28 Ekim 2023 Cumartesi

Asırlık Çınar *

Asırlık Çınar
Türkiye Cumhuriyetinin dini yoktur sloganıyla büyüdüm. Dini yok demek dinsiz demekti. Bir devletin dini olmaz mıydı? Dinsiz devlet olur muydu? Hele yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede dinsizlik... Olacak şey değildi.

Miting ve yürüyüşlerde "Dinsiz devlet yıkılacak elbet" diyenlere eşlik ettim. Yıkınca ne olacaktı. Ona da çaremiz vardı: "İslami devlet kurulacaktı elbet". Böyle bir düzen kurulunca devlet İslami bir devlet olacak. Devletin düzeninde İslami yasalar hakim olacak. Hakça paylaşım olacaktı. O yüzden küçüklüğümde katıldığım her miting ve yürüyüşte sloganla da olsa bu dinsiz devleti hem yıktım hem kurdum. Bu işi miting sonrası özel sohbetlerde de dillendirdim. Bu dinsiz devleti çok defa önce yıktım sonra kurdum. Bu tür sohbetler de çok tatlı olurdu. Gecenin ne zaman geçtiğini bilemezdim.

Bu dinsiz ve genç Cumhuriyeti yıkamadım. Halbuki ne kadar da içten atmıştım sloganları. 

Gel zaman git zaman benden 40 yaş büyük Cumhuriyet büyüdü. Aynı Cumhuriyette ben de büyüdüm. Ben 60'ı devirdim. Cumhuriyet ise 100 yılı. 

Devletin dini hala olmamasına rağmen Cumhuriyet 100 yılı devirerek kökleşe kökleşe yoluna doludizgin devam ediyor. Asırlık çınar oldu. 60'ına merdiven dayayan ben ise yaşa bağlı olarak tökezlemeye başladım. Öyle görünüyor ki ben tökezleye tökezleye bu fani aleme bir gün veda edeceğim. Çiçeği burnundaki genç Cumhuriyet ise ben ona kelimeyi şehadet getirtemeden asırlık yaşının ardından ilelebet nice yüzyıllar yaşayacak.

Küçüklüğümdeki devletin dini İslam olmalı hayalinden ise vazgeçeli çok oldu. Hatta devletin dini olmamalı diyorum. Çünkü devletin dini olmaz. 

Halkın dini olur ama devletin dini olmaz. İlla devletin dini olacaksa, devletin dini adalet olmalıdır. Çünkü bir devlette adalet olursa, o devlet ilanihaye yaşar. Adaleti yoksa zulüm devleti olur ki zulümle abat olamayacağı için sonsuza kadar yaşayamaz. 

100 yılı devirmesine rağmen Cumhuriyetimiz hala genç ve eksiklikleri hala çok. Bu aşamadan sonra yapılacak iş, bu genç Cumhuriyetin eksikliklerini gidererek nice asırlar yaşamasının önünü açmaktır. Bu da devlet eliyle adaleti tesis etmekle olur.  Adalet olursa, o devlet İslam'a en uygun devlet olur. Çünkü mülkün temelidir adalet ve her şeyin başıdır, ortasıdır ve sonudur. Devletin adaleti yoksa bu devletin adında dini İslam yazsa ne olur, yazmasa ne olur?

Hüseyin Hatemi’den dinlemiştim geçmişte. Ben sloganla yaşarken o ise ayakları yere basan biri idi. İdeal hukuk, meri hukuk derken programda konu İslam anayasasına gelmişti. Aklımda kaldığı kadarıyla Hatemi, “Yaşayan ve yürürlükte olan anayasalar içerisinde İslam’a en uygun anayasa Almanya anayasasıdır. Çünkü adında İslam olsa da olmasa da bir anayasada adalet hakim ise o anayasa İslamidir” demişti.

Ne yapıp ne edip hem anayasamızda hem mahkemelerde hem toplumsal ilişkilerde, kısaca hayatın her alanında devlet ve millet olarak adaleti tesis etmemiz, asırlık çınarı adaletle doldurmamız gerekiyor. Çünkü adaletin olduğu yerde huzur olur, güven olur. Kestiği parmak da acımaz. Devlet de ebet müddet yaşar.

Bu vesileyle asırlık Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı hayırlı olsun. Nice sonsuz yüzyıllara hep birlikte inşallah.

