12 Nisan 2024 Cuma

Var'a Yabancı Hakem

Ali Koç şov yapsa da istekleri yerine getirilmeye devam ediyor. Çünkü etkili bir aktör. Nasılsa dur, sen ne yapıyorsun diye yok. O da kaşıdıkça kaşıyor.

Ali Koç sesini çıkarmadılar birlikte Futbol Federasyonu seçimli kongre kararı aldı.

Federasyon ikinci karar daha aldı. Bazı kritik maçlarda yabancı hakem görevlendirmesi yapılacak. 

Gelecek yabancı hakemler de 'var'da görev yapacakmış.

İstekleri bir bir yerine getirilen Ali Koç bu kararlardan memnun kalacak mı? Sanmıyorum memnun kalacağını. Suudi Arabistan' da Süper Kupa maçını oynamamak için istek üzerine istek öne sürdüğüne göre istekleri yine bitmeyecek. Şimdiden Federasyonun aldığı seçim tarihini öne çektirmek için bir uğraşın içine girdi. 

Öyle zannediyorum Ali Koç'un bu istekleri bu sezonun lig kupasını FB kulübüne götürünceye kadar devam edecek. Çünkü başkanlığını yaptığı kulübün altıncı yılında bu kupayı FB müzesine götürmeyi izzeti nefis meselesi yaptı. İşin garibi Ali Koç bu isteklerinde yalnız değil, FB'li sporseverlerin çoğu Sayın Koç'u bu mücadelesinde haklı buluyor. Zaten Koç da desteği bu taraftar kitlesinden alıyor. 

Bu sezonun sonunda FB şayet şampiyon olamazsa işte o zaman Ali Koç ve FB taraftarını tutmak mümkün değil. Endişem bu sezon sonunun iyi bitmeyeceği yönünde. Çünkü kalabalıklarla oynamak kadar tehlikeli bir şey yok. Kalabalıkların ise aklı olmaz. 

Yeniden 'var'a yabancı hakem görevlendirmesine dönersek, bu karar ve tavır kendi hakemlerimize güvensizliğin bir göstergesidir. Bizim hakemlerle olmuyor, gelin bu işi siz yapın demektir. Bizim hakemler beceriksiz veya taraflı demektir. Biz kendi hakemlerimize güvenmiyoruz demektir. Elbette hakemlerimizde sorun var. Ama bunun yolu yabancı hakem olmamalıydı. Ayrıca hangi bir kurum ne kadar iyi de merkezi hakem komitesi kötü. Al birimizi, vur ötekimizi. Yok aslında birbirimizden farkımız. Çünkü bir yerde aksama varsa benzer aksaklık diğer taraflarda da var. 

Yabancı var hakemini tasvip etmesem de bu ülkede olup bitenleri garipsemiyorum artık. Adeta tüm kurum, kuruluş, camia hep birlikte deveyiz deve. Tek eksiğimiz, kendimizde eksikliğin olduğunu görmemek. Hep suçu karşı tarafta görmek. 

Yabancı var hakem atamasını garipsiyorum dedim. Çünkü tüm takımlarımızda o kadar yabancı futbolcu var ki Türk futbolcusundan daha fazla. Bu kadar yabancı futbolcuya varsın yabancı hakem de olsun. Yakışır da üstelik. 

Bu ekonomik krizde yabancı futbolculara giden paradan ve yeni görevlendirilecek yabancı var hakemleri ekonomiye ayrı yük getirecek falan demiyorum. Varsın gitsin paramız dışarıya. Birileri düşünmüyorsa ben mi düşüneceğim?

Yabancı var hakemi derdimize derman olacak mı? Daha doğrusu Ali Koç ve peşinden gidenleri memnun edecek mi? Her şey FB'nin şampiyonluğa uzanmasına bağlı. Şayet FB şampiyon olamazsa yabancı var hakemleri de topun ağzında olacak. Ötesi kurtarmaz. Bunca vaveylanın başka izahı da olamaz.

