11 Aralık 2023 Pazartesi

Mehmet GÖRMEZ'den Notlar

Bu yazımda, kendisinde farklı bir devlet ve din adamı kimliği gördüğüm, hadis alanında uzmanlaşmış, entelektüel birikime sahip, görüşlerine değer verdiğim, naif mi naif Mehmet Görmez’den alıntılara yer vereceğim:

Pakistan’da bir hadis enstitüsünü ziyaret ettim. Binlerce öğrenci Ebû Davud’dan taharet (temizlik) konulu hadis ezberliyor, sular seller gibi okuyor. Lakin enstitüde abdest alacak temiz bir yer bulamadım.

Abdest alınan yerin tavanında misvaklar sallanıyordu. Dehşete düştüm.

Hac sırasında, kızımın fotoğrafını çekerken birkaç polis geldi, makineyi aldı, filmi çıkarıp attı. Neden yaptınız, dedim. Haram dedi, hadis var, dedi. Her resim haram mı, dedim; evet dedi. Cebimden riyal çıkardım Kral Fahd’ın resmini gösterdim. “O başka” dedi.

Hadis ve sünnet bir taklit ve kopyalama değildir. Peygambere tâbi olma meselesidir. Şekli olarak taklit etmenin bir kıymeti yoktur.

Hadis ve sünneti bir külliyat olarak değerlendirecek vasıfta olmayanların değerlendirmeleri, ilmen muteber değildir. 

Bilgiye ulaşmanın kolaylaşmasıyla ve dijital imkanların etkisiyle, bir sokak fıkhı oluştu. Akademisyenler bile artık sokak baskısı altında yorum ve değerlendirme yapıyor.

Risaleti rivayetle, Resulü râvi ile bir tutmamak lazım.

İncili çoğalınca, Hristiyanlığın başına gelenler, oryantalistler için ilham kaynağı oldu. Hadis ve sünnet işine girdiler. Bu mevzudan ümmet içinde ihtilaflar yeşertmeyi planladılar. İngiliz şirketleri Hindistan’da hadis kitabı basmaya ciddi para aktardı.

Hadisler, 3 asırlık hafızasıdır İslam tarihinin. Peygamberi, ashabı, tabiini; olayları, mekanları, toplumsal faaliyetleri bulursun orada. Bu, muazzam bir birikimdir. Hadisi devre dışı bırakınca, hafızamızdan da oluruz.

Hadis usulü öğrenmeden hadisleri değerlendirmek sakıncalı bir durumdur. Ciddi bir “usul” sorunu var.

• IŞİD, fiten hadislerinden ortaya çıkmıştır.

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ

Gassal Önünde Meyyit Olmak

İmam hatiplilerin ve ilahiyatçıların hakim olduğu, her konuda söz sahibi olduğu, devletin tüm kurumlarında bu okul mezunlarının öncelikli olarak atandığı ve üst yönetici olarak görevlendirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Kısaca her bir köşe başında ya bunlar var ya bu kaynaktan beslenmiş insanlar var ya da zamanın ruhuna uygun görünenler var. 

İçlerinde aldığı görevi hakkıyla yerine getirenler olduğu gibi ağzına yüzüne bulaştıranların da sayısı azımsanmayacak kadar çok. 

Bu kesim sosyal medyada da çok aktif. İçlerinde güzelce yazıp çizenler olduğu gibi trollük yapan, millete ayar veren, farklı düşünce sahiplerini mimleyen, onları jurnalleyen bir kesim de var. 

İçlerinde nazik ve kibar olanlar, görüşlere saygı gösterenler olduğu gibi büyük çoğunluğunun ağzı bozuk. Yazıp çizdiğini ve paylaştığını gören, önceleri şok üstüne şok yaşadı. Sonra şaşkınlıkları gitti. Bunların her bir yaptığına şaşırmıyorum ve her şeyi bekliyorum diyenlerin sayısı arttıkça arttı. 

Kısaca imam hatip ve ilahiyat mezunlarının genelini tenzih ederek bu iki okul mezunları arasında şımarıklığı ve had bilmezliği gözlerden kaçmayan, güce sırtını dayayan bir kesim türedi. 

Tutmuşlar köşe başlarını. Almışlar ellerine gücü ya da yaslanmışlar güce. Geçmiş ezikliklerini, horlanmışlıklarını insanların üzerine boca ediyorlar. 

Sanırsın ki tüm doğru kendi savundukları fikirden ibaret.

Hayata at gözlüğüyle bakıyorlar.  

Kendilerini mükemmel görüyorlar. 

Gücün yaptığı, yapamadığı her ne var ise onu savunmayı, gerekçelendirmeyi, karşı çıkanlara saldırmayı marifet biliyorlar.

Buraya kadar tamam. Ama burada kalmıyorlar. Diğer imam hatip ve ilahiyat mezunlarının da kendileri gibi olmasını, kendileri gibi düşünmesini, kendileri gibi tercih yapmasını istiyorlar. Çünkü onlara göre bir imam hatipli, bir ilahiyatçı farklı düşünemez, farklı bir siyasi partiye yönelemez, dini konularda geleneği çiğneyemez, yeni fikirlere yönelemez, bir eleştirisi varsa bunu kol kırılıp yen içinde kalacak şekilde yapmalıdır ya da vardır bir hikmeti demelidir. Asla başkasına prim vermemelidir. Çünkü maazallah bu güç ve imkan başkasının eline geçerse, neler yapmazlar neler. O yüzden elleri mahkum kendileri gibi olmaya.

Yine bunlara göre kazanımlar yok olmamalı.

Daima ve ölümüne destek vererek dik duruş sergilenmeli.

Herkese anladığı dilden konuşmalı. Çünkü eski pısırık kişiler değiliz. Biz bir gücüz artık. Karşımıza çıkanı ezip geçecek güçteyiz. O yüzden karşı tarafa şirin görünmeye hiç gerek yok.

Çoğunluğun antipatisini kazanan bu kesim, ne olup bittiğini, dışarıya nasıl bir görüntü verdiklerini bilmiyorlar mı?

Kafalar kuma gömülü olduktan sonra kendilerini mükemmel gördükten sonra hayata at gözlüğüyle baktıktan sonra kendilerini bu davanın yılmaz savunucusu gördükten sonra nasıl görebilsinler, değil mi?

Gassal önünde meyyit olmanı istiyorlar kısaca.

Bu tipler de bilsinler ki toplumun önemli bir kesimi nezdinde yaptıklarınızla ve verdiğiniz görüntüyle karizmayı çizdirdiniz hatta sıfırlandınız. Ama bunu görmeniz mümkün değil. Çünkü görecek göz yok. Zira basiret ve ferasetinizi kaybettiniz. Kısaca intihar ettiniz. 

Susam ve Tahin *

TL'nin pul olması ile birlikte ithal edilen susam da tüm ithal ürünler gibi dövize bağlı olduğu için haliyle tahin fiyatları bir türlü yerinde durmuyor. Aşağı yukarı her ay tahin fiyatlarına zam geliyor. Hem de öyle böyle değil, baya katmerli geliyor.

Ne zaman tahin almaya gitsem, fiyat değişiyor. Bir önceki tahin ihtiyacımı 150 lira ile gidermişken son gidişimde fiyatın otuz lira birden artarak 180 lira olduğunu gördüm.

Bir zamanlar tahin fiyatları pekmez fiyatlarıyla paralel idi. Üzüm bu sene az olmasına rağmen pekmez fiyatları 140-150 lira civarında iken tahin, pekmezi de kuru üzümü de sollayıp geçtiği gibi aradaki farkı açıyor.

Tahinin yükselmesinde sorun, tek başına dövizde de değil. Çünkü kaç aydır döviz yerinde sayıyor.

Bu susam dediğimiz bitki ülkede yetişmese, ülkenin iklimi müsaade etmiyor, ürün de ithal olunca mecbur pahalı yiyeceğiz dersin. 

Biliyorsunuz, tahinin ham maddesi susamdır. Susam bitkisinin tohumundan yapılmakta.

Ülkemizde susam Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yetişmekte.

Türkiye'de üretilen susam, susam ihtiyacının yüzde 20'ini karşılarken yüzde 80'ini dışarıdan ithal ediliyor. 

İhtiyaç içeriden karşılanamayınca, tahinde kullanılmak üzere susam dışarıdan ithal ediliyor. Bu da ülkenin parasının dışarıya gitmesine sebebiyet veriyor.

Ülkemizde yetişen bir ürün olmasına rağmen üstelik üç bölgenin iklimi susam üretmeye elverişli iken ülkemiz bir tarım ülkesine iken susam ihtiyacımızın yüzde 80'inin ithal edilmesi, bu ülkenin her alanda olduğu gibi tarım alanında da bir planlamasının olmadığını gösteriyor.

Merak ediyorum, Tarım Bakanlığı ne iş yapar? Görünen o ki ülkenin ihtiyacı olan susamı ektirme planlaması dahi yapamıyor. Çok mu zor, susam yetişen bölge tarımcısına susam ekmeyi, susam yetiştirmeyi teşvik etmek, bunun için çiftçiye teşvik vermek?

Güya iki sözümüzden biri yerli üretim deriz. Nedense susamı dahi kendi kendimize yetiremiyoruz.

Bir de ekimi, dikimi, uğraşısı meşakkatli ise niye üretelim değil mi? Bastırırız parayı başka ülkelerden alırız. Zaten her alanda yaptığımız bu.

Gelir gider sorunumuz varmış. Hiç önemli değil. Yer içeriz, borç yaparız. Kazandığımızı faiz ödemeye veririz. Borç yapacağız diye rahatımızdan ödün mü verelim. Öyle değil mi?

Sonra pahalılıktan şikayetçi isek, tahin yemesek de olur. Ayrıca tahin yememekle ölmeyiz. O yüzden bunun için moral bozmaya gerek yok vesselam.

Bu konuda başka ne diyeyim dedim. Aklıma masaldaki “Açıl susam açıl” geldi. Söyleyeceksin bu parolayı. Hiç ekip toplamadan, önüne susam dökülecek. Al istediğin susam olsun diyecek. Aslında bu yöntem, üretmeyi sevmeyen toplum için ve planlamadan nefret eden kurumlarımız için bu yöntem bulunmaz bir fırsat... Aman neyse ne? Susam yerine en iyisi susmak.

*25/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Emeklemek ve Emeklilik

Bu devirde emeklilik tıpkı emekleme dönemindeki çocuğun emeklemesi gibidir. Çünkü;

Emekleyen çocuk da sürünür, düşük emekli ücreti alan da sürünür. 

Çocuk bir başına ayağa kalkıp yürüyeceğim çabası içerisine girer. Çevresindekiler de ayağa kalkıp yürümesi için destek olur. Emekli de hem vücut yönüyle hem de ekonomik sıkıntı dolayısıyla yere kapanmamaya ve düşmemeye çalışır. 

Çocuk dikilip yürümeye başladığında anne babanın desteğine ihtiyacı kalmaz. Emekliyi ise düşmemesi için hem de kendi kendine yetmesi için birilerinin destek olması gerek. 

Çocuğun emeklemesi bir umut ve heyecandır. Emeklininki ise üzüntü verici ve bir ömre bedel pişmanlık.

Çocuk dünyayı kurtaracağım umuduyla yaşar. Emekli ise geldim gidiyorum, sayılı günlerim bitmek üzere der ve dünyayı kurtarmaktan vaz geçer. Hayatı acı ve yaşanmaya değer görmese de ne kadar nefes alsam kâr düşüncesi içerisine girer. Günü kurtarmaya çalışır.

Çocuk kendini evin değerli bir bireyi olarak görür. Emekli ise kendini eve yük görür.

Çocuk eve gelen herkesin ilgilendiği göz bebeğidir. Gözler hep ondadır. Her hareketi büyükler nezdinde puan toplar. Emekliye ise ayıp olmasın diye hal hatır sorulur. Köşesinde oturur durur.

Çocuk evin neşesi, emekli ise ateşi.

Onca şımarıklığına ve yaramazlığına rağmen çocuk hayattır. Emekli ise başlı başına sıkıntı ve dert.

Çocuk sıfır km ve son model bir araç iken emekli miadını doldurmuş, uzatmalara oynayan ve trafikten düşmesine ramak kalmış eski püskü bir araç gibidir.

Çocuk, üşümeye dayalı ortalık hastalığının dışında hastane ve ilaç yüzü görmezken emeklinin poşet dolusu ilacı olur.

Çocuğun ilacı şurup iken emeklinin ilacı tablettir.

Çocuk ilacı içmemek için direnirken emekli sırası gelen ilacı içmek için bekler.

Çocuk ilacı içmeyecek ayakta tutunmaya çalışırken, emekli ise ilaçla ayakta tutunmaya çalışır.

Çocuğun, hastalandığından haberi bile olmaz. Emekli ise hasta mı oluyorum acaba diye kendini dinler durur.

Çocuk eve gelen büyüklerden hediye ve harçlık bekler. Emekli de bekler. Çocuk her defasında bunlara kavuşur. Emekli ise avucunu yalar.

Çocuk dört gözle bayram seyran, çarşı Pazar ve doğum gününü bekler. Mutluluktan uçar. Emekli için ise her bayram seyran ve çarşı dert ve üzüntüdür.

Çocuğun her yediği kendisine yarar. Emeklininki ise dokunur. Çocuğa ye kuzum, yarar denir. Emeklinin ise yeter artık diye gözüne bakılır.

Çocuk istediği her şey için yapılacak masrafı düşünmez. Emekli ise her istek ve ihtiyaca kara kara düşünür.

Çocuk alışveriş yapacağında gördüğü market ve bakkala girer. Emekli ise malı nasıl daha ucuza alırım düşüncesiyle market market dolaşır.

Çocuk için hayat gelecektir. Emekli için ise koskoca bir pişmanlık ve hayattan umudu kesmektir.

Hasılı hayat, emekleyen ve emeklemeyi geride bıraktıktan sonra çocuğa güzeldir. Çünkü hayat onun baharıdır. Emeklinin ise hayat kıştır hep hem de öyle böyle değil, kara kıştır.

Ha Emekliyorsun Ha Emekli Olmuşsun

Emeklilerin yaklaşık 6 milyonu bugün en düşük maaş olan 7.500 lirayla geçiniyor. Yapılan zamlar da kök maaşlarına yapıldığı için çoğu 7500’ü geçemiyor. Ocak 2024’de gelecek zamla birlikte 10-11 bin lirayla geçinmenin yoluna bakacaklar.

Çalışanların yüzde 37’i asgari ücretten ücret alıyormuş Bakanın açıklamasına göre. Bu demektir ki çalışanların üçte birinden fazlası 11.400 lira ile geçiniyor.

Bir devlet bankasından memur olarak emekli olan ön lisans mezunu bir emekli 13 bin lira emekli maaşı aldığını söyledi.

31 yıl üzerinden emekli olan lisans mezunu bir öğretmenin emekli olduğunu öğrenen yanındakiler, öğretmene ne kadar aldığını sordular. 16 bin lira dedi.

İşsiz insanların oranı ise Ekim 2023 itibariyle yüzde 8.5 dolaylarında imiş. Bu demektir ki nüfusa oranla bu toplumun her on kişiden biri işsiz.

Verdiğim örneklerden hareketle bu toplumun en zor durumda olanları işsizler olsa gerek. Çünkü işsizler geliri olmadığı için ellerine bir şey geçmiyor.

En düşük maaş alan emekliler ile asgari seviyede ücret alanların bu ekonomik şartlarda geçinebilmeleri mümkün değil.

En düşük emekli maaşına talim edenlerin evi var ve evde çocuk kalmamışsa bile geçinmeleri yine mümkün değil ama kısarak belki geçinebilirler.

Asgari ücretle çalışanların çoğu genç nüfus, evli ve çocuk sahibi. Oturdukları ev kira değilse, kıt kanaat geçinebilirler.

Hem en düşük emekli maaşı alanlar içerisinde hem de asgari ücretle çalışanlar arasında evi kira olanların 7500 ve 11400 lira ile geçinmeleri mümkün değil. Çünkü ellerine geçen para kiralarına bile yetmez.

13 ve 16 bin emekli maaşı alan emekli memur ve öğretmenin de geçinmesi zor.

Verdiğim emekli ve çalışan örneklerini topladığımız zaman bu ülke insanının kahir ekseriyeti düşük ücrete mahkum. Yani alt gelir seviyesindeler.

Sen otuz-otuz beş sene çalış. Köşene çekildiğinde sana 7500, 11400, 13000, 16000 gibi alt gelir maaşı bağlansın. Yazık bu ülke insanına.

Bugünün şartlarında hem çalışan hem de emeklinin insanca yaşayabileceği maaş 20 binden aşağı olmamalı. Altında kalan rakam kişinin sürünmesi için yeter de artar bile.

Özellikle emeklilere verilen maaş onları ölüme terk etmek, ölmesini istemek, onları angarya görmek demektir.

Emeklilerin bu durumu, çocuğun yürümeye başlamadan önceki emekleme dönemine ne çok benziyor. Emekleyen kişi küçükken de başkasına muhtaç, ömrünün sonuna doğru da başkasına muhtaç. Emekleyenin dizleri acır, emeklinin ise vicdanı ve bir ömürlük pişmanlık.

Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir bu insanımıza reva görülen muamele.

Ezik İnsanın Özellikleri

TDK'ye göre ezik;
"çarpma, dövülme vb. sebeplerle vücutta oluşan bere",
"ezilmiş veya yassılmış",
"olaylar ve hayat şartları karşısında güçsüz ve sıkıntılı duruma düşmüş olan", "pısırık", "üzüntülü bir biçimde." anlamlarına geliyormuş.
Çarpma vb. sebeplerle oluşan bere zor iyileşir ama vücut er geç sağlığına kavuşur.
Üzüntülü bir biçimde hali ise bir sevindirici haberle mutluluğa dönüşebilir ya da o üzüntülü hal özümsenir kabullenilir.
Olaylar ve hayat şartları karşısında güçsüz ve sıkıntılı duruma düşmüş, pısırık kimse için biraz kalem oynatalım.
Zamanında itilip kakılıp değer verilmemiştir. Kendisini ifade etmek için hep alttan almıştır. Nezaket ve zarafeti elden bırakmamıştır. Tüm çabası, kendisini ezmeye çalışanların kendisini anlamasıdır. Ah elimde bir imkan olsa, bunların bana yaptığını ben onlara yapmam demiştir.
Gel zaman git zaman devir kendisinin devri olur. Ya güç olur ya da güce yaslanıp güçten beslenen.
O pısırık adam gider, geçmişini ve geldiği yeri unutan biri gelir.
Bir eline dini bir tarafa gücü alır. Ne oldum delisi olur çıkar. Öyle ya din ve gücün karşısında kim durabilir.
Naziklik ve kibarlığı ve alttan alması gider.
Tepeden bakmaya başlar.
Buyurgan olur.
Ağzını bozar. Yakışır mı desen, onlara anladığı dilden konuşacaksın. Karşısında pısırık insan yok der.
Ezmeye başlar.
Fikrinin karşısında farklı fikre tahammülü yoktur.
Saldırma ve had bildirme asıl mesleğidir artık. Devleti ve devletin organlarını göreve çağırır.
En büyük endişeleri, bir gün yine ezilen duruma düşmeleridir. Bunun için en ufak bir serzenişi dahi yok etmeleri gerekir ve güç daima yanlarında olmalıdır. Yoksa maazallah eski günler çekilir gibi değil.
Tüm bunları ve daha fazlasını bunlara yaptıran geçmiş ezik ve pısırık halidir. Bugün eziklikten ve pısırıklıktan eser kalmasa da onlara bunu yaptıran geçmiş eziklik psikolojisidir.
Hasılı, eziklik ve pısırık hali güçlüyken bile ruh ikizi gibi kendilerinde devam eder. Bunu hal ve hareketlerinden, jest ve mimiklerinden, kazanmak ve gücü elde tutmak için her şeyi mubah görmelerinden, durmadan söz ve eylem çelişkisi içerisine girmelerinden anlayabiliriz.
Kısaca huzuru huzur bozmada bulurlar. Böyle huzur da geçici ferahlamadır. İçleri huzursuz oldukça yine huzur için yeni huzursuzluk gerek bu tipler için.

9 Aralık 2023 Cumartesi

Hayat Yaşamaya Değer *

Bildiğim kadarıyla kişinin intiharı dince yasaktır. Çünkü vücut kişinin kullanımına verilse de bu vücut kişiye bir emanettir. İntihar, emanete ihanet demektir. Bu yüzden hiçbir haklı gerekçe intiharı makul gösteremez.

Canlı bomba olup kişinin kendisini ve girdiği alandaki insanların ölümüne sebebiyet vermesinin de hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Hele içinde masum olan sivillerin bulunduğu bir ortamda canlı bomba olmak, toplu katliam demektir. Can kaybının olduğu yerde mal kaybının esemesi okunmaz. Geriye bıraktığı dehşet ise belleklerden kolay kolay gitmez. Yaralı kurtulup ömrünün geri tarafını engelli geçirmek ise ölümlerden ölüm beğenmektir.

Savaşlar, uçakla bombalamalar, füze fırlatmalar, bir şehir veya ülkenin altını üstüne getirmek, sivil ve asker demeden insanların üzerine tankla, tüfekle gitmek, üzerlerine bomba yağdırmak; mabet, hastane demeden katliam yapmak, emsaline vahşi hayvanlarda bile rastlanmayan dünyanın en ilkel yöntemidir. Hemcinsini savaş ve terör yoluyla yok etmek, katliama tabi tutmak ancak insanlığından çıkmış, insana özgü bir özelliktir.

Savaşmak bir kaba kuvvet gösterisidir. Gücün orantısız kullanılmasıdır. Bir acziyet göstergesidir. Bunun normal hayattaki şiddetten hiçbir farkı yoktur. Hatta daha beteridir. Bakmayın, insan için akıllı, irade sahibi, düşünen, sorgulayan bir varlık dendiğine. Dünyanın en vahşi yaratığı insandır. Vahşiliğini devlet yoluyla da gösterir.

Savaşlar hiç tasvip edilmese de en son çözüm düşünülse de insanın hakimiyetinden ibaret bir dünya gerçeğidir. Sonucu daima kan, ölüm ve gözyaşıdır.

Dünyanın en kötü hareketi ve en aptalca olanı; bir devletin, bir örgütün, kazanamayacağı ve kazanma ihtimali binde bir bile olmayan bir savaşa kalkışmasıdır. İhtimaller arasında kazanma yok iken savaşa tutuşmak, yok etmeye çalışan güce, gel bizi yok et demektir. Gücü olmadığı halde ya da rakibiyle baş edemeyecek sınırlı bir güçle savaşa kalkışmak, bu uğurda kendi insanını ölüme gark etmek demektir. Bu, bireysel intihardan da canlı bomba olmaktan da beter bir durumdur. Çünkü bireysel intiharın zararı kişinin kendisine ve geride bıraktıklarınadır. Canlı bomba eylemlerine ise toplu cinayet canlı bombanın olduğu yerle sınırlıdır. Savaşlarda ise ülke toprağının her bir yeri her bir meskun mahal bombalama riskiyle karşı karşıya. Etkisi tüm ülkeyi ve çevre ülkelerini içine alır. O yüzden savaşa özellikle kazanamayacağın bir savaşa kalkışmak o ülke insanını toplu intihara sürüklemek demektir. Bunun ise ne akılda ne mantıkta ne de realitede yeri vardır.

Durum bu iken savaşı kazanma şansı olmayanlara “haydi aslanlarım! Haydi yiğitlerim! Sizinle beraberiz hamaseti yapmak, toplu intihara kalkışanlara gaz vermek, sizler mücahitsiniz” demek ise hiç akıl kârı değildir.

Burada yapılması gereken, bir işe kalkışırken önü ve arkasını hesap etmeyenlere, otur oturduğun yerde denmeli. Söz dinlemiyorlarsa araya mesafe koymalı. Maddi ve manevi destek vermemeli. Geriye bıraktıkları kan ve gözyaşı üzerinden kimseye, hiçbir kurtarıcıya prim vermemeli. Çünkü ne kadar acımasız ne kadar haksız olmasına rağmen bu dünya yaşanmaya ve nefes almaya değer.

*13/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.