27 Kasım 2023 Pazartesi

7.500/5.000 TL Neyin Nesi? *

Bordro mahkumu olup bu devirde yaşayanlar içerinde en acınası durumda olanlar, emekli olup 7.500 lira bir maaşa talim eden emeklilerdir. Çünkü kendilerine reva görülen para, adı üzerinde asgari geçinme ücreti diye bildiğimiz asgari ücretten 4 bin lira daha az.

Bu şekil maaş alanların sayısı da az buz değil. Epey kişi 7500 alıyor.  

Gelen zamlar kök maaşlarına yapıldığı için 7.500 rakamını bir türlü geçemiyorlar. Zammı 7500’den hesaplasalar ölürlerdi sanki.

Eğri oturup doğru konuşalım. Kendilerine reva görülen bu maaşla geçinebilmeleri mümkün değil. Kim geçinirler veya geçiniyorum diyorsa, ya birilerini koruma amacıyla savunmacı anlayışla bunu yapar ya da yalan söyler. 

Bu maaşla kim geçinebilir? Evi, barkı vardır. Evde bir karı bir koca kalmışlardır. Köyde yaşıyordur. Çarşı, pazar, ulaşım derdi olmayan kişilerdir. Belki bunlar geçinebilir. Buna da geçinme denirse.

Gelin bir hesap yapalım. Diyelim ki kira ödemeyen bir karı kocanın başka bir geliri olmasın. Bu aile haftada market ve pazara 1500 lira harcar mı? Asgarisinden harcar. Etti mi 6000 lira. Elektrik, su, telefon ve yakıta da 1500 lira ödedi mi, emekli maaşı bitmiş olur. Geriye ne harçlığı kalır ne gezip dolaşabileceği bir yer. Kış şartlarında hele bir de doğal gaz ile ısınıyorsa, kaç para yakıt parası geleceğini varın siz düşünün.

Bu ailenin başka gelir, birikinti ve desteği yoksa kimse kusura bakmasın, bu para ile ay sonunu getirmesi mümkün değil. 7.500 almadığı halde kim geçinirler diyorsa, o kişiyi bir aylığına bu paraya talim ettirmek lazım. Üzerine de defaten verilen 5000’i de verelim.

Bakmayın siz, biz emekliyi, memur ve işçiyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz dendiğine. Kim böyle derse, bu emekliyle dalga geçmiş olur.

Zaten enflasyona ezdirmemenin sözde kaldığını, çalışmayan emekliye bir defaya mahsus 5000 lira verilmesinin başka bir izahı olamaz. 

Kimse kusura bakmasın, kendimizi kandırmayalım. 7500 lirayı layık gördüğümüz kişiler ölüme terk edilmiş, devlete yük görülen kimselerdir. Bu para ancak sadaka yerine geçer.

Kaç aydır düşünüp taşınıp bir defaya mahsus beş bin verelim dediler. Onu da çalışmayan emekli alacak dendi. Gelen tepkiler üzerine diğer çalışanları da yararlandırmayı düşünüyorlar.

Çok mu zor, maaşları asgari ücret seviyesine çıkıncaya kadar ilaveten beşer bin alacaklardır şeklinde kanun çıkarmak. Hepsi bir cümlelik iş.

Sonra ilk başta sadece çalışmayan emekliye defaten vermek, çalışan emekliyi es geçmek olacak şey değil. Sanki çalışmamayı teşvik eder gibi. Halbuki ilk önce emekli olduğu halde çalışmaya devam edene ödeme düşünülmeliydi. Öyle ya emekli olduktan sonra hala çalışmaya devam eden, babasının hayrına veya keyfi çalışmıyor ki. Demek ki yetmiyor da ondan çalışmayı yeğliyor.

Nihayet çalışmayana defaten verme garabetinden dönülecek. Burada bir de şunu sormak lazım. Niçin tüm emeklilere bu para veriliyor? Bu toptancı anlayış niye? Çünkü emekli olduğu halde yüksek maaş alan emekliler var. Pekala bu yüksek maaş alanlar kapsam dışı bırakılabilirdi. Asgari ücretten düşük alan emekliler denseydi, hem her emekliye verilmemiş olurdu hem de asgari ücretin altında maaş alanlara bir defaya mahsus değil, her ay ilave maaş verilebilirdi. Bu daha adilane olurdu. Çünkü toptancı ve eşitlikçi anlayış adaleti sağlamıyor maalesef.

Geçti tüm bunlar. Bu aşamadan sonra yetkililerin, düşük emekli maaş alanları koruyacak, onları gözetecek farklı bir zam üzerinde çalışmalarında fayda var. Emekliler 2023’te ezildi. Bari 2024’de insanca yaşayabilecekleri bir maaşı layık görelim onlara.

Şayet 2024 Ocağında gelecek zam yine bugünleri aratmaya devam edecekse, Diyanet İşleri Başkanlığının “Zekât ve sadakalarınızı öncelikli olarak asgari ücretin altında maaş alan emeklilere vermeniz öncelikli olmalıdır” şeklinde bir fetva versin. Bari zekât ve sadaka ile onları ayakta tutmaya çalışalım.

*06/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

26 Kasım 2023 Pazar

Hasan Peker'in Ardından (3)

Doğru bildiğini yaptı. İnandığı doğruları vardı. Hayatını doğruları ve prensipleri belirledi. İlkelerinden hiç ödün vermedi. Gerekirse bu uğurda tek kaldı. Herkes de bilirdi hassasiyetlerini ve saygı duyardı.

Bir kitabı okumaya karar verdiğinde plan yapar. Ne zaman ne kadar okuyacağını, ne kadar sürede bitireceğini belirlerdi. Kitap okumaya kapandığında o süre zarfında inzivaya çekilirdi.

Evlilik için evleneceği adayda da aradığı kriterleri vardı. Kültürlü olacak. Okumuş olması şart değil. Çalışan olmayacak. Dersine girdiği öğrencisi olmayacak. Görünce içine sinecek gibi.

Kriterlerine tam uyan adayı bulamadığı için hiç evlenmedi. Gördüğünüz gibi öyle büyük şartları da yoktu aslında. Kendisi gidip birine talip olamayacak kadar utangaçtı. Ailesinin önerdiklerine olmaz dedi. Çevresi de bu konuda bildiğim kadarıyla ön ayak olmadı.

Kendisine zaman zaman olur mu diye önerdiğim isimleri; öğrencim, olmaz diye reddetti.

Okul yönetimine, şu arkadaşa kız sınıflarını vermeyin de uygun biriyle okul bitimi evlendirelim önerime kulak veren olmadı. Sağ olsunlar, ısrarla kız sınıflarını vermeye devam ettiler.

Sonunda birini önerdim. Adayımız o yıl üniversite kazanıp gitmişti. Bir şartla olur dedi. Okulunu bırakmak şartıyla dedi. Arabama binip esnaf babadan kızını istedim. Şartını da söyledim. Baba çok memnun oldu. Şeref duyarım, yalnız kıza sormam lazım dedi.

Sonucu öğrenmek için tekrar uğradım. Hocam, kız okulu bırakmam dedi. Kusura bakmayın dedi. İlk kız istemem böylece olumsuz sonuçlandı.

Sonrasında başkalarını da önerdim. Kulak verip dinledi. Ama bazı endişelerini dile getirip adım atamadı. (Bunlar da bende özel kalsın.) Belki de bizden, olmaz, haydi buna talip oluyoruz dememizi bekledi. Biz anlamadık. Talip için gittiklerine de öyle zannediyorum, kalbi kaynamadığı için olmaz dedi.

Ne zaman tayin isteyip gideceksin diyenlere, Hasan Hocam ne zaman evlendiririz, ondan sonra derdim şakasından. Hasan Hocamı evlendiremeden ben sözümde durmayıp tayin isteyip, ilçeden ayrıldım.

Şu var ki Hasan Hocamın evlenmemesinde veya evlenmemesinde çevresindeki eş dostun payı olsa gerek. Kendi adıma bu mahcubiyeti hep taşıdım. 

Hasılı Hasan Hocamı baş göz etmek nasip olmadı. Bu dünyaya tek geldi tek gitti. Garip geldi garip gitti de diyebiliriz buna. Allah kendisinden razı olsun.

Hasan Peker'in Ardından (2)

Pikniğe davet etmişler rahmetliyi. Kalabalık bir davetli topluluğu var. Yenmiş, içilmiş. Muhabbet yapılmış.

Kalkıp dağılacakları zaman, kesenize bereket, ziyade olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin diyecek Hasan Hocam.

Sorar bu ikram kimden diye. Ses çıkmaz kimseden. 

İkramı yaptığına kanaat getirdiği birine, x hocam, ziyade olsun der. O kimse de ikram sahibi ben değilim deyince, Hasan Hocam işkillenir. Peşine düşer. Kimden o zaman der. Malzemeleri y kişisinin aldığını söylerler.

Oklar ikram sahibini gösterince, morali bozulur Hasan Hocanın. Eyvah, ben ne yaptım der ama iş işten geçmiştir. Çünkü o kişinin, kendi cebinden ziyade, çalıştığı kurumun market hesabına yazdırıp yiyip içtiğini bilen birisidir.

Geldiğine geleceğine, yiyip içtiğine pişman olur. Bir daha da o kimselerden oluşan piknik ve yemek davetlerine, usulünce reddederek katılmaz. 

Bunu bana anlattığında, pişmanlığı her halinden okunurdu. Rahmetliye, geçmiş pişmanlıkları sorulsa, ikram sahibini bilmeden yediği bu yemeği ilk sıraya koyardı.

*

Eskiden okul derneğinin karşıladığı yurt nöbetlerine resmi olarak altı saat nöbet ücreti ödenmeye başlayınca, yurtta nöbet tutmak için bir meslek grubunun çoğu, hanımı korkanlar, çocuğu korkanlar dahil, yurtta nöbet tutmaya başlar. Hasan Hocam bekar ve hakkı olmasına rağmen nöbet tutmaya hiç tenezzül etmedi.

*

Torpil nedir bilmezdi. Ne torpil yapardı ne de torpil isterdi. Geldiği yerlere tırnaklarını kazıyarak geldi. Biri bir konuda torpil istese, duymamış olayım derdi.

Mahzun, mahcup ve masum bir duruşu vardı. Yüzünden okunurdu temiz biri olduğu. Görür görmez içi kaynardı insanın. Edep timsali idi.

Belden aşağı konuşmaz, konuşanlara da geçit vermezdi.

Hakaret nedir bilmezdi. Dam dum ve hakaretamiz konuşanlardan hoşnut olmadığını tepki vermeden, yüz hattı ile belli ederdi. Nazı geçtiğine, bunu sana yakıştıramadım derdi.

Allah kendisinden razı olsun. 

Hasan Peker'in Ardından (1)

Bildiğim kadarıyla babası küçük yaşında iken vefat etmişti. Annesiyle birlikte kalırdı. Maddi durumları da pek iyi değildi. 

İlahiyatı kazanınca, imamlık sınavına girer ve kazanır. Müracaatını yapar. Karapınar'ın bir köyüne imam olarak atanır.

Niyeti yaz boyunca imamlık yapacak. Aldığı maaşları biriktirip okul zamanı istifa edecek. Biriktirdiği parayı da okul harçlığında kullanacak.

Başlarken istifa edeceğini söyleyemez. Çünkü cemaat nicedir imam bekler. Gelen imamlar da bir süre sonra bir şekilde çekip gidermiş. Cemaatin bu beklentisini gören Hasan Hocam, bu konuyu ilk başlarda açamaz. İçinde bir ukde kalır. Cemaati yarı yolda bırakacağının pişmanlığını hisseder. Bunu cemaate söylemesi sonraki günlere kalır.

Cemaat Hasan Hocayı el üstünde tutar. İzzet ve ikramdan mahrum bırakmaz.

Cemaatin sürekli müdavimlerinden, aynı zamanda av işiyle de uğraşan bir hacı amca, Hasan Hocayı mükellef bir akşam yemeğine davet eder.

Belirtilen akşam Hasan Hoca akşam namazından sonra hacı amcayla birlikte eve geçer. 

Eve girerken bahçenin girişinde derisi üzülmüş bir tilki derisi dikkatini çeker.

Sofra önlerine konur. Sofraya Hasan Hoca, ev sahibi, büyük ve küçük oğlu yanaşır. Menüde bir sini pilav, üzerinde pilavlar görünmeyecek şekilde parçalanmamış et kaplı. Et de kıpkırmızı ve buram buram kokuyor. Hasan Hocam aç mı aç. Eti de pek sever. 

Haydi Hocam, buyur başla derken Hasan Hocam, önce büyük başlasın diye kaşık sallamayı biraz ağırdan alır.

Bu esnada küçük çocuk başı öne eğik. Morali bozuk. Sen niye yemiyorsun der Hasan Hoca. Ağabeyi, o tilki etini yemez der.

Hasan Hocanın gözünün önüne evin girişindeki tilki dersi gelir. Ağabey de etin tilki eti olduğunu söyler. Amcanın tilki eti yiyeceğine hiç ihtimal vermez ama durum ortada. Sininin üstünde kocaman tilki eti duruyor. Başından kaynar sular dökülmüştür Hasan Hocanın. Hiçbir şey de diyemez. Kalkıp ben tilki eti yemem de demez. Hiç bozuntuya vermeden bulgur pilavının üstündeki etleri ortaya doğru iterek pilavdan almaya başlar. Yese de tadı yok ama başka da çaresi yok.

Ev sahibi hacı amca, Hocam haydi, etlerden niye yemiyorsun, niye sadece pilavdan alıyorsun der. Hasan Hoca, ben eti pek sevmem demiş her defasında. Israrlara rağmen ete el sürmemiş. Pilavdan ne kadar aldıysa, doydum deyip çekilmiş kenara.

Sofradan kalktıktan sonra ev sahibi, Hocam, bu hindiyi senin için kesmiştim. Olmadı. Keşke başka yemek yaptırsaydım deyince, Hasan Hocanın kafa dank eder ama iş işten geçmiştir, kendisi için hazırlanan mükellef sofranın nimetinden faydalanamamıştır.

Tilki eti olmadığı halde büyük oğlan niye böyle söylemiş. Güya kardeşine takılmış. Mübarek ağabey, takılacak zamanı iyi bulmuş.

Hasılı Hasan Hocam, ayağına gelen nimeti tilki eti haram diye yemez.

Bunu hem güler hem anlatırdı. Nereden bilebilirdim etin tilki eti değil de hindi eti olabileceğini derdi.

İlahi Hasan Hocam, Allah sana rahmet eylesin. Yıllar sonra da bu anını anlatarak hindi etine özlemini dile getirirdin. Bu dünyada nasip olmamış ama öbür dünyada kat kat hindi eti yersin inşallah.

Fotoğraflarla Hasan Peker

Sosyal medyanın hiçbir türünü kullanmazdı. Çünkü prensipleri arasında sosyal medya kullanma yoktu. Ne hesabı oldu ne de buna yeltendi. Arkadaşlarından biri birlikte çekindikleri fotoğrafı sosyal medyada paylaşsa ya da bu alemde ismine yer verse, paylaşımcıya ulaşır. O resmi de ismini de kaldırtırdı.
Ani ve erken vefatının ardından, ölüm haberini duyan sevenleri, buldukları resimleriyle taziye paylaşımı yapınca, Hasan Peker ilk defa sosyal medyada yer almış oldu. 
Bulabildiğim kadarıyla farklı zamanlara ait dört resmine ulaşabildim. Ağırlıklı olarak kullanılan bir resmi de öyle zannediyorum, üniversitenin resmi sayfasındaki profiline ait. Seveni ve ardından hayırla yadedeni, ölümüne üzülen sayısı da saymakla bitmez. Paylaşan paylaşana. Amma seveni varmış mübareğin. Allah herkese böyle ardından dostlar bırakmayı nasip etsin.
Bugün mezarından kalkıp gelse, başta benim paylaştığım bu resimler olmak üzere sosyal medyada yer alan tüm fotoğraflarını kaldırtırdı. Bu kadar eminim bundan. Çünkü bir şeyi prensip edinmişse, ondan asla ödün vermezdi.
WhatsApp kullandığından da emin değilim. Mart 2023'de benden birine ait numara istemişti. Whatsappı olmadığı için mesaj yoluyla göndermiştim. Telefonuna girdim son kez. WhatsAppı görünüyordu. Demek ki WhatsApp kullanması da üç beş ayla sınırlı olsa gerek.
Vefat ettiğinden aldığım cesaretle, hatırasını yaşatmak adına fotoğraflarına yer verdim. 
Teknolojiye karşı olduğundan değildi bu hassasiyeti. Buralarda vakit geçireceğine kitap okur, yeni çıkan yayınları takip eder, eş dost ziyareti yapardı. 
Mübarek garip geldi garip gitti ama dolu dolu yaşamayı bildi. Allah rahmet eylesin.

Arşivler Unutmuyor Maalesef

15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının finansörü kabul ettiğimizden dolayı Birleşik Arap Emirliklerine verip veriştirmiştik. Manşetten ş...siz bile demiştik. 

İlişkilerimiz hiç olmadığı kadar gerilmişti. Hatta birkaç ülkede barınamayan Sedat Peker sığınak olarak bu ülkeyi bulmuştu. 

Rahatlığından az video yayımlamadı orada. 15 Temmuzda olmadı. Arkandayız. Vur vur demişlerdi belki de. 

Seçim öncesi bir ziyaret önce Peker'i susturdu. Ardından ticari anlaşmalar geldi. Biz onlara, onlar bize muhtaçmış meğer. İnce bir ip bile olsa diplomasiyi kesmemek böyle bir şey olsa gerek. Biz darbenin finansörü demeyi bıraktık. Bir de ş...siz demeyi. Onlar da bize yatırım sözü verdi. Ne kadar yatırım geldi bilmiyorum. Bildiğim şu anda bu ülkeyle aramızda su sızmadığı. 

Şu anda BAE diye bir gündemimiz ve sorunumuz kalmadı. Kiminle sorunumuz varsa, para ve yatırım karşılığı yuttuk. Aşağıdaki yazıyı da 26.11.2021 tarihinde yazıp paylaşmışım. Ben unutsam da sosyal medya arşivim hatırlattı. Gündemimizde böyle bir şey olmasa da istedim ki blog arşivimdeki yerini alsın: 

“Dost dediğin kara günde belli olur. Buna en güzel örnek Birleşik Arap Emirlikleri. 10 milyar dolar yatırım fonu ayırmış bizim için. Hızır gibi yetişti imdada. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez dedikleri bu olsa gerek. Sağ olsun, var olsun, bize yaptıkları anasının ak sütü gibi helal olsun.

Kara gün dostu BAE'nin bu jestinden sonra bu dost ve kardeş ülke hakkında "Vay efendim, darbe finansörü, vay ş...” vay gibi sözleri söylediğimizden dolayı mahcup olmamak elde değil. Demek ki büyük lokma yiyip büyük konuşmamak dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Sisi'nin ardından Zayid el Nahyan, yarın bir başka ülke niye olmasın. Böyle böyle yaparak değerli yalnızlıktan mahrum kalacağız ama olsun. Bu da bize düşmanca tavır takınan ülkelerin kulağına küpe olsun. Bir daha bizi karşılarına almaya kalkmasınlar. Üste ancak para verirlerse belki affederiz. Yoksa tıpış tıpış ayağımıza gelip mahcup olurlar. Bu mahcubiyetten kurtulmak için üste para vermek zorunda kalabiliyorlar. Değilse kim affeder onları.

Neyse sözü uzatmadan bu dost ve kardeş ülke bu yapacağı yatırımın üstüne, yarın alın üzerine Sedat Peker'i de veriyorum der mi? Olmazlar oluyorsa, bu niye olmasın. Fakat bizim daha doğrusu kendi adıma tercihim, Peker onların olsun. Bize dolarları yağdırsın.  Çünkü dolar her kapıyı satın alır. Pardon açar.” 26.11.2021

Hasan Peker

Kahta'nın ve Kahta insanının nazarımda unutamayacağım ayrı bir yeri oldu. Hem öğrenci hem öğretmen hem de esnafıyla hemhal oldum. Sıcak ve doğal insanlardı vesselam. Memleketim gibi bildim. Geçirdiğim acı ve tatlı yılları unutamam. 

Unutamayacağım insanların başında Hasan Peker gelir. 

Aynı fakültede üç yıl beraber okumama rağmen kendisini Kahta İmam Hatip Lisesinde tanıdım.

Aynı okulda yedi yıl birlikte çalıştım. Ayrıldıktan sonra da irtibatı koparmadık. Hukukumuz devam etti.

Farklı bir insandı. Farklı bir kişilikti. 

Prensip sahibi idi. Kriterleri vardı. Hiç kriter ve prensiplerinden ödün vermezdi. 

Değer veren değer gören idi. 

Dinler, söz gelince konuşur, sohbetine doyum olmazdı.

Ömrü okumakla geçti.

Araştırmacı idi. 

Öğretmenken bile ilim derya idi.

Öğretmenlik yaparken din felsefesi alanında yüksek lisans ve doktorasını yapmıştı. 

Öğretim üyeliğine Kilis üniversitesinde başladı. Halen Adıyaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din Felsefesi ABD’nda doktor öğretim üyesi idi. Bilgi, donanım bakımından birçok kariyer sahibi akademisyene beş çekerdi.

Efendiliğini, tevazuunu, beyefendi kişiliğini hiç kaybetmedi. Görgü, nezaket ve beyefendi duruşu bir İstanbul beyefendisini andırırdı.

Vefalı bir dosttu. Arar sorardı. Konya'ya geldiğinde mutlaka arar, oturur muhabbet ederdik.

Öğretmenevinde yer ayırtmış. Aramıştı beni. Haydi eve gidelim, olmaz burada dedim ise de kabul ettiremedim. Böyle daha rahat ederim derdi. Kimseye yük sürmez, yük  olmazdı.

Kalp kırdığına şahit olmadım. Gördüğü haksızlığı dile geçirmekten kaçınmazdı. Bunu kırmadan, dökmeden yapardı.

En son aradığında beni rüyasında gördüğünü anlatmıştı. 

Anlayışına derman yetmezdi. Kahta’da düğün, cenaze ve taziye gibi kalabalık ortamlarda hal hatırdan sonra Kahtalı dostlar kendi aralarında Kürtçe konuşmaya başladıklarında, bizin Hasan, “Arkadaşlar, ikinci kanala geçtiniz. Burada bu kanaldan anlamayan arkadaşlar var. Lütfen birinci kanala geçelim” derdi. Sözünü de dinlettirirdi. Çünkü büyük küçük herkesin yanında ağırlığı vardı.

Yılını unuttum. Beyinden büyük bir ameliyat olmuştu, sağlığına kavuşmuştu. Ama ömrü buraya kadarmış.

Acı haberi sosyal medyadan öğrencilerinin paylaşımıyla öğrendim. Vefatı, ayrı bir yeri olan bende derin bir iz bıraktı.

Bu dünyaya garip geldi, garip gitti. 

Geride kalanlara hoş bir seda bıraktı Hasan Hocam. Biz ondan razıydık. Allah da ondan razı olsun.

Bu vesileyle, yakınlarına, sevenlerine, Adıyaman ve Kahtalılara, Kahta İmam Hatip Lisesi öğretmen ve öğrencilerine başsağlığı diliyorum. Hasan Hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.

Güle güle Hasan Hocam. Yüreğimizde ve gönlümüzde hep ayrı bir yerin olacaktır.