Ana içeriğe atla

Filistin'le Yatıp Kalkmak Ne Derece Doğru?

7 Ekim'de başlayan İsrail-Hamas arasında tek taraflı devam eden ve sayıları 20 binle ifade edilen, ölenlerin çoğunluğu; çocuk, kadın ve sivil olan savaş, iki ayı doldurdu. Üçüncü ayını doldurmaya doğru gidiyor.

Gazze'ye uygulanan bu orantısız katliama karşı yapabileceğim bir şey var mı diye düşünüyorum. Elimde üzülmemin dışında bir şey yok. Savaşı durdurmaya zaten gücüm yok. Gazze safında savaşa gitsem, izin vermezler. Hoş gitsem bile İsrail'in düzenli ve profesyonel ordusuna karşı savaşan düzenli bir Gazze ordusu yok.

Bu konuda vatandaş ne yapabilir? Onların durumu da benden farksız. Bu aşamada vatandaşın yapabileceği de yok. Çünkü bu iş devletler arası ilişkilerle çözülecek bir mesele. Yani bizi ve boyumuzu aşar.

Bu durumda, yerimizde oturmamızın, içten içe üzülmemizin, savaşın bir an evvel son bulmasını temenni etmenin dışında bize bir seçenek kalmıyor. Çünkü aciziz vesselam.

Savaş devam etse de bu savaş içimizi paralasa da gündelik hayat devam ediyor ve etmelidir de.

Yalnız sosyal medyada protesto etmenin, İsrail aleyhine paylaşım yapmanın, Yahudi ürünlerini boykot etmenin ve sosyal medya aracılığıyla halkı boykota çağırmanın dışında hiçbir iş yapmayan bir kesim var. Bunlar sosyal medyada köşe başlarını tutmuş. Yazıp çiziyor, paylaşım üstüne paylaşım yapıyor. İsrail aleyhine paylaşımından dolayı ilgili sosyal medya tarafından paylaşımına gelen kısıtlamayı paylaşıyor. İçlerini bilmem ama Gazze ile yatıp Gazze ile kalkıyor. İsrail'e lanet üzerine lanet yapıyorlar.

Sonuç alırlar veya alamazlar. Belli ki bu meseleyi dert edinmişler. Varsın paylaşsınlar.

Bu sosyal medya kitlesi başka bir iş daha yapıyor. İsrail aleyhine kimin tepki verip kimin vermediğini mesele ediniyor. Kim boykota katıldı veya katılmadı, buna bakıyor. Sosyal medyada kim İsrail aleyhine ve Gazze lehine paylaşım yaptı, bunu not ediyor. Buraya kadar tamam. Ama durmuyorlar. İsrail ve Gazze dışında başka paylaşım yapanlara da tepkisi var bunların. Bunlara göre bu sorun devam ederken başka mesele konuşulup yazılmayacak ve paylaşılmayacak. Sosyal medya sağlayıcısı nasıl ki kendilerine kısıtlama getiriyorsa adeta bunlar da gündem dışı paylaşımlara rezerv koyuyor. Filistin kan ağlarken böyle paylaşımın sırası mı demeye getiriyorlar. Bu kadarla kalsalar yine iyi. Bu tipler sosyal medyanın dışında da başka konuların konuşmasına bir türlü tahammül göstermiyorlar. Müslümanın Filistin gibi bir derdi varken başka konuları konuşmak abesle iştigal onlara göre.

Bu psikoloji içerisinde olanları anlamaya çalışıyorum. Maalesef anlayamıyorum. Yazıp çizdikleriyle, tepkileriyle, boykot listesi yayımlamakla ve sürekli bu savaşı gündemde tutmakla başarıya ulaşsalar, kendilerini tebrik edeceğim. Helal olsun diyeceğim. Niyetlerini sorgulamıyorum ama bu yolda olanların beyhude bir çabanın içerisinde olduğunu ve etrafına da pozitif enerji vermediklerini görüyorum. Yapıp ettikleriyle bir yaraya merhem olamıyor ve savaşı sona erdiremiyorlarsa da başkasını rahatsız ve huzursuz etmeyi çok iyi beceriyorlar.

Bu psikoloji içerisinde olanlar ve bu haleti ruhiye ile yaşayanlar hayatın gerçekliğini göz ardı ediyorlar. Çünkü her türlü acı, sıkıntı ve haksızlığa rağmen hayat devam ediyor. İnsanın en sevdiği kişi bile ölse bir müddet ağlar, sızlar, üzülür, bir müddet yemeden ve içmeden kesilir. Sonra bakar ki ölen geri gelmiyor. Ölenle ölünmüyor. Yavaş yavaş başka konuları konuşmaya, yeme ve içmeye başlıyor. Hatta böyle acılı kimsenin yanına gelenler, başka konuları gündeme getirirler, havadan ve sudan konuşurlar. Amaç kişiye acıyı unutturmak ve yavaş yavaş onu hayata hazırlamaktır. Böyle yapmakla iyi de yapıyorlar. Çünkü aynı ruh hali ile insanın yaşaması, hayata bağlanması ve normale dönmesi mümkün değildir.

Hasılı, Filistin ile yatıp kalkan ve başka paylaşımlara burun kıvıran sosyal medya paylaşımcılarının, hayatın bu gerçekliğini göz ardı etmemelerinde fayda vardır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde