15 Nisan 2024 Pazartesi

Gençlik Yol Ayrımında

Gençlik hiç olmadığı kadar dine mesafeli. 

Kimi deist kimi ateist kimi agnostik olduğunu açıklıyor. Bunların sayıları az değil. 

Kimi baskı görür, dışlanırım düşüncesiyle küfrünü izhar edemiyor. Bu durumda olanlar da oldukça fazla. 

Kimi tepkisini göstermiyor. Alabildiğine sessiz.

Kimi tembelliğinden ladini bir hayat yaşıyor.

Kimi de Müslümanlığı tekeline alan bazı siyasi, cemaat ve kanaat önderlerinin bazı tasarruflarını örnek vererek "Bunlar Müslümansa ben değilim", "Ben bunların dininden değilim" diyor. 

Dindar, mütedeyyin ailelerin bile çocuklarını din, diyanet bilsin diye bir çabası yok. Hatta alabildiğine cemaatlerden uzak tutuyor.

Kısaca din, gençliğin çoğu için pek bir şey ifade etmiyor. Bu görüntü gittikçe de artacağa benziyor.

Bu durumda biz ne yapıyoruz? Gençliğin derdi nedir? Dinden niye uzaklaşıyor? Gençliği dinde tutabilmek için neler yapabiliriz? Gençliğin dinden uzaklaşmasında bizim payımız nedir? Hatamız varsa bunlar nelerdir diyor muyuz? Sorun dinde mi yoksa dini tekelinde bulunduranların söz ve eylem çelişkisinde mi ya da görüntülerinde mi? İslamcılığın verdiği zararlar olabilir mi? Klasik din anlayışımız ve anlatımımızın payı var mı? Böyle bir şey demiyoruz. Desek en azından gelmekte olan tehlikenin farkında oluruz ve tedbir almaya çalışırız.

Böyle demediğimiz gibi gençliğin gidişatından dolayı burnumuzdan hiç kıl aldırmıyoruz. Bununla da yetinmiyoruz. Suçu başkasının üzerine yıkmaya çalışıyoruz. Özellikle dini gençliğe farklı görüş, üslup ve yol ile anlatmaya çalışanları; dini bidat, hurafe ve menkıbevi anlatımlardan arındırmaya çalışanları, gençliğin bu noktaya gelmesinde suçlu ilan ediyoruz. Bunlardan dolayı gençlik ateist, deist oluyor, bunlar gençliğin kafasını karıştırıyor diyoruz.

Halbuki İslam'ın yumuşak karnı olan bazı konulara dair yeni izahlar, gençliği İslam'da tutar. Unutmayalım ki ikna edemediğin din bir bakmışsın elimizin altından kayıp gitmiştir. 

Aslında İslam'a en büyük zararı müntesipleri veriyor. Başkası ne kadar uğraşırsa uğraşsın İslam'a zarar veremez, gençliğin kafasını da karıştıramaz. Sahi kaçımıza bakarak birileri Müslüman olma yolunu seçiyor.

Bizim yaşantımız bakarak Müslüman olanlardan geçtim. Bari mevcut Müslüman olanları İslam dairesinde tutabilsek...

Durum bu iken yani sorunun kaynağı biz iken üzerimize toz kondurmuyoruz. 

Hasılı farkında olalım veya olmayalım. Gençlik yol ayrımında.

Mezarda Siyaseti Bırakma Hastalığımız

Bu siyaset denen şey nasıl bir şey ki siyasete giren bırakamıyor. Ölünceye kadar siyaseti bir uğraş olarak sürdürenler var. Örnek mi istersiniz? 

Uzun yıllar genel başkanlık yaptıktan sonra bir operasyonla genel başkanlığı bırakmak zorunda kalan bir siyasetçi, benden bu kadar deyip köşesine çekilmedi. Yerine geçen genel başkanı tarafından banko yerden aday gösterilerek vekil seçildi. Vekil iken hastalandı. Aylarca evinde ve hastanede tedavi gördü. Dışarı çıkamayacak halde iken tekrar vekillik teklif edildi. Bundan şeref duyarım dedi ve kazanacağı yerden aday gösterilip yeniden seçildi. Bir gün bile Meclis çalışmasına katılmadı. Evinde yatarak vekilken vefat etti. Bu kişi öğrenci olsa devamsızlıktan sınıf tekrarına kalırdı ama vekil olunca yattığı yerden hem eski vekillik maaşını aldı hem de yeni vekillik maaşını. 

Biraz daha geriye gidelim. İki genel başkan vardı. Bir tanesi başbakanken uzun süre hastanede yattı. Öldü ölecek derken hastane değiştirilerek biraz kendine geldi. Yürürken zorlanır, ayakta zor dururdu. Hastayım, yatağımda rahat rahat öleyim demedi. Partisinin mitinglerine katıldı. Miting otobüsüne çıkmak için asansör yaptırıldı. Bez bağlanıyor bile dendi. Bu durumda iken bile ölünceye kadar siyaseti bırakmadı. 

Bir diğer siyasi de eski başbakan idi. Ahir ömründe partisi yok denecek kadar oy almasına rağmen partisinin başına geçti. Mitinglerden geri kalmadı. Bunun için de otobüsün üstüne çıkmak için asansör yaptırıldı. Bu da ölünceye kadar siyasetin içinde kaldı. 

Halihazırda siyaset yapan bir genel başkan daha var. 2002 seçimlerinde partisi baraj altında kaldığı için hazirandaki genel kurulda aday olmayacağını ve siyaseti bırakacağını söylemişti. Yanındakiler aman efendim, sensiz olmaz deyince dediği sözü tuttu. Haziranda rakipsiz yeniden seçildi. O gündür bugündür hem genel başkan hem de milletvekili. Yürümekte zorlanıyor. Konuşması birbirine dolanıyor ama hala siyasette. Öyle görünüyor ki bu da mezarda bırakacak siyaseti. Benden bu kadar demediği gibi başarısız olup köşesine çekilmek isteyen bir genel başkana da aman gitme, partini bırakma diyor. 

2002'den beri siyasette başarılı bir performans gösteren bir başka genel başkan daha var. Bu da 2011 seçimlerinden beri son dönemim dedi. Sonra sistem değişikliğiyle hala siyasette etkin bir aktör. Son seçimde ilk defa ikinciliğe düştü. Bu seçime girerken bu benim son seçimim dedi. Anayasaya göre bir kez daha seçilmesi mümkün değil. Ama burası Türkiye olunca son seçimi olup olmadığını 2028'de göreceğiz. Yürümekte zorlanmasına rağmen öyle zannediyorum, bu da mezara kadar siyaset yapacak. 

Yaşını başını almış, genel başkanlığın dışında hiçbir başarısı olmayan ve rakibine karşı girdiği tüm seçimleri kaybeden bir siyasetçi daha var. Halihazırda aktif siyasette değil. Çünkü kaybede kaybede sonunda genel başkanlığı da kaybetti. Buna rağmen köşesine çekilmedi. Kaybettiği genel başkan bir tökezlese yeniden ortaya çıkacak. Bir daha kendisine şans güler mi bilinmez ama yeniden gelen başkan olamasa da yeni genel başkan vekil olur musun teklifi götürürse öyle zannediyorum, bundan o da şeref duyacak ve koşa koşa vekil olacak ve ölünceye kadar vekil ve potansiyel genel başkan olarak siyasete devam edecek.

Hasılı genel başkan olmuş veya genel başkanlığa yükselmiş bir siyasi, ister başarılı ister başarısız olsun, kendiliğinden ve ölmeden siyaseti bırakanın sayısı bu ülkede bir elin parmaklarını geçmez. Bildiğim, partileri baraj altı kaldığı için siyaseti bırakan iki kişi var. Bunlar da Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’dir. Bakalım bir üçüncüsü çıkacak mı? Dördüncü diyelim. Hakkını yemeyelim bir de Erdal İnönü var. O da yaşarken siyaseti bırakmıştı.

14 Nisan 2024 Pazar

Trollerin Dünyasında Kıyas

Sosyal medyada sıkça karşılaştırma yapılan paylaşımları görmek mümkün. Bu tür paylaşımlarda Türkiye'nin 2002 yılındaki durumu ile 2022 yılındaki durumu kıyaslanıyor.

2002 ile 2022'yi karşılaştıran iki sayfalık bir metinde neler yoktu ki... 2002'de şu kadar fabrika vardı, şimdi bu kadar. Ağaç sayısı bu kadardı, şimdi şu kadar gibi. Oranları vermeye gerek yok. Kıyas 2022 yılındaki durumun çok iyi olduğunu göstermek olunca, haliyle 2002'ye göre 2022 yılına kadar her alanda çok şeyler yapıldı denmek isteniyor. Türkiye 2022 itibariyle adeta uçtu, nereden nereye geldi, bunu görün. Görmüyorsanız körsünüz. Gördüğünüz halde takdir etmiyorsanız nankörsünüz deniyor.

Bir ara asgari ücret 2002'de ne kadardı? Bu parayla ne kadar çeyrek altın alınıyordu? Şimdi asgari ücret ne kadar ve bu asgari ücretle ne kadar çeyrek altın alınıyor kıyası yapılıyordu. Simit alımı da eksik değildi. Görüyorum ki simit ve çeyrek altın gerilerde kalmış. Belli ki şimdiki asgari ücretle 2002'nin asgari ücretiyle alınan çeyrek altın alınamıyor. 

İki sayfalık kıyas metnine şöyle üstünkörü bir kez daha baktım. Acaba olumsuzluklara da yer verilmiş mi diye. Nedense 2002'den bu yana hep olumlu gelişmelere yer verilmiş. Olumsuzluklara hiç yer verilmemiş. Mesela faiz oranlarında ne durumdayız? Enflasyon oranlarında nasılız? TL'nin döviz karşısındaki alım gücü ne durumdaydı? Hayat pahalılığında neredeyiz gibi kıyaslara hiç yer verilmemiş. 

Ayrıca niçin 2002 ile 2022 kıyaslanıyor? Eğer illa bu yıllar arasında Türkiye'nin geldiği nokta ile emsal ülkeler kıyaslanmalı. Yine bir ülkenin bir yıl öncesine göre bazı şeylerde artışın olması kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü nüfus artıyor. Nüfus artışına göre diğer şeyler de artmak zorundadır. Bir diğer husus olumlu yöndeki artışlar nüfusa göre ne derece yeterli konusu ise ayrı bir konu. 

Belli ki bu tür kıyas paylaşımlarını yapanlar bir partiye gönül vermiş, o partiyi destekleyen kişiler. Gönül verme ve destekten de öte o partinin trolleridir.

Trol diyorum. Çünkü trollerin dünyasında övmek istediklerinin eksikliklerine yer vermek yoktur. Aksi, raconlarına terstir. Halbuki ikna edici olmanın yolu hem olumlu hem de olumsuz yönlerine değinmektir. Hatta şunlarda başarılı olunmuş ama bunlarda başarısız olunmuştur denmelidir. Böyle dense bu kişiler hakkında doğruya doğru, yanlışa yanlış diyor. Amma objektif adammış dersin. O zaman da bu kimselerin yaptığı trollük olmaz. Trollükte hep iyi, güzel ve olumlu şeylere yer vermek vardır. Diğer olumsuzluklara ise asla yer vermezler. Bu durumda asıl trollerin gözleri kördür dense yeridir.

Troller hiç olumsuza yer vermezler mi? Verirler vermeye. Ama bu olumsuzluklar sevdiklerinin rakiplerine ait olumsuzluklardır.

Neyse trollerin yer vermediği bazı olumsuzluklara da burada ben yer vereyim. Yüksek enflasyonda dünyanın dördüncü ülkesiyiz. Aynı şekilde faiz oranları yönünden de dünyada dördüncü sıradayız. Paramızın değeri ise 193 ülke içerisinde 38.sırada.

Bu üçü yani enflasyon, faiz ve paranın değeri yönünden bugünkü görünümümüz içler acısı ve bir ülke için utanılacak bir durumdur.

Merkez Sağ Partilerinin Akıbeti

Ne kadar çok partimiz olsa da Türkiye'de dört eğilim vardır. Bunlar merkez sağ, merkez sol, İslamcı ve milliyetçi eğilimlerdir. Bu dört eğilimin içinde sağ en fazla seçmen kitlesine sahip. Solun ise belli bir oy potansiyeli var. Ne artar ne de eksilir. Milli Görüş hareketiyle başlayan İslamcılık ise milliyetçi oylardan daha fazla kitlenin oyunu alıyor.

Dört eğilimin aldığı oy oranları 80'den önce böyleydi. 80'li, 90'lı yıllarda ise merkez sağ, ANAP ve DYP ile merkez sol ise CHP ve DSP ile temsil edildi. Merkez sağda aynı tabana hitap eden iki parti olunca, 80 öncesi üçüncü parti durumundaki Milli Görüş çizgisindeki RP, oy yönünden merkez sağ partileri geçti.

2001 ekonomik kriziyle birlikte kurulan AK Parti, merkez sağın ve İslamcıların oyunu alarak merkeze oturdu. ANAP ve DYP silindi. CHP'nin de ana muhalefet olmasıyla DSP bitti.

2000'li yıllardan 2023'e kadar AK Partili hükümetler dönemi. AK Parti adeta tüm partileri sildi süpürdü. CHP oy artıramasa da belli bir kesimin oyunu hep aldı. 

İyi Partinin kurulmasıyla birlikte milliyetçi oylar MHP ve İyi Parti tarafından temsil edilir oldu. Merkez sağa hitap edeceği iddiasıyla siyaset sahnesinde yer alan İyi Parti, dağılma sürecine girince milliyetçilik yeniden MHP tarafından temsil edileceğe benziyor.

Bir diğer milliyetçi oylar daha var ki bunlar CHP içinden çıkan Kürt oyları. DEM belli bir bölge ve ırka hitap etmesi yönüyle milliyetçi parti kategorisine konabilir. 

İslamcılık ise AK Partinin içinde ağırlığını koruyor. Yeni kurulan YRP ise İslamcı oylara hitap ediyor. Şimdiden yüzde yedi oranında bir oya ulaştı. AK Partiden bu partiye oy akışı olacak mı, bunu da zaman gösterecek.

Kürt ve Türk milliyetçiliği ise zaman zaman oylarını artırıp düşürse de bazen iktidarı belirlemede etkin rol oynasa da ne uzar ne kısalır ne iktidar olur ne de yok olur. 

AK Partinin iyice yıpranmasıyla birlikte CHP 2024 mahalli seçimlerinde birinci parti olsa da 2028'de iktidar olup olmayacağını yereldeki iktidar icraatı belirleyecek. Ya iktidar olacak ya da kemikleşmiş oy oranı olan yüzde 25'e gerileyecek.

2028 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine kadar hangi parti ne kadar kendini toparlar hangi parti yıpranır hangi parti yok olur, başka hangi partiler kurulur, kurulan partiler ne kadar varlık gösterir, seçime hangi ittifaklar ve hangi liderler ortaya çıkar bilinmez. Ama şu var ki 22 yıllık AK Parti iktidarının erime sürecine girdiği muhakkak. Erimeyi durdurup tekrar iktidar olur mu? Bunu da göreceğiz. Yalnız erime sürecine giren sağ partilerin bir daha kendini toparlaması ve parti olarak kalması zordur. Türkiye'nin geçmiş sağ partileri buna en güzel örnektir. Çünkü merkez sağ seçmen tabanı hep olsa da merkez sağ partiler bir CHP gibi değil. CHP Cumhuriyet ile yaşıt ve merkez sağ partilere göre daha kurumsal. Merkez sağ partiler ise lider partisidir. Bu partileri lider kurar, lider iktidar yapar, lider yok eder gider. ANAP ve DYP buna örnektir. 

Her ne kadar dört eğilimi birleştirme iddiasıyla kurulsa da ÖzaL'ın ANAP, bir merkez sağ partisi idi. Özal kurdu, Özal iktidar yaptı. Parti yıpranma ve erime sürecine girince, Özal Cumhurbaşkanı oldu. Yerine geçen Mesut Yılmaz ise koalisyon hükümetlerinde yer alsa da 2002'den itibaren tabela partisi oldu. 

Demirel'in kurduğu DYP ise 91 yılında Erdal İnönü'nün SHP'si ile koalisyon kurdu. Özal'ın vefatıyla Demirel Cumhurbaşkanı oldu. Yerine geçen Çiller ise tıpkı Mesut Yılmaz gibi 2002'de partisini baraj altında bıraktı ve siyaseti bıraktı. Partinin başına geçen Ağar, Cindoruk, Soylu partiyi erimekten kurtaramadı. Bugün DYP de tıpkı ANAP gibi tabela partisi. 

AK Parti kurulup iktidar olunca da bu parti konjektör parti. Bu da ANAP ve DYP gibi yok olur dendi. AK Parti yetkilileri ise biz o partiler gibi değiliz dedi. Başında Erdoğan'ın olduğu parti kuruluşundan bu zamana geldi. Bugün hala iktidar. Bu partinin de lider partisi olup olmadığını 2028 seçimlerinde alacağı oy belirleyecek. 

AK Partililer biz konjektör partisi değiliz, Türkiye partisiyiz dese de merkez sağ partilerin lider partisi olması, kurumsallaşmaması gibi yönleriyle bu tehlikeyi içinde barındırıyor. 

AK Parti önce eriyip sonra yok olursa merkez sağ kaybolacak mı? Kaybolmaz. Yerine yeni kurulan sağ parti bu kitleyi temsil etmeye devam eder ama iktidar olarak ama muhalefet olarak. 

Acizane, başında kurucu lider olmasına rağmen erime sürecine giren AK Partinin, Erdoğan'dan sonra tıpkı ANAP ve DYP gibi tabela partisi olacağını düşünüyorum. Çünkü sağ partiler liderle kurulur, liderle büyür, liderle geriler, ardından yok olur. Bu da merkez sağ partilerin konjektör parti olduğu anlamına gelir. 

13 Nisan 2024 Cumartesi

Sübyan Kursları da Varmış!

Bursa'da halk eğitim sübyan kursları varmış. Bu kurslar kapatılmış, Kur'an öğreticilerinin işine de son verilmiş. Bir ders verelim diyenler verdiğimiz dersi görün türünden bugünlerde paylaşımların ardı arkası kesilmiyor.

Bu paylaşımın aslı astarı var mı diye düşünmeden edemedim. Çünkü paylaşım yapanlar öyle böyle değil, okumuş kelli felli insanlar. Öyle her gördüklerimi paylaşmazlar diye düşünüyorum. Hele algı oluşturmak istemezler. Çünkü her algıda zan, iftira, töhmet ve çamur atma vardır. O yüzden böyle paylaşım yapmazlar.

Yalnız bu paylaşımda bir gariplik var. Bildiğim kadarıyla;

1.Sübyan kursları diye bir okul ve kurs türü yok. Selçuklu ve Osmanlılarda küçük çocukların okuduğu sıbyan mektepleri vardı. 5-6 yaş çocukları okurdu. Eğitim süresi de dört yıl idi. Bu okul türü Tanzimat'a kadar sürdü. Yerine idadi adı verilen zorunlu ilkokul kondu. Yani bu tür okul, mektep ve kurs türü tarihte kaldı.

3. Bir diğer husus, Osmanlıdaki 5-6 yaş grubunun okuduğu okullara sübyan değil, sıbyan mektebi denirdi. TDK çocuklar anlamında sübyan kelimesini kabul etse de okul türleri arasında sübyan diye bir okul türü ve ismi yok. Bunun adı sıbyan mektebidir.

3.Günümüzde milli eğitim ve Diyanet'e bağlı okul, kurs adı altında eğitim ve öğretim var. Mektep diye bir kavram yok. Bu kelime "Mektep, medrese okumuş" anlamında birine iltifat için kullanılır.

3.Halk eğitim merkezleri ilçe milli eğitimler bünyesinde yaygın eğitim faaliyetinde bulunan merkezlerdir. Milli eğitime bağlıdırlar. Milli eğitim ve kaymakamlıktan onay almak şartıyla Hayat Boyu Genel Müdürlüğünün kabul ettiği her türlü kursu açabilirler. Burada görev yapan usta öğreticilerin maaş ve ücretini de Milli Eğitim Bakanlığı karşılar.

4.Belediyeler halk eğitim bünyesinde açılan herhangi bir kursun açılışına, kapanışına onay da veremez, kapatamaz da. Buraların işleyişine de karışamaz. Buraların açılış, kapanış ve işleyişine milli eğitim müdürlükleri bakar. Belediyeler okul, kurs türünden açılacak yerler için yer ve bina tahsis yapmış olabilir. Bunu da belediye ile milli eğitim veya kaymakamlık, valilik arasında bir protokol ile yapar. Belediye böyle bir sübyan kurslarını kapatmışsa, yer veya binanın tahsis süresi sona erdiği için belli süre ile kullanıma verilen yerin boşaltılmasını istemiş olabilir. Belki kendisi o yeri veya binayı başka bir amaç için kullanacaktır. Ya da protokolü yenileyelim demektir. Bunun adı da kapatma olmaz.

5.Paylaşımcıların sübyan kursları diye bahsettiği Diyanet’in 4-6 yaş çocuklar için başlattığı kurslar ise 4-6 yaş Kur’an Kursları da Diyanet’e bağlıdır. Yani belediye bu kurslara da karışamaz.

Durum bu iken önünü ve arkasını düşünmeden, doğru-yanlış demeden bu paylaşımın ve bu paylaşımı yapanların murat ve maksadı ne olabilir? Paylaşımlarının altına bunu da yazsalar da öğrensek...

Bursalılar! Ne oluyor Bursa'da? Bu meselenin iç yüzünü en iyi sizler bilirsiniz. Yazın da bilelim. 

Kamu-Özel Uçurumu

Ramazan bayramı münasebetiyle özel sektörde çalışan bir akrabam bayramın üçüncü günü ziyaretime geldi. 

Hoşbeşten sonra biz de cumartesi sizin o taraflara geleceğiz. Evde misin? Belki uğrayabiliriz dedim. Akşam 16.00'dan sonra evdeyim dedi. Hayırdır dedim. Yarın bizim işbaşı dedi. Size tatil yok mu dedim. Yok dedi. Olur mu öyle şey dedim. Bayram öncesi kamu çalışanları bir buçuk gün idari izinli sayıldı. O gün de çalışaydınız dedim. Arife günü saat 13.00'e kadar çalıştık dedi. Ne olurdu, size de tatil verselerdi dedim. Biz özel sektörüz. Vermezler dedi. 

Vardiya usulü çalışan akrabam, kamu çalışanları dokuz gün tatil yaparken cumartesi işbaşı yapacağı gibi pazar günü de çalışacak. Çünkü burası özel sektör. Belki her özel sektör böyle olmayabilir. Belki bazıları tıpkı kamu çalışanlarına verildiği gibi çalışanlarına dokuz gün tatil vermiş olabilir. Bu şekil olan firmaların sayısının az olduğunu düşünüyorum. Bilinen bir gerçek var ki bu ülkede özel sektörün büyük çoğunluğu üç buçuk gün tatilin ardından yeniden işbaşı yaptı.

Tamam, kamu ile özel sektörün şartları aynı olmasın. Özel sektörün iş ve işleyişi farklı olsun ama bu kadar da uçurum olmasın. Özel sektör sahipleri, çalışanlarına tıpkı kamu çalışanlarına verildiği gibi dokuz gün tatil verseler herhalde ölmezler ve kıyamet de kopmazdı. Hatta çalışanlarına büyük moral olurdu. Patronlar, sağ olsun bize de aynı tatil hakkını verdiler. Var olsunlar deyip bayramlarını herkes gibi bir güzel yaptıktan sonra tatil dönüşü mesailerine dört elle sarılırlardı. Moralle işe başlandığı için işyerinin üretim yönünden verimi de artardı. İşçi, çalıştığı yeri kendi işyeri bilirdi. 

Niçin özel sektör çalışanlarına da dokuz gün izin verilmeliydi? Çünkü bu ülkede elleri öpülecek bir kesim var ise asgari ücretle çalışan özel sektör çalışanlarıdır. Onlar bu ülkenin yüz akıdır. Alın terleterek, sabah akşam emek sarf ederek üretim yapan kesimdir onlar. Kaç ayın ardından gelen büyük bayram onlar için iyi bir dinlenme fırsatı olmalıydı.

Diyelim ki özel sektörde izin patronun iki dudağının arasında. Kolay kolay vermez. Devlet ne güne duruyor. Pekala tatil kararı alırken kamu-özel çalışanları dokuz gün tatil yapacak diyebilirdi. Özel sektör de bu karara uyacaktı.

Bildiğim kadarıyla bazı siyasi partiler kamu ve özel sektör çalışanları arasında çalışma ve özlük haklarını düzeltmek, aradaki uçurumu kaldırmak için eskiden her seçim öncesi seçmene vaatte bulunurdu. Son yıllarda duymaz olduk.

Son yıllarda kamu ve özel sektör arasındaki uçurumu kaldırma vaatleri duyulmaz olsa da ne yapılıp edilip bu konunun masaya yatırılmasında fayda var. Ya kamu çalışanlarının şartları özel sektöre ya da özel sektör çalışanları kamu çalışanlarına özlük hakları ve çalışma şartları yönünden yaklaştırılmalı ve bu iki sektör orta bir noktada buluşturulmalıdır.

12 Nisan 2024 Cuma

Tavşanını Kaybeden Yetim

Efendim, bugüne kadar hiç yenilmemiştiniz. İlkini tattınız. Nasıl bir duygu?

Zormuş zor. Allah ne dostuma versin ne de düşmanıma.

Bu yenilgi nereden çıktı? Neyi eksik yaptınız?

Bizim eksikliğimiz yok. Biz her zamanki gibi maçımıza hazırlandık. Onca olumsuzluğa rağmen yine favori idik. 

Nasıl oldu bu?

Suç rakiplerimizde.

Ama efendim, rakipleriniz birlikte hareket etmedi. Onların her biri çil yavrusu gibi dağıldı. Siz ise yine ittifakla girdiniz maça. Bu sefer de zafer banko değil miydi?

Bizim zafer karşı ittifakın başını çeken kişiye endeksliydi. Biz onunla defalarca maça çıktık. Her maçı açık ara önde bitirdik. Bu son maçta rakibimiz su koyuverdi. Daha doğrusu çekip gitti. Daha doğrusu gönderildi. O kalaydı, zafer yine bizimdi. 

Ama siz o rakibi çok eleştiriyordunuz. 

Bakmayın eleştirdiğime. O çok iyiydi. Çünkü tam dişimize göreydi. 

İyi de bir önceki son maçta ona güle güle dediniz. 

Ne bilirdim gideceğini. Bizi bırakıp gidemez sandım. Yetim kaldık. O gidince ne yapacağımızı şaşırdık. Ama bırakıp gittiğine bin pişman. Daha doğrusu bize bir maç daha kazandıramadığına çok üzgün. 

Yerine gelen bir şey yapmadı. Üstelik birbirlerine düştüler. Sizin için yeni bir galibiyet çocuk oyuncağı değil miydi? 

Öyle de önceki, nazarımızda tavşan mesabesindeydi. Gelir gider, biz onu döverdik. Ne kadar dövsek de biz ondan, o bizden memnundu.

Tavşan?

Bilirsiniz efendim tavşan hikayesini. Ormanın kralı aslan her sabah içtimaında kravat takmadığı için tavşanı yanına çağırırmış. Nerede len senin kravatın deyip tavşanı bir güzel dövermiş. Bu durum Allah’ın günü böyleymiş. Ne tavşan kravat takarmış ne de kral bu dayaktan vazgeçermiş. Bir gün yardımcıları krala, efendim, şu gerekçeyi değiştirelim artık. Yine tavşanı dövün dövmeye ama farklı bir gerekçe bulun demişler. Kral, yarın onu sigara almaya gönderelim demiş. Efendim, tavşan gider sigarayı getirirse nasıl döveceksin demişler. Kral, sigarayı filtreli alırsa niye filtresiz almadın der, döveriz. Filtresiz alırsa niye filtreli almadın deyip yine döveriz demiş. Bu gerekçe herkesin aklına yatmış. Ertesi gün sabah içtimaına tavşan gelince, kral yine her zamanki gibi onu yanına çağırmış. Tavşan da koşarak gelmiş ve her gün dayak yemeye alışkın olunca vursun diye yüzünü krala çevirmiş. Kral, al şu parayı, bana sigara al gel demiş. Parayı alan tavşan tam gidecekken geri dönüp krala, efendim, sigaranız filtreli mi olacak yoksa filtresiz mi deyince, akşamki gerekçesi suya düşen kral, gel len buraya, diye tavşanı çağırmış ve nerede senin kravatın diyerek tavşanı bir güzel pataklamış. Hasılı dişimize göre olan bu tavşan gidince bizim mağrur bir edayla attığımız dayak faslı da böylece sona erdi. Durum bundan ibaret. Bilmem anlatabildim mi?

Anladım efendim. Siz dişinize göre yeni tavşan arıyorsunuz. Mağlubiyetiniz de bundan.

Bu arada hep dövdüğümüz tavşan iki idi. Maalesef ikincisi de köşesine çekilmeye hazırlanıyor.

Desene bu durumda sizi ben bile kurtaramam.