Yazımı bitirirken şunu da söyleyeyim. Yabancı hakemler gördüğünü çalar, maçı ve pozisyonları kurallara göre oynatır ve adalet uygulamaya kalkarsa işte bu, yandığımızın resmidir. Çünkü şampiyonluğa oynayan iki takım olan FB ve GS’nin en nefret ettiği şey maçlarda adaletin uygulanmasıdır.

Unutmayalım ki var'da görevlendireceğimiz yabancı hakemleri kendimize benzetmezsek, var'da yabancı hakem ancak bugüne kadar hep mağdur olan Anadolu takımlarına yarar. 

Oh Be Dediğim An

Sizi bilmem ama bana dünyanın en büyük nimeti nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden tereddütsüz banyo yapmak daha doğru banyodan sonraki hayat derim.

Ne alaka? Onca nimet arasında bunu mu buldun demeyin. Elbette nimetler say say bitmez. Ama banyo yapmanın ve banyodan sonra rahatlamanın keyfi ve zevki başka. Anlatılmaz ancak yaşanır. 

Banyo ihtiyacımız olduğu zaman of daha banyo yapacağım dediğimiz ve banyo için üşendiğimiz olur.

Banyoya girdikten sonra su dökünmek, sabunlanmak, sürtünmek ayrı bir meşakkat. Hele bir de kilonuz varsa sırtın her bir tarafını elimizle ovalamak ayrı bir sıkıntı ve zorluk. 

Ne kadar üşensek de banyo bir ihtiyaç. Üşene üşene banyoya girdikten sonra iyi ki banyo yapmışım diyorsun. 

Tepeden tırnağa bir güzel suyunu dökünüyorsun. Lifin arasına sabunu koyarak baştan başlayarak vücudunun her bir tarafını defalarca sabunluyorsun. Ardından lifi bırakıp ellerinle vücudunu ovuyorsun. 

Ardından tekrar su dökünüp vücuttaki sabun köpüklerini giderip de her bir damlası para olan atık suya gönderiyorsun. Ne kadar atığa su gönderdin o kadar su ve atık parası. Kullandığın bir de 15 tonu geçiyorsa su parası katmerli gelir. Çünkü belediyeye göre zengin statüsüne geçiyorsun. 

Neyse gelelim banyoya tekrar. Sabunla iyice yumuşayan vücut gel beni ellerinle ov diyor. Tırnaklarınla vücudunu bir güzel tırmalıyorsun. Tırnaklarınla derini kaşıdıkça vücuttaki yağın yerini duruma göre kalıp kalıp kire bırakıyor. Tırnaklarını kullandıkça derinin üzerini kaplamış, vücuttan bir parça olmuş kirler çıkıyor. Teninden kir çıktıkça oh be, dünya varmış, iyi ki banyo yapmışım diyorsun. Daha da çıksın diye tırnaklarınla tüm vücudunu kazıyorsun. Vücudun kırmızı beyaz bir hal alıyor.

Duruma göre iki üç defa sabunlanıp sürtündükten sonra yeter belediyeye para kazandırdığım ve vücuduma yaptığım eziyet deyip üzerine bir su daha dökünüyorsun. Ayaklarını yıkayıp banyodan çıkıyorsun.

İşte bu an kuş gibi hafiflediğin, derinin yenilendiği andır. Artık vücudunda bir gram yağ ve kir kalmamıştır. Koku dersen zaten kalmaz. Üstelik mis gibi kokarsın. Kaşıntıdan eser de kalmaz.

Kir ve yağla beraber ağırlaşan vücut tüm kirini banyoya bıraktıktan sonra bir güzel kurulanıp üzerini giyiniyorsun. Artık senin için sevinç ve mutluluğun sınırı yoktur. Adeta yeniden doğmuş gibi oluyorsun. Vücudundaki kırgınlık ve üşengeçlik de banyoda kalmıştır. İçin içine sığmayan sevinç seni adeta uçuracak noktaya getirir. Adeta dinçleşirsin.

Hasılı banyo  böyle bir şey. Rutinden de öte bir şey bu. İnsanı dünyaya yeniden doğmuş gibi yapan şeydir. O yüzden dünyanın en büyük nimeti dense yeridir.

Bu yazıyı cuma öncesi yıkanıp bir güzel rahatladıktan sonra cumaya kadar ne yapayım derken kaleme aldım. Ezan da okunmaya başladığına göre haydi bana müsaade.

11 Nisan 2024 Perşembe

Camileri Niçin Kur'an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz Yazıma Gelen Tepkiler (2)

Bu yazımda da “Camileri Niçin Kur’an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz” başlıklı yazıma gelen okuyucu yorumlarına ve verdiğim cevaba yer vermeye devam ediyorum.

Bir başka okurun yazıma getirdiği eleştirisi:

“Bir sorun var doğru. Ama sorunun çözümü noktasında yapılan tespitler öznellik içeriyor. 

Camilerimiz, pandemiden sonra ciddi anlamda cemaat sıkıntısı çekiyor. Evvela camilerin doldurulması noktasında neler yapılabilir bunun tespiti yapılmalı.

Saniyen, her imam hatiplik yapabilen kuran öğretecek, din öğretimi noktasında öğretmenlik yapacak dersek, pedagojik açıdan hata ederiz. Bu işin sabrı ve yetkinliği ayrı bir uzmanlık istiyor.

Nice meslek dersi öğretmeninin vaaz vermekten uzak durması, hutbe irat etmekten hatta namaz kıldırmaktan çekinmesi gibi diyeyim siz anlayın.

Bir de bir imam nasıl olur da bayanlara, 4-6 yaş gibi ayrı bir alan olan çocuklara kuran öğretebilsin?

Camiiler ve Kuran kursları farklı görevleri olan ayrı ayrı yapılardır. Aynı kurum içinde olmuş olmaları aynı vazifeyi yaptıkları anlamına gelmez. Emniyet ve Jandarma kurumları gibi…” (Ramazan Uyar)

Bu eleştirel yoruma verdiğim cevap:

Ramazan Uyar kardeş, eğitim ve öğretim sosyal bir ihtiyaç. Sosyal olaylarda tek doğru olmaz. Birden fazla doğru vardır. Önerim bir projeye dönüştürülebilir. Motamot aynı olacak diye bir şey yok. Bu yazı bir sorunu ele alıyor.

Getirilen öneriler ufuk açıcı olarak görülebilir. Özellikle cami ve Kur'an kursunun ortak mekan olmasını savunuyorum. Allah'ın evinde Kur'an öğretilmesi kadar doğal bir şey olmaz. Mekan birliği Ashabı suffeyi günümüzde diriltmek demektir.

Bahsettiğin sorunlar aşılabilir. Öğrencisi çok olan kurslar müstakil binada eğitim görebilir. 4-6 yaş öğrencileri için de ayrı bina düşünülebilir. Bu proje özellikle öğrencisi az olan kurslar için uygulanabilir.

Cami görevlileri de İHL ve ilahiyat mezunu. Pekala birbirlerinin görevini yerine getirebilir. Meslek dersleri öğretmenleri tıpkı ders verme gibi vaaz da verebilir. İlk başta acemilik elbette olur. Ama zamanla atlatılır. Büyük kurslarda son yıllara gelinceye kadar cami imamları çocuk okutuyordu. Bence her cami imam ve müezzini aynı zamanda kurs hocalığı yapabilir.

4-6 yaş öğrencilerine öğretici olanlar için istisnalar kaideyi bozmamakla beraber İHL ve ilahiyat mezunu olmayı yeterli görmüyorum. Buralar için anaokulu veya ilkokul sınıf öğretmeni seviyesinde ilahiyata benzer fakülteler açılmalı. Bu okullardan mezun olanlar bu çocuklara öğreticilik yapmalı. Ki ilkokul, ortaokul ve lise din kültürü öğretmenleri de her kademe seviyesinde ayrı ayrı branşlaşmalı. Çünkü çocuğun seviyesine inmek önemli.

İmamların kurs hocalığı yapması konusuna tekrar dönersek, verim olmaz derseniz pekala ayrı kurs hocaları çocukları camilerde okutabilir. Böylece mekan birliği sağlanmış olur. Bayanlara bayan hoca, erkeklere erkek hoca ayarlanabilir.

Bu konu proje haline gelirse camilerin cemaati de artacaktır. Çünkü küçük ve büyükler öğle ve ikindi namazlarında yan yana saf tutacaktır.

Pandemiyle birlikte cemaatin azaldığı, tek başına sebep olmasa gerek. Keşke dediğiniz gibi olsa. Bu konu araştırılmaya değer. Zira toplum hiç olmadığı kadar dine mesafeli.

Camileri Niçin Kur'an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz Yazıma Gelen Tepkiler (1)

“Camileri Niçin Kur’an Kursları ile Birleştirmiyoruz” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyla, cemaat yönünden garip kalmış camileri yine öğrenci eksikliği çeken kursları aynı çatı altında birleştirmeyi, ayrı ayrı bina, ayrı ayrı görevli atama, cami ve kursların ısınmasında tasarruf edilmesini kastetmiştim. Bu yazımı bir arkadaş sosyal medyasında paylaşmış. Yazının üzerine de kendi yorumunu eklemiş. Bu yazımda bu yazıma gösterilen tepkilerin bir kısmına ve verdiğim cevaplara yer vereceğim.

Ramazan  abim, çuvaldızı kendimize batırarak ülkemizdeki israfın sebeplerinden birini çok güzel tarif etmiş ve buna karşı nasıl bir önlem alınacağını da açıklamış.

Lütfen, "Sadece camilerimiz ve Kur'ân kurslarımız mı israfa sebep oluyor? İsrafa sebep olan başka şeyler yok mu?" diyerek karşı çıkmayın. Siz de kendinize göre tespit ettiğiniz başka israf kanallarını yazın.

Mesela konserlere harcanan devletin paralarını, muhtarlara ödenen asgarî ücret ve sigorta giderlerini, ayrıca muhtarlık binasının tüm masraflarını, Külliye ve makam odaları başta olmak üzere devlete ait binalardaki lüks ve şatafatı, basit bir okul müdürü odasının saray yavrusu gibi olmasını falan ekleyin ama bu yazıda anlatılanlara da lütfen karşı çıkmayın. Çünkü kendisi de hafızlık eğitimi alıp tamamlamış olan bu yazının sahibinin dinî gayretinin itiraz edeceklerin tamamından daha yüksek olacağına kefilim”. (Rıza Bozdağ)

“Ramazan Yüce her ne kadar hafız olsa da olaya hem yüzeysel yaklaşmış hem de kurs ve camilerin işleyişini hiç bilmediği aşikar. Bu tespitlerdeki eksikliklerin nedeni  yazıya konu ettiği bir kurs veya camideki uygulamayı tüm Türkiye’deki isleyişin aynı olduğunu zannettiğinden kaynaklanıyor. Örnek olarak verdiği ve ayakkabılıkta namaz kılınıyor dediği uygulamanın kendisi de yazısında tasarruf demiş bunu niye eleştiriyor ki? Ayrıca ayakkabılık dediği yerler ya imam odası ya da kütüphanelerdir ve sadece sabah namazlarında kullanılır. Tamam belirtilen konularda isleyişlerde bazı eksiklikler olabilir ama bu herkesin ulu orta tam bir bilgi sahibi olmadan tartışmaya açması gerçekçi olmayacaktır, burada olduğu gibi ben de yazdım anlayışında olacaktır. (Mehmet Keser)

Mehmet Bey’in eleştirisine verdiğim cevap:

Mehmet Bey! Yazdığım yazıya getirdiğim öneriler kendime ait görüşlerdir. Tek doğru budur iddiasında değilim. Eleştirin için teşekkür ederim. Ben konu edindim. Siz de anladığım kadarıyla işleyişin içinden biri olduğunuz için eleştiri getiriyorsunuz. Aksayan yönlerinin olacağını belirtiyorsunuz. Ben dışarıdan gören biriyim. Bu vesileyle fikir teatisinde bulunmuş oluyoruz. Bu konuyu laf olsun ve yazmış olmuş olmak için yazmadım. Dert edindiğim için ele aldım. Benim getirdiğim bu önerilere, camiler Mescidi Nebi işlevine kavuşacak. Çok amaçlı kullanılacak. Allah'ın evi ile Kur'an ve çocuklarımız iç içe olacak. Her şeyden öte ısınma problemi ve sorunu çözülmüş olacak. Camilerimiz sabahtan akşama ısı problemi çekmeyecek. Tasarruf sağlanacak. Ayrı ayrı yerlere kurs binası dikilmeyecek. Tek ısınmayla hem kurs öğrencileri hem de cami cemaati ısınmış olacak. Elbette eğitim için masraftan kaçınılmaz ama tasarruf bizlerin en önceliği olmalı ve küçümsenmemeli. Ecdadımız her büyük caminin yanına hamam yaparak hamamda 24 saat sıcak su olduğu için bu sıcak suyu caminin altından geçirerek camilerin ısınmasını sağlamıştır. Günümüzde niçin böyle bir şey düşünmeyelim. Ayrıca başka camileri bilmem ama benim namaz kıldığım camilerin mahfili ayakkabılık. Üstelik sadece sabah namazında değil, cuma hariç tüm vakit babaları kış mevsiminde burada kılınıyor. Neden böyle bir yer seçilmiş. Cemaat az ve ısınma problemini aşmak ve masrafı azaltmak için yapılıyor. Her ısınma masrafı için de boş kalan cumalarda sergi açılıyor. Bir diğer husus, cami ve Kur'an kursu mekan birliğinde camiler aktif olarak kullanıldığında ve buralarda cami görevlileri ders verdiğinde toplumun büyük bir kısmında bu imamlar ne iş yapıyor. Bunların mesaisi ne kadar gibi eleştirilerin de önüne geçilmiş olacağını düşünüyorum.

“Ramazan Yüce! Öncelikle bu kadar güzel üslubunuz ve davranışınızdan dolayı tebrik ve teşekkür ederim. Bunu sosyal medyada kaybolan bir davranış olduğu için söylüyorum.

Ortaya koyduğunuz konu, zaman mekan yer olarak farklılık gösteren bir konu olduğu için herkesin yaklaşım biçimi, dünya görüşüne göre değişeceğinden dolayı farklı bakış açıları olması kaçınılmazdır. Aslında bu konuda müftülükler gereksiz lüzumsuz işlerle uğraşmak yerine hem üzerlerine atılmak istenen suçlamaları ortadan kaldırmak ve hem de doğru davranışları bulmak adına özellikle diyanet camiası dışından katılımlarla sempozyumlar ve seminerler düzenleyebilir. Tekrar teşekkür ediyorum kolaylıklar iyi bayramlar”. (Eleştirisine verdiğim cevaba binaen Mehmet Keser Bey’in cevabı)

(Okuyucudan gelen tepkiye devam edeceğim.)

Gizli Ajandası Olan Misyon Sahipleri

Amme adına iş yapanların bir misyonu olması gerek. Misyonu olmayan kişinin; ülkeye, birlikte iş yaptıklarına ve destekçilerine bir faydası olmaz. Hatta zararı olur. Yalnız misyonu olan kişilerin gizli ajandası olmaması gerek. Neye, kime hizmet ettiği, kimin adına çalıştığı, amaç ve gayesinin ne olduğu net bilinmelidir.

Piyasaya çıkmış insanların ne amaç için çıktığını, gizli ajandası olup olmadığını bilme imkanımız yok. Çünkü kimsenin niyetini okuyamayız. Böyle gizemli kişileri ancak sonuçları itibariyle değerlendirebiliriz.

Ne demek istediğimi biraz açayım. Mesela bir siyasi parti niçin kurulur veya bir kişi niçin parti kurar ya da partiler ittifak için niçin bir araya gelir? Bu soruya herkesin vereceği cevap, bu parti ve ittifak iktidar olmak için kurulur. Partinin başındaki kişi de Cumhurbaşkanı olmak için partinin başında olur denir. Eğer partinin başındaki kişi iktidar olmamak ve Cumhurbaşkanı olmamak için uğraşırsa burada başka şeyler aramak, bu kişinin gizli ajandası olduğunu düşünmek gerek.

Biraz daha açayım. Mesela rakibine karşı bugüne kadar girdiği tüm seçimleri kaybeden bir kişinin, güçlü rakibine karşı denk veya daha güçlü bir rakiple seçime girmesi gerekirken -ki rakibinden daha fazla oy alacak adayları varken- bir kez daha yenileceği ayan beyan ortada iken adaylık için kendisini dayatması ve gayesinin kendisini kazandırmaktan ziyade rakibini kazandırmak olduğu anlaşılmaz mı?

Kurduğu ittifakın bir komedi ittifakı olduğu, kazanmayı değil, kaybetmeyi hedeflediği, ittifakın birbirine yabancı, birbirinin dilinden anlamadığı, ittifak üyelerinden hiçbirinin maçı kotarma gücü ve özelliğinin olmadığı, ellerine kadar gelen iktidar imkanını altın tepsi içinde rakibine sunduğu ortada değil mi?

Rakibinin en zayıf olduğu anda rakibi maçı kotaracak ve oy getirecek partilerle ittifaka girerken getirisi yüzde bir bile olmayan dört partiyi ittifakına alması ve bu partilere kendi partisinden 40 kadar garanti vekillik vermesi neyle izah edilebilir?

İttifakına aldığı parti liderinin seçime ramak kala masadan kalkması, ağzına geleni söylemesi, sonra masaya yeniden oturması oy mu getirdi yoksa mevcut oyları kaçırmadı mı?

İttifaka dışarıdan destek veren parti yetkililerinin ve adı geçen partinin dağ kadrosunun seçim öncesi açıklamaları seçim kazanmaya mı yönelik yoksa kaybettirmeye mi?

İttifaka giren parti yetkililerinin Cumhurbaşkanı yardımcısı olacaklarına dair açıklamaları, ülke yönetiminde oy birliğiyle karar verilecek yoksa kriz çıkar demeleri, İHA ve SİHA gibi göğsümüzü kabartan gelişmelerin eleştirilmesi, önüne gelen herkese makam ve mevki verileceğine dair gizli protokollerin ortaya çıkması, halamı oy vermeye ikna edemiyorum açıklamaları sağduyulu, basiret ve feraset yoksunluğu değil mi?

Hasılı ittifakta yer alan, seçime etkisiz eleman olarak giren, 8-10 vekile tav olan dört partiyi saymazsak, ittifaka oy getirecek büyük ve küçük iki parti liderinin bir misyon için partilerinin başında olduğu açık. Şimdi bu iki lider nerede ve ne yapıyor?

Kendisini aday olarak dayatan lider, partisinin genel başkanlığını kaybetti ve köşesine çekildi. Kendisi liderliği kaybettikten sonra yeni genel başkan daha bir şey yapmadan girdiği ilk seçimde tek başına Türkiye’nin birinci partisi oldu.

Masadan kalkıp tekrar masaya dönen ise eliyle kurduğu partiyi dağıtmakla meşgul. O da köşesine çekilecek. Öyle zannediyorum bu iki lider, 2023 seçimlerinde rollerini en iyi şekilde yerine getiren iki lider olarak tarihe geçecek ve geri kalan ömürlerini huzurla geçirecekler. Nasıl huzurlu olmasınlar? Ne de olsa misyonlarını yerine getirmiş oldular. Haklarıdır huzurlu olmak. Herkes nezdinde olmasa da bu iki misyon insanı hizmet ettikleri kişiler tarafından hep hayırla yad edilecek: Rakip olarak girdiği tüm seçimleri sayesinde kazanan Cumhurbaşkanı, yeni genel başkanı kıyaslarken o daha iyiydi demedi mi? 2024 seçimlerine tek başına girerek büyük oh kaybı yaşadığı için yeniden genel başkan olmayacağını açıklayan kişi için eski genel başkanı, kızım yerinde kal açıklaması yapmadı mı? 

