aklında kötülük olmayan saf bir çocuk. İlk saat dersine girdim. Teneffüsün ardından tekrar aynı sınıfa gireceğim. "Hocam, Allah'a şükür, bugün dersler boş" dedi. Bunu o kadar içten söyledi ki görülmeye değer.

İşin enteresan tarafı bu öğrencinin iki saat dersine ben girdikten sonra 3.saatine yine okulda olan bir öğretmen girecek. 4.saat yine dersine ben gireceğim. Yani öğrenci daha boş dersi görmeden 5.saatten itibaren boş gelecek derslere sabahtan şükrediyor.

Öğrencinin baharıdır boş ders. O yüzden sevinmesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu monologda garibime giden, çocuğun şükretmesi. Boş derse öğrencinin sevinmesini bilirim bilmeye de şükredenine ilk kez rastladım.

Aynı öğrenci aynı zamanda cuma namazlarına da giden bir öğrenci. Efendiliğini ve sorumluluğunu takdir ederim. Yine cuma çıkışı gördüm. Mutluluk yüzünden okunuyordu. Nasıl sevinmesin. Mübarek cuma günü cuma namazını eda etmiş. Dersler de boş. Zaten ertesi de bir haftanın yorgunluğunun ardından hafta sonu tatili. Bu eyleme bu günde sevinmesin de ne ne zaman sevinsin. Öyle zannediyorum, namazın ardında ellerini kaldırıp ya Rabbi, ne mübarek ne bereketli gündü bugün. Sana şükürler olsun. Eyleme katılan öğretmenlerimizden de Allah razı olsun diye dua etmiştir.

Hasılı, eyleme katılan öğretmenlerimiz, sakın ola bizim eylem işe yaramadı demeyin. Öğrencinin hayır duasını aldınız. Ona şükrü bir kez daha hatırlattınız bu vesileyle. 

10 Mayıs 2024 Cuma

Bir Öğretmen Cinayeti de Benden

İstanbul'da özel bir lisede yabancı uyruklu bir öğrencinin, okuldan atılmasına sebep olduğu iddiasıyla okul müdürünü iki kurşunla öldürmesi haberini duyunca, ilk göreve başladığımda çalıştığım okulda cereyan eden bir cinayet gözümün önüne geldi. Cenap Şahabettin’in “Hatıralar, yaşlıların koltuk değneğidir” sözü gereği ben de yaşlı olduğuma göre unutmaya yüz tutmuş bu anıyı sizlerle paylaşmak isterim.

1991-1992 öğretim yılının ikinci yarısı. Nizip İHL’de çalışıyorum. Okula aynı branşta atanan son öğretmen olduğumdan, Nizip Ticaret Meslek Lisesindeki öğretmen ihtiyacını gidermek için beni görevlendirmişlerdi.  Yani iki okulda derse giriyorum.

Bir pazartesi günü idi. Ticaret Meslek Lisesindeki derslere girip evin yolunu tutmuştum.

Kadromun bulunduğu okuldan bir öğretmen aradı. Okulda cinayet işlendi diye.

Okulun edebiyat öğretmeni, lise bir veya lise 2.sınıf öğrencisi tarafından öldürülüyor. Cinayet, okul çıkışı, okulun bahçe kapısının önünde, öğrencilerin gözünün önünde işleniyor. Öğrenci, sinsice öğretmenin arkasına yanaşıyor, boynuna silahı dayayıp tetiğe basıyor. Tek çocuğuyla yaşayan, kendi halinde sessiz, kimseye zararı olmayan Yugoslav göçmeni öğretmen, genç yaşta böyle bir cinayete kurban gidiyor.

Cinayet bir ramazan ayında işlenmişti. O günün gazeteleri, “Oruç tutmadığı için öğrencisi tarafından öldürüldü.”, “Aşkına karşılık vermediği için öğrencisi tarafından öğretmen öldürüldü ” şeklinde haber verdi. Cinayetin ne oruçla ne de aşkla alakası vardı halbuki. Bir disiplin olayı idi. Çoğu okul müdürüne ibret olması bakımından bu disiplin sürecine kısaca değinmek istiyorum.

