13 Kasım 2023 Pazartesi

İslam ve Bilim (2)

12.sınıfın Din ve Bilim ünitesine yer verdikten sonra izninizle biraz kritik yapayım. Kitabın İslam ile bilimin çelişmemesine, İslam’ın bilime verdiği öneme değinmesi, Müslüman bilim adamlarının bilime katkısına yer vermesi güzel. Yalnız bilim adamlarının her alanda yaptığı hizmet ve buluşlara fazlaca yer vermesi sıkıcı. Tüm bilim dallarında yapılan hizmet ve keşiflere din kültürü dersinde yer vermektense, fizik dersinde fizik, kimya dersinde kimya, tıp fakültesinde tıp vs. alanlarında yapılan çalışmalara yer verilse daha iyi olurdu. Din kültürü dersinde tüm derslere ait bilgilerin verilmesi, öğrenciler gözünde garip karşılanır. Dersimiz ne, din kültürü değil mi yoksa biz fizik, kimya, tarih dersinde miyiz şeklinde soru sorulmasına sebebiyet verir.

Madem tüm bilimlerde varız anlamına gelecek şekilde din kültürü dersinde buluşlara yer verilmiş. Konunun sonunda evet geçmişte biz bunları icat ettik ama arkasını getirememişiz. Bakın, geçmişte bilime hizmet etmiş isek, bugün de hizmet edebiliriz. Bizde bu cevher var denmesini beklerdim. Çünkü kimya dalında Nobel barış ödülünü alan Aziz Sancar dışında yer verilen hizmet ve buluşlar 8.9.10.yüzyıla ait buluş ve hizmetler. Bugün gelmişiz 21.asra. İslam dünyası 13 yüzyıldır kış uykusunda. Bilim adına bir keşfi, bir üretimi maalesef yok. Hala da kıl uykusundan utanma gibi bir derdi yok.

Gerçekten geçmişimizde hem dini hem de müspet ilimler alanında göz dolduran çalışmalar varken sonraki yüzyıllarda ve günümüzde bilimde niçin yokuz? Bugün bunun sorgulanması lazım.

Kitapta bu konuya özellikle geçmiş bilimsel buluşlara yer verilmesi, kimse kusura bakmasın, bugün içinde bulunduğumuz olumsuz duruma karşın geçmişle avunma çabasından başka bir şey değil. Maalesef en büyük özelliğimiz, günle değil de geçmişle övünmemizdir. Bu durum her şeyini kaybetmiş, yiyecek ekmeğe muhtaç müflis bir tüccarın, benim bugünkü durumuma bakmayın. Ben aslında geçmişte şöyle zengindim, böyle variyetliydim demesine benzer. Nasıl ki acı gerçek, bir zamanlar zengin olan müflis tüccarın bugünkü durumunu değiştirmiyor ve onu gizlemiyorsa, dünkü bilime hizmet etmemiz de bugünkü bilime uzaklığımızın üzerini örtemez.

Kimse kusura bakmasın, biz geçmişte bilime şöyle, böyle hizmet ettik, birçok bulmuşta biz varız psikolojisi, bugünün acı gerçeğinin üzerini örtmeye yöneliktir ve gerçeklerden kaçmaktır. Çünkü “dün dünde kaldı, bugüne dair yeni şeyler söylemek lazım”. İslam dünyası özellikle Türkiye, Batı medeniyeti karşısında ağır bir yenilgi içindedir. Nasıl yakalar ve onları nasıl geçeriz diyeceğimize, başımızı kuma gömerek geçmiş müktesebatın arkasına sığınıyoruz. Bu eziklik psikolojisi bize zor geliyor. Bir teselli olsun diye müflis tüccar gibi eski defterlerden medet bekliyoruz.

Hasılı geçmişi unutmayalım ama geçmişle yaşamayı bırakıp bugüne dair bir ve yeni şeyler söylemek lazım vesselam.

İslam ve Bilim (1)

12.sınıf din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilk ünitesi, "İslam ve Bilim" başlığını taşıyor. Bu ünite kitapta 40 sayfalık bir yer kaplıyor.

Din-bilim ilişkisi başlığıyla dinin ve bilimin tanımı yapılmış. Allah'ın evreni yaratırken değişmez yasalar koyduğunu, buna sünnetullah dendiğini, bilimin bu değişmez yasaları bulmaya çalıştığını söyleyerek dinin bilimin karşısında olmadığını, aksine bilime yardımcı ve uyum içerisinde olduğunu, din ile bilim arasında bir çelişki olmadığını işlemiş, ayet ve hadislerle dinin akıl, bilim ve okumaya önem verdiğine dikkat çekiyor. Müellifin eline sağlık. Olması gereken de budur.

