29 Mart 2024 Cuma

Ülke Yönetimi Benim İşim

Genelde siyasi yazılar yazıyor ve eleştiriyorsun. Anlıyor musun bari?

Eh işte. 

Siyasete gir o zaman. 

Kafama uygun siyasi parti yok. 

Kendin bir parti kur. 

Kurmaya kurarım. 

Ekibin var mı?

Siyasi partiler yasasına göre yeter sayıyı bulurum. 

Ama bu ekip değil ki. 

Ekibe gerek yok. Tek başıma hallederim. Çünkü benim anlamadığım yok.

Başarılı olacağına inanıyor musun?

Elbette. 

Diyelim ki ilk seçiminde iktidara geldin. Ülkeyi yönetebilecek misin?

Çocuk oyuncağı benim için. 

Mesela? 

Enflasyonu hiçbir ülkeye nasip olmayacak şekilde azdırırım. Hayat pahalılığından milletin takati kalmaz. Namusumuz olan TL'yi döviz karşısında pul ederim. Faizi kah indirir kah çıkarırım. Yüzde yüz bile yaparım. İndirirken nassa başvurur. İlgili ayetleri okurum. Hatta ayetlerin irabını bile yaparım. Faizi çıkarırken nassı bir kenara koyarım. Merkez Bankasını boşaltırım. İstediğim ülkeyle bozuşurum. Sonra gider arayı düzeltirim. Dostum olur. Sabahtan akşama konuşurum. Yapmam dediklerimi öyle ikna edici konuşurum ki alkış alırım. Sonra zinhar yapmak dediklerimi yaparım. Yine alkış alırım. Dün dündür siyasetini uygularım. Her seçime giderken seçim ekonomisi uygularım. Tüm kurum ve kurulları kendime bağlarım. Ülkede tek emir veren ben olurum. Buyruğumu veririm, olur biter. Çalışanlarıma istifayı çok görürüm. Çünkü kendime hakaret kabul ederim. Ancak af talebinde bulunabilirler. Ben de affederim. En iyisi görevden almak olur. Hamaset ve sloganı, dini ve milli değerleri hiç ağzımdan düşürmem. Komuta merkezim benden ne istiyorsa lider olarak harfiyen yerine getiririm. Sayayım mı daha?

Bence yeterli.

Şundan emin olabilirsiniz ki bunları ve daha fazlasını emsallerimden iyi yaparım. Yeter ki parti kurayım. Millet beni başa getirsin. Onları analarından doğduğuna bin pişman ederim. Yine de mutluluktan uçarlar. Başımızdan eksik etmesin diye dua ederler. Kısaca maceradan maceraya koşar, her dalda oynarım. Denemesi bedava.

Yani siz ikinci fil olarak piyasaya çıkarım. Başka olmaz diyorsunuz.

Aynen öyle.

Bir Bölen Partiler

Türkiye Süper Liginde 20 kulüp top koştursa da bu lig FB, GS, BJK ve Trabzon için vardır. Bunlar her sezona şampiyon parolasıyla girer. Bursaspor ve Başakspor'un iki istisna dışında bu dört kulüpten biri şampiyon olur. Geriye kalan takımlar ise asansör takım olmamak ve ligde tutunmak için vardır. Yani küme düşmemek için oynar. Ligde kalırsa başarılıdırlar. Şampiyonluk ise bu takımlar için hayaldir. Kısaca bu lig bu dört takımı şampiyon yapmak için vardır. Diğerleri kalabalık etsin ve bu dört kulübü şampiyonluğa götürsün diye vardır.

Ligi alt ve orta sıralarda tamamlayan bu Anadolu takımları, şampiyonluğa oynayan takımlar için meze görevi görür. Büyükler ister deplasman ister klasmanda olsun yenmek zorundadır. Hele şampiyonluk iki büyüğe kalmışsa Anadolu takımlarının bunları mağlup etmesi mucizelere kalır. Kazara yenerlerse yenilen büyük tarafından istenmeyen takım ilan edilir. Maçın hakemine yüklenilir. Bu takımın rakip şampiyonluğa oynayan takımdan para aldığı bile konuşulur. Öyle ya bu kadar oynamaya ve yenmeye ne gerek var? Sanki şampiyonluğa mı oynuyorlar? Bu kadar hırs ve çaba niye, değil mi?

Şampiyonluğa oynayan takım maçı kotaramazsa, maçın hakemi devreye girer. Bir şekilde maçın skoru şampiyon adayının lehine döndürülür. 

Futboldan siyasete gelelim. Ne alaka demeyin. Farklı kulvar olsa da ortak yönleri vardır. Mesela seçime giren bir metre oy pusulasında yer alan partilerden küçük olanları, oy oranı yönünden büyük olan siyasi partileri iktidara taşımak ve mahalli seçimlerde büyüklerin belediye başkan adayını başkan seçtirmek için vardır. Çünkü bu alanda da büyük partilerin tekeli vardır. Onların borusu öter. Onların sesi çok çıkar. Küçük partilerin görevi, onların dümen suyuna girmektir. Nasılsa seçimi kazanamayacaklarına göre büyüklere çalışmak zorundalar. Kazara biz de bir partiyiz. Seçime kendi adayımızla gireceğiz derlerse, aynı seçmen kitlesine hitap eden büyük parti tarafından bu parti tu kaka yapılır ve bir bölen olarak görülür. Küçük olan parti büyüğün şemsiyesi altına girerse o partiden iyisi yoktur. Girmezse çekeceği vardır. Hele bir de seçim kaybedilirse müsebbip de bellidir. Düşman ilan edilir. O yüzden küçük partiler büyüklerin elinde bir mezedir.

Örnek verecek olursak, 80’den önce Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi biri sağ, diğer sol merkezi temsil eden iki büyük parti idi. Erbakan’ın partisi Milli Selamet Partisi ile Türkeş’in partisi Milliyetçi Hareket Partisi Adalet Partililer için bir bölen idi.

80 sonrası sahnede Özal’ın ANAP’ı vardı. Yeni filizlenmeye başlayan Refah Partisi ANAP’lılar nezdinde bir bölen idi. Çünkü oyu bölünce sola çalışmış oluyordu.

91 yılında barajı aşmak için RP-MÇP ve IDP, RP listelerinden seçime girerek barajı aştı.

90’lı yıllara gelindiğinde bir bölen kabul edilen RP, 94 yılında birçok il belediyesini alarak yerelde iktidar oldu.

94 yılında ise en fazla oyu alarak koalisyonun büyük ortağı oldu.

RP kapatıldı. Yerine kurulan FP bir sonraki genel seçimde tek başına yüzde 15 oy aldı. Sonrasında bu parti de kapatıldı.

Milli Görüş denen bu parti kapatıldıktan sonra parti ikiye bölündü. Bir kısmı Saadet’i, bir kısmı da AK Parti’yi kurdu.

RP ve FP’nde varlık gösteren Milli Görüş partileri SP’de bir varlık gösteremedi. Gittikçe küçüldü.

Bunun yerine aynı seçmen kitlesine hitap eden AK Parti tek başına iktidar oldu, hem de defalarca. Sağın tek başına temsilcisi oldu.

Defalarca seçim kazanıp ülke yöneten bu parti nicedir oy düşüklüğüne rağmen ittifaklarla zirvede kalmayı başardı.

2024 seçimlerinde ise bazı büyükşehirler tehlikeye girince Milli Görüş geleneğini takip eden Yeniden Refah Partisi ittifaka dahil olmayıp her yerde aday gösterince,  AK Partililer tarafından bir bölen olarak lanse edilmeye başlandı.

Görüldüğü gibi siyaset sahnesinde geçmişten günümüze pek bir değişiklik yok. Küçük partiler her daim bir bölen olarak görülecek ve küçüklere hayat hakkı tanınmayacak.

Depreme Hazır Başkan

Başkanlığı kazanmaya çok yakınsınız. Başkan olacağın şehir deprem bölgesi. Depreme dair ne tür hazırlıkların var?

Hiç olmadığı kadar depreme hazır bir belediye başkanı olacağım. 

Mesela neler yapacaksın?

Başkan seçilir seçilmez ilk icraatım kefen ihalesi açmak olacak. 

Ne alaka?

Ne alaka olur mu? Deprem oldu mu insanlar ölecek.

Eee?

Onlara karşı son görevimi yapacağım. 

Yani yaşatmayı değil, öldürmeyi hedefliyorsun.

Hayır efendim. Öldürmek olur mu? Depremde binalar yıkılır, insanlar ölür. Tüm bunlar takdiri ilahi. Bana düşen de öleni İslami usullerle gömmek.

Hayret bir şey. İyi tamam. İhale açtın. Sonra?

En uygun verenden şehrin nüfusu kadar kefen alacağım. 

Başka?

Ölenleri yıkamak için yeterince tanker satın alacağım. 

Tanker?

Deprem olunca alt yapı çökecek. Su ihtiyacını gidermek ve ölenleri yıkamak için tankerlerle çevre illerden su taşıyacağım. 

Başka?

Mevcut din görevlilerinin yanında gönüllülerden oluşan bir cenaze timi oluşturacağım. 

Başka?

Kepçe, greyder, tanker gibi araçlar alacağım. 

Bunlar?

Bunlarla yıkılan binaların molozlarını hızlı bir şekilde boşaltacağım.

Oldu olacak bir de güzel seslilerden, ölenlerin ardından Fatiha okuyacak bir ekip hazır edeceğim. 

Bunlar deprem olduğu anda sela da okusunlar. 

Hay aklınla bin yaşa. Hemen not alayım. 

Başka yapacağın kaldı mı?

Bir de olur ya depremden sağ kurtulan ve binası yıkılmayan olursa, geride kalanlara üç öğün sıcak yemek çıkaracağım. 

Şükür ki sağ kalanları da düşünmüşsün. 

Ben belediye başkanıyım. Her şeyi düşünmek ve planlamak zorundayım. 

Bir öneri de benden. 

Söyle hemen. 

Bir de heykelini şehrin meydanına diktir. 

Yakışır. Heykelimin altına ne yazdırayım?

Şu kadar kişinin katili yazdırabilirsin.

Ama efendim, başka ne yapabilirim ki?

Gördüğüm kadarıyla şehri toprağa gömmek için her şeyi düşünmüşsün. Sakın ola ki bu insanların binaları yıkılmasın, sağlam binalarda otursun, depremde bir kişinin burnu dahi kanamasın diye düşünme. Tüm hesabın insanlar ölsün üzerine olsun. 

Ama ben öyle gördüm.

Doğrudur. Öncekilerin çoğu onca kişiyi mezara gönderdi. Sen de onlardan gördüğünü yapacaksın. İlaveten onlar ölüye son görevinde aciz kaldılar. Sen ise usule uygun defnedeceksin.

Daha ne yapabilirim ki

Allah sizi başımızdan eksik etmesin.

Kararsız Seçmen Profili

Mahalli seçimler geldi çattı. Hala hangi partiye oy vereceğime karar veremedim. Geçmişten günümüze hiç olmadığı kadar kararsızım. Ne dersin?

Oy pusulasında bir metreye yakın partinin adayı var. Gidip birine vereceksin. 

Biliyorum da hangisine vereyim?

O kadar parti var. Her renk ve zihniyete hitap eden. 

Kendi zihniyetime yakın parti seçimi kazanamayacak görünüyor. 

Oy verdiğim parti seçimi kazansın diyorsan, kazanacak adaya vereceksin. 

Ama daha önce verdiğim kredileri hoyratça kullandı. Geldiğimiz nokta malum.

O zaman kredini hoyratça kullanan adayın karşısındaki en güçlü rakibe oyunu vereceksin. 

O adayın partisi berbat. Onların başa gelmesinden korkuyorum. Üstelik inancıma ters. 

O zaman korktuğun adayın karşısındaki rakibe oy ver. Ayrıca oy vermek inanç meselesi değil. 

Dedim ya o da bu korku yüzünden benim oyu çantada keklik görüyor. Nasılsa eli mahkum bana verecek diyor. Şımarıklığı da bundan zaten. 

O zaman seni temsil edeceğine ve başa geldiği zaman en güzel yönetimi göstereceğine inandığın partin varsa ona ver.

Partim var ama kazanamaz. Üstelik aldığı oyla oyları böleceği için inandığıma ters adayın seçimi kazanması durumu söz konusu. Bir de oyum boşa gidecek. 

Oyun niye boşa gitsin. Hiç olmazsa dürüstlüğüne inandığın birine oyun nasip olur. Kazanan adayın yanlışlarından bir sorumluluğun olmaz. 

Ya korktuğum partinin adayı kazanırsa? 

Senin işin zor be kardeş. Sağa koyuyorsun olmuyor, sola koyuyorsun dolmuyor. İki arada bir derede kalmışsın. 

Aynen öyle. Söyle ne yapayım? 

Benim ne dediğim önemli değil. Zira her dediğime lafın var. Tutturmuşsun bir korku. Sen bu korkuyla gidersin. Ve bu korkunun tedavisi yok. Her defasında inandığına değil, korktuğundan hareketle inanmadığına kerhen veriyorsun. Kerhen verdiğin de kendisini fasulyeden nimet sanıyor. Halk bana teveccüh etti diyor. Korktuğun parti ise tuzu kuru. Başkalarına kazandırmak için siyaset yapıyor.

Son sözün? 

Dediklerim senin için bir tercihtir. Vicdanının sesini dinle. Birilerinden korkuyorsan, onlara verme. Birileri yıkıp döktü ise onlara vererek kötü yönetime alet olma. Unutma ki sandığa gitmemek de bir tercihtir ve demokratik bir haktır. 

Ama ya korktuğum gelirse? 

O zaman korkmadığına ver. 

Ama o da enflasyonu azdırdı. Hayat pahalılığı başa bela. Faizi artırdı. 

O zaman enflasyonu daha da azdırsın, hayat pahalılığı çekilmez olsun, faizleri daha da artırsın diye sandığa gidip istikrarı tercih edeceksin. 

Oldu mu ya şimdi? 

Ama sen istedin. 

Bu arada siz nereye vereceksiniz? 

Benim ne partim var ne de görüşüm. Senden de öte kararsızım ve hiçbirinden bir şey beklemiyorum. Çünkü kayıkçı kavgasına karnım tok.

28 Mart 2024 Perşembe

Kur'an Kurslarını Niçin Camilerle Birleştirmiyoruz?

İstanbul'dan sonra en fazla caminin Konya'da olduğu istatistiklerde yer alıyor. İstatistikleri bilmesek bile bir mahallede birbirine yakın camilerden, Konya'da cami bolluğu anlaşılır. Evinden çıkan biri adımla dört bir tarafa gitse aynı mesafede dört cami ile karşılaşması mümkün. Bu camilerin çoğu da büyük cami statüsünde. Minaresi, kubbesi ve genişliği dışarıdan bakışta belli oluyor. Yapılışta hiç masraftan kaçınılmamış. 

Caminin büyüklüğüyle orantılı olacak şekilde cemaati de çok olsa bu kadar büyük camiye ihtiyaç var. Helali hoş olsun, iyi ki yapılmış dersin. Bilinen bir gerçek var ki camilerimiz cemaat yönünden mahzun. Adeta sinek avlıyor. Bu kurumlar  Milli Eğitim Bakanlığında olsa şimdiye kadar çoğu cami kapatılmak suretiyle o caminin cemaati taşıma kapsamına alınırdı. 

Anlatmak istediğim, konuşulmasa da bir cami yapma müsrifliğimiz olduğu açıktır. Cami israfı olunca haliyle o camiye atanan din görevlisi ve o din görevlisine yaptığımız lojman da israf kapsamındadır. Bu kadar cemaate bu büyüklükte bir cami ve görevli/ler yazık gerçekten.

Bir hevesle birkaç kişinin ön ayak olmasıyla cami yapılıp iş bitmiyor. Açık camiler ve Kur'an kurslarının ihtiyaçları için çoğu cumalarda para toplanmaya devam ediyor. Kazara yardım toplanmayan bir hafta olsa o haftayı da caminin imamı sahipleniyor. Bu hafta da kendi camimizin ihtiyaçları için sergi açıyoruz duyurusunu hutbede yapıyor. Belli ki merkezi toplanan cami ve Kur'an kurslarına yardımlardan, yardım toplanan camiye dönüş olmuyor.

Camilerin çokluğu kadar Kur'an kursu fazlalığı da dikkatlerden kaçmıyor. Neredeyse her caminin altı Kur'an kursu. Ayrıca müstakil binalarda öğretim yapılan kurs binaları var. Önce 8 yıl zorunlu ve kesintisiz eğitimin ardından, zorunlu 12 yıl ile birlikte çoğu Kur'an kurslarında ne kadar öğrenci vardır? Bildiğim kadarıyla çoğu kurs sınırlı sayıda her yaştan öğrenciyle öğretime devam ediyor. Her kursta da yeterince kurs öğreticisi görev yapıyor. 

Yine bildiğim kadarıyla Kur'an kurslarının bir ödeneği yok. Halktan ve camilerden toplanan yardımlarla buraların masrafları karşılanmaya çalışılıyor. 

Merak ettiğim, Kur'an Kursları niçin ayrı binalarda? Kur'an eğitimi için niçin camiler düşünülmez? Diyelim ki zamanında ayrı binalar düşünülmüş. Niçin cami altlarındaki kurs öğreticileri o caminin imamı ya da müezzini olmaz? Cami imamları ek ders karşılığında pekala bu kurslarda derse girerek ayrı bir kurs öğreticisine ihtiyaç kalmamış olur. Diyanet İşleri Başkanlığı o caminin imamına ayrıca kurs öğrencisini okutma görevi vermiş olsa bütçeden daha fazla kişiye maaş çıkmamış olur. Kalan maaş da devletin başka hizmetlerinde değerlendirilmiş olur. 

Kısıtlı imkanları verimli kullanmaya bir başka örnek, müstakil kurs binası veya cami altında Kur'an kursu açmak yerine niçin camileri Kur'an kursu olarak kullanmıyoruz? Pekala 9-12 saatleri, öğle-ikindi arası camilerimiz Kur'an kursu olarak değerlendirilebilir. Böyle olduğu takdirde çocuklarımız cami ikliminden uzak kalmamış olur. Cami ile kurs aynı mekanda buluşturulmuş, Allah'ın evinde Kur'an hizmeti verilmiş olur. Kurs öğrencileriyle birlikte camiler öğle ve ikindi vakitlerinde cemaat yönünden bir yoğunluk yaşar. 

Camilerin Kur'an kursu olarak değerlendirilmesinin bir önemli yönü de biliyorsunuz, bu ülkenin kasım-nisan arası soğuk ve serin geçer. Bu aylarda ısınma ihtiyacı baş gösterir. Cami ve kurs mesken birliği ısınma yönünden o muhitin elini rahatlatacaktır. Hem cami hem kursta kaloriferler ayrı ayrı yanacağına tek yerde yani camide kaloriferler yakılmış olur. Sabahtan akşama camide çocuklar eğitim yaptığı için camilerin kaloriferi hep yanacak. Namaz vakitlerinde camilerimiz sıcak olacaktır. Isınma giderini karşılayamadığı için cami cemaati kış mevsiminde ayakkabılıkta namaz kılmak zorunda kalmayacaktır. 

Ne demek istediğimi kışın camilere gidenlerimiz bilecektir. Koca camiyi ısıtmak mümkün olmadığı, ısıtmaya kalkıldığı zaman ısınma giderinin altından kalkmakta cami cemaati zorlandığından, kış aylarında çoğu camilerde cemaatle namaz ayakkabılıklarda kılınıyor. Çünkü koca camiyi ısıtmak yerine küçücük yeri ısıtmak cemaate daha iktisatlı geliyor. Isınma giderinden kaçınacağız diye dar ve sağlıksız yerde namaz kılmak ne derece doğru? Bir yakıtını bile karşılayamıyorsak bu kadar büyük camiyi niye yaptın demezler mi adama?

Hasılı bunun çözümü, mevcut mahalle Kur’an kurslarını kapatarak mahalle camilerini kurs mahalli yapmaktır. Hem ısınmadan tasarruf sağlanacak hem ayrıca kurs binası yapma masrafı olmayacak hem kursa ayrı öğretici atanmayacak hem camiler sabahtan akşama değerlendirilmiş olacak hem de öğle ve ikindi namazlarında cami kurs öğrencileriyle dolacağı için camiler şenlenecek, camilerin cemaat mahzunluğu sona erecektir. En azından camiye gelen cemaat, kış aylarında daha geniş mekanda namazını sımsıcak ortamda kılacaktır.

Emeklileri Anlamak Zor

Emekli aylıklarına 2024 yılında üç defa zam yapıldı. Oranları unuttum ama önce % 37 zam yapılarak en düşük emekli maaşı 10 bine tamamlandı.

Ardından yüzde beş ilave zam yapıldı. 

Yetmedi, zam oranları yüzde elliye çıkarıldı. 

Kiminin maaşı yine 10 binde kaldı kimininki de on bini geçti. Bu kadar zam oranına rağmen bazılarının maaşının 10 binde sabit kalması kök maaşından kaynaklanıyor. Emeklinin kök maaşının düşük olmasının müsebbibi her halde devlet değildir. Devlet ne yapsın bu durumda? Öyle değil mi? Sanki kök maaşları yüksekti de devlet düşürdü.

Yine de devlet 365 günden ibaret koca bir yılı emekli yılı ilan etti. Emekli yılını da basite almamak lazım. Genellikle bir yılın bir kimseye ait yıl ilan edilmesi ünlü ve önemli kişilere has bir teamüldür. Mesela 2023 yılı Mevlana yılı ilan edilmişti. 2024 yılı da emeklilere bahşedildi. Ha Mevlana ha emekli. Emekliler de oldu bir Mevlana.

Devlet bununla da yetinmedi. Emeklilere verdiği bayram ikramiyesini 3000 liraya çıkardı.

Devlet yine tamam demedi. Emekli maaşlarına 8000 ila 12 bin arasında promosyon müjdesi verdi. Bu demektir ki en düşük emekli maaşını baz alırsak, emekliler, 2024 yılında bir ay fazla maaş alacak demektir.

Tüm bu yapılanlara, 2023 yılında emeklilere defaten verilen 5 bin liralık parayı da unutmamak lazım.

Bunlara ilaveten devlet, Temmuz 2024 ayında emeklileri yine görüp gözetecek. Aradaki makası kapatacak.

Tüm bu yapılanlara rağmen yani devlet gece gündüz emekliler için çalışmasına ve kafa yormasına rağmen bizim emekliler ne yapıyor? Rahat durmuyorlar belli ki. Tutturmuşlar diğer memurlara Temmuz 2023'de verilen 8 bin lira seyyanen zammı da istiyoruz diye. Hala da aynı terane devam ediyorlar. Memurlar biz de emeklilere defaten verilen beş bin lirayı istiyoruz demedi halbuki.

Görünen o ki devlet emekliye yaranamadı. Gözlerini doyuramadı gitti emeklinin. İstiyorlar da istiyorlar. Sosyal medyayı da iyi kullanıyorlar. Bir de paylaş diye diğer kullanıcılara mahalle baskısı yapmaları yok mu?

Seçimde göstereceğiz biz bize yapılanları deyip tehdit savuruyorlar.

Halbuki onlar için saçını süpürge eden devlet daha ne yapsın değil mi? İyilik de yaramaz onlara. Gözlerini açbeaç toprak doyuracak belli ki.

Bir de merak ediyorum, bu kadar parayı ne yapacaklar? Mezara mı götürecekler? Sanki götüren var gibi.

Hasılı bizim emeklileri anlamak zor mu zor vesselam.

Küçük Parti Olmanın Zorluğu

Türkiye siyasetinde tabela partisi isen etkisiz elemansın ve irapta mahallin olmaz. Kimse varlığından rahatsız olmaz. Hesaba da katmaz. 

Bir de tabela partisinin dışında tabanı olan küçük partiler var. Oy oranı düşük ama gündemde olan ve adından söz ettiren bu tür küçük partiler ise kimseye yaranamaz. Çünkü bunlar ne İsa'ya yaranır ne de Musa'ya. 

Bu partiler ne kadar iyi olursa olsun ne kadar çalışırsa çalışsın, ne seçmene ne de büyük siyasi partilere yaranır. Çünkü bu partiler siyasette etkin ve güç olan büyük partiler için istenmeyen partilerdir.

Malumunuz Türkiye'de merkez sağ, merkez sol, milliyetçi ve dinci partiler olmak üzere dört eğilim var. Bunların büyük temsilcileri vardır. Küçük partiler de bu dört eğilime yakın ve aynı seçmen kitlesine hitap eden partilerdir.

Dört eğilimi temsil eden partiler, kendisinden oy alacak küçük partileri sevmezler. Onları daha fazla oy almalarının önündeki en büyük engel görürler. Bu küçük partiler kendilerini desteklerlerse varlıklarını sürdürmesinde bir sakınca yok. Hatta olmalı böyle partiler. Kısaca küçük partiler büyük partilerin değirmenine su taşıdığı müddetçe iyi partilerdir. Şayet seçimin özellikle bıçak sırtı olduğu yerde kendilerini desteklemezse, dün kendilerini yere göğe sığdıramayanlar bu tür küçük partileri bir bölen, hain, başkasına çalışan parti olarak lanse etmeye başlıyor. Seçimi kaybederlerse, onların yüzünden kaybettik deyip işin içinden çıkıveriyor.

O yüzden küçük parti olmak bu ülkede zordur. Kimseye özellikle büyük partilere yaranamaz. En hafifiyle bunlara verilen oy boşa gidecek. Çünkü kazanamaz diyorlar.

Bu partiler büyük partilerden paçayı sıyırsa, kendilerine sempati ile bakan seçmenle de başı derde giriyor. Çünkü seçmen iki arada bir derede kalıyor. Seçmen, bu parti seçimi kazanamayacağı için oyunun boşa gideceğine inanıyor ve oyunu vermiyor. Bunun yerine korku siyasetine teslim oluyor ve icraat ve propagandasını eleştirdiği büyük partilere oyunu kerhen veriyor.

Hasılı küçük partiler kimseye yaranamadığı için kolay kolay büyüyemezler ve siyasette etkin olamazlar. Türk siyaseti de belli başlı büyük partilere kalıyor. Onlar da siyaseti tepe tepe kullanıyor. Bu da alternatifsizliğe mahkum olmak demektir.

Bu yüzdendir ki Türk siyasetinde aynı seçmene hitap eden ve aynı seçmen kitlesinden oy alan partiler, düşünceleri birbirine yakın olsa da birbirini rakip görürler, birbirlerine düşmanca davranırlar. Birbirlerine özellikle büyüğün küçüğe düşmanlığı rakip partilerden daha fazladır.

Bu durum sadece günümüz siyasetinde değil, geçmişten günümüze hep var oldu. Görünen o ki var olmaya devam edecek. Bu da siyasetimizde tek kriterin çıkar olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor. İyi olanın, seçmeni etkileyenin kazansın deneceği centilmenlik ise bu sahada hak getire.

O yüzden bu ülkede küçük parti olmak kurtlar sofrasından lokma almak gibidir. Lokma olurlarsa ne ala. Yok lokma alıyorlarsa çekecekler var büyük partilerden.