22 Ocak 2024 Pazartesi

Çalışanın ve Emeklinin Hayali *

Bir başına, çırılçıplak geliriz bu dünyaya. Bir başkasına özellikle annemize muhtaç olarak büyürüz. Bu muhtaçlık emme, yeme, yedirme, kucakta taşıma, emekleme, düşe kalka yürüme derken bir 10-15 sene sürüyor.

Uzun veya kısa bir okul hayatının ardından ebeveynin ve bizim en büyük hayalimiz bir iş güç sahibi olmak. Kimimizi iş bulur, kimimiz de iş ararız. İş konusunda hepimizin arzusu masa başı iş. Elimiz sıcak sudan soğuk suya değmeyecek. İş garantili işimiz olacak. Maaşımız da iyi olacak.

Kimimiz arzusuna göre işini bulur kimimiz istemediği işte çalışmak zorunda kalır kimimiz uzun süre iş arar kimimiz de bir işte tutamaz. Daldan dala atlar. Sonuçta işimiz kolay da olsa zor da olsa sosyal güvencesi olması hasebiyle mevcut durumumuza razı oluruz.

İş bulduktan sonra en büyük hayalimiz emekliliği hak etmek. Emeklilik ise uzun bir maraton. Biter mi emekliliği hak etmek için o kadar yıl deriz. Ah bir elde edebilsek... Üstelik mezarda emeklilik çıkardılar bir de. 

Sayılı günler ve yıllar çabuk biter. Bir gün o acı ve tatlı günler sona erer. Emeklilik gelir çatar.

80-90-2000'li yıllarda emekliliği gelenler bir gün dahi beklemeden bu emeklilik hayalini gerçekleştirdiler.

Son yıllarda emekliliği gelenler, dün ah bir emekliliğim gelse bir gün dahi beklemem diyenler, emekli olmamak ve son zorunlu emeklilik gününe kadar beklemek zorunda kalıyor. Hatta zorunlu emeklilik yaşı yaklaşanlar emekli olma fobisi yaşamaya başlıyorlar.

Nasıl yaşamasınlar. Çünkü çalışırken aldıkları maaş, emekli olunca kuşa dönecek. Bu yüzden geçim gailesi yaşamamak için kimse emekliliği düşünemiyor. Halbuki her çalışmaya başlayan, gücüm kuvvetim yerinde iken çalışıp didineceğim. Çalışamaz noktaya gelince emekli olup keyif çatacağım hayalini kurmuştu.

Ama hayatın gerçekleri böyle değil. Çalışırken aldığı maaşla, emekli olduktan sonra aldığı maaş arasında uçurumlar olduğunu öğrenince bir hayali daha suya düşüyor. Onca yıl niye çalıştığına hayıflanıyor. Çünkü ne umdu ne buldu.

Çocukken başta anne olmak üzere bir başkasına ihtiyaç duyarak yaşamak çocuğun zoruna gitmez. Babasının harçlığını vermesi hoşuna gider. Ama emekli olduktan sonra bir başkasının eline muhtaç olacak şekilde gelir ve gider dengesi yaşamak, öyle zannediyorum zor mu zor emekli için.

Heyhat ki heyhat... Seslerini duyan bile yok. 

*26/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Zekât Kimlere Verilmeli?

Tövbe süresi 60.ayette zekât verilmesi gerekenler 8 sınıf olarak sınıflandırılır. Bunlar:

1.Fakirler: Çalıştığı halde geliri giderini karşılamayan kesim. 

2.Miskinler: Çalışacak güç ve takati kalmamış ya da çalışmak istediği halde sağlığı el vermeyen kesim. 

3.Zekat toplamakla görevli memurlar: Zekât toplamakla görevlendirilmiş. Tüm zamanını buna harcadığı için çalışmaya fırsatı olmayanlar. 

4.Müellefeyi Kulüp: Müslüman olmadığı halde kalbimi İslam'a ısındırmak suretiyle Müslüman olması umulan kesim. 

5.Köleler: Özgürlüğünü bir şekilde kaybetmiş olanlar. 

6.Borçlular: Borç girdabına girmiş, bir başına bu borcun altından kalkamayacak kişiler. 

7.Allah yolunda olanlar: Tebliğ, irşat, savaş vb. alanda görev yaptığı için kendi işine zaman ayıramayanlar ve öğrenci olanlar.

8.Yolda kalmış olanlar: Memleketine gidecek parası olmayanlar, gurbette parasını kaptıran kesim. 

Zekât ya da yardımın kimlere yapılması gerektiğini bildiren bu sekiz sınıftan müellefe-i kuluba zekât vermeyi Hz Ömer askıya almıştır. Ayetin indiği dönemdeki kölelik bugün yok. Bu durumda an itibariyle zekât verilmesi gereken kesim altıya inmiş durumda ve geçerliliğini korumaktadır. Her ne kadar o günün zekât toplayıcısı anlamında bugün zekât toplama görevlisi diye bir görev olmasa da yardım kuruluşlarında çalışan kişileri -tüm günlerini bu işe hasretmek şartıyla- zekât memurları kapsamında değerlendirebiliriz.

Geçmiş kölelik gibi olmasa da günümüzde hapishaneye düşmüş olanlar içerisinde kefaletle çıkarılmayı bekleyen kişiler için kölelere zekât verme maddesi işletilebilir. Mesela taksirli ölüme sebebiyet verdiği için istenen kan bedelini ödeyemeyenlere zekât verilebilir. Yine işsiz insanları modern köle gibi değerlendirip bunlara da zekât verilebilir. İş bulunabilir ya da iş verilebilir.

Emekli olanlar içerisinde en düşük emekli maaşı aldığı halde yeni iş bulamayan, iş olsa da sağlığı el vermeyen emeklileri de fakir kapsamında değerlendirip zekât verilenler kesimine eklemede fayda olduğunu düşünüyorum. Kimse bunların maaşı var, sosyal güvencesi var dememeli. Çünkü bunların da tıpkı fakirler gibi giderleri gelirlerini karşılamıyor.

Belki de hayatı boyunca hiç zekât almamış en düşük emekli maaşı alan emekliler için zekât alır noktaya gelmek çok zor olacak ama bu durumda elden başka bir şey gelmiyor.

Yutan Eleman Kök Maaş *

Haydi yaşadın. Size ek zamla birlikte  % 42.6 zam yapıldı. Bu demektir ki aldığın 7.500 maaşa 3.195 lira zam gelince maaşın 10.695 lira oldu.

Keşke öyle olsa. 

Başka nasıl olacak. Hesap ortada. Matematik yalan söylemez.

7.500 üzerinden yaptığın hesap doğru. Fakat hesap öyle yapılmıyor.

Ya nasıl yapılıyor?

Gelen zam kök zamma geliyor.

Gelsin. 

Tamam gelsin de kök maaşlarımız o kadar düşük ki yüzde kaç zam gelirse gelsin bizim kök maaş yerinde sayıyor. 2023'de verilen zamlar da kök maaşa geldi. Dip emekli maaşına bile yaklaşamadı. Şimdi de öyle. Gelen 42.6'lık zam yine kök maaşa geldiği için en düşük emekli maaşı alanların çoğu yine 10.000'in gerisinde kalıyor. Sonra 10 bine yükseltiliyor. Kısaca bizim kök maaşlar 2023'de de 7.500 rakamının altında kaldı. Şimdi de 10 binin altında kaldı.

Bu nasıl hesap böyle?

Durum bu. Nazarımızda kök maaş adeta yutan eleman gibidir. Yüzde kaç oran ile çarparsan çarp her defasında en düşük emekli maaşının altında kalıyor. Sonrasında da insanlık bizde kalsın ya da bak biz sizi düşünüyoruz. Maaşınız bu rakam iken biz şu seviyeden veriyoruz deniyor. Bize bu yapılan şuna benzer: Öğrenci sınav kağıdına itiraz eder. Öğretmen kağıdını gösterir. Bak sen şöyle şöyle cevap vermişsin. Normalde cevap bu değil. Ben yine de doğru kabul edip puan vermişim. Gerçek puanını verseydim, bu verdiğimden daha düşük alacaktın diyerek üste çıkmasına benzer. Yani biz kök maaş zedeyiz. Her defasında aldığımızdan daha fazlası bize verilerek daima borçlu kalıyoruz.

Başka ne yapılabilir?

Oranlar kök maaş üzerinden yapılmamalı. En düşük maaş 7.500 iken gelen zam oranı, bu rakam üzerinden hesaplanmalı. Şimdi 10 bine çıktığına göre temmuz zammı da bu rakam üzerinden hesaplanmalı. Kısaca kök maaşın üzerine bir sünger çekilmeli. Değilse bu kök maaş biz emeklilerin köküne kibrit suyu dökmeye devam edecek.

Diyecek bir şey bilemiyorum. Allah size yardım etsin. Zira bu parayla geçinebilmeniz mümkün değil. Bu para sizi geçindirmeye geçindirmez. Belki öldürmez ama reva görülen muamele sizi öldürür.

Madem kök maaş bu şekil bizi mağdur etmeye devam edecekse bari alışverişlerde bize kolaylık sağlansın.

Ne gibi?

Biz de normal çalışanlar gibi KDV ve ÖTV ödemelerinde herkes gibi vergi ödüyoruz. Dolaylı vergi yönünden herkesle aynı şart ve sorumluluklara tabiyiz. Pekala aldığımız maaşa göre dolaylı vergi düzenlemesi yapılabilir. Bunu ayarlamak zor denebilir ama istenirse hiç zor olmaz.

Haklısın, öyle olmalı.

Ama dur, Çalışma Bakanı açıkladı. BAĞ-KUR ve SSK emeklilerine daha zamlı maaş almadan yeni bir zam daha verildi.

Şaka yapıyorsun.

Hiç bile. Sizin 42.6’lık zam doğurdu. Diğer emekli ve çalışanlara verilen 49.25 zam size de verildi.

Güzel ama sevinemedim.

Niçin?

Zam yine kök zamma geldi ise bu demektir ki yine o seviyelerde emekli maaşı alacağız. Dedim ya bizim kök maaş yutan eleman gibidir. Kaç verirlerse adeta yutuyor.

Üzüldüm. Belki en düşük emekli maaşı olarak açıklanan 10 bin lirayı biraz daha yükseltirler.

Çok sadra şifa olacağını sanmıyorum. Yine de bekleyip görelim.

*29/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

21 Ocak 2024 Pazar

Emekliler Ne Yapmalı? *

Aklı selim olan, siyasi fanatik olmayan, birazcık empati yapabilen herkes, en düşük emekli maaşı olan 10 bin liranın emeklilere yetmeyeceğini kabul eder. 

Bakmayın bazılarının bu düşük alanlar zaten fazla prim yatırmadılar, çok çalışmadılar, genç yaşta emekli olanlar, çoğunun evi var, çoğu ikinci işte çalışıyor dediğine.

En düşük emekli maaşı alan kesim, ister az prim yatırmış ister az çalışmış ister evi barkı olsun ister ikinci işte çalışsın ister bütçeye büyük yük getirsin, bunlara reva görülen bu rakam büyük haksızlık. Emekliyi açlık ve sefalete terk etmek demektir.

Sayılarının çokluğundan dolayı kaderine terk edilen emeklilerin çokluğu emeklinin problemi değildir. Bu sorunu emekliler oluşturmamıştır. Bu sorunu üç beş oy uğruna seçim ekonomisi uygulayan gelmiş geçmiş hükümetler oluşturmuştur. Erken emeklilik istediler, ben de verdim deyip işin içinden kimse çıkamaz. Bütçe imkanları buna el veriyor. Yukarısını kaldırmaz demek de çözüm değildir. Bu sorunu oluşturanlar bunun çözümünü de bulmak zorundalar. 

Ne yapıp ne edip en düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine çıkarmak lazım. Kimsenin onları yok kabul etmesi düşünülemez. Çalışıp çalışıp da emekliliğinde geçim derdi yaşatma, çoluk çocuğunun avucuna baktırma gibi bir ayıbı bu ülke daha fazla taşıyamaz. Bu yılı emekli yılı yaptım demekle hiç olmaz. 

Burada emeklilere büyük iş düşüyor. Evinin köşesinde, çay ocağında, çarşı pazarda, emekli konağında kendi aralarında maaş azlığından dert yanmakla olmaz. Sosyal medyada şu kadar maaş istiyoruz demekle de iş bitmez. Emekliler ne yapmalı? 

Yüksek veya az emekli maaşı alsın tüm emekliler öncelikle kenetlenmeli, birlik olmalı. Her il ve ilçede örgütlenmeli. Türkiye'nin en büyük STK'sı olmalılar. 

İçlerinden temsilciler seçmeliler. Temsilciler Cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, vekillere, siyasi partilere vs. giderek dertlerini anlatmalılar. 

Haftanın bir günü her il ve ilçenin hükümet meydanında toplanarak basın açıklaması, miting, yürüyüş yapmalılar. Bunu sonuç alıncaya kadar rutine bindirmeliler. Gerekirse günün bir saatinde bunu her gün yapmalılar. "Emekliyiz. Hakkımızı söke söke alırız", "Kimse bizi yok kabul edemez", "Bizi yok kabul edeni biz de yok kabul ederiz", "Ulufe değil, hakkımızı istiyoruz" türünden belirlenmiş sloganlar atmalılar. 

Sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmalılar. 

İstek ve dertlerini belirtmek için TV kanallarına çıkmalılar. 

Gerekirse Emekliler Partisi adı altında partileşip seçime girmeliler.

Emekliler olarak sandıkta ne yapacaklarına, oylarının renginin ne olacağına dair açıklama yapmalılar. Gerekirse sandığa gitmeme yolunu bile dillendirmeliler. 

Ankara'ya gitmeyi göze almalılar.

İnsanca yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşuncaya kadar pes etmemeliler.

Her bir emekli ağlamayana emme verilmeyeceği bilincinde olmalı... 

*24/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Ne Ayak!

Bazılarını anlayamıyorum. Daha doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.

Kimden bahsediyorsun?

İsmin ne önemi var. Önemli olan eylem değil mi?

Ne yapıyor da?

Birilerinin icraatını eleştiriyor. Yerden yere vuruyor. Olmaz bu kadar da diyor. Şöyle yapın diyor. Dediklerini video olarak paylaşıyor. 

Eee, ne var bunda? İcraatı beğenmiyorsa eleştirecek elbet.

Eleştirsin eleştirmeye ama eleştirdiğiyle kalmıyor. Sonra bir bakmışsın, yerden yere vurduğu ile seçimde bir araya geliyor. Seçime birlikte giriyor.

Siyaset bu. Girmesinde ne sakınca var? 

Sakıncası, beğenmediği icraatı bu birliktelik sayesinde yeniden zirvede. Aynı eleştirdiği icraatlar hız kesmeden devam ediyor. Bugün eleştirdiklerinde payı var. Çünkü destek oldu. Büyük çelişki bu. Söz ve eylem çelişkisi.

Kazan kazan politikası güdülmüş olmalı. 

Kazan kazan politikasının da bir omurgası olmalı. Siyasi birliktelik asgari müştereklerde bir araya gelme amacıyla yapılır. 

Hazar asgari müştereklerde anlaşmışlardır. 

Sanmıyorum. Seçim birlikteliği için şunları şunları yaparsanız ittifak yapabiliriz dediler. Öne sürdüğü maddelere tamam dendi. İmzalar atıldı. Fakat gel gör ki şartların hiçbiri yerine getirilmemiş. 

Kısaca kandırılmış. 

Aynen öyle. 

Bir daha seçim ittifakı yapmaz o zaman. Çünkü bir delikten ikinci defa girilmez. 

Sen öyle san. Bir taraftan imza attığımız şartlar yerine getirilmedi diye dert yanıyorlar. Biz seçime kendi adaylarımızı çıkaracağız diyorlar. 

Tamam işte. 

Tamam değil. Zira adaylarını açıklamıyorlar. Seçim ittifakı için göz kırpıyorlar. 

Ne gibi? 

Şu büyükşehri, bu büyük ilçeyi bize verirseniz, ittifakta varız diyorlar. 

Pazarlık için kendilerini ağırdan satıyorlar o zaman. 

Aynen öyle. 

Bu sayede bazı kazanımlar elde etmiş olacaklar. 

Kazanabilirler de böyle giderse inandırıcılıklarını kaybederler. 

Niçin? 

Millet demeyecek mi durmadan eleştir, ardından ittifakında yer al. Bu ne iş bu ne ayak bu ne perhiz bu ne lahana turşusu bu ne yaman çelişki diye. Kısaca yanlışa ortak oluyor. Bu da seçmen nezdinde itibar kaybına uğramak demek. Parlamakta olan partisini intihara sürüklemek demektir. 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kedinin Ciğeri Sevmesi

Falan, bu şehre aşık. Bu aşkını da hep dile getiriyor. Ne dersin?

Bu şehri çok sevdiğini mi söylüyorsun?

Evet. 

Acaba? Nereden biliyorsun? 

İki sözünün biri o şehir. O şehirle yatıp o şehirle kalkıyor. O şehir için çalışıyor. Bugün o şehre kırgın olsa da o şehirden hiç kopamadı. O şehir onu bıraktı ama o, o şehri hiç bırakmadı. 

Niçin kırgın?

İhanete uğradı. O şehir onu yalnız bıraktı. Çünkü sevgisinin ve hizmetinin karşılığını alamadı. 

Anladım. 

Sadece bu kadar mı? Bir şeyler söyle. 

Daha ne söyleyeyim? 

Haksız mıyım? 

Haklı ya da haksızsın diyemem. Ama boş ver birilerinin şehir sevgisini. 

O zaman ne konuşalım?

Bilmem ki. İstersen kedi-ciğer ilişkisini konuşabiliriz. 

Ne alaka? 

Kedi de ciğeri çok severmiş. 

Sevsin. Ne zararı var. Hele sevginin. 

Hatta o kadar severmiş ki olduğu zaman bıkıp usanmadan yermiş. Olmadığı zaman da ciğer hayali kurarmış durmadan. 

İyi de kedi ciğeri seviyormuş. Ne var bunda? Midesi sabah akşam ciğer çekiyorsa varsın yesin. Bunu niye konu edindin?

Ne bileyim, o değilden aklıma geldi. Kedinin ciğeri sevmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bir insan da ciğeri sevebilir, bulduğu zaman yiyebilir. Çünkü ciğer yenmek içindir.

Kıssadan hisse?

Kimsenin sevgisini tartamam. Bir şehri ne kadar sahiden ya da sever görünüyor? O şehre hizmet etmekten ne kadar hoşnut oluyor bilemem. O şehri sahiden seviyorsa o ülke ve o şehir hizmete doyar. Korkum, o şehri kedinin ciğeri sevmesi gibi severse. Ciğer nasıl yenerek yok olursa o şehir de yene yene yok olur. Bu yüzden özden sevgi olsun. Bu sevgi, o şehre ihanete dönüşmesin. O şehir siyasi çekişme ve rantlardan uzak bir şekilde, tarihi ve kültürel yapısıyla elle gösterilen, dünyaya örnek ve yaşanabilir bir şehir olsun. O şehre kedinin ciğere baktığı gibi bakılmasın. Kaybeden değil, kazanan ciğer olsun.

Anlamadım.

Pardon! O şehir olsun.

Çalışmak da Bir İbadettir *

Vaaz kürsülerinde ve hutbelerde inanç ve ibadetten dem vuruyoruz. Döner döner anlatırız. Ahlaktan bahsetmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama önceliğimiz iman ve ibadet. 

Kur'an ve hadislere bakıyoruz. İman ve ibadet öncelikli.

İlmihallere baktığımız zaman öncelik yönünden iman ve ibadet yine baş sırada ve ana konular. 

Gündelik hayatta insanları tasnif ederken iman ve ibadet yönünden değerlendiririz.

Çocuğumuza eş ararken sorup soruştururuz. Ya namazında, niyazında olup olmadığına bakarız ya da sorduklarımız; namazında, niyazında der. Hoş, bu anlayış şimdilerde biraz geriye itildi. Önceliğimiz kadrolu çalışana yöneldi.

Birine kızıp eleştireceğimizde beynamaz deriz.

Birini methedeceğimizde hiç namazdan kalmaz deriz. 

Kısaca hayatımız iman ve ibadet dense yeridir. Bu kadar üzerinde durulmasına rağmen iman ve ibadetten mesafe aldığımız söylenebilir mi? Haydi diyelim ki imanın bir ölçütü yok. İbadetler ölçülebilir olmasına rağmen ibadetleri yerine getirme konusunda büyük bir zaafın olduğu aşikar.

İbadet dendiği zaman ibadetten kasıt sadece namaz değil dense de bütün örnek ve değerlendirmelerimiz namaz üzerine.

Öğrencilere proje geliştiriyoruz. Namaz üzerine ve sabah namazından başlıyoruz. Namaza gelenlere bisiklet türünden hediyeler veriyoruz.

Burada iman ve ibadet üzerine yapılan konuşmaların gereksiz ve önemsiz olduğunu anlatmaya çalıştığım anlaşılmasın. İslam'ın, iman ve ibadetin yanında ayrılmaz bir parçası olan ahlakın üzerinde yeterince durulmadığını, duruluyor ise de ahlakın uygulamaya geçirilemediğini söyleyebilirim.

Bir diğer husus; iman, ibadet ve ahlakın dışında hayata dair başka konu ve sorunlar üzerinde yeterince durmadığımız. Mesela çalışmak konusunda ne din kültürü kitaplarında yeterince yer ayrılmakta ne de vaaz ve hutbede gereğince üzerinde durulmakta. Şayet değinilse bile "Çalışmak da bir ibadettir" diyoruz. Tırnak içine aldığım cümledeki "da" edatı, burada başlı başına bir sorun. Niçin “Çalışmak ibadettir” demiyoruz da çalışmak da bir ibadettir diyoruz. Niye ibadet dendiğinde sadece dar anlamda namaz, oruç, hac ve zekât geliyor? Niçin "Allah'ın razı olduğu, insanları hoşnut eden her türlü söz ve fiile" ibadet denir şeklinde tarifi yapılan ibadetin geniş alandaki tanımını ön plana çıkarmıyor ve önemsemiyoruz da "Çalışmak da ibadettir" diyoruz. Bundan yani cümledeki ayrı yazılan “da” dan, sen ilk önce iman ve ibadeti yerine getir, sonra vakit kalırsa çalış. Çünkü bu da bir ibadettir anlamı çıkar. 

Elhasıl iman, ibadet ve ahlak üzerinde duralım. Buna eyvallah. Bunlar üzerinde durduğumuz kadar çalışmanın üzerinde de duralım. Teşvik edelim. Çalışıp üretmeyenleri eleştirelim.

Bunun yani çalışma üzerinde hassaten durmuş olsaydık belki de bugün ülke olarak çokça üreten, ürettiğinin fazlasını ihraç eden ve ülkeye katma değer üreten olurduk, topluca ülkeyi kalkındırırdık, ileri ve gelişmiş ülkeler seviyesine yükselir, fakirlik sorunumuz olmaz, fert başına düşen gayri safi millimiz daha yüksek olurdu. Vatandaşından sadaka bekleyen devlet, devletinden sadaka bekleyen halk olmazdık.

İman, ibadet ve ahlak üzerinde çokça durulmasına rağmen bunlar da bile zaafımız çok. Bunları bile yeterince yerine getirmiyoruz. Çalışmak üzerine eğilince mi çalışmaya kendimizi vereceğiz denebilir. Bu endişe haklı bir eleştiri. Yalnız çalışmanın ibadet olduğu konusunda üzerine basa basa tekraren durmuş olsaydık, üzerinde çokça durduk. Yine olmadı derdik ve üzerimizden sorumluluğu atardık.

Heyhat ki heyhat...

*09/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.