21 Aralık 2023 Perşembe

Celalettin Rumi ve Şebiarus

Bu yazımı sosyal medyada yayımlanan bir alıntıya yer vereceğim. Yazıp paylaşan üniversiteden sınıf arkadaşım Celalettin Rumi’ye ve şebiarusa ayırmış bu yazısını. Hakkında olumlu ve olumsuz şeyler yazılım çizilen ve yüzyıllar geçmesine rağmen gizemini koruyan Celalettin Rumi ve şebiarus hakkında bakalım ne demiş? Noktası, virgülüne dokunmadan onun gözünde Celalettin Rumi:

“Ne demek şebiarus ?

"Sevgiliye kavuşma gecesi"

Yani "Gerdek Gecesi". 

Seven kim, sevilen kim?

Âşık kim, maşuk kim? 

Ortada bir gerdek varsa bir de gelin ve damat olmalı değil mi? O zaman gelin kim, damat kim? 

Uzatmaya gerek yok, yıllardan beri adına şebiarus ihtifalleri düzenlenen adam, işin bir tarafında duruyor. Diğer tarafta ise Âlemlerin Rabbi olan Allah var.

Tabi, bütün bu safsata ve haddini aşmış fikirler, ehli tasavvuf tarafından "Aşk Makâmı"nda (o da neyse öyle?) söylendiği için hiçbir mahzuru olmayan, tam tersine övgüye layık fikirler olarak kabul görmüş ve devam ettirilmiştir.

Peki, yurt içinden ve yurt dışından binlerce insanın katılımıyla her sene Aralık ayının ortasından itibaren, adına ihtifaller düzenlenen, bu gece sevgilisine kavuşan bu adam kimdir?

Dilimin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalışayım:

Türk mü, Arap mı yoksa Pers mi olduğu bile tam belli olmayan,

Tek kelime Türkçe bilmeyen ve bütün kitaplarını Farsça yazan,

Yazdığı kitaplarda İslâm'a ve Kur'ân'a çok ters konulara yer veren,

Evinizde ananız, bacınız, hanımınız ve  kızınızla oturup okumaktan hayâ edeceğiniz kadar utanç verici, ahlaksız ve müstehcen hikayeleri İslâm adına insanlara ders vermek(!) için yazmaktan hayâ etmeyen,

Kendisine, Rabbimizin Kur'ân'da sadece kendisi için kullandığı "Mevlânâ" ismi yakıştırılan,

Afganistan'ın Belh şehrinden olmasına rağmen "Rûmî" denilerek Anadolu topraklarına nispet edilen,

Anadolu'da neredeyse Müslüman bırakmayacak kadar katliam yapan Moğolların, bırakın öldürmesini, bizzat onların özel ilgisine ve muhabbetine mazhar olan,

Moğollara karşı savaşan oğlunu "Meşru otoriteye karşı çıkan bir bağy" olarak gördüğü ve sevgilisi Şems-i Tebrizî'nin öldürülmesinden sorumlu tuttuğu  için öz oğlunun bile cenaze namazını kılmayan,

Bugün Fethullah Gülen denen adam bizim için ne ise kendi zamanında yaşayan Müslümanlar ve Müslümanların devleti için aynı şey olan, 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra bütün tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına rağmen türbesi kapatılmayıp turizme açılan,

Bağlı olduğunu(!) ve yolundan gittiğini(!), ayağının tozu olduğunu(!) söylediği peygamber; terörist, katil, uçkur düşkünü, olarak tanıtılmasına rağmen tüm dünyada "İnsan sevgisi" ile öne çıkartılıp "gönül ehli" diye takdim edilerek bağlı olduğu(!) peygamberden bile üstün tutulan,

Kendisine laf söyleyenler "Ehl-i sünnet ve İslâm düşmanı" ilan edilen,

Bu yüzden "ismet" sıfatına sahip bir "masum" kabul edilen,

Aslında ne millî ne de dînî bir kişiliği olan, en fazla kültürel bir kişilik olan, 

Aslında ne olduğu veya ne olmadığı bir çok devlet yetkilisi tarafından çok iyi biliniyor olmasına rağmen "inanç turizmi"ne olan büyük katkısından dolayı oldukça "duygusal" gerekçelerle hiç kimsenin karşı çıkmadığı, tam tersine devletin bütçesinden pay ayrılarak adına düzenlenen törenler için salonlar yapılan, yarışmalar düzenlenen, adına günler haftalar, aylar, hatta yıllar ayarlanan, 

Medîne'deki "Yeşil kubbeye" alternatif olarak Konya'daki "Yeşil türbede" yatan ve

Türbesini ziyaret edenlerin "Yarım hacı" olduğu kabul edilen zatın ta kendisidir.

