Ana içeriğe atla

Celalettin Rumi ve Şebiarus

Bu yazımı sosyal medyada yayımlanan bir alıntıya yer vereceğim. Yazıp paylaşan üniversiteden sınıf arkadaşım Celalettin Rumi’ye ve şebiarusa ayırmış bu yazısını. Hakkında olumlu ve olumsuz şeyler yazılım çizilen ve yüzyıllar geçmesine rağmen gizemini koruyan Celalettin Rumi ve şebiarus hakkında bakalım ne demiş? Noktası, virgülüne dokunmadan onun gözünde Celalettin Rumi:

“Ne demek şebiarus ?

"Sevgiliye kavuşma gecesi"

Yani "Gerdek Gecesi". 

Seven kim, sevilen kim?

Âşık kim, maşuk kim? 

Ortada bir gerdek varsa bir de gelin ve damat olmalı değil mi? O zaman gelin kim, damat kim? 

Uzatmaya gerek yok, yıllardan beri adına şebiarus ihtifalleri düzenlenen adam, işin bir tarafında duruyor. Diğer tarafta ise Âlemlerin Rabbi olan Allah var.

Tabi, bütün bu safsata ve haddini aşmış fikirler, ehli tasavvuf tarafından "Aşk Makâmı"nda (o da neyse öyle?) söylendiği için hiçbir mahzuru olmayan, tam tersine övgüye layık fikirler olarak kabul görmüş ve devam ettirilmiştir.

Peki, yurt içinden ve yurt dışından binlerce insanın katılımıyla her sene Aralık ayının ortasından itibaren, adına ihtifaller düzenlenen, bu gece sevgilisine kavuşan bu adam kimdir?

Dilimin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalışayım:

Türk mü, Arap mı yoksa Pers mi olduğu bile tam belli olmayan,

Tek kelime Türkçe bilmeyen ve bütün kitaplarını Farsça yazan,

Yazdığı kitaplarda İslâm'a ve Kur'ân'a çok ters konulara yer veren,

Evinizde ananız, bacınız, hanımınız ve  kızınızla oturup okumaktan hayâ edeceğiniz kadar utanç verici, ahlaksız ve müstehcen hikayeleri İslâm adına insanlara ders vermek(!) için yazmaktan hayâ etmeyen,

Kendisine, Rabbimizin Kur'ân'da sadece kendisi için kullandığı "Mevlânâ" ismi yakıştırılan,

Afganistan'ın Belh şehrinden olmasına rağmen "Rûmî" denilerek Anadolu topraklarına nispet edilen,

Anadolu'da neredeyse Müslüman bırakmayacak kadar katliam yapan Moğolların, bırakın öldürmesini, bizzat onların özel ilgisine ve muhabbetine mazhar olan,

Moğollara karşı savaşan oğlunu "Meşru otoriteye karşı çıkan bir bağy" olarak gördüğü ve sevgilisi Şems-i Tebrizî'nin öldürülmesinden sorumlu tuttuğu  için öz oğlunun bile cenaze namazını kılmayan,

Bugün Fethullah Gülen denen adam bizim için ne ise kendi zamanında yaşayan Müslümanlar ve Müslümanların devleti için aynı şey olan, 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra bütün tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına rağmen türbesi kapatılmayıp turizme açılan,

Bağlı olduğunu(!) ve yolundan gittiğini(!), ayağının tozu olduğunu(!) söylediği peygamber; terörist, katil, uçkur düşkünü, olarak tanıtılmasına rağmen tüm dünyada "İnsan sevgisi" ile öne çıkartılıp "gönül ehli" diye takdim edilerek bağlı olduğu(!) peygamberden bile üstün tutulan,

Kendisine laf söyleyenler "Ehl-i sünnet ve İslâm düşmanı" ilan edilen,

Bu yüzden "ismet" sıfatına sahip bir "masum" kabul edilen,

Aslında ne millî ne de dînî bir kişiliği olan, en fazla kültürel bir kişilik olan, 

Aslında ne olduğu veya ne olmadığı bir çok devlet yetkilisi tarafından çok iyi biliniyor olmasına rağmen "inanç turizmi"ne olan büyük katkısından dolayı oldukça "duygusal" gerekçelerle hiç kimsenin karşı çıkmadığı, tam tersine devletin bütçesinden pay ayrılarak adına düzenlenen törenler için salonlar yapılan, yarışmalar düzenlenen, adına günler haftalar, aylar, hatta yıllar ayarlanan, 

Medîne'deki "Yeşil kubbeye" alternatif olarak Konya'daki "Yeşil türbede" yatan ve

Türbesini ziyaret edenlerin "Yarım hacı" olduğu kabul edilen zatın ta kendisidir.

Adını vermedim ama siz de tanıyor musunuz bu adamı?”

Rıza Bozdağ

17 Aralık 2017 Pazar

Kayseri

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Mevlana hakkında ilk defa böyle bir yazı okudum. Kitabın birinde Şems ile ilgili iftira kabilinden çıkan sözler üzerine Şems'in Mevlana'yı terk ettiğini okumuştum. Ama o kitapta bu durumun böyle olmadığını çevrenin Mevlana'ya ve Şems'e iftira ettiğini yazıyordu.
    Peki sayın hocam, bu konuda siz ne diyorsunuz? Sizin fikriniz nedir öğrenebilir miyim? Rıza Bozdağ'ın yazısında geçenler gerçek mi? Fikrinizi paylaşmak zorunda değilsiniz. Eğer sakıncası yoksa öğrenirsem, iyi olur. Dolayısıyla doğru bildiğimiz şeyin yanlış olduğunu bilmek herkesin hakkıdır.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Recep Bey, Celalettin Rumi, gizemli bir kişilik. Gizemli olduğu kadar korunan ve iltifat gören biri olduğu aşikar. Hakkında iyidir diye milyonlar, bu kadar olmasa da eleştiren binler var. Görüşler Rıza Beyin olsa da bu yazıya katılıyorum. Bir kısım insanlar göklere çıkarsa de maalesef ben de hakkında iyi düşünenlerdenim değilim. Hakkında yeterince bilgi sahibi olmasam da duyup bildiklerinden, erbabından dinlediklerimden nazarımda müspet biri değil. İddialar arasında İsmail Nacar isimli tarihçi Moğol ajanı der. Celalettin Rumi’yi çok iyi tanıyan Mikail Bayram isimli akademisyen de aynı kanaatte. Moğolların tüm dünyayı kasıp kavurduğu bu dönemde Rumi’nin Moğollardan para aldığı belirtilir. Mesnevi’de erkek erkeğe bile anlatılmayacak belden aşağı hikayeler anlatılır. Mesnevi ile ilgili Mesnevi isimli eserinin önsözünde “Mesnevi’nin Kur’an’ın aslının, aslının aslıdır” ibaresi var. Önsözün Mevlana’ya ait olduğunu belirtir Mikail Bayram. Rumi’nin fikirlerinin Şems ile birlikte değiştiğini, aralarındaki ilişki sebebiyle çıkan dedikodulara Şems’in ayrıldığını, sonra tekrar Konya’ya geldiğini biliyorum. Mevlana oğlu Alaeddin’den ve Nasrettin Tusi’den (Bunun Ahi Evran olduğunu söyler Mikail Bayram) hiç haz almadığını, aralarında mücadelelerini olduğu aşikar. Oğlu Alaaddinin sevdiği Kimya Hatunu Şems ile evlendirmesinden dolayı oğlu Alaaddinin babasına ve Şems’e bayrak açtığını, Şems’i öldürüp kuyuya atanlar arasında Nasrettin Tusi ve oğul Alaaddin de var. Bir kişi daha vardı. İsmimi hatırlayamadım. Oğul Alaaddin’i Moğollara öldürttüğü, cenazesini kılmadığını biliniyor. Şems’in Kimya Hatun ile seviştiğini gören Mevlana’ya Şems’in, bu seviştiğim Allah idi dediğini söyler M. Bayram. Şebiarus gerdek gecesi demek, zifaf gecesi demek, Allah ile kavuştuğu günü böyle adlandırır Mevlana. Bu yönüyle bakıldığında Rıza’nın şebiarus sorgulaması yerinde. Sema gösterileri ayrı bir muamma. Semazenin sağ eli havada, diğeri aşağıda. Allah bize verecek, biz de diğer elimizle halka dağıtacağız demektir bir elin havada, ile kullar arasında diğerinin aşağıda olması. Yani kendilerini Allah ile kullar arasında aracı görmektir bu. Mevlana’yı ziyaret yarım hacı sayılır sözü halkın uydurduğu bir anlayış. Aslı yoktur. Mevlana ailesi Veled ailesidir. Bu ailenin mezarları bile özeldir. Konya, Karaman, Afyon gibi yerlerde nerede cami içinde bir türbe varsa Veled ailesine aittir. Atatürk tüm tekke ve zaviyeleri, mason locaları dahil kapatırken Mevleviliğe dokunmuyor. Bugün Mevleviler dünyada organize. Dini anlayışları farklı ve elit insanlar temsilcileri. Mevlana ismini alması doğru değil. Mümkün olduğunca Rumi diyorum kendisine. Çünkü Mevla Allah’ın isimlerinden biri. Hasılı kimdir, necidir bilinmeden hakkında olumlu olumsuz şeyler söylenen bir kişilik var karşımızda. Doğrusunu Allah bilir. Bildiğim onlar gelip geçti. Övsek de yersek de faydası yok. Yalnız kim olduğu ortaya çıkmalıdır. Son olarak şunu da söyleyeyim. Mevlana türbesine dua eden birine ne diye dua ettin diye sordum. Mevlana’dan yardım istedim cevabını aldım. Bu kadar kutsal ve veli görenler var. Mevlana’yı övenlerden biri “Her şehre kötülük gelse, Konya’ya gelmez. Çünkü her gece biz Mevlanayla beraber gökyüzünde turlar. Kontratı koruruz der. Yani Allah’a ait bir sıfat böylece Mevlanayla özdeşleştirilir.