Edebiyat öğretmeni, öğrencinin dersin akışını bozduğundan dert yanmış kadın öğretmenlere. Ders işleyemiyorum demiş. Öğretmenlerden biri, disipline ver aklını vermiş öğretmene. Öğretmen de dilekçe vererek öğrencisinden şikayetçi olmuş. Okul disiplin kurulu, üç gün okuldan uzaklaştırma cezası vermiş öğrenciye.

Sıra gelmiş cezanın öğrenciye tebliğine. Okul müdürü öğrenciyi odasına çağırmış. Çocuğa, “Bu ceza siciline işlendi. Bundan sonra senin hayatın bitti. Ne memur olabilirsin ne de başka bir şey” türünden bir şeyler söylemiş.

Müdürün bu konuşmasına morali bozulan öğrenci, okuldan çıkar, eve gider. Evden babasının tabancasını alır. Bu öğretmen benim hayatımı nasıl söndürdü ise ben de onun hayatını söndüreyim der ve okula gelir ve yukarıda anlattığım cinayeti işler.

Yaşı on sekizin altında olduğu için çocuk ödül gibi bir ceza aldı. Islahevine kondu. Öyle zannediyorum az cezanın hepsini yatmadan çıktı. Olan da bir öğretmene ve geride bıraktığı çocuğuna oldu.

Olayın ardından okul müdürü soruşturma geçirdi. Suçlu bulundu. Üzerindeki müdürlük görevi alındı. Hatay’ın bir ilçesine öğretmen olarak ataması yapıldı. Müdür için bu bir ceza olsa da kendi ilçesine gitti. Adeta ödül gibi bir ceza oldu.

Nizip İHL’de cereyan eden bu menfur olayda, cinayeti işleyen çocuk birinci derecede suçlu olsa da bu suçun gerisinde, çocuk ve insan psikolojisinden anlamayan okul müdürünün suçu küçümsenemez. Çünkü müdür bu süreci yönetememiştir. Halbuki müdür, “Yavrum, okul disiplin kurulu sınıfın ahengini bozduğundan bu cezayı verdi ama bunun telafisi var. Bundan sonra sınıfın ahengini bozmazsan, davranışlarını olumlu yönde değiştirirsen aldığın bu ceza sene sonu öğretmenler kurulunda kaldırılır. Halihazırdaki olumsuz sicilin de silinir, yeniden tertemiz olursun. Böyle olursan cezanın kaldırılmasında ben de yardımcı olurum” şeklinde çocuğu teskin etmeliydi. Ne demek öldün, bittin.

Bu şekilde çocuk psikolojisinden anlamayan, çocuğu tahrik eden müdürler bugün de çıkabiliyor. Zaten disiplin adından ve disipline gitmekten korkan çocuk için öldün, bittin gibi sözler hazırda çocuğu bu tür menfur yollara itebiliyor. Okul idarecilerinin bu tür disiplin sürecini iyi yönetmesinde fayda görüyorum.

Bir söz de şiddet ve cinayet üzerine söz söyleyeyim. Toplum olarak hangi meslek grubuna gelirse gelsin, olayı hep sonuçları üzerinden değerlendiriyoruz. Biz bu tür olayları sonuçları üzerinden okumaya devam edersek şiddet ve cinayetlerin sonu kesilmeyecek, belki de artarak devam edecektir. Hep birlikte şiddet ve cinayete giden sebeplerin üzerine kafa yormamız gerekir. Eğer böyle yaparsak belki de birçok şiddet ve cinayetin önüne geçmiş olabiliriz. Mesele, şiddet ve cinayete gitmeden tehlikeyi sezip süreci iyi yönetmektir.

9 Mayıs 2024 Perşembe

Teksas Olma Yolunda İlerliyoruz

Bu ülke şiddet ülkesi. Genelde öğretmen ve sağlık çalışanları olmak üzere makam, mevki, meslek, cinsiyet ve statü gözetilmeden herkes şu ya da bu şekilde bu ülkede şiddete maruz kalıyor. Yani kimin gücü kime yeterse. 

Şiddetle kalsa iyi. Sonu ölümle bitenleri bile var. Konya'da bir kalp doktoru hasta yakını tarafından kurşun yağmuruna tabi tutulmuş. Yakın mesafeden aldığı kurşunlarla doktor oracıkta öldürülmüştü. Şimdi de yabancı uyruklu bir öğrencinin, okuldan atılmasının suçlusu olarak gördüğü okul müdürünü öldürmesi gündemde.

Şiddet ve cinayete başvuranların çoğu, sonu çözümsüzlük olsa da kendi çözümünü kendi buluyor ve kendince cezalandırma yoluna gidiyor. İzlenen bu yolda ise maalesef akıl devre dışı kalıyor. Akıl devre dışı kalınca bir anlık sinirle gözü hiçbir şeyi görmüyor.

Gündemdeki okul müdürünün Irak uyruklu bir yabancı tarafından öldürülmesi bana manidar geldi. Çünkü şiddet ve cinayet haberleri şu ana kadar hep bu ülke insanından gelmişti. Tek eksiğimiz, bir yabancı uyruklunun öldürmediği kalmıştı. Bunu da görmüş olduk.

Garibime giden;

Bu yabancı öğrenci bu ülkeye ne ara geldi?

Özel okula gidecek parayı nereden, nasıl buldu?

Hangi cesaretle okul müdürünü planlayarak taammüden cinayete yeltenebiliyor?

Sorunlu olduğu için okuldan atılan bu öğrenci, belinde tabancasıyla elini kolunu sallayarak okula nasıl girebiliyor?

Okul müdürünün odasına kadar nasıl gidebiliyor?

Kapıda güvenlik falan yok mu? Hoş olsa kaç yazar. Ben şununla görüşeceğim diyen içeriye rahatça girebiliyor. Gerçi okul kapısından içeri girmek zor olsa bile çoğu okullar Nasrettin Hocanın türbesi gibidir. İhata duvarından atlanarak pekala okula girilebiliyor.

Çoğu okullarda güvenlik zaten yok. Okulların güvenliği, cebinde kaleminden başka malzemesi olmayan nöbetçi öğretmenler aracılığı ile sağlanıyor. Dışarıdan okulu basmaya gelene, elinde bıçak, belinde tabancası olana bunlar ne yapabilir?

Bu yönüyle bakıldığı zaman okullar, bu tür sorunlu öğrenci ve bazı problem veliler yönünden tehlike arz ediyor. ABD’de zaman zaman okula makineli tüfekle gelip rastgele ateş açıp onlarca kişinin ölümüne sebep olan cinnet hali bizim okullarımızda da olmaması için bu tür hasta ruhlu insanların önünde hiçbir engel yok. Çünkü okullar yol geçen hanı gibi.

Güvenlik yönünden bu durum, sadece okullara mahsus değil. Hastanelerimiz de okullar kadar güvenliksiz. Her ne kadar hastanelerde güvenlik görevlisi olsa da güvenlik görevlileri çok etkili değil. Etkili olsa da bir polis gibi onları pek ciddiye alan yok. Çoğu hastanede X-Ray cihazı yok. Olsa da hastaneye giren, bu cihaza girmeden içeri girebiliyor. Bunu gören güvenlik görevlisi de sesini çıkarmıyor. Bildiğim kadarıyla günlük binlerce hasta ve hasta yakınının girdiği Konya Şehir hastanesinde X-Ray cihazı yok. Nitekim bir güvenlik görevlisi, belinde tabancasıyla bu hastaneye girip kurşun yağdırdığı doktorun ölümü belleklerde hala tazeliğini koruyor.

Bugün hastane, okul vb. yerlerde bireysel olan şiddet ve cinayet olaylarının, yarın daha büyük menfur olaylara zemin hazırlayacak tehlike ve potansiyel bu ülkede var. Tabiat boşluk kabul etmez ve tedbir almada da ihmal büyük olaylara gebe olabilir. Ne yapıp ne edip şiddet ve cinayeti minimuma indirecek caydırıcı tedbirlerin zamanı geldi geçiyor. Bir yabancı uyruklu öğrencinin işlediği müdür cinayeti, bu işin tuzu ve biberi oldu.

Belki de bu olup bitenler daha bir başlangıç. Yabancıların uyguladığı şiddet ve cinayetlere belki de bundan sonra daha fazla şahit olacağız. Çünkü Türkiye her bir kıtadan, özellikle gelişmemiş ülkelerden gelen düzenli ve düzensiz göçmenler cenneti olma yolunda hızla ilerliyor. Böyle giderse Teksas ya da Beyrut olmamız hiçten değildir. Sonra biz ne ara Teksas olduk deriz de o zaman ağlayanımız olmaz.