Adını vermedim ama siz de tanıyor musunuz bu adamı?”

Rıza Bozdağ

17 Aralık 2017 Pazar

Kayseri

Orta ve Uzun Vadeli Hedef

Şimşek, "Orta vadeli program ile enflasyonu kalıcı olarak düşüreceklerini,

2026 yılında tek haneye düşürmeyi hedeflediklerini, işsizliğin tek haneye düştüğünü,

2023 yılında yüzde 4 büyüme hedeflerinin olduğunu,

bir diğer hedeflerinin de cari açığı kalıcı olarak aşağıya çekmek olduğunu" belirtti.

Hedefler tutar veya tutmaz ama hedef hedeftir. Önemli olan hedef koyabilmek, mücadele azmi ortaya koymak ve büyük düşünmektir.

Tutmadı mı?

Dünyanın sonu değil ki.

Bir sonraki orta vadeli programda yeni tek hane hedefi konur. Hayat devam eder. Sonunda ölüm yok ya.

Bir tanıdığımın oğlu daha küçükken bir arkadaş ona sormuştu, büyüyünce ne olacaksın diye. Çocuk hiç düşünmeden Cumhurbaşkanı demişti.

Arkadaş, bir ülkede bir tane Cumhurbaşkanı olur. O kadar kişi var. Hedefin biraz büyük değil mi? Bu kadar kişi arasında nasıl Cumhurbaşkanı olacaksın demişti de olsun, ben olacağım demişti.

Ve ben bu çocuktaki özgüvene, büyük hedefine ve zora talip oluşuna hayran kalmıştım.

Gel zaman git zaman çocuk liseyi bitirdi. Daha ötesini okuyamadı ya da okumadı.

Bir gıda sektörüne girdi. Tezgahtar olarak çalıştı.

Biraz tecrübe kazandıktan sonra babasının sayesinde küçük bir dükkan açarak kendi işletmesinin tek sahibi oldu.

Halen bu sektörde çalışıyor.

Çoluğa çocuğa karıştı.

Gördüğüm kadarıyla işi de iyi. Morali de düzgün.

Cumhurbaşkanı hedefim tutmadı diye köşesine çekilip karalar bağlamadı.

Hedefim tutmadı diye bir pişmanlığı da yok. Hayatına devam ediyor. Mutlu mu mutlu üstelik. Hem de hedef koyarken de mutluydu, şimdi de.

Oğlum Cumhurbaşkanı olamadı, koyduğu hedefi tutturamadı diye babası üzülmeye üzülmüştür ama o kadar da olsun. Herkes mutlu olacak diye bir şey yoktur.

Küçük çocuğun hedefi tutturamamasında, çocuğun daha küçükken büyük ve uzun vadeli bir hedef seçmesiydi belki de. Öyle ya kolay mı uzun vadeyi tutturmak.

Keşke uzun vade bir hedef yerine orta vade bir hedef koysaydı, belki tutardı.

20 Aralık 2023 Çarşamba

Battı Çıktı ve M. Sıdkı Bilgin *

Konya'nın ilk alt geçidinin neresi olduğu sorulsa çoğu, özellikle yeni nesil bilmez. Bunu bilse bilse eskiler bilir. Eski nesil de burayı alt geçit olarak bilmez. Çünkü bu alt geçide Konyalı Battı Çıktı adını vermiştir. Verilen anlam da uygun. Çünkü arabayla batıyorsun sonra çıkıyorsun. 

Arabaların inip çıkmasından dolayı buraya başka anlam yükleyip söylerken gülenler de var ama biz bu anlamı onlarla baş başa bırakalım.

Ne zamandır Meram Yeniyol üzerindeki Battı Çıktı adı verilen bu köprüyü yazı konusu edinmek istiyordum. Biz Battı Çıktı desek de köprünün bir resmi adı vardır. 

Bir gün o köprünün altından geçtim. Birkaç fotoğraf çektim. Köprünün bir tarafında küçük puntolarla yazılı M. Sıdkı Bilgin Alt Geçidi ismini gördüm. 

Doğrusu M. Sıdkı Bilgin ismini ilk defa duydum. O kadar da çok geçmiştim altından halbuki. Hem araçla hem de yürüyerek. 

Adı verildiğine göre eski belediye başkanlarından biri olmalı dedim. İnternet üzerinden ismi aradım. Memleket gazetesinin 2007 yılında M. Sıdkı Bilgin ile yaptığı uzun röportaj önüme düştü. Uğur Özteke’nin hazırladığı bu röportaja göre Konya’nın bu ilk alt geçidini yaptırmak bugün adını sanını bilmediğimiz M. Sıdkı Bilgin'e nasip olmuş. 

Kimdir M. Sıdkı Bilgin? 15 Mayıs 1923 doğumlu Bilgin ilkokulu Hakimiyet-i Milliye’de, ortaokulu Karma’da, liseyi Kabataş Lisesinde okuduktan sonra hukuk okumaya karar verir. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra bir süre hakimlik yapar. Ardından istifa ederek Konya’da avukatlık yapar.

1955 yılında siyasete girer. Yapılan mahalli genel seçimlerde Belediye Meclis üyeliğine seçilir. 1958 yılına kadar encümen üyesi ve belediye başkan vekili olarak görev yapar. Belediye başkanının milletvekili seçilmesiyle birlikte 1958 yılında belediye başkanlığına seçilir.

100 bin nüfuslu Konya’da o zamanlar şehir içi toplu ulaşım yoktur. Kamyondan çevirme arabalar vardır. Yollar bozuk. Asfalt yoktur. Dere’de elektrik santrali var. Göksu yeni yapılıyor.

35 yaşında iken belediye başkanı seçilen Bilgin Demokrat Partili vekilleri yanına alarak Başvekil Adnan Menderes’in huzuruna çıkar. Nereden buldunuz bu genç adamı dediği Bilgin’i iki saat imtihan eder. Ardından Konya’yla ilgili bir brifing alır.

Sayın Bilgin Başvekil’den Konya için 10 otobüs ister. Elektrik ve Göksu işini söyler. Menderes yanındakilere gidebilirsiniz. Yalnız sen bu işleri halledince kadar burada kal, Konya’ya gitme der.

İki üç gün sonra Menderes belediye başkanını yanına çağırır: “Reis bey 10 tane otobüsünüz için Maliye Bakanlığı’na döviz emri verildi. Elektrik işi için tekrar görüşüldü, ikmal ve dağıtım işi için İller Bankası’na kredi verilmesi konusunda emir verildi.  Yolların asfalt yapılması için asfalt verilmesine de emir verildi.” der.

Konyalı Mercedes otobüslerle o zaman tanışır.

Göksu hidroelektrik santralinin ikmalini ve şehir elektrik şebekesinin tevzi ve ıslahı, şehir içi asfalt yollarına yenilerinin ilavesi, şehrin imar planına geçişinin yaptırılması ve uzun yıllar gerçekleştirilmemiş olan Ankara-Konya giriş yolunun istimlâki gibi yararlı hizmetlere imza atar. Şehir aydınlatılır, yollar asfaltlanır.

60 ihtilali ile birlikte Yassıada’da 5 ay 20 gün yatar. Suçu da Başvekil’i Konya’ya davet etmek ve Başvekil’e methiyeler düzmek.

Sıtkı Bilgin 1961 yılı yerel genel seçimlerinde bu defa Adalet Partisi’nden Belediye Meclis üyeliğine ve Belediye Başkan vekilliğine seçilir. 1977 tarihine kadar yapılan genel seçimlerde yine aynı görevlere seçilmek suretiyle takriben 20 yıl süre ile Konya Belediyesine hizmette bulunur.