      Sil
    2. Merhabalar Hocam.
      Çok teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için. Ben de internette biraz araştırdım ve sonuç olarak sizin şu anda bana verdiğiniz bilgiler ile birebir örtüşüyor. Ben bu kadar olduğunu bilmiyordum. Geçmiş yıllarda Keçiören belediyesinin Konya'ya düzenlediği bir tur ile Konya'ya gidip bu zatı ziyaret etmiştik. Ben zaten hiçbir mezara ve türbeye asla dua okumam. Moğol casusuymuş. Ama bu durumları bile bile ne okadar kitaplar yazılıp çiziliyor daha anlamıyorum.
      Selam ve saygılarımla.

      Sil
    3. Ben teşekkür ediyorum. Hakkında iddialar çok. Olumlu ve olumsuz yazılar da. Kutuplaşmanın, sevgi ve nefretin, ön yargının olduğu bizim gibi toplumlarda doğrusunu ne olduğunu öğrenme imkanımız maalesef yok. Çünkü olgulardan ziyade algılarla yaşatılıyoruz. Moğol ajanı mı değil mi bilmem. Moğol ajanı diye de yaftalamak istemem. Belki de Moğollarla iyi geçinerek şehrin harap edilmesini önlemek de istemiş olabilir. Hüsnüzanda bulunursam ancak böyle diyebilirim. Şu var ki gücü ve otoriteyi pek severiz. Yaslanmayı da iyi beceririz. Bir de dinde gizemi kaldırmadan bazı gerçekleri öğrenemeyiz. Sufilik ise kültürümüzde başlı başına bir sorun. Bir diğer sorun da her adına türbe yapılanı kutsama özelliğimiz var. Veli kuludur diyoruz. Üstünlüğü tavada olduğunu unutuyoruz. Birilerine yücelik atfediyoruz. Kimin daha değerli olduğunu Allah bilir.

      Sil
  2. Merhabalar.
    "Çünkü olgulardan ziyade algılarla yaşatılıyoruz." Sayın hocam bu saptamanız da müthiş. Tam bizim halimizi tasvir ediyor, yansıtıyor. Kaleminize ve gönlünüze sağlıklar olsun.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde