24 Kasım 2023 Cuma

Yolunuz Kafeye Düşmeye Görsün!

Bazen eş dostla bir araya gelip muhabbet etmek için buluştuğumuzda, oturma yeri olarak esnaf çay ocaklarını seçeriz. Çayları hem taze hem güzel hem de açık, demli, normal nasıl çay istersek, ona göre çaylarımız gelir. Çayın görüntüsü ve kokusu al beni iç der. 

Bazen içtikçe içeriz. Bazen içesimiz gelmese bile muhabbete yeni arkadaş dahil olunca, birlikte içelim diye ona eşlik ettiğimiz olur. 

Muhabbet koyulaştıkça çaylarımız da tazelenir. Hem çaya doyarız hem de muhabbete. Bu vesileyle hasret de gidermiş oluruz. 

Bazen çay içesimiz gelmez. Bir iki bardak içtikten sonra oturmaya devam ederiz. Çay ocağı sahibi bir şey içer misiniz demez. Ne zamandır çay içmiyorlar, ne zaman kalkacaklar diye gözümüzün içine bakmaz. 

Çoğu esnaf, içtiğimiz çayın hesabını da tutmaz. Onun yerine kaç çay içtiğimizi biz tutarız. 

Çay ocaklarının çay fiyatları da asgari seviyede. Genelinde 5 lira. Bugün bu paraya hiçbir şey alınmaz ve içilmez.

Çay içmek için kafeleri tercih etmem. Bazen zorunlu olarak oturup çay içtiğimiz olur.

Geçenlerde bir arkadaşla öğle 1 sularında bir kafeye girdik. Koca kafede bizden başka kimse de yoktu. 

Garson kızımız birinci hamur kağıda basılmış, kitap gibi birer menü koydu önümüze. Az geri çekildi. Sipariş vermemizi beklemeye koyuldu. İçeceğimiz çay olsa da o değilden sayfaları karıştırdık. 

Ardından iki çay dedik. Bu arada menüdeki diğer çeşitlere ve fiyatlarına bakmadım. Gözüm çayın fiyatına gitti. 25 lira idi esnaf çay ocağında beş lira olan çay. Burada içtiğim bir bardak çay fiyatına esnaf çay ocağında beş bardak birden içerim. Ama düştük bir kere. 

Öyle zannediyorum, kafeye girmek 5 lira, önümüze menü listesinin konması 5 lira, garson kızın kenarda beklemesi 5 lira, çayların getirilmesi 5 lira. Etti mi 20 lira. Demek ki çayın kendisi de 5 lira olduğuna göre bir bardak çayın maliyeti burada da 5 lira. İşin içinde menü kitapçığının matbaada basılması, kafenin kirası ve garson bedeli yok. 

Neyse siparişimiz çok geçmeden geldi. Buran buram kokusunu almadığım çayın rengi, çay ocağındaki tavşan kanının yerine, tabir yerindeyse imamın abdest suyu gibiydi. Bir yudum aldım. Midene yazık, içme beni der gibiydi. Fiyatı görünce moralimi bozan çayı ağzıma alınca ağzımın tadı da kaçtı. Elin mahkum içeceksin. 

Biraz oturduktan sonra burası söğüt gölgesi değil, birer çay daha içelim deyip iki çay daha içtik. 

Çayın tadı olmasa da sohbet koyulaştı. Gözüm bir ara sağa sola kaydı. Boş masaların çoğu dolmuş. Biz fark etmemişiz. 

Bir başka garson kızımız masamıza kolonya ile geldi. Bize kolonya tuttu. 

Arkadaşa, birer çay daha içelim mi dedim. Yok dedi. Başka bir şey, ona da yok dedi. Dedim, bu kızımızın kolonya tutması ya kalkın ya bir şey için anlamına geliyor olmalı. Masalar da doldu. İstersen birer daha içelim dedim. Kalsın, kalkalım dedi. Kalktık. Hasılı esnaf çay ocaklarında görmediğimiz kolonya tutması dışında, dört çaya 100 lira ödedik. Bu arada bu yüz lira ile esnaf çay ocağında kolonya ikramı olmadan tamtamına 20 çay içebiliyormuşuz. 

Kafe tecrübesinden birkaç gün sonra başka bir arkadaşla yine çay ocağında buluştuk. İkişerden dört çay içtik. Israr ettim. Başka da içmedi. Bak hele dört çay içtik ama daha kafedeki bir çayın fiyatına ulaşamadık. Gel biraz içelim, bendensin dedim. Kafi dedi. 

Bu anekdottan sonra çayı nereden içeceğinizi anlamış olmalısınız. Yok, kafenin havası başka derseniz, ne diyeyim, sizin tercihiniz ama kendi düşen ağlamaz. Bu arada havanız batsın. Paranıza acımaz sanız, ağzınızın tadını bozmayın derim. Bir de havanız ve havası varsın derim. Başka da bir şey demem.

23 Kasım 2023 Perşembe

İyi Müslüman Olmanın Yolu *

Kişi iyi Müslüman olduğunda iyi insan olmaz.

Kişi iyi Müslüman olduğunda örnek insan olmaz. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak iyi Müslüman olur. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak örnek Müslüman olur.

İnsanlığı kalite olanın Müslümanlığı da kalite olur. 

Kişi Müslüman olunca vicdan sahibi olmaz. Vicdan sahibi insan iyi bir Müslüman olur. 

Kişi Müslüman olunca ahlaklı olmaz. Ahlaklı insan ancak ahlaklı Müslüman olur. 

Kısaca iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı Müslüman olmanın yolu; kişinin iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı insan olmasından geçer. 

Bu tezi ispatlamak için Hz. Muhammed'i ele alalım. Hz Muhammed denince emin lakabı akla gelir. Yani güvenilir kişi. Hz. Muhammed bu lakabı, içinde yaşadığı şirk toplumunun lideri Ebu Cehil ve şürekasından aldı. Yani düşmanları tarafından bu ünvan peygamber olmadan önce verildi. 

Hz Muhammed'in, haksızlığa karşı durmak, Mekke'nin dışından gelenlerin can ve mal emniyetini korumak için Mekke müşriklerinin ileri gelenleriyle birlikte imza koyduğu Hılfül Fudül (Erdemler Topluluğu veya Fazilet Anlaşması), peygamberlik öncesi 20-25'li yaşlara ait. 

Mekkelilerin kıymetli eşyalarını Hz Muhammed'e bırakma geleneği, peygamberlik öncesi döneminde başlar.

Hz Muhammed'in Kabe hakemliği 35 yaşlarına tekabül ediyor.

Emin lakabı, Fazilet Anlaşması, kıymetli eşyalarını bırakmaları ve Kabe hakemliği, Hz. Muhammed'in peygamberlik öncesi dönemlerine ait. Bu demektir ki peygamber peygamberlikten sonra güven vermeye, emanete riayet etmeye, adil olmaya başlamadı. Öncesinde ahlaklı idi, örnek bir kişilikti. Kısaca peygamber, bugünkü tabirle daha Müslüman olmadan iyi, güzel, örnek, kalite, ahlaklı, vicdanlı ve güven veren bir insandı. Bunların üzerine gelen peygamberlik aliyyülala olmuştur.

Hz Muhammed üzerinden verdiğim bu örnekleri yazımın girişinde yazdıklarımla ilinti kurarsak, bir insanın ahlaklı iyi bir Müslüman olmasının yolunun, Müslüman olmadan, önce insan olmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. 

Hz Ömer’in Müslümanlığı böyledir. Çünkü o Müslüman olmadan önce de kalite idi. Aynı kalitesini Müslüman olduktan sonra da sürdürdü.

Bugün Müslüman olmadığı halde her türlü güzel ahlakı üzerinde gösteren kişilerin sayısı az değil. Bu tiplerin en büyük eksikliği Müslüman olmamalarıdır.

Bugün Gazze’de işlenen insanlık dramına tepki gösterenler sadece Müslümanlar değil. İçlerinde Yahudi ve Hristiyan olanların da sayısı az değil.

Tüm bu örneklerden şu sonuca varabiliriz. Kişiler Müslüman olmadan önce ilk önce insan olmalıdır. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığı da berbat olur. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığından hayır da gelmez.

Bu demektir ki Müslüman olmadığı halde insanlığı, ahlakı ve birçok değeri üzerinde gördüğümüz kişiler, doğuştan her insanda var olan fıtratı bozulmamış, mayası temiz kişilerdir. Mayası bozulmadığı müddetçe iyi insan olabiliyor ve iyi insan kalabiliyor.

*11/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Her Şeyin Ortası

Din kişinin ruhi yönünün ihtiyaçlarını gideren, kişiyi manevi yönden tatmin eden, insanı iyi ve güzel şeylere sevk eden, insanda o güzel şeyleri görmek isteyen kurallar bütünü olarak hayatın bir parçasıdır.

Din, yemeğin içine atılan tuz gibidir. Yemeğe fazla tuz atarsan, yemeği kendine zehir edersin. Hiç atmazsan, tatsız ve tuzsuz bir yemek olur. Mükellef bir yemek için tuz tam kıvamında olmalıdır. Ne az ne çok.

Din de böyledir. Hayatının merkezine dini alır, hayatın her safhasına din gözüyle bakar, oturur kalkar insanları cennet ve cehenneme götürür, şu caizdir bu değildir, şu görüş sahibi sapıktır, mürtettir, şuraya ve şuna oy vermek caizdir hatta farzdır, şuna veya şuraya oy vermek caiz değil dersen, insanları hep dini yönden değerlendirmeye tabi tutarsan, dinle yatar, dinle kalkarsan, her hareketi din kıstasıyla ölçersen, o din; yemeğin içindeki fazla tuz gibi hayatı zindan eder, insanda tat tuz bırakmaz.

Din sadece nüfus cüzdanında kalır, hayatın belli etaplarında hiç dine yer verilmez ise bu da yemeğe hiç tuz atmamaya benzer. Nasıl ki tuzsuz yemek tatsız, zevksiz ve yavan olursa, yaşanan hayatın da bir anlamı olmaz. 

Kısaca din yemeğe lezzetini veren kararında bir tuz olmalı. Ne az ne de çok. Tam kıvamında olmalı. 

Tuz örneğinin dışında bir başka örnek üzerinden gidelim. Mesela ilacı ele alalım. Hem ruhen hem bedenen insan zaman zaman hasta olur. Tedavisi muayene olup önerilen ilacı kullanmaktır. Önerilen ilaç doktorun önerdiği gibi dozajında kullanılırsa, hasta vücut iyileşir. Önerilen ilaç hiç kullanılmaz veya kullanılsa da düzenli kullanılmaz ise hasta iyileşmez. Hasta önerilen dozdan fazla kullanırsa, bu ilaç kişiyi tedavi etmediği gibi kişiyi komaya sokar ya da doz aşımının yan etkisi fazla olur. Dini de ilaca benzetirsek, ilaç dozajında alındığı zaman bu din işe yarar. Aşırısı ise kişi için felaket demektir. 

Bu iki örneği özetlersek, yemeğe kıvamında tuz atmayan aşçı, ilacı tam dozajında vermeyen doktor sorgulanmalıdır.

Yemek tuz ve diğer baharatıyla enfes olmasına rağmen o yemeği yemesini bilmeyen sorgulanmalıdır.

Doktor hastalığı teşhis etti, ilacı tam dozajında önerdi. İlacı önerilen dozajda almayan hasta sorgulanmalıdır. Çünkü fazla alınan ilaç kişiyi uyuşturduğu gibi kıvamında önerilmeyen, yaşanmayan din de kişiyi uyuşturur.

Kısaca din dahil hayatın her alanında ifrat ve tefrit zararlı olandır. Çünkü ifrat ve tefrit aşırılıktır. Her şeyin normali tam ortasıdır. Orta ise ne az ne çoktur. O şeyin kıvamıdır.

Dine En Büyük Zararı

Dine en büyük zararı din düşmanları vermez. Bir dine düşmanlık edene karşı o dine inananlar;

Kenetlenirler,  

Tedbirlerini alırlar ve 

Mücadele ederler. 

Dinlerini yaşamaktan dolayı ne kadar baskı görürlerse, o baskı onların değerlerinin kıymetini daha da artırır. 

Kısaca isteseler de istemeseler de dine zarar vermek isteyenler o dine zarar veremezler. Hatta fayda sağlarlar.

Dine en büyük zararı;

Dinin istediği gibi örnek olamayan inananları verir. 

O dinin satışını yapanlar, dinden beslenenler, dini kullananlar, dini emellerine alet edenler verir.

Müslüman olmadığı halde Müslüman görünenler verir. 

Ağzı ayet, hadis, din, iman, ahlak olup söz ve eylem çelişkisi yaşayanlar verir. 

Dince kutsal sayılanları ağzından düşürmeyip haksızlık yapanlar, mağduriyet oluşturanlar, insanlara zulmedenler verir. 

Dini kullanıp sonra buzdolabına kaldıranlar verir. 

Derviş görünümlü kişiler verir. 

Dindar kimlikleriyle insanları ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar verir.

Referansı hep din olduğu halde durmadan U dönüşü yapanlar verir. 

Bu çağda yaşadığı halde bu çağda yaşamayanlar verir. 

Zamanın ruhunu yakalayamayanlar verir. 

Dini görüşleri tek doğru kabul ederek bunu  topluma ve insanlara dayatanlar verir. 

Ayakları yere basmayan dini anlatım sahipleri verir. 

Toplumun gidişatını göremeyen ve toplum psikolojisini anlayamayanlar verir. 

Dini konularda boş, lüzumsuz konuşanlar, bunun sonuca gitmeyen tartışmasını yapanlar verir.

Dini temsil edenlerin bozuk ve kaba üslupları ve tepeden bakışları, güzel üslup kullanmayanları verir.

Dini konuda farklı düşünenleri linç edenler, onları dışlayanlar ve ötekileştirenler verir.

Dini konularda farklı düşünce sahiplerini mürtet, sapık ithamı yapanlar verir.

Dine mesafeli insanlara güven vermeyenler verir.

Dine mesafeli insanlarla insani ilişkiler kurmayanlar, onlarla bir araya gelme ortamı bırakmayanlar verir.

Dine dair savunmacı ve saldırgan anlayış verir.

Bazı gerçekler ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen ipe un serenler, gerekçe ve bahane üretenler verir...

Kısaca dine en büyük zararı o dine inananları verir. 

22 Kasım 2023 Çarşamba

Can ve Ten

Bu dönemden sonra etkiyi ve yetkiyi, makam ve mevkii bırakıp torunlarıma zaman ayıracağım.

Sen bilirsin. 

Kalsaydın demeyecek misin?

Demez olur muyum? Zira usuldendir. Kalaydın.

Bakalım günler ne gösterir. 

Bugüne kadar yapmak isteyip de yapamadığın kaldı mı?

Yaptım hepsini. 

Hiç pişmanlığın var mı? 

Yok. Geriye dönüp pişmanlık duyacağım hiçbir şeyim yok. Çünkü bu hayatın kitabını ben yazdım.  

Hiç mi yok? 

Yok da hatırın için var bir tane diyeyim. O da pişmanlık değil. Bugün olsa yine aynısını yaparım. Onu da gitmeden halledeceğim. 

Nedir o? 

Beşşar Esad'la aynı masada fotoğraf vermek. 

Çok mu önemli? 

Önemli tabi. Bugüne kadar herkesle oturdum. Bir o kaldı içimde ukde.

Kimlerle oturdun? 

Katil dediğimle oturdum. 

Şerefsiz başlığı atılanla oturdum. 

Zalim dediğimle oturdum. 

Say say bitmez. Esad'la da oturdum mu, tamam. 

Doğru mu bu yaptıkların? 

Misyonumu yerine getirmek için gerekirse papaz elbisesi giyerim. Yeter ki hareket merkezim bana buyursun. 

Tüm bunları niye yapıyorsun?

Dedim ya hareket merkezim ne derse onu yaparım.

Hem kırıp yıkmayı hem de yapmayı nasıl beceriyorsun? Nasıl ikna edici oluyorsun?

Meslek sırrı diyeceğim ama nasılsa gidiyorum. Bari söyleyeyim de insanlığa bir hizmetim olsun.

Nedir o?

“Bu can bu tende durdukça”.

Canın ve tenin yerinde duruyor. Ya bu uğurda kırıp döktüklerin ve verdiğin zararlar?

O kadar da olsun. Bedelsiz nimet olur mu?

Ama bedeli siz ödemiyorsunuz. 

Olmadı şimdi. Dertler ortak değil mi? Biri dert üretecek, ortaklar da bu derdin külfetini çekecek. 

Dünyanın Adaleti *

Adalet herkese tastamam hakkını vermek, haksızlık yapmamak şeklinde tanımlansa da

Herkesin önemsediği hukuki bir terim olsa da

Mülkün temeli kabul edilse de

Adalet için şeriatın kestiği parmak acımaz dense de

Herkes adalet peşinde koşsa da

Kimse adaletten memnun değil. Hatta dünyanın adaleti için adaletin bu mu denir.

Zira bu dünyada güçlünün adaleti vardır.

Güçlü, gücünü güçsüzlerin desteğinden ve başka güçlülerin sessizliğinden alır.

Güçlünün adaletinde ise adalet olmaz. 

Gerekirse dokuz kişiye bir pul, bir kişiye dokuz pul dağıtılır.

Devlet içinde adalet böyle de devletler arası hukukta adalet nasıldır?

Yeryüzünün adaleti değişmez. Burada da güçlünün adaleti söz konusudur. 

Güçlü olan devletler güçsüzleri sömürür. O ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini iç eder.

Güçlünün adaleti kabadayılıktır. Gücüne güvenir. 

Başka bir ülkeye girmek için adına fetih der, ilayıkelimetulah der, cihat der, beni tehdit ettin ya da ediyorsun der, ülkende terörü barındırıyorsun, benim vatandaşlarıma şunu yaptın, şu saldırının arkasında sen varsın der. O ülkeye bir şekil girer. Her şeyi der ama tek şey demez: Ben seni sömüreceğim. 

Girdikten sonra savaş tazminatını da işgal edilen ülkeye yıkar. Orada belli bir süre oyalanır. Ülkeyi dizayn eder. Sonra ülkenin yönetimini birine bırakır. Çeker gider. 

Yerine bıraktığı o ülke için bir kurtarıcı olur. Bu kurtarıcı kuvvetle muhtemel bu güçlü devlet yönetimiyle anlaşan biri olur. Anlaşılan bu kişi o güçle mücadele eder veya eder görünür. Bu yöntemi 1.sınıf güçlü ve sömürgeci devletler uygular. ABD ve Batı ülkeleri ve Rusya gibi. 

Bir de ikinci sınıf devletler vardır ki bunların tek derdi toprak genişletmek. Gücüne ve kaba yöntemlere dayanarak o ülkeyi fetheder/işgal eder. O ülkeye bir vali atar, o ülkeyi haraca/vergiye bağlar. Burada oyalanmaz. Başka ülkeleri fethe veya işgale yönelir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar gibi. 

Başka daha güçlü bir devlet ortaya çıkıncaya kadar fethedilen/işgal edilen ülkeler bu devletler de kalır. Sonra fetih veya işgaller eskisi gibi gitmez. Bir yerde tıkanır. Önceki aldığı toprakları teker teker kaybeder. Ardından da kendileri de kaybolur gider. 

Birinci sınıf sömürü devletlerinin etkisi, işgal ettikleri topraklar bağımsızlığına kavuşsa dahi devam eder. Bunlar işgalle kalmazlar. Kaldıkları ülkede dinleri, dilleri, kültürleri kalıcı olur. Ülke halkı da bu işgalci devletlere pek düşman olmaz. 

İkinci sınıf fetihçi devletler ise aldıkları toprakları kaybeder. Geride ne dili kalır ne dini. Yeni yönetim ve halkın önemli bir kısmı, bunlara ilanihaye devam edecek husumet besler. 

Dünyanın adaletine değindikten sonra fetih ve işgale de kısaca değinmek isterim. İslam ülkelerinin aldıkları ülkeler için fetih terimi kullanılırken Batılı devletlerin girdikleri ülkeler için sömürü ve işgal terimleri kullanılır. Adına fetih de dense işgal veya sömürü de dense, adına din veya başka gerekçeler sürülse de bir başka ülkenin toprağına girmek bir işgaldir. Gücün gücünü göstermesi, o ülkenin toprağını alması demektir. 

Bugün hoşumuza gitmese de İsrail'in Gazze'ye girmesi aynı türdendir. Yani gücün gücünü dayatmasıdır. Beğensek de beğenmesek de haklının değil, güçlünün sözü geçer, onun dediği olur. Çünkü dünyanın adaleti budur. Bu adalette ne etik ne ahlak geçerlidir.

*24/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Zam Bizim İşimiz

Yine sosyal medyada çalakalem yazım paylaştığım bir yazım sosyal medya arşivime düştü. 21.11.2021 tarihinde akaryakıta peşi sıra gelen zamlar kuruşla geliyormuş. Bu kuruşlar damlaya damlaya göl olur misali 2022 ve 2023 yılında liraya dönüşmüş. İki yıl öncesinde kuruşla yavaştan acıtan yakıt liraya dönüşerek katmerleşmiş. Turpun büyüğü heybede imiş. Zam bizim işimiz. Bu görevi de hakkıyla yerine getiriyoruz. 

Bakalım iki yıl öncesinde akaryakıtın neyinden dert yanmışım:

Bir hafta içinde LPG kaç zam gördü hatırlamıyorum. Zaten hatırlasam da bir anlamı yok. Boşu boşuna kafa yormaya, kafada tutmaya da gerek yok. Sağ olsun dijital ortam bizim adımıza kafa yoruyor. Bu gece gelecek zamla birlikte 6 günde üçüncü zam oluyormuş. Bu demektir ki her iki güne bir zam yapılmış. Yani gün aşırı zam yemişiz. Böyle giderse gün aşırı zamdan günlük zamma doğru koşar adım ilerliyoruz. Yine böyle giderse günlük zam da yeterli gelmeyebilir.

Yine gazetenin haberine göre LPG'ye 2 ayda toplam 2 lira 33 kuruş zam yapılmış.

Görünen o ki bu ülkenin elinde zamdan başka çare kalmamış. Zira bu zamlar çaresizliğin bir göstergesi ve bu zamlı hayat bizden ayrılmaz bir parça olacak.

Böyle günlük zamma doğru gün aşırı gelen bu zam, Çin işkencesine döndü. Madem bu zamlar dolardaki hareketliliğe ve yükselişe göre ayarlanıyor. Bundan kurtulmanın ve günlük fiyat ayarlamasının önüne geçmenin yolu; benzin, motorin ve LPG'nin istasyonlarda dolarla satılmasıdır. Hangisi kaç dolar ise istasyonlar ekranlarına o fiyatı yazsın. Dolar düşse de yükselse de dolar cinsinden fiyat sabit kalsın.

Burada herkes cebinde dolar mı taşıyacak diyebilirsiniz. Hayır, taşımalarına gerek yok. Kim, kaç litre yakıt almışsa, yine TL cinsinden ödemesini yapsın. Ne fark eder demeyin. Bence çok şey fark eder. En azından "Otogaza bu geceden itibaren şu kadar kuruş zam gelecek" Çin işkencesinden kurtulmuş oluruz. Bu da psikolojik olarak bizi rahatlatacaktır”. 22.11.2021