10 Nisan 2024 Çarşamba

Küçük Dünyalarında Başkasına Yer Olmayan Dünyalılar

İticilikte üstlerine yoktur.

Ezik insan psikolojisinden kurtulabilmiş değiller. 

Çağı okuma sorunları var ama bundan haberleri yok. 

Alemin doğrusu kabul ederler kendilerini. 

Pek azı hariç çoğunun elleri cebine gitmez. 

Okumazlar. Tüm okudukları lise ve fakülte kitaplarından ibaret. Bir de bağlı oldukları cemaatten öğrendikleri. Buralardan aldıklarının üzerine bir gram koymadan emekli oluncaya kadar satarlar. 

Yıllardır itilip kakılıp güç olduktan sonra güçten aldıkları destekle pek pervasızlar. Güçten beslenirler. Gücün ellerinin altından kayıp gitmesinden pek korkarlar. 

Araştırma ve incelemeleri yoktur. Yine de her şeyi bilirim havasındalar. Her konuda söz söylerler. 

Aşırı partizandırlar. Aynı zamanda troldürler. Tüm konuştukları ve paylaşımları partizanlık üzerine. Bir partiyi desteklerler. Diğer partileri özellikle kendi partilerine rakip olabilecek partileri durmadan eleştirirler.

Kendi partilerini ve liderini eleştireni hain, nankör, satılmış ve FETÖ'cü diye damgalamaktan geri kalmazlar.

Din tekellerindedir.

Dün devlete daha doğrusu rejime mesafeli ve soğuk bakarlarken bugün devletin kendisi oldular. Devlete tek söz ettirmezler. Aykırı kişilere had bildirmede üstlerine yoktur.

Kendi partilerine oy vermeyenleri, daha önce verdiği halde desteğini çekenleri, sandığa gitmeyenleri, başka partilere yönelenleri, ders vermeye kalkanları ahiretle korkuturlar.

Dün baş tacı yaptıkları emekliler sandığa gitmeyince ve kendi partilerine oy vermeyince, onlara, yarın başörtüsü ile uğraşırlarsa öbür dünyada bu, emeklinin gücü dersiniz paylaşımı yapmaktan geri kalmazlar.

Dinle yatar, dinle kalkarlar. İnsanları dinle korkuturlar. 

Üslupları bozuktur. 

Hucurat 6.ayeti en iyi onlar bilir. Ama uygulamazlar. Bir bilgiyi araştırmadan paylaşmaktan geri kalmazlar. Çünkü onlar için önlerine sipariş olarak gelen sloganın işlerine yaraması önemli.

Emanet, ehliyet ve liyakatten anladıkları, kendi grupları, kendi zihniyetleridir. Sadakat önceliklidir. Torpilin alasını yaparlar.

İsrail malını boykot ederek mücahitlik taslarlar. İsrail ile ticaret yapıldığı ortaya çıkınca, bunlar Gazze’ye gidiyor derler.

Erkek deveye dişi demekten geri kalmazlar. Yeter ki dişi deve diyen kendilerinden olsun. 

Kafa yapılarını anlamak, onları yanlış fikirlerinden vazgeçirmek deveye hendek atlatmaktan zordur.

Kendilerine destek vereni baş tacı, destek vermeyeni tu kaka yaparlar.

Algı üretmede, algıya teslim olmada, gerekçe ve bahane üretmede, savunma ve saldırganlıkta üstlerine yoktur.

Hasılı kendi küçük dünyalarında başkasına yer olmayan bir dünyada yaşarlar.

Enflasyon Ülkesi

Enflasyondan korusun diye hiç döviz almadım. İhtiyaç fazlası artan param olmuşsa sanal altın aldım. Alırken de genelde yüksekten aldım. Bozdururken de düşükten bozdurdum.

Olan ne varsa üzerine de biraz borç alarak ev alırken sattım. 

