1 Aralık 2023 Cuma

Bana Bir Fon Bulun!

Parasızlık başa bela. Çünkü parasız hayat dönmez. Bu yüzden tüm mücadelemiz hayatı döndürecek paraya sahip olmak.

Parasızlık böyle de ya paralı olmak. Bu da bela. Çünkü para fazla olunca, ne yapacağım bu parayı diye düşünüp taşınırsın.

En iyisi, kararınca olmalı para. Ne eksik ne fazla. Gelir gideri karşılasın yeter.

Ağzımdaki baklayı çıkarayım. Benim de kötü günler için ayırdığım bir on beş bin lira fazlalığım var. Kaç gündür kara kara düşünüyorum. Nasıl değerlendireyim bu parayı diye. Bu para ne ki demeyin. Beğenmediğiniz para bugün iki emeklinin birer aylık maaşı.

Hasılı, cebimde iki emekli parası var. İstiyorum ki bu parayı değerlendireyim. Ama nerede, nasıl?

Altın alsam, altın fırlamış. Yanına yaklaşamam.

Döviz alsam. Bugüne kadar dövizle hiç işim olmadı.

Borsaya zaten yabancıyım.

Kur garantili mevduat da kalktı.

Finans kurumlarına yatırıp kar payı alsam...bu finans kurumlarına dair şüphelerim hiç dağılmadı.

Yüksek faiz veren bir bankadan mevduat hesabı açtırıp oraya yatırsam...bu iş de hiç bana göre değil.

Kumar oynasam, hiç şansım yok. Ütülürüm. Ütülmekten de geçtim. Gören ve duyan ne der sonra.

O zaman ne yapmalıyım bu parayı? En iyisi yüksek kar getirici bir fonda değerlendireyim. Ama nasıl? Zira bugüne kadar bu konuda hiç tecrübem yok. Fon diye bildiğim, Özal zamanında kaymakamlıklar bünyesinde Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı adı altında kurulan vakfın halk dilindeki adının Fak Fuk Fon olduğudur.

Of... Başa bela bu zenginlik. Gel de çık işin içinden.

Yine de en iyisi fon. Ama bu fon, Fak Fuk Fon gibi haftalık dağıtan bir yer olmalı. Bir farkla. Fak Fun Fon, ihtiyaç sahiplerine dağıtırken bu fon benim zenginlere hitap etmeli. Bir defa bana özel ve de çok gizli olmalı. Öyle olur olmaz herkes bu fondan faydalanma yoluna gitmemeli. Bu tür fonla ilgili her türlü ayak varsa sizde, lütfen benimle iletişime geçiniz. Bu tarakta beziniz yoksa kulağınız deliktir sizin. Bildiğiniz fona yönlendiriniz beni.

Adıma açılacak fonlara itibar etmeyiniz. Başkası adına açılan fonlar tercihimdir. Çünkü onların sırtı hiç yere gelmedi.  

Bu arada beni yeterince tanımayanlar için kendimi kısaca tanıtayım. Gözlük takıncaya kadar futbol oynamışlığım var. Yani ayağım iyi. Mahalleler arası müsabakalarda ilk on birde yer almışım. Tek eksiğim milli olamamak, bir de bu işi amatörce yaptım. Yalnız bunların sorun olduğunu sanmıyorum. Şimdi param var ya siz ona bakın. Ayrıca mahalle takımında yer almak da bir nevi milli olmak demektir.

Haydi sevindirin bu garibi. Ben sevinirsem, sizi de sevindiririm.

29 Kasım 2023 Çarşamba

Ayak ve Beyin

Mükemmel bir vücudumuz var. Ne eksiği var ne de fazlası. Bu vücudun her bir parçası ve organı gerekli.

Ayaklar sayesinde ayağa kalkar, dikiliriz. 

Ayaklar sayesinde emeklemekten kurtuluruz. 

Ayak sayesinde yürür koşarız. 

Ayaklar sayesinde dengede dururuz. 

Ayaklar sayesinde çömelir ve zıplarız da. 

Vücudun tüm yükünü ayaklar çeker. 

Akılsız başın cezasını yine ayaklar çeker. 

Düşmanı ayağımıza bakmasından biliriz. 

Bu pahalı hayatta özel oto, toplu taşıma ve tramvay istemez. Gideceğin yere seni masrafsız götürür. Yeter ki yürümeyi gözün kessin. 

Sen yürürsün. Yürüdükçe ayaklarına kara sular iner ama olsun. 

Kavgayı tavsiye etmem ama mecbur kalırsan, kavgalarda rakibine tekme atmak suretiyle ayaklarını silah olarak kullanabilirsin. Bu arada dikkatli olmazsan tekme de yersin. 

Ayakla ayak oyunları da yapabilirsin, ayak oyunlarına da maruz kalabilirsin.

Hasılı ayağın işlevi saymakla bitmez. Tüm organlar gibi ayaklar da bir nimettir. 

Hatta bu ayakla para bile kazanabilirsin. Yeter ki iyi kullanmayı bil. Mesela profesyonel futbolcu olursan, her transfer döneminde bu ayakla dünya kadar para kazanabilirsin. Aldığın transfer ücretin boyunu aşar. Önemli maçlarda prim üstüne prim alırsın. 

Tek yapacağın, ayakları iyi kullanmak. Paraya para demezsin. Şöyle bir 8-10 yıl koşup ter döktükten sonra jübileni yapar, köşene çekilirsin. 

Bundan sonra yapacağın, o ayakların kazandığı serveti değerlendirmek olacaktır. Bunun için ortalama bir akıl ve beyin sahibi olmak gerekir. Ben bu parayı ayakla kazandım. O değerlendirsin. Bu para onun dersen; yandın, bittin, kül oldun demektir. Çünkü ayak madem ki bu para benim. O halde ben ne yapacağımı iyi bilirim der. Topa vurduğu gibi paraya bir tekme atar. Tüm emeğini berhava eder. Hasılı, bu ayakla bir zıplarsın, iki zıplarsın. Sonra yerinden kalkmayacak şekilde sırtının üstüne düşersin. Bir daha da kalkamazsın.

Sen sen ol, ayaktan kazandığını ayak oyunlarına kaptırma. Biraz akıl ve beyinle bu servetini çok iyi değerlendirmeye bak. Çünkü vücudun komuta merkezi beyindir, ayaklar değil.

Piyasaları Sükunete Davet Etmişliğim Var Geçmişte

"Piyasaları sükunete davet ediyorum:

Devlet nasıl ki sahipsiz değilse bakanlıklar da sahipsiz değildir. Biri/leri görevinden el çeker veya çektirilirse, bu görevi yapacak bu ülkede nice isimsiz vatansever kahramanlar bilirim. Yeter ki siyasi irade, iradesini ortaya koysun ve "Bu devletin size ihtiyacı var" desin. 

Şayet böyle bir görev tevdi edilirse;

1.TÜFE ve TEFE her ayın üçünde eksi çıkar. En fazla sıfır olur.

2.Her türlü döviz işleri itina ile seyredilir. Seyretmek istemeyenler, TRT1'de biri bitmeden diğeri başlayan reklamsız dizilere yönlendirilir. Burada hem dizi izler hem hoşça vakit geçirir hem de kanalın sağ alt köşesinde döviz bilgisine yer verilmez. 

3.Şom ağızlı, felaket tellalı ve de art niyetli birileri, "Döviz yükseliyor" derse, böylelerine her türlü cevap repertuarımızda vardır:

"Senin dövizle işin ne?

Döviz borcun mu var?

Maaşını dövizle mi alıyorsun?" gibi.

4.Anlamayıp, temcit pilavı gibi hala döviz yükseliyor denirse, "Bağımsız, milli bir ekonomi için dövizin yükselmesi iyidir. Niyetimiz ithalatı sıfırlamak" derim.

5. Yaptıklarıma, yapacaklarıma ve dediklerime benden başka kimse inanmayacak. Zira bir kişi inanırsa, bu  kendimi ve geçmiş müktesebatımı inkar anlamına gelir.

6.Ekonomiyi sadece dövizin inmesi olarak görenlere  ve ısrarlı bir şekilde döviz insin diyenlere, "Döviz benim elimde. İstersem indiririm, istersem çıkarırım" derim. Görev başında iken dövizi indiremesem, B planını devreye sokarım. Görevi sosyal medya aracılığıyla bırakarak çok inmesini istedikleri dövizi böylece indirmiş olurum.

7. Görevi bırakırken dövizi en yüksek seviyeye çıkarmış bakan olarak tarihe geçerim. İstifa ederken de dövizi indirmiş bakan olarak tarihe geçerim. Sizi bilmem ama bu durumda beni kimse unutmaz.

8. Bakanlığım sırasında devlette devamlılık esastır prensibi çerçevesinde icraatlarımla selefimi aratmayacağım. Belki de onu mumla arayacaksınız. O daha iyiydi diyeceksiniz". 09.11.2020 

Anladım ki

Anladım ki vatan, millet ve ayağa kalk Sakarya diyenlerin derdi vatan değil; cebellezi, makam, mevki, bitmez tükenmez ego tatmini, kendi itibar ve şöhretleri imiş. 

Anladım ki birilerinin sırtına basarak yükselenler, geldikleri ve çıktıkları yeri unutuyormuş.

Anladım ki din, iman, dava, ideal diyenlerin derdi, kendilerini merkeze koymak ve zirveye çıkmakmış. 

Anladım ki bize korku salanlar, üzümü çifter yiyorlarmış. Ama bu çifter yemeyi gizlemeyi çok iyi beceriyorlarmış. Çünkü bu çifter yiyor deyince, biz parmağını gösterdiği yere baktık. Bu arada kendileri de üzümü çifter götürüyor.

Malumunuz kişi, karşıyı ve başkasını işaret ederken işaret parmağıyla gösterir. Baş parmak da aynı hizada karşıyı gösterirken geriye kalan üç parmak kendisini gösterir. Biz karşıya bakarken kendisini gösteren diğer üç parmağı görmüyoruz. 

Anladım ki gerçeklik diye konuşulanların her biri birer algıdan ibaretmiş. Olguları yaşıyoruz derken algılar imiş yaşadıklarımız. 

Anladım ki tek geçerli kriter insan olmak ve insan kalmakmış. Kısaca insanlıkmış asıl olan. İnsanlığı olmayanın savunduğu değerler hayatına bir şey katmıyormuş. Böyle tipler için o değerler satışa sunulmak için varmış. Bu değerlerin müşterisi de bol olunca yükselmenin sınırı yokmuş. Zira yanında değerler olan tacirin karşısında kim ya da hangi güç durabilir. O yüzden yanına değerleri alan her daim maça bir sıfır galip başlar. Değerle yola çıkan, değerlerin üstüne basarak yükselir ve parsayı toplar. Değerlerle mesafeli olanlar ise döküntülerle yetinir, onlarla beslenir.

Anladım ki değerleri altına alarak yükselenler, değerleri yıprattığı için değerler büyük darbe yermiş, insanlar değerlere mesafe koyarmış. Bunlar için önemli değil. Zira satışta mal yıpranır. Önemli olan satıcının kazanmasıdır. Bu uğurda nice değerler varsın feda olsun.

Anladım ki değerlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayanlara; yapmayın, bu değerleri emellerinize alet etmeyin deseniz, adınız değer düşmanına çıkar. İnmezsiniz sekize. Olursunuz bir değer düşmanı. Bu durumda sizi ben bile kurtaramam.

Ne yapmalı bu durumda? Ben nasıl yükselmeliyim. Ne önerirsiniz? Bizde mi bu değerleri kullanalım derseniz? Hiç tavsiye etmem. Zaten deneseniz de başarılı olamazsınız ve gülünç duruma düşersiniz. Zira ikna edici olamazsınız. Çünkü değerlerin distribütörü bellidir. Zamanında tekellerine almışlar. Size buradan ekmek çıkmaz. Değerlerin asıl satıcısı varken çakmasını ne yapsın kalabalıklar. Hurra giderler asıl satıcıya.

Bu durumda sizin göreviniz, mevcut yerinizdir. Siz size güvenenleri oyalayacaksınız. Çarkın bir parçası olacaksınız. Onlar köşe olurken siz de suyundan faydalanmaya devam edeceksiniz. Çünkü siz olmalısınız ki bu çark dönsün. Değilse, bu çark dönmez.

Tüm bunları anladığımda maalesef iş işten geçmiş. Atı alan zaten Üsküdar’ı geçmiş. Alavere için Bor’a yöneleyim dedim. Bor’un pazarı da kalkmış. Bu aşamadan sonra eşeğimi Niğde’ye sürsem kaç yazar... 

Maceranın Yeri Bir Başka

Rab Teala, en iyisini bilir ama dilde kemiğe yer vermemiş. İyi ki de vermemiş.

Dile kemik koyduğunu düşünün. Söylediğimiz sözden nasıl geri dönerdik? Tükürdüğümüzü hiçbir şey olmamış gibi yalamayı nasıl yapardık? U dönüşünün nasıl bir şey olduğunu nereden bilebilirdik? Büyük konuşanlara, büyük lokma ye. Fakat büyük konuşma diyebilir miydik?

Normali yaratmış aynı zamanda anormali de. Her şeyi zıddıyla yaratmış.

Akı yaratmış, karayı da.

Bilimi yaratmış, bilime aykırılığı da.

Makulü yaratmış, makul olmayanı da.

Modeli yaratmış, modelsizliği de.

Rasyoneli yaratmış, irrasyoneli de.

Ortodoksu ve heterodoksu da.

Çin modelini ve Türk modelini de.

Seçin, beğenin. Seçerken kalitenizi de konuşturun demiş.

Birini uygula. Olmadı mı?

Sonra vazgeç diğerine/öncekine geç...

Düşünün ki hayat hep normal olsa, çekilir miydi bu hayat? Bıkkınlık verir, illallah dedirtirdi bize.

İyi ki her şeyi zıddıyla yaratmış. Değilse, neyin ne olduğunu, maceranın ne olduğunu, maceranın sonunun nelere mal olacağını, ceremesini kimlerin çekeceğini nereden bilebilirdik?

Kulları tekdüze yaratsaydı, hep aynı şey diye sıkıntıdan patlardık.

Bu kulları birbirinden farklı alternatifler bulmasaydı, alternatifsizlikten çatlar ölürdük.

Kullarına, sonucuna katlanmak şartıyla her yolu deneme özgürlüğü vermiş. Böyle olmasaydı, deneme tahtası diye bir şey olur muydu?

Kediyi yaratmış aynı zamanda fareyi de. Bundan insanoğlu ibret almalı ki birileri kedinin fareyle oynadığı gibi oynasın.

Kullarının bulduğu her şeye eyvallah ama maceranın yeri bir başka. Bu macera sayesinde kulları neleri gördü neler görüyor neler görecek...

Simide Son, İğdeye Devam!

Kara simide gelen son zamdan sonra bugün simit alır mısın diyen simitçiye, simide yeni zam geldi mi dedim. "Daha gelmedi. Hala 2,5 lira" dedi.

Hayret ettim fiyatın değişmemesine.

Fırsat bu fırsat dedim. Üstelik fiyatını sordum. Almazlık olmaz deyip bir simit daha aldım.

Simidi yedim ama böyle nereye? Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyım. Bu boğaz harbi ile mücadelenin bir çıkışı olmalı dedim.

Öğle yürüyüşüne çıkarken yanıma bir poşet aldım.

Soluğu üç katlı bir binanın dışında kalmış bir iğde ağacının altında buldum.

Sağa sola bakındım. Kimsecikler yoktu.

Yol kenarında umumun malı gibi görünse de sahibinden izin almak gerekirdi.

Evin de kime ait olduğunu bilmiyorum.

En alt zile bastım.

Tanımadığım biriydi kapıya çıkan.

Kapıya çıkana kendimi tanıttım. 

Kapının önündeki iğde sizin mi dedim. Hayır ama toplayabilirsiniz dedi.

Bu ev kimin dedim.

Sahibi yurtdışında Kamil diye biri dedi.

Soyadı Akar mı dedim.

Evet dedi.

Tanırım Kamil abiyi. Severim kendisini. Hukukumuz da var. Yurtdışından izne gelince helalleşirim dedim.

Gördüğünüz gibi bu kadar topladım.

Yürüyüşümü bitirdikten sonra nevalemi açtım. Yedikçe yedim.

Az sonra doyduğumu hissettim.

Dedim, bundan sonra simide son, iğdeye devam.

Bedavaya karnımı doyuracağım. Simit parası da cebimde kalacak. Daha ne isterim.

Gördünüz değil mi kurtuluş mücadelemi. 29.11.2021

Not: 29.11.2021 günü bu yazıyı yazıp sosyal medyada paylaşmışım. Simidin fiyatı 2 yıl önce 2,5 lira imiş. Kaç aydır 9 lira. 

Ali Osman Koçkuzu'nun Ardından

80’li yıllarda bir öğretim görevlisi, mezun olacak son sınıf öğrencilerin hadis dersine girer. Bazı öğrencilerin vize/finali iyi geçmez. Kendileri için hayat-memat meselesidir. Kimi evli kimi evlenecek. Öğretmen olmak için diploma almaları gerekiyor.

Ne kadar durumlarını anlattılarsa da geçer not alma konusunda hocalarını ikna edemezler.

Kara kara düşünürlerken akıllarına hocanın annesi gelir. Üşenmezler. Hocanın evini öğrenip annesiyle görüşmeye ve durumlarını anlatmaya karar verirler.

Hoca evde yokken teyzeye misafir olurlar: “Teyze, biz oğlunun talebeleriyiz. Dersinden kalacağız. Çoğumuz Konya dışından gelen ve kirada oturan, kira parasını kıt-kanaat denkleştiren öğrencileriz. Eğer kalırsak okul uzayacak, diploma alamayacağız“ şeklinde  durumlarını anlatırlar.

Teyze, çocukların durumuna üzülür:                       “Siz o işi bana bırakın” diyerek onları uğurlar.

Akşam oğlu eve gelir. Anne, “Oğlum! Şu, şu, şu isimli çocukları dersinden geçireceksin. Ben onlara söz verdim." der.

Hoca; “Ana durum bildiğin gibi değil, bu dediklerinin dersleri zayıf. Çalışmadılar. Onları geçiremem.” şeklinde cevap verdiyse de  annesinin, “Eğer geçirmezsen analık hakkımı ve emzirdiğim sütümü helal etmem bak...” tehdidi karşısında kara kara düşünme sırası hocaya geçer.

Ertesi gün okula gider. Odasına bahsi geçen öğrencileri çağırır. Onlara: “Oğlum! Anamı bu işe niye karıştırdınız? Bir daha anamı karıştırmayın.” der.

Olayın sonunda öğrenciler mezun oldu mu bilmem. Zira duyduğum bu kadar.

Allah rahmet eylesin. 29.11.2020