*30/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (4)

Sonuç olarak İslam dünyasında İslam'ı hakim kılmak isteyen veya referansı İslam olan, silaha başvuran ve silaha başvurmayan İslamcı örgütler, marjinal kalmış İslamcı siyasi partiler, dinden beslenerek veya dini kullanarak koalisyon veya tek başına iktidar olan dini partiler hep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Yukarıda verdiğim örneklere, sonuçları itibariyle bakarsak, çok iyi bir imaj vermedikleri, İslam'ı hakim kılmaktan ziyade yaptıkları veya yapamadıklarıyla insanlara İslam'ı sevdirmekten ziyade nefret ettirdiklerini söylemek mümkün. Gittikleri veya oldukları yerde ne kendileri huzur bulabilmiş ne de toplumlarına huzur verebilmişlerdir. Uzun soluklu olamamışlar. Parlayıp sönmüşlerdir. Uzun soluklu söz sahibi olanlar da dinin ve dinî değerlerin içini boşaltmışlardır. Dünyaya örnek olamadıkları gibi İslam'ın öcü görünmesine bilerek veya bilmeyerek katkı sunmuşlardır. 

Hasılı İslamcılık sürecine sonuç odaklı bakarsak, hangi memlekette olursa olsun, ister yetkili veya yetkisiz olsun, siyasal İslamcılık faydadan ziyade zarar vermiştir. Sorun çözme yerine sorun olmuştur. Tüm bu süreçte din ve değerleri hoyratça kullanılmıştır. Haliyle en büyük zararı da İslam'a ve değerlerine vermiştir. 

Bu durum sadece siyasal İslamcılığın geldiği bir sonuç değil. Hangi dinden olursa olsun, nerede bir dini yapılanma varsa hepsi sorun yumağı. Bugünkü İsrail de dini gerekçelerle devlet olmak, kutsal kitaplarında kendilerine vadedildiğine inandıkları arzımevudu yerine getirmek için yanı başındaki milletlere kan kusturuyor. Terörün her türlüsünü acımasızca uyguluyor. Kısaca sorun, emellerine ulaşmak için birilerinin dini kullanmaları en büyük sorun. Düşmanlarını çoluk çocuk demeden öldürmeyi emreden bir din olur mu? Öyle anlaşılıyor ki İsrail'in bu yaptığı da bir nevi siyasal Yahudiliktir. Kan, ölüm ve terör kime huzur verebilir. Aynı şekilde barış ve esenlik dini dediğimiz İslam bu yönüyle kime barış, esenlik ve güven verebilir. Burada Kudüs’ü kurtaracağız, Kudüs elden gitti algısıyla Hristiyan dünyasının düzenlediği Haçlı seferlerini ve akıttıkları kana da siyasal Hristiyanlık diyebiliriz. Budistlerin Myanmar'da uyguladıkları terörü de örnek alırsak, hangi dinden olursa olsun, dini yapılanmaların hepsinin sorun olduğu ortaya çıkıyor. Din adına ortalığı yakıp yıkıyorlar. Dinleri adına hareket eden yapıların ayakları yere basmıyor. Uçup kaçıyorlar ama ortaya kan ve gözyaşı bırakıyorlar. 

Diğer dini yapılanmaları bir tarafa bırakıp siyasal İslamcı yapılara tekrar dönmek istiyorum. Acaba siyasal İslamcılık, birilerinin pişirip servis ettiği, İslam dünyasından devşirdikleri birileri aracılığıyla oynanan bir oyun mu? Daha doğrusu siyasal İslamcılık bir proje olabilir mi? Öyle zannediyorum, bu işin senaristleri başkası. Figürler ve piyonlar ise hep İslam dünyasından. Başkası adına kendi ülkelerinde vekalet savaşı veriyorlar. Zaten kendilerinden başkasını öldürmüyorlar. 

Burada tüm siyasal İslamcı hareketler bir projedir demek suretiyle genelleme yapmak istemem. İçlerinde temiz duygularla ortaya çıkan, aleme nizamat vermek isteyenler olabilir. Bunda da samimi olabilirler. Bunu bilemeyiz. Biz ancak zahire ve sonuçlarına göre değerlendirme yapabiliriz. Samimi olsalar bile üst akıl dediğimiz proje sahipleri bu tür yapıların içine şu ya da bu şekilde sızabilir, onlara maddi destek vermek suretiyle amaçlarına hizmet edecek şekilde dönüştürebilirler. 