Borsa ile hiç işim olmadı dense yeridir. 2000 öncesi Tüpraş halka arz olunurken iki arkadaşın ısrarı üzerine bir arkadaşın hesabından üç lot mu yoksa hisse mi aldım. Güya çocukların iş ve düğününe kadar satmayacaktık. Beherini 30 ya da 32'den aldığım hisse düşe düşe 9 liraya kadar düştü. İki arkadaş da satıp kurtulmuş. Benimki kalmış. Üstat ne yapalım senin hisseyi. Biz satıp çıktık dedi. İyi, benimkini de sat dedim. Bölüne bölüne dokuz hisse olmuş. Dokuz liradan satıp hesabıma yatırdı. 

Hasılı parayla imtihanım hiç yüzümü güldürmedi. 

Çocuğun düğününde bir arkadaş düğün hediyesi olarak elli avro getirmiş. Cebimde durdu epey. Bu yabancı para cebimde durmasın deyip gidip bozdurdum. 

Bayram öncesi bir ihtiyaca binaen dolar almam gerekti. Beş âdet yüzlük dolar için 16.150 lira verdim. 16.150 lirayı say say bitmedi. Paranın çoğu da iki yüz lira idi. Para sayma makinesi de olmasa bu kadar parayı saymak ve doğru saymak mümkün değil. Döviz bürosu beş âdet yüz lira uzattı. Karşılığında ise ben her yüz dolara 32 âdet yüz lira verdim. Üzerine de otuz lira saydım.

Kazara İngiliz sterlini alsaydım, herhalde kırk adetten fazla yüz lira saymam gerekecekti. İngiliz sterlininden de bir kanalın alt yazısında bu rakamı görünce bu nedir diye sordum yanımdakine. Ondan öğrendim.

Tekrar beş yüz dolara verdiğim deste deste paraya geleyim. Paramızın 32 adedine bir tane yabancı para alabiliyoruz. Bu da paramızın yabancı para karşısında pul olduğunu gösteriyor.

İş adamı bir arkadaş döviz ihtiyacı için kaç çanta para götürdük. Karşılığında verdikleri doları cebimizde getirdik demişti. Başa gelmeyince kaç dolara kaç valiz para verdiklerini doğru dürüst dinlememiştim.

Yazık paramızın bu durumuna. Öyle böyle değil, baya enflasyonlu bir hayat yaşıyoruz. İşin garibi bu enflasyonlu hayatı aşağı yukarı 2017 yılından beri derinden hissediyoruz. 2017'den bu yana yedi yıl geçmiş. Yaşadığımız ve hissettiğimiz enflasyonun düşeceği falan yok. Sıfırı tüketmiş, ekside yaşayan bir ülkenin de kısa ve orta vadede enflasyon sorununu halletmesi mümkün değil. Hele bu kafayla.  Zaten böyle bir irade de yok. Sadece yapılan altı ay sonra düşecek, yok şu ay düşecek masallarıyla uyutuluyoruz. Aslında bunun Türkçesi aklımızla dalga geçiliyor.

Belli ki enflasyon bu ülkeye biçilmiş ve kaderi kabul edilen bir canavar. İşin garibi bu kadar yüksek enflasyona niçin maruz kaldığımızın doğru dürüst tespiti bile yapılmıyor. Müsebbipler durmadan gerekçe üretiyor. Vay efendim Rusya-Ukrayna savaşı, pandemi, deprem vs. gerekçelerle yaşadığımız enflasyonu izah etmeye çalışıyorlar. İyi ki savaşın içinde değiliz. Bir de savaşan ülke olsaydık, bugünkü enflasyon kaç olurdu, varın siz hesap edin. İşin enteresan tarafı, savaşan taraf Rusya ve Ukranya’da enflasyon bizden kaç kaç düşük. Pandemiymiş. Sanki pandemiyi bir bu ülke yaşadı? Yaşayan ne kadar ülke varsa hepsinin enflasyonu bize göre enflasyon bile değil. Depreme gelince depremden önce enflasyonumuz düşük olsaydı, derdim ki enflasyon sebep. Mübarekler, 2017’den beri biz bu illet ve vebayı çekiyoruz. Uyduracaksanız, başka bir şeyler uydurun. Bu milletin aklıyla dalga geçmeyin. Beceremedik deyin, kabulümdür. Bu da daha erdemlice olur.