İkinci konu başlığında "İslam Medeniyetinde Bilim ve Düşüncenin gelişimini" işlemiş. Grek ve Roma'dan getirilen eserlerin Beytü’l Hikme'de tercüme edildiğini, şerhler yazıldığını, ilaveler yapıldığını, Endülüs Emevi Devleti vasıtasıyla bu eserlerin Batı'ya geçtiğini, reform ve Rönesans hareketlerine katkı sağladığını müellif izah etmeye çalışıyor.

İslam Medeniyetinde öne çıkan eğitim kurumları başlıklı 3.konuda ise eğitim kurumları olarak cami, mescit, medrese, mektep, Beytü' l hikmet, rasathane, daruşşifa, daru'l hadis, daru'kurra ve kütüphaneyi sayar. Bu kurumların içeriği hakkında açıklamalar yapar.

Müslümanların Bilim Alanında Yaptığı Öncü ve Özgün Çalışmalar başlıklı dördüncü konu başlığında ise Müslüman bilim adamlarının dil, fıkıh, hadis, kelam, tefsir, matematik, geometri, fizik, kimya, astronomi, felsefe, tarih, coğrafya, tıp alanlarında neler yaptığını, hangi eserleri yazdıklarını, hangi buluşa imza attıklarını anlatıyor. Kısaca bilimin bugünkü geldiği noktada Müslüman bilim adamlarının geçmiş müktesebatı yok kabul edilemez demek istiyor. Şu var ki bu buluşlarıyla bilimin Batı’ya aktarılmasında İslam dünyası, köprü görevi görmüştür. Yunan ve Roma'dan aldığına, ilaveler yaparak Endülüs Emevi Devleti üzerinden Batı'ya aktarılmasında katkı sunmuştur.

Ders kitabının belirttiği Müslüman bilim adamlarının bilime hizmeti ve keşfi ile ilgili bazı örneklere yer vermek istiyorum:

Çizdiği ili dünya haritası ve yazdığı Kitabı Bahriye isimli eseriyle Piri Reis'in coğrafya ilmine, 

El Havi isimli ansiklopedisi ile her türlü hastalığı tek tek ele alması, hastalıkların belirtileri, sebepleri ve tedavi yollarından bahsederek tıp ilmine Razi'nin katkısı, 

El Kanun Fi't Tıp isimli eseriyle tıp ilmine büyük katkı sunan İbni Sina'nın eseri Doğu ve Batı'da başyapıt kabul edilmesi, 

Tarihte ilk anestezinin 9.asırda Sabit bin Kurre tarafından uygulanması, 

İbni Nefis' in küçük kan dolaşımını bulması, 

Ondalık sistemin icadı, 

Sıfırın Harizmi tarafından bulunması, Harizmi'nin cebirin babası bilinmesi, 

Pî sayısının günümüzde kullanılan en doğru değerini Kaşi'nin bulması, 

İntegral teoreminin Müslümanlar tarafından keşfedilmesi, 

Aynştayn teorisi olarak bilinen İzafiyet teorisini Kindi tarafından ortaya konması, 

Su basıncıyla çalışan saatler yerine ağırlıkla çalışan saatler ve kum saatlerinin ilk kez Müslümanlar tarafından icat edilmesi, 

Cabir bin Hayyan ile Ebu Bekir Razi'nin kimya ilminin kurucusu sayılması, 

Aziz Sancar'ın kimya dalında Nobel Barış Ödülü alması vs. (Devam edecek) 

11 Kasım 2023 Cumartesi

İslam’ın İçini Boşaltma Projesi Olabilir mi?

Çok değil, bundan 10-25 yıl öncesine kadar küçük ve belli bir kesimin gözünde olmasa da halkımızın büyük çoğunluğu nezdinde Kur'an kurslarının, imam hatiplerin, ilahiyat fakültelerinin, hafızlığın, başörtüsünün ayrı bir yeri vardı.

Çocuk Kur'an kursunda okuduğunu söyleyince aferin diye başı sıvazlanırdı. 

İmam hatip okullarına ayrı bir ilgi duyulur, bu okullarda okuyan öğrenciler örnek gösterilirdi. Bu okullar insanımızın göğsünü kabartırdı. Belli makam ve mevkie gelmiş İHL mezunları parmakla gösterilirdi.

Bir tanışma esnasında birinin hafız olduğu öğrenilince, şimdi sen tüm Kur'an'ı ezbere biliyorsun, öyle mi, maşallah, barakallah. Allah zihin açıklığı versin. Hafızı kelam olarak yarın yakınlarına şefaatçi olacaksın derlerdi.

İlahiyatta okuyan öğrencilere ayrı bir sevgi ve muhabbet gösterilir. Okullardaki din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine ayrı bir değer verilirdi.

Başörtüsü ise kırmızıçizgisi kabul edilir, ona dokunan eller kırılırdı. Nerede bir başörtülü olursa, toplum nezdinde saygınlığı olurdu. Bacı olarak görülürdü. 

Dini değerler milli değerlerin önüne geçirilir, ayet ve hadis okuyanlara değer verilirdi. 

Bir konuda nass varsa yerine getirmese bile akan sular dururdu. Çünkü Allah sözü idi. 

Kısaca halkımızın ekseriyetinde namaz kılana, başörtülüye; din, iman, Allah diyene, imam hatipliye ve ilahiyatçıya sempati duyulurdu. Bunlar dini bilen, dini yaşamaya çalışan, Allah korkusu olduğu için haksızlık yapmayan ve zarar gelmeyen kişiler olarak görülürdü. Dini eğitim alan kişilere çocuğunu emanet eder, onlara güvenirdi.

Verdiğim örneklerde fark etti iseniz, hep geçmiş zaman kullandım. Çünkü bu bakış açısının büyük oranda değiştiğini, daha önce bu kesime soğuk bakan az sayıdaki kesimin yanına daha büyük çoğunluğun katıldığını gözlemliyorum. Kısaca verdiğim örneklerden, eskiye oranla bir itibar kaybının olduğunu söyleyebilirim. Bu oran her geçen gün artmaktadır. Halktaki bu bakış açısı değişikliğinin sebepleri üzerinde durmak lazım. Elde bir araştırma olmadığı için bu konuda ancak yorum yapabiliriz. Yapacağım yorumlar da beni bağlar. Katılır veya katılmazsınız:

Makam ve mevkilerde öncelikli olarak İHL ve ilahiyatçıların tercih edilmesi, bu mevkilerin çoğunda bu okul türlerine ait kişilerin çokluğu. Vereceğim şu örnek bu tespitimi kanıtlamaya yeter. Elimizde hem 90’lı yıllarda hem de 2020 yılında sorulmuş bir araştırma var. Deneklere “Karı koca olarak aniden il dışına çıkmak zorunda kalsanız, çocuklarınızı aşağıdaki meslek gruplarından hangisine öncelikli olarak emanet edersiniz?” sorusu sorulmuş. Solcu bir araştırma şirketinin 90’lı yıllardaki bu sorusuna denekler ilk sırada din görevlisine bırakırız cevabını vermiş. 2020’de ise başında ilahiyatçı birinin olduğu bir araştırma şirketine verilen cevaplar arasında ilk on sırada din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu yer bulamaz. Burada ne alaka hatta yanlı bir araştırma diyebilirsiniz. Ben de 90’lı yıllarda İHL ve ilahiyat mezunları makam ve mevkilerde pek yoktu. Şimdi ise çoğu kurumun makam ve mevkilerinde bu iki okul mezunlarının olduğunu, bunların makamlar test edildiğini söylemek isterim.

Doğru dürüst öğrencisi olmadığı halde Kur’an kurslarının bolluğu, hala kurs inşaatlarına devam edilmesi, her geçen gün cemaati azalmasına rağmen cami yapılması, aşağı yukarı  her cuma cami, Kur’an kursu inşaatları ve kurs giderleri için camilerde sergi açılması.

Bol miktarda İHO, İHL, proje okulları, hafız okullarının açılması, hafız öğrenci boşluğunda artış.

Makam, mevki, atama ve yeni alımlarda ehliyet ve liyakatin arka plana itilmesi, ehliyetin yerine sadakatin tercih edilmesi,

Başörtüsünün sürekli siyasetin gündeminde olması, çoğu başörtülünün davranış ve giyimde iyi örnek olmaması,

Din ve dince kutsal sayılan değerlerin hiç olmadığı kadar siyasette kullanılması, nassın siyasete alet edilmesi, yeri geldiğinde nassa sarılma, sonrasında rafa kaldırma.  

Dindar, mütedeyyin, İslamcı ve din görevlilerinin çoğunun kötü, kaba ve sert üslubu, aba altından sopa göstermesi, insanlara tepeden bakması, yaptıkları haksızlık, oluşturdukları mağduriyet; çağı okumaktan, zamanın ruhuna uygun davranmaktan uzak söz ve paylaşımları vs.

Kimsenin iç halini bilemem. Niyetlerini sorgulamam. Ancak sonuçları itibariyle şunu söyleyebilirim ki sanki birileri, halkın gönlünde ayrı bir yeri olan yukarıda verdiğim örneklerin içini boşaltmakla görevli gibi bir misyon üstlenmiş durumda. Çünkü nitelikten ziyade niceliğin ön plana çıktığı bu örneklerin bolluğu çok dikkat çekiyor ve kaliteden çok uzak. Adeta yerlerde sürünüyor dense yeridir. Bazı mensuplarının kötü örneklikleri de gözden kaçmıyor. Acaba birileri bu müessese ve değerleri savunur görünüp mensuplarını ön plana çıkararak milli ve manevi değerlerden nefret edilmesini isteyebilir mi? Kısaca İslam’ı savunur gibi görünüp İslam’ın içini boşaltma diyebiliriz buna. Ne alaka derseniz, bunca dini kurum ve kuruluşa, dini söylem ve dindar nesil yetiştirme çabasına rağmen gençler arasında son yıllarda deizm, ateizm ve agnostizm olanların sayısındaki artışı, çoğu insanda dine mesafe ve soğukluğu nasıl açıklarsınız sorusunu sorarım.

İslam'ın Sonu mu Geliyor? *

Geçen gün akademisyen bir öğretim üyesi ile oturdum. Söz döndü dolaştı İslam'a geldi. Laf arasında "Şunu unutma, nasıl ki matbaa Hristiyanlığı bitirdi ise İnternet de İslam'ı bitirecek" dedi.

İnternet çağındayız. İlerleyen zamanda İnternet İslam'ı bitirir mi, bitiremez mi o zamanı yaşayanlar görmüş olacak.

Böyle bir şey olamaz, mümkün değil demek yerine bu tezin üzerinde kafa yoralım istiyorum. 

Hristiyanlık, matbaayla birlikte Aydınlanma Çağını yaşadı. Rahiplerin tekelindeki Hristiyanlık ve İncil sorgulandı. Hristiyanlığın adeta ipliği pazara çıkarıldı. Bugün Hristiyanlığın geldiği nokta, içi boşaltılmış bir dinden ibaret.

İnternetle birlikte İslam'ın sonunun gelme tezine gelirsek, bundan İslam ve Müslümanlar İnternetle birlikte yeni bir aydınlanma çağını yaşayacağını anlamak mümkün.

Burada insanlar İnternet vasıtasıyla İslam'ı daha iyi tanırlar denebilir. Bu görüş doğru olabilir. Yalnız İslam ve Müslümanları bekleyen tehlike daha büyüktür. Çünkü şu ana kadar insanımız dinini okuldan, camiden, ailesinden, yazılmış bazı kitaplardan, bazı hocalardan vs. öğreniyordu. Kafasına takılan soruyu öğrenmek için üstat kabul edilen hocalara soruyordu. İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte bugün cami imamları, müftüler, ilahiyatçılar birinci kaynak değil. Herkes kafasına takılan soruya cevap bulabilmek için İnternetten arayışa giriyor. Çünkü bugün en büyük hoca ve üstat Google'dır. Üstelik yazının yanında videolar bile var. Vatandaş kafasına takılan sorunu Google'la yazınca saniyeler içinde karşısına binlerce ilgili site çıkıyor. Bilgileniyor. 

Buraya kadar sorun yok. Esas sorun bundan sonrasında. Çünkü halihazırda İnternette İslam'ın tüm müktesebatı yok. Son yıllarda, geçmişte yazılmış ne kadar İslami kaynak varsa hepsi hızlı bir şekilde dijital ortama aktarılıyor. Buna da iyi diyebiliriz. Çünkü bugüne kadar İnternete aktarılan bilgiler seçilmiş, tercih edilmiş bilgilerdi. İnsanlar bunları okuya okuya İslam ve Müslümanlara dair kafalarında birtakım ezberler oluşmuştu. Şimdi ise geçmiş kaynaklar taranmadan noktası virgülüne tercüme edilip dijital ortama aktarılıyor. Aktarılan veya aktarılacak bu kaynaklar arasında bugüne kadar duymadığımız bilgiler ve ezberleri bozan rivayetlerle karşı karşıya kalacağız. Dün şaz görüş diye üzerlerini örttüğümüz ne kadar bilgi, delil ve kaynak varsa hepsiyle yüz yüze geleceğiz. İşte o zaman ayıkla pirincin taşını zamanı olacak. Çünkü müktesebatımız birbirini nakzeden karşıt görüşlerle dolu.

Buradan gençlere gelelim. Hepimiz biliyoruz ki bugünün gençliğinin önemli bir kısmı bugün dine mesafeli. İslam’a ve dinlere soğuk. 25 yaş altı gençler arasında deist, ateist ve agnostist sayısında artış var. Yarın İnternet nesli, dijital alem nesli dediğimiz bu nesil bugüne kadar aktarılmayan geçmiş müktesebatla muhatap olunca, öyle zannediyorum, dini ve İslam’ı sorgulama yoluna gidecek.

Gelmekte olan bu tehlikeye karşı biz ne yapıyoruz? Her konuda olduğu gibi bu tehlike ortaya çıkmadan harekete geçmeyiz. Gelsin bakalım o günler der geçeriz. Başka ne yapıyoruz? Nerede İslam’ı bu çağda yaşanır kılma, izah ve ikna etme çabasına girip yeni ve farklı şeyler söyleyen, yeni bakış açıları getiren varsa, mevcudu koruma adına onları dışlıyoruz, linç ediyoruz, sapıklıkla itham ediyoruz. Bunu da samimiyet adına yapıyoruz. Bakalım bu samimiyet gelmekte olan tehlikenin çözümü için işe yarayacak mı?

*17/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Troy Kartın Keşfi *

İsrail mallarına boykot tam gaz devam ediyor. Okullar ve üniversiteler bile katıldı bu boykot kampanyasına.

Piyasayı anladım da okullar ve üniversitelerin boykotunu anlayabilmiş değilim. Çünkü üniversiteleri bilmem de Milli Eğitime bağlı okul kantinlerinde çoğu Türk malı ürünler bile yasak. İsrail malı diye servis edilen ürünlerin içinde Cola türü içeceklerin dışında kantinlerde diğer ürünler satılmaz. Ki kola ve türevi gazlı içeceklerin satışı yıllardır zaten yasak. Öyle ya evlerde kullanılan bu ürünlerin hangileri kantinlere girer. Kazara bir kantinci, tereklerine bu ürünleri koysa adama aklından zoru var derler. Hasılı “Okulumuzda ya da üniversitemizde İsrail malı ürünlerin satışı yasak, biz de boykotta varız” türünden açıklama ve paylaşımların bir mantığı yoktur. Sanırım birileri şov peşinde.

Şov mov, mantık var veya yok, boykot hedefine varır veya varmaz. Biz boykot piyasasını okumaya devam edelim.

Boykotçu taife, İsrail ürünlerini bir bir yayımlayarak İsrail mallarının bir güzel bedava reklamını yapsa da tüketiciyi bilinçlendiriyor. Bununla da yetinmiyor. Hani bu ürünlerin alternatifi diyenlere “İşte yerli ürünler” deyip bu sefer yerli firmaların ürünlerinin reklamını yapıyor. Yerli ürünlerin bir kısmı İsrail malları gibi kalitede kendini ispatlamış olsa da çoğu kaliteden uzak.

Diyelim ki Türkiye’de fabrikaları olan, çalışanları bizden olan, sonunda işçilerin iş kaybetme riski de olsa İsrail ürünlerinin alınmamasını tüm toplum olarak uyguladık. Hepimiz yerli ürünleri almaya yöneldik. Piyasa bizim yerli üretimcilere kalırsa, bugünkü makul fiyatları yerinde sayacak mı? Gün bugün deyip fırsatçılık yapmayacaklar mı? Bana göre fiyatlarını katlarlar. Zaten bu boykotçu düne kadar hayat pahalılığının müsebbibi olarak bu esnaf ve firmaları günah keçisi ilan etmedi mi?

Boykotçu taife, tüketiciyi bu İsrail ürünlerini almamaya, yerli ürünleri almaya dair bilinçlendirme faaliyetlerinin yanında yerinde durmuyor. Önce bak ürünleri yarı yarıya indirdiler, bedava da verseler almayın demenin ardından gözünü marketlere dikti. Koymayın şu ürünleri tereklerinize demeye başladı. Bundan sonra mağaza ve marketlerin işi de zor. Mağazalarda çekilmiş İsrail ürünlerini paylaşarak şu market İsrail ürünlerini satmaya devam ediyor diyor.

Anlayacağınız boykotçu taife ele avuca sığmıyor, yerinde duramıyor. Boykota dair başka ne yapabiliriz üzerine kafasını yoruyor. Sonunda yeni bir keşfe imzasını atıyor. Keşif diyorum, çünkü coğrafi keşifler kadar önemli yeni buluşları. Şimdi de Troy adı altında “Türkiye Ödeme Yöntemi” demek olan bir banka ve kredi kartını servis ediyorlar. Bankanızı arayıp Matercard ve Vısa istemiyorum deyip yerine Troy kart isteyeceksiniz diyorlar. Çünkü Troy kartın dışındaki kartların kullanımıyla yurtdışına yıllık 150 milyon dolar kadar komisyon ödüyormuşuz. Bu para niçin ülkede kalmasın demeye getiriyorlar.

İlk defa duyduğum Troy kartın ne olup olmadığına bakıyorum. Bu kartın kurucuları, bankalararası kart merkeziymiş. Bu kartın özelliği taksit imkanı yok. Bir de yurtdışında kullanamıyorsun. Ne zaman çıkmış? 2015 yılında. O zamandan bu yana 8 yıl geçmiş. Nedense yeni keşfediyoruz.

Merak ettiğim, 8 yıl öncesinde çıkarılmış bu kart türünü vatandaş niçin bilmiyor? Bankalar diğer kartlara madem komisyon ödüyor. Müşterilerine niçin Vısa ve Mastercard göndermeye devam etti? Müşterilerini bu konuda niçin bilinçlendirmedi? Biz bu Troy’u niçin 2023’de keşfediyoruz? Bugüne kadar bankalar biz istemeden zorla Matercard veya Vısa göndermeyi yeğlerken niçin Troy kart göndermediler? Bu kart yurtdışında işe yaramıyorsa, yurtdışına çıkacaklar Vısa, Mastercard olmadan ne yapacaklar? Madem bu kart üretilebiliyor. Bunun taksitli ve yurtdışında geçerli olanını çıkaramazlar mı?

Neyse yurtdışına çıkan biri olmadığıma göre bunu yurtdışına çıkacaklar düşünsün. Beni düşündüren, market alışverişlerinde ödeme yaparken cebimden Troy dışındaki kartı çıkarınca, arkanda sıra bekleyenler, vay hain, bak hala Mastercard kullanıyor. Vurun şuna dese, bilin ki yandığımın resmidir. Bu arada bu Troy kartın temassız özelliği var mı? Troy kartı yeni keşfeden boykotçu taifenin bundan haberi vardır.

*13/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Faizin Fe'sine Karşı İslamcı Bir Alim (2)

Vakıf fetvasını beğendiniz ise bir de promosyon fetvasına bakalım. Bir bilen ya. Yine sormuşlar: Promosyon hakkında ne dersin diye. Demiş ki "Promosyonu, kişinin çalıştığı iş yerinin bankası veriyorsa, bu promosyon iş yerinin kendisine verdiği ilave zam sayılır ve caizdir. Şayet çalıştığı iş yerinin bankası yoksa alınacak bu promosyon caiz değildir”.

Vakıf fetvasından sonra böyle bir fetva daha hoş. Başkası da beklenmezdi zaten. Siz siz olun. İleride promosyon almak isterseniz, bankası olan bir firmada çalışmayı tercih edin. Bu tercihi yapmazsanız, promosyon yüzü göremezsiniz. Avucunuzu yalarsınız. Çünkü zatı muhtereme göre caiz değil. O yüzden iş başvurusunda bulunurken bankanız var mı diye sormayı ihmal etmeyin.

Fetvalarına devam edelim. Kur garantili mevduat konusunda hazinenin verdiği döviz farkını da caiz bulan ekibin içerinde olduğunu söylesem, yine şaşırmazsınız.

Eskiden kocanın eşini, kayıt kürek ve şahit olmadan üç talakla boşamasını bain talak (dönüşü olmayan boşanma) sayarken mahkemelerin verdiği boşanmayı tek talak sayar, karı ve kocanın evliliği iki talakla devam eder derdi. Şimdi aynı görüşte mi bilmiyorum. Umarım değiştirmiştir. İnşallah vakfiye fetvasında olduğu gibi ilk ve son görüşüm budur, bu da asla değişmez demez.

Son olarak da başlığa koyduğum faiz karşıtlığı fetvasına gelelim. Akademisyenmiş muhterem. Kendisi gibi nice fıkıhçılar ve öğrenciler yetiştirmiştir.

Gel zaman git zaman yaş gelir 67’ye. Mecburi emekli edilir.

Öğrencilerini çok seviyor ama kanun böyle.

Ne yapalım ne edelim derken kendisi gibi tekaüde ayrılmış emekli öğretim üyeleri için bir formül bulunur. Yüksek lisans ve doktora öğrencilerine danışmanlık görevi. Karşılığında da ek ders alacaklar. Gerçi kendisi için ek ders önemli değil ama veriyorlarsa niye almasın.

Danışmanı olduğu öğrenciler bulunduğu şehrin dışında imiş. Hoca-öğrenci ilişkisi de olmamış. Yaptıkları bu yorucu danışmanlığın ardından her ay sonu kendilerine ek ders tahakkuk ettirilmiş. Bu şekil danışmanlık kaç yıl devam etti bilinmez.

Üniversitenin dikkatini çeker bu ödeme. Derler ki bir yönetmelik değişikliği yapalım. Emekli öğretim görevlileri doktora ve yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapamasın.

Bu değişiklik yapılır ve bu emekli ulema danışmanlık yapamaz. Haliyle ek dersten de mahrum kalırlar.

Bu haksızlık deseler de köşelerine çekilmezler, istenmediğimiz yerde durmayız demezler. Soluğu mahkemede alırlar. Üniversitenin çıkardığı yönetmeliği iptal ettirirler. Şükür ki mağduriyetleri sona erer.

Mahkeme ne zaman sonuçlandı? Mahkeme bu iptal kararını verinceye kadar kaç yıl geçti bilinmez. Yani ben bilmiyorum.

Zatı muhterem, mahkeme sonucunu alarak üniversiteye damlar. Bir kağıt bir de kalem alır. “Şu tarihten itibaren yönetmelik değişikliği yapılarak ödenmeyen ek ders ücretlerimin YASAL FAİZiyle birlikte ödenmesi...” şeklinde bir dilekçe yazar. Yapmadığı danışmanlık ücreti kendisine ve diğerlerine yasal faiziyle birlikte ödenir.

Mahkeme kendilerini haklı bulduğu için kaldıkları yerden, görmedikleri öğrencilere danışmanlık hizmeti vermeye devam ediyorlar. Ücretlerini de gecikmeksizin aldıkları için yasal faiz olmadan alıyorlar. Gördünüz hizmet aşkını. Beşikten mezara ilim dedikleri bu olsa gerek.

Emekli olduktan sonra ek ders karşılığı danışmanlık yapmaları, danışmanlıklarını yaptıkları öğrencilerini görmeden danışmanlık yapmaları, bunun karşılığında ücret almaları, yönetmelik değişikliğiyle danışmanlıkları sona erdikten sonra mahkeme sonrası yapmadıkları danışmanlığın ücretini istemeleri tek kelimeyle ayıp. Daha da ayıbı, mahkemeyi kazandıktan sonra YASAL FAİZ dilekçesi vermeleri. Zaten dilekçelerine yasal faiz yazmasalar bile ücretleri yasal faiz üzerinden hesaplanırdı.

Burada adamların hakkı, yasal faizi talep etmeleri normal diyebilirsiniz. Bu kişiler dini hassasiyeti yüksek, faiz konusunda suyu üfleyerek içen kişiler olunca, haliyle böyle talep garip karşılanır. Üniversitenin yasal faiziyle ödeme yapması başka. Bunların yasal faiz dilekçesi başkadır.

Ha üniversitenin bankası var da üniversite o bankadan bu yasal faizi veriyorsa, o zaman bu para zaten bunlara göre zaten faiz olmaz, olsa olsa hibe olur ya da çalıştığı kurumun bankası olduğu için kendilerine üniversitenin ilave zammı olur. Üniversitenin bankası olup olmadığını bilmediğim için bu konuda bir şey diyemiyorum. Diyeceğim tek şey, afiyet olsun hocalarım.

10 Kasım 2023 Cuma

Faizin Fe'sine Karşı İslamcı Bir Alim (1)

Yetiştiğim mahallenin içinde iken gözüm kapalı büyümüşüm. Uymuşum kalabalığa. Asıp kesmişiz. Körler ve sağırlar birbirimizi ağırlayıp durmuşuz. 

Bunu ne zaman gördüm. Yaşım ilerleyip farklı mahalle insanlarıyla teşriki mesai yapmaya başlayınca; tüm yetki, sorumluluk, makam ve mevkiler bizim elimize geçince, bir şeylerin ters gittiğini görmeye başladım. Yetiştiğim mahallenin biraz kenarına çıkıp mahalleme bir göz atınca sorgulamaya başladım. Gördüm ki biz bize anlatılan gibi değiliz. Derdimi içte yani mahallemde anlatmaya çalıştım. Derdimi anlatamadığım gibi adım müzmin muhalife çıktı. Duvarlara konuştum. Duvardan ses geldi de mahallemden çıt çıkmadı.

Gördüm ki herkes halinden memnun. Bir ben varım memnun olmayan. Büyük kalabalık yanlışta isabet edemeyeceğine göre öyle anlaşılıyor ki yoldan çıkan benim. Tövbe edip mahalleme döneceğim yerde iyice şirazeden çıktım. Artık mahallem bana yabancı, ben mahalleme yabancıyım. Çünkü aynı dilden konuşmuyoruz. Hayata ve olaylara aynı perspektiften bakmıyoruz. Gördüm ki mahallem muradına ermiş, Nirvana'ya ulaşmış, ben ise çıkamadım kerevetine. Kısaca Türk ve Müslüman olarak birbirimize Fransız kaldık.

Eskiden ne olacak bu memleketin hali derdim. Şimdi memleketten geçtim, ne olacak benim halim diyorum.

Bu uzun girizgahtan sonra mahallemin dini alanda üstat kabul ettikleri, sözü üzerine söz söylemedikleri, bir cemaatin sözü geçen ileri gelenlerinden olan tanınmış bir simasından bahsedeceğim. Ne alaka demeyin. Nasıl ve niçin yabancılaştığıma bir örnek olsun. Başı böyle ise varın ötesini/ayaklarını siz düşünün. 

Adı geçen beyefendi, feraiz anlatırken miras anlaşılsın diye tahtaya örnekler yazarmış. Nedense verdiği her örneğinde geride miras bırakan kişi  hep "dört evli" olur. Ardından "sapına kadar erkek" dermiş. Bunu nerede söylüyor. Çoğunluğu erkek olan amfide dört kız öğrencinin içinde. En büyük hayali, birden fazla evlenme olmasına rağmen garibim kayınlarından çekindiği için hanımının üzerine kuma getiremedi. Sonradan getirdiyse bilmiyorum.

Kadın zaafını bir tarafa bırakalım. Dini alanda bu İslamcı üstat kabul edildiğine, herkes ona fetva sorduğuna göre biraz da fetvalarından bahsedelim.

Camilerde görev yapan din görevlilerinin maaşını bir zamanlar devlet vermiyordu. Cami cemaati imamı kendi bulur, görev bitimi de sergi vs. yollarla imama parasını öderlerdi. Bazı camiler imamın parasının, en azından bir kısmını karşılamak amacıyla hayırseverlerden gayrimenkul bağışı almak suretiyle caminin ve anlaştıkları din görevlisinin giderlerini temin için vakıflar kurmuşlar. Gayrimenkulün gelirinin üçte ikisiyle caminin ihtiyaçları, üçte biriyle de imamın maaşını karşılamak için vakıf senedine yazmışlar. 

Gel zaman git zaman imamların maaşı devlet tarafından karşılanmaya başlar. Vakfiye aynı şekilde durur. Vakfiye değişmediği için devlet memuru statüsündeki görevlinin bu gayrimenkul gelirinden pay alıp almaması gündeme gelir. Bir bilen olarak bu alim zatın bilgisine başvurulur. Beyefendinin verdiği cevap; maaşlı görevli, vakfiyedeki payı almaya devam eder şeklinde olur. Nasıl beğendiniz değil mi bu fetvayı. Keşke maaş,  artı lojman, artı vakfiye payından sonra bir de boş mezar ilavesi yapsaydı daha iyi olurdu. İmam maaşlı olduğu için pay alamaz. Vakfiyenin geliri üçte üç camiye harcanır dese ölürdü değil mi? 

Sanki vakıf Allah’ın değiştirilemez bir kanunu. Vakıf, İslam fıkhında ortaya çıkmış fıkhi bir görüş. Fıkhi görüşler zamana, ihtiyaçlara ve şartlara göre değiştirilir. Çünkü dini bir görüştür. Vakfiyeye niçin değiştirilemez yazılıyor? İleride art niyetli birileri gelir, bu vakfiyeyi kendi emellerine hizmet etmesi için değiştirmeye kalkar endişesiyle bu kapıyı kapatıyorlar. Maaşlı bir insana hala bu vakfiyeden pay vermek, bunun için fetva vermek, vakıf yetkilisinin vermeye devam etmesi, görevlinin de bu benim hakkım diye alması, tek kelimeyle ayıptır, vebaldir, günahtır, dini bilmemektir, “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz” Mecelle kaidesini uygulamamaktır, çağı okuyamamaktır, zamanın ruhuna uygun yaşamamaktır, yapılan işe dini kılıf bulmaktır. (Devam edeceğim.)