Konyalının Battı Çıktı adını verdiği ilk alt geçidin inşaatı o günün imkânsızlıklarıyla bir yıl sürer. Yapımında Devlet Demir Yollarından ve Karayollarından destek alır. Buradan çıkan toprak Alaeddin Tepesine dökülür.

Daha sonraki belediye başkanları zamanında Konya’nın bu ilk alt geçidine Bilgin’in adı verilir.

Sıdkı Bilgin Konya Cemiyeti Hayriye Vakfı, Türk Anadolu Vakfı ve Büyük Koyuncu Hizmet Vakfı gibi vakıfların kuruluşunda bulunmuş, binlerce aileye para ve mal yardım yapılması ve öğrenci yetiştirmesi ve huzurevinin yaptırılması gibi çalışmalarına fahri olarak yardımcı olmuş. Aynı zamanda Selçuk Üniversitesini kurma ve Yaşatma Derneği kurucularındandır.

Konya’ya birçok hizmeti dokunan M. Sıdkı Bilgin 3 Mart 2011 tarihinde vefat eder. Allah rahmet eylesin.

*22/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

17 Aralık 2023 Pazar

Sıra Onun Nasılsa

ATM'ye bir kişi para yatırıyor. Arkasında da kimsecikler yok. Üstelik de genç. Bir dakikada işini halleder, sıra bana gelir. Bir sevindim bir sevindim. Çünkü beklemeyeceğim. Bitirdi bitirecek. İnternet nesli ne de olsa. Onun için çocuk oyuncağı. 

Bitirmedi nedense. Ne yapıyor diye göz ucuyla baktım. Bir 200 lira para yatırıyor. Her denemesinde parayı geri verdi. Her defasında da önce ters çevirdi. ATM bir türlü parayı kabul etmedi. Para buldu da bunuyor ATM. Üstelik günün en büyük parası. 

Sonra kıvırdı, düzeltti. Tekrar tekrar denedi. ATM ant içmişti bu gençten para almamaya. 

Bir taraftan denerken bir taraftan da hafif bana dönerek bir 200 lira yok mu dedi. Ses vermedim. Şükür ki benden haberi varmış.

Birkaç defa denedi. Sonunda ATM değil, genç pes etti. Kartını alıp çekildi. Buna da şükür.

Para sahte miydi neydi bilmiyorum. Hoş sahte olmasa da bazen ATM'ler bunu yapardı ama genç beni mahcup etti. 

Ama gence hayran kaldım. Arkada biri bekliyormuş. Benim iş olmayacak, amca işini halletsin. Ben az sonra biraz daha denerim demedi. Daha doğrusu gençten bunu bekledim. Çünkü arkada bekleyen oldu mu, baktım işim uzayacak, işlemi iptal eder, arkamdakine veririm sırayı. Başkaları da gelmişse en arkaya geçer, sıraya girerim. Gençten bunu beklemek beyhude çaba.

Benim bu yaptığım garibinize gitti değil mi? Güya çok ince düşünüyorum size göre ve gencin yaptığı doğru. Çünkü sıra onun. Gerekirse sabahtan akşama sırayı kimseye vermeden bankamatiğin önünde durur. 

Aman neyse ne. Ben böylelerine kendine Müslüman derim. Bana Müslüman olmuyorsa kendine bari olsun. 

*

Normal bir hızla trafik akıyor. Ben de Alıntıya uygun hareket ediyorum. Önümde biri durdu. Çünkü bir arabanın gireceği kadar bir boşluk görmüş önümdeki sürücü. Belli ki aracını buraya park etmeyi gözüne koymuş. Zaten belliydi ağır ağır gitmesinden. 

Öndeki aracın hizasına kadar gidip duruyor. Sonra geri vitese atıyor. Arka arkaya gelmeye başlıyor. Bir denedi olmadı. Sonra tekrar öne çıktı tekrar denedi. Haydi bir daha derken bu sefer oldu. Bir defa da geri parkına girmek sadece ehliyet sınavlarında geçerliydi nasılsa. Girdi ya sen ona bak. 

Arkadaki ben ve benim ardımdaki araçlar mı? Hep beraber bekledik beyefendinin park etmesini. İşimiz neydi zaten. Önemli olan öndekinin işinin görülmesiydi. 

Beyefendi de çok rahattı. Arkada araçlar dizilmiş, bekliyormuş... Hiç umursamadı. Zaten böyle de olmalıydı. Çünkü strese girerse aracı park edemezdi. Üstelik yol onundu. O ne yaparsa biz bekleyecektik. Önemli olan onun işinin görülmesiydi. Zira kendine Müslümanlık da bunu gerektirir. 

Böyle durumda ben ne yapardım? Bir defa o iki aracın arasına park yapmaya hiç yeltenmezdim. Çünkü akan trafiği durdurur, trafiği felç ederdim. Arkadakiler ya sabır çekerdi. Hem benim park edeceğim yer en az 50-100 metre önden, bir o kadar da arkadan boşluk olacak ki hiç öne ve arkaya gitmeden hemen sağa kırıp park yapabileyim. Hiçbir sürücü bana böyle park yeri bırakmadığı için boş yer yok diye gider de giderim. Nihayet öyle yerler olur ki tam benlik park. Gideceğim yere epey uzak ama olsun. Park yapıp geldiğim yolu yürüyerek geri teperim. Bu ayaklar niçin var, değil mi?

14 Aralık 2023 Perşembe

Birileri Sanatını İcra Ediyor

Efendim, çok başarılısınız. Bugüne kadar kimse elinize su dökemedi. Öldü bitti kül oldu dendiği zamanlarda bile bu işi kotardınız. Üstelik tek kişisiniz. Başarı hep sizin eseriniz. İstese de istemese de herkes bükemediği elinizi öptü. Nasıl başarıyorsunuz bunu?

Allah vergisi diyelim. 

Efendim, ondan da öte. 

Tesadüf diyelim. 

O kadar da tevazu göstermeyin. Görünen bir gerçek var. 

Tek kişi değilim bir defa. 

Nasıl? 

Tek kişi görünsem de aslında tek değilim. Bana çalışan, başarım için ter döken binler var etrafımda. Bunların kimi yanımda görünür kimi de rakibim olarak görünür. 

Anlamadım. Biraz açık konuşsan. 

Çok fazla deşeleme. 

Lütfen efendim. Geldiniz gidiyorsunuz. Başarının her türlüsüne ulaştınız. Daima zirveye oynadınız ve hep zirvede kaldınız. Bu işi de zirvede bırakacaksınız. Bari biraz kopya verin de bu işin künhünü öğrenelim. 

Ustanın iyisi işin püf noktasını söylemez ve öğretmezmiş. Yine de söyleyeyim. Bir defa ben bir sanat icra ediyorum. Filmlerdeki başrol oyuncusu ne ise ben de oyum. Oyunu kurgulayan, pişiren başkası. Ben sadece rolümü oynuyorum. Benim en büyük payım, rolümü iyi oynamak ve sahici görünmektir. 

Yani? 

Filmlerdeki rakip başrol oyuncusu ve ona çalışan etrafındakiler hep başrol oyuncusunun yani benim figüranımdır. Filmin içinde bana acı çektirseler de sonunda hep ben kazanırım. Çünkü senaryo böyle. Ne ben ne rakiplerim senaryonun dışına çıkabilir. Hepsi bana, ben de beni başrol oyuncusu yapanlara çalışırım. Alternatif görünen rakiplerim aynı makinenin dişlileridir. O makinenin dönmesi için her birinin görevleri vardır. Yani aynı çarkın dişlileriyiz. Kısaca yalnız değilim. Başrolde ben görünürüm sadece. Rakiplerim, yurtiçi ve yurtdışı, sermaye, güçler hep bana yatırım yapar. Ben de gereğini yaparım. Onların yüzünü hiç kara çıkarmadım bugüne kadar. 

Ama rakipleriniz ve yurtdışı sana ve sana inanan kitlelere göre hep senin aleyhinde. 

Öyle tabii. Görünürde ben onlara, onlar bana düşman. Ben onlara, onlar bana düşmanlık yaparak kotarıyoruz bu işi. Bakmayın düşman ve rakip göründüklerine. Bakmayın beni istemez göründüklerine. Kısaca ben mücadele eder göründüğüm güçlerle iş yapıyorum. Onlara çalışıyorum. Sonunda da hep ben kazanıyorum. İşin aslı ben bana verilen görevi icra eden bir sanatçıyım.

Bu işin sırrı ne? Sırrını öğrenemedim.

Amma da kalın kafalıymışsın. Daha ne anlatayım? Sevdirmek efendim sevdirmek. Kendini sevdirdin mi bu iş tamam. Bir de kendini bulunmaz Hint kumaşı olarak pazarlamak ve alternatifsiz olduğun algısını oluşturmak. Ondan sonra işler kebap.

Örnek verir misin?

Bana falan kişi veya ülkeyle bozuş diyorlar. Sahici bir rol ile bozuşuyorum. Sonra arayı düzelt diyorlar, gidip düzeltiyorum. Şuna karşı çık diyorlar. Karşı çıkıyorum. Sonra tersini söyle, karşı çıktığının tersini yap diyorlar, yapıyorum. Yani başarı için her yol mubah bana.

Ama İsrail’i eleştirme konusunda samimisin sanırım.

Samimi görünmek zorundayım. Bakma İsrail’i yerden yere vurduğuma, onlar aleyhine miting yaptığıma. Onlarla ticaretimiz hız kesmeden devam ediyor.

İyi de nasıl beceriyorsun bunu?

Dedim ya ben sanatçıyım. Sanatımı da bugüne kadar hep sahici olarak icra ettim, hala da icra ediyorum. Bu can bu tende durduğu müddetçe de bu icra işleri hız kesmeden devam edecek. Çünkü ben bir sanatçıyım.

İki Yüzlü Siyaset *

Timsah, sıcak bölgelerdeki akarsularda yaşayan, Timsahgiller takımından iri yapılı, kalın ve kabuksu derili sürüngen türlerinin genel adıdır. Uzaktan bakıldığında kertenkeleye benzerler. Vücutlarının üzeri, sert kemiksi plakalarla örtülüdür. Ön ayaklarında beşer, arka ayaklarında dörder parmak bulunur.” (wikipedi)

Balık, kuş ve suya gelen memelilerle beslenirler. İnsanlara da saldıranları vardır. Timsahlar avına saldırmadan önce yaklaşık 2 metrelik bir alana girmesini beklerler. Avı saldırabileceği kadar yakına gelen timsah, yaklaşık 12 m/s bir hız ile avını yakalar. Bu hıza; vücutlarının yapısı, arka bacakları ve de en önemlisi kaslı kuyrukları sayesinde ulaşırlar. Avlarını güçlü çeneleri arasına sıkıştırıp suya çekerek boğarlar. Kendilerinden büyük olan avlarını 200 kg bir kuvvet uygulayabildikleri ve avını ağzı ile kavrayıp kendi etrafında birkaç kez dönerek gerçekleştirdikleri ölüm dönüşü adı verilen yöntemle daha küçük parçalara ayırırlar. Çeneleri sağa sola hareket etmediği için besinleri çiğneyemeden büyük parçalar hâlinde yutarlar. Sindirim için çakıl ve taş da yutarlar. (wikipedi)

Niyetim, timsahı anlatmak değil. Halk arasında timsah gözyaşları deyimi kullanılır. Gözyaşı denince bizde içten gelen bir ağlama, bir samimiyet göstergesidir. Kişinin bir olay esnasında çektiği acı ve üzüntüyü ifade eder. Bakalım timsahlarda gözyaşı ne anlama geliyormuş?

İkiyüzlü bir kişinin sahte acı gözyaşları dökmesi gibi sahte, samimiyetsiz bir duygu gösterisidir . Bu ifade, timsahların avlarını yerken gözyaşı döktüğüne dair eski bir inançtan türemiştir. Timsahların gözyaşı kanalları olmasına rağmen, genellikle uzun süre sudan uzak kaldıklarında ve gözleri kurumaya başladığında gözlerini yağlamak için ağlarlar. Ancak kanıtlar bunun beslenmeyle de tetiklenebileceğini gösteriyor.” (Wikipedia)

 Timsahlar avlarını yiyecekleri sırada ağzını çok açtığı zaman gözlerinden sıvı gelir. Ancak salgılanan bu sıvının gözyaşı ile herhangi bir ilgisi yoktur. Bu durumdan başlamak suretiyle timsah gözyaşı, bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi görünen insanlar için değerlendirilir.” (Milliyet)

Timsah gözyaşları deyimi Türk Dil Kurumu üzerinden direkt olarak insanlar için ifade edilir. Bu doğrultuda herhangi bir durum karşısında üzülmemesine rağmen üzülmüş gibi görünen insanlar için timsah gözyaşları deyimi kullanılır. Yani gerçek olmayan bir üzüntü göstergesi timsah gözyaşları şeklinde anlatılır.” (Milliyet)

Tüm bu alıntılar, timsahtan ziyade insanlar için kullanılan timsah gözyaşı deyiminin ne anlama geldiğini anlatmaya yeter de artar bile. Yine iki anekdota daha yer vereyim.

28 Şubat sürecine giderken televizyonlarda ilk defa gördüğümüz Fadime Şahin şovunu izledik. Öyle konuşuyor, öyle gözyaşları döküyordu ki bu kadar gözyaşı döken bir kadın yalan söylemez. Çünkü gözyaşı samimiyettir dedim. Sonra anlaşıldı ki Fadime Şahin’in düzmece, döktüğü gözyaşlarının ise kitleleri inandırmak ve bir amacı yerine getirmek için sahte gözyaşı olduğu ortaya çıktı. Ama atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

Tanıdığım bir zabıta daire başkanı anlatmıştı: Bir esnafın, “Dükkanımın önünde seyyar satıcı var. Elektrik, su ödüyoruz. Kira veriyoruz. Bunlara niye bakmıyorsunuz” şikayeti üzerine belirtilen yere ekip gönderdim. Ekip seyyar satıcıya işlem yaparken içeriden dükkan sahibi çıkıyor. “Evine üç beş kuruş ekmek parası götürmeye çalışan şu Allah’ın garibinden ne istersiniz? Sizde Allah korkusu yok mu” deyince ekibim şaşırıp kalır ve işlemden vazgeçer. Çünkü seyyardan şikayetçi olan ile seyyarı koruyan kişi aynı kişi idi dedi.

Son örnek de İsrail mallarına uyguladığımız boykot olsun. Halk boykot uyguladı. Bunda da samimi idi. Devlet de en üst perdeden İsrail’e tepki gösterdi. Üzerine miting yaptı. Sonra anlaşıldı ki halk boykot ile uğraşırken etkili ve yetkili kişiler, İsrail ile gemi ticaretine ara vermeden devam etmişler. Üstelik ortakları da etkili ve yetkili kişilerin kendisi ya da çocukları imiş.

Şaşırtıcı olan insanlar nasıl iki yüzlü olabiliyor? Nasıl iki kalp taşıyabiliyor? Gözyaşı dökerek nasıl ticarete devam edebilir? Nasıl karşıymış gibi davranabiliyor? Nasıl Bağırıp çağırır ve mangalda kül bırakmaz? Mağdurun yanında görünüp nasıl mağrur ile iş çevirir?

Nasıl ki timsah, gözyaşı dökerek avını tüm tüm götürüyorsa öyle zannediyorum, bazı insanlar da gözyaşı dökerek malı götürüyor.

Vay be nasıl bir dünyada yaşıyoruz böyle?

*22/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Timsah Gözyaşıymış Meğer

Gazze üzerinden Yahudi mallarına uygulanan bir boykot daha sona erdi. En azından sosyal medya üzerinden Yahudi malları şunlar, bunlara boykot uygulayın paylaşımlarını görmüyoruz.

Boykot niçin kesilmiş olabilir?

Ya İsrail Gazze'ye saldırıyı kesmiştir.

Ya Yahudi malları zarara uğratılmıştır. 

Ya bir anlık kızgınlık sonucu ortaya çıkan bir heves idi. 

Ya da halkın gazını almak için pompalanan bir yöntem idi. 

İsrail'in Gazze'ye saldırısı devam ediyor. Boykot uygulanan bir Yahudi markasının zarar ettiğine ya da battığına dair ortaya çıkmış bir bilgi yok. Üstelik boykot uygulanan ürünler tereklerde satışta.  

Olsa olsa boykot halkın gazını almak, Gazze'nin yanında olduğumuzu göstermek amacıyla servis edilmiş geçici bir hevestir. Hevesler saman alevi gibidir. Birden parlar, ardından söner. Bizim boykot da böyle oldu. Üstelik bu tür boykot ne ilkti ne de son olacak. Böylece bir başarısız boykota daha imza attık. Attığımız onca taş bir kurbağayı ürkütseydi bari. Hepsi bir acziyet sonucu ortaya çıkan ve sonuç almayan yöntemlerdi. 

İşin garibi boykot uyguladığımız ürünler ihtiyaç olmasa hepsi bir anlık zevk içeren ürünler olsa değer dersin. Piyasada ve evlerimizde ne kadar kullandığımız zaruri ürün varsa hepsi boykot listesinde. Daha kalitelisini üretmeyi bırakalım, emsal ve muadilini üretebilsek hiç gam yemeyeceğim. Alternatif diye verilen ürünlerden birkaçı dışında ürettiğimiz hiçbir ürünün kalitesi yok, marka değeri yok. Hoş, yerli ürün denen ürünlerin ne kadarı yerli, bu da düşündürücü. 

İşin bir başka yönü, "Siz bizim malları istemiyor, boykot mu uyguluyorsunuz. Biz de çekiliyoruz bu piyasadan" deseler, onca insanımız işsiz kalacak ve bu kalite başka ürün bulamayacağız. Kısaca onlar bize değil, biz onlara muhtacız. Hamaset yapmaya gerek yok. 

Başarısız da olsa halkımız boykot uyguladı ve çoğu boykot uygulayanın boykotta samimi olduğunu düşünüyorum. Ya yetkililerimiz bu samimiyet sınavının neresinde? Gördük ki yetkililerimiz hep İsrail yönetimine veryansın etti, bağırdı çağırdı. İş değil yaptığın dedi. Üzerine milyonları toplayarak Gazze'nin yanında, İsrail'in karşısında olduğumuz gösterildi. Kısaca öyle bir görüntü verildi ki Hamas'tan daha Filistinli, Gazzeliden daha Filistinli profili çizdik. Gören de Gazze ve Filistinlinin tek hamisi der. Diyelim ki tüm bu yaptıklarımızda bir samimiyet var. Çünkü samimiyet içten gelen bir şey ve o içi biz okuyamayız. 

Gazetelerin yazıp çizdiğine ve Mecliste gündeme geldiğine göre limanlarımızdan İsrail'e her gün kaç tane ticari gemi kalkıyormuş. İsrail'in yakıtı bizden gidiyormuş. Gazze ve İsrail arasında tek taraflı savaş devam etmesine rağmen Yahudi mallarına boykotun uygulandığı dönemde bile İsrail’e aylık 350 milyon dolar ticaretimiz devam etmiş. 

Savaş anında dahi İsrail'e ticaretimizin devam etmesi ne yaman çelişki. Bir yandan mangalda kül bırakmayacağız, diğer taraftan ticaretimiz devam edecek. Bunun izahını yapmak benim kapasitemi ve çapımı aşar. Çünkü bu çelişki ve çifte standardın savunulur ve tutulur tarafı olamaz. Verilen bu görüntünün ne dinde ne ahlakta ne etik değerlerde ne insanlıkta ne yönetim anlayışında yeri vardır. Samimiyet zaten yoktur. Bağırıp çağırma olsa olsa timsah gözyaşlarıdır. Sen yapacağını yap. Ben halkın gazını alayım. Ne şiş yansın ne kebap demektir. 

Beni en çok üzen de ülkemin bu çifte standardı ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen büyük ve güçlü taifenin sesinin çıkmamasıdır.