Uzattığımın farkındayım. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Siyasal İslamcılık ile yola çıkanlar eğer bu dinin samimi inananları ise ortaya çıkan sonuçlara bakarak bir değerlendirme yapmalarında fayda var. Hep Müslüman kanı akmışsa, kan ve gözyaşı durmuyorsa, hayal aleminden uyanıp ayaklarını yere basmalarında fayda vardır. 

Her şeyden geçtim. İslam ahkamının hakim olmasını isteyenler, bir an için bu ideallerine ulaştılar diyelim. Yönetimde İslam’ın hangi yorumunu esas alacaklar? Gücü ele geçiren, diğer yorumlara tahammül edecek mi?

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (3)

Erbakan liderliğindeki partilerin çizgisi değişmese de birbirinin devamı niteliğinde açılıp kapanan partilerin sloganları farklı idi. Mesela 80 öncesi MNP ve MSP'de İslami söylemler daha baskın idi. Aklımda kaldığı kadarıyla "İslam gelecek, zulüm bitecek", "İslami hareket engellenemez", "İran, Pakistan, Afganistan... Sıra sende Müslüman", "Hak geldi, batıl zail oldu", "Mücahit Erbakan" gibi sloganlar parti mitinglerinde atılan sloganlardan bazıları idi. 

80 sonrası mitinglerde bu tür sloganlar atılmasa da milli ve manevi değerler, imam hatip okulları, Kur'an kursları, başörtüsü üzerinden siyaset yapıldı. 

Partileşmeyen örgütler de Türkiye'de uzun süre gündem oldu. Mesela şimdilerde FETÖ olarak bilinen Gülen hareketi, İslamcı bir söylem kullanmasa da 70'li yıllardan itibaren devlet içine sızarak devlet içinde devlet oldu. Bir ABD projesi olduğu 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu da bu ülkeye pahalıya patladı. 250 insanımız şehit oldu. Dini görünümlü bu yapı İslam'a büyük darbe vurdu. 

2000 öncesi Güneydoğu ağırlıklı Hizbullah bir dizi kanlı eylemlerle kendini gösterdi. 

2000 sonrasında her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylese de AK Parti 21 yıldır bu ülkede tek başına iktidar. Rakipsiz ve alternatifi yok. İslamcı bir parti olduğunu söylemese de söylemler ve icraatlar İslamcı bir parti izlenimini veriyor. İslamcılığın piri diyebileceğimiz Erbakan'dan daha fazla dini söylem kullanılıyor. Halkın bir kesiminde İslam'ın siyasete alet edildiği kanaati var. "Nass varsa bize ne düşer" sözünü buna örnek olarak verebiliriz. Tek başına bu söz bile bir zamanların Türkiye'sinde kapatılma gerekçesi olurdu. İcraatlar arasında başörtüsünün resmi kurumlarda ve okullarda serbest olması, dindar nesil yetiştirme projesinden bahsedilmesi, imam hatiplerin sayısının hiç olmadığı kadar artırılması gibi icraatlar siyasal İslamcı Erbakan'ın çözmeyi vadettiği hususlardı. Yine bu dönemde imam hatip ve ilahiyat mezunu kişiler hiç olmadığı kadar etkili ve yetkili makamlarda istihdam edildiler. Adeta tercih sebebi oldular. Tüm makam ve mevkilerde dindar, mütedeyyin, İslamcı, İHL ve İlahiyat mezunları kadrolaştı. 

Makam ve mevkilerin dini hassasiyeti yüksek kişilerle doldurulmasının ne sonuç doğurduğunu bir araştırmaya yer vererek değerlendirmeyi size bırakmak isterim. Özal'ın başbakan olduğu 90'lı yıllarda solcu bir araştırma şirketi, "Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekti. Çocuğunuzu meslek gruplarından hangisine bırakırsınız" şeklinde bir soru sorarak araştırma yapar. İlk sırada din görevlileri çıkar. Aynı soru 2020 yılında sağcı bir araştırma şirketi tarafından tekrar sorulur. Cevaplar arasında ilk onda din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu olmaz. Değerlendirmeyi yaparken 90'lı yıllarda İHL mezunları ve ilahiyatçıların makamlarda tek tük olduğunu, etkili ve yetkili makamlarda pek olmadıklarını, 2020 yılında ise makamların kahir ekseriyetinin dini hassasiyeti yüksek kişilerden olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sizin değerlendirmeniz ne olur bilemiyorum ama öyle zannediyorum, makam ve mevkiler, kişilerin test edildiği yerler. 90'lı yıllarda makamsız güven duyulan kişilere, 2020'nin Türkiye'sinde güvenilmediği anlaşılır. Görünen o ki çoğu kimse makam ve mevki testinde sınıfta kalmış. 

Bugünün Türkiye'sinde o kadar İHO, İHL, hafız İHO/İHL, çokça ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi açılmış olmasına; milli, manevi ve ahlaki değerlere her söylemde yer verilmesine rağmen insanımızın çoğunda özellikle gençler arasında dinden soğuma, dine mesafe koyma, deist ve ateist olma her geçen gün artmakta. Bunda FETÖ, Hizbullah, bazı cemaatlerin görüntüsü, İslamcı söyleme sahip bir partinin 21 yıldır iktidar olması, önemli bir kesimin birçok icraattan mağdur olması, sözlü mülakatlar, söz ve eylem çelişkisi, sık U dönüşleri, makam ve mevkilerde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i arayanların nedense kendilerinin Hz Ömer olmayı denememesi, gerilim siyasetinden beslenme yolunun tercih edilmesi, üslup sorunu, güç zehirlenmesi yaşanması; imam, müezzin ve ilahiyatçıların aşırı partizan olması, söz ve eylem çelişkisi gibi hususların payı olsa gerek. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (2)

1970'li yıllardan sonra İslamcılık İslam ülkelerinde yükselen bir değer oldu. Örgütler çıktı, referansı İslam olan siyasi partiler kuruldu. Kimi iktidar olup muktedir olamadı kimi iktidar da oldu, muktedir de kimi marjinal bir örgüt kaldı kimi de yok olup gitti.

Örneklerden gidelim. Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitler, 80'li yıllarda Ruslara karşı mücadele edip Rusları yendikten sonra koalisyon da olsa devlet kurdular. ABD desteğiyle Rusları ülkelerinden çıkardılar ama bir devlet olamadılar. İç savaş hiç eksik olmadı. Birbirleriyle didiştiler. Ardından Taliban, ABD ve ABD'nin ardından ülkeyi yöneten Taliban’a ülke emanet. Referansı da İslam. Ülkeden kaçan kaçana. 

Pakistan, İslami esaslara göre bir devlet olacağım diye Hindistan'dan ayrıldı. Ne derece İslami kurallar ülkede hakim, halk ne derece memnun bilinmez. Yalnız içinden Bangladeş adıyla bir devlet doğdu. 

İran, 1979'da Ayetullah Humeyni önderliğinde devrim yaparak İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Bu cumhuriyetten halk ne derece memnun, bunu gidip onlara sormak lazım. Ama bir baskının olduğu, halkın patlamaya hazır bir bomba olduğu bir gerçek.

Suudi Arabistan'da İslami yasalar geçerli. Halk bu şeriattan ne derece memnun. Bunu ifade etmekten korkan ve kaçınan bir halk var. Öyle yönetim ki muhalif bildiğini İstanbul’da öldürecek ve asit kuyusuna atacak kadar gözü dönmüş.

Hem Afganistan hem İran hem de Suud baskıyla yönetimde duruyor. Uyguladıkları İslami yasalar ne halkının yüzünü güldürdü ne de bu yönetim tarzı dünyaya örnek oldu. 

Arap Baharı ile birlikte siyasal İslam'ın doğup neşvünema bulduğu ve diğer ülkelerde taban bulduğu Mısır'da Müslüman kardeşler, Mursi ile birlikte yönetime geldi. Yaşamasına imkan verilmedi. Darbe ile indirildi. Mursi hala iktidar olsaydı, Mısır bugün ne durumda olurdu, bunu görmeden bilmemiz mümkün değil. 

Örgüt olarak Afrika'da Bokoharam, Ortadoğu'da el Kaide, en Nusra, İŞİT, DAİŞ veya DAEŞ türünden İslamcı örgütler çıktı. Suriye iç savaşından yararlanarak kısa süreliğine Irak-Şam devleti bile kuruldu. Bu ve ismini zikretmediğim İslami örgütler, gittikleri ve girdikleri yerde Müslümandan başkasını öldürmediler. Hazırında yaptıkları eylemler, ülkelerinin ABD ve Rusya tarafından işgal edilmesini ve istikrarsızlığı doğurdu. 

Gazze’de resmi adı İslami Direniş Örgütü olan Hamas, 7 Ekim saldırısıyla İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine bilerek veya bilmeyerek hizmet etti.

Dünya, özellikle İslam ülkelerindeki siyasal İslamcılıktan Türkiye de nasibini aldı. Necmettin Erbakan ile özdeşleşti. İrtica ve laikliğe aykırı eylemleri gerekçe gösterilerek MNP, MSP, RP ve FP kapatıldı. 80 öncesi koalisyon hükümetlerinde yer aldı. 2000 öncesi Refah-Yol koalisyon hükümetinde kısa süreliğine de olsa Erbakan başbakanlık yaptı. 

Kurulan partiler kapatılsa da Milli Görüş diyebileceğimiz partiler asla terör eylemlerine başvurmadı. Demokratik yollarla iktidar olma yolunu seçti. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (1)

İslam ansiklopedisinin İslamcılık maddesinde İslamcılık;

"XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan dinî-siyasî ideoloji."

"XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle II. Abdülhamid döneminde Müslümanlar arasında birlik sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçlayan siyaset için kullanılan tabir." 

"Farklı unsurları Osmanlı kimliğinde birleştirmeyi amaçlayan siyasî düşünce." şeklinde tanımlanmış. 

Bu tanımlardan, İslamcılığı 2.Abdülhamit dönemine kadar götürebiliriz.

O günün İslamcılığıyla, bünyesinde çok ulusu barındıran Osmanlının, İttihadı İslam adı altında Müslüman birliğini sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Bunu da başaramamıştır.

İslamcılığın öncüleri arasında Mevdudi, Seyyit Kutup, Hasan el Benna, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Cemalettin Afgani vb. kişileri saymak mümkün. 

Çıkış noktası Müslüman birliği olsa da İslamcılık dendiği zaman devlet yönetiminin İslami hükümlere göre olması gerektiğini savunan görüş dense yanlış olmaz. Buna siyasal İslam da denebilir.

İslam toplumlarında dini hassasiyeti yüksek çoğu kimse; geri kalmışlığın, adaletsizlik vb. durumların, ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunların temelinde, İslam’ı yaşamadığımızın yattığı, İslam şeriatı yürürlükte olsa bu sıkıntıların olmayacağı kanaati yaygın. Kısaca dindar ve mütedeyyin insanlar arasında İslami devlet hayal, ideal ve özlem az veya çok hep var. 

Böylelerine İslami hükümetin uygulandığı bir dönem var mı dediğinde, dört halife ve sahabe dönemini örnek gösterirler. Bir de Emeviler zamanında kısa süre halifelik yapmış Ömer b. Abdülaziz dönemini sayarlar. Osmanlı'yı saymayı da ihmal etmezler. Hele Osmanlı, dünyaya adaletten başka bir şey dağıtmamış derler. Başka da yok. 

Yazımı sağa sola çekmeden Müslümanların devlet olma, yönetimin İslam ahkamına göre şekillenmesi gerektiği serüvenine bir göz atalım:

Dört halife dönemini ele alalım. Hz Ebu Bekir iç isyanlarla uğraşmış, diğer üç halife şehit edilmiş. Hz Osman'ın şehadetinden sonra Müslümanlar arasında iç savaş çıkmış. Cemel, Sıffin, Haricilerle Hz Ali'nin mücadelesi, Hz Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi, Emevi ve Abbasilerin Hz Ali ailesi ile uğraşması, Hz. Ali soyundan gelenlerin isyanları, İslam dünyasının Şii ve Sünni şeklinde bölünmesi... Bu mücadelelerde hep Müslüman kanı akmış. Müslümanlar birbirlerini öldürmüştür. 

Osmanlı, İslami bir devlet olmamasına rağmen bir kesim, Osmanlının 6 asır adalet dağıttığına inanır. Osmanlının yıkılma sebebini de dünyayı sömürmemesine bağlar. Osmanlının ne kadar adalet dağıttığı savı da üzerinde konuşulmaya değer. Ayrıca Osmanlının yıkılmasının temelinde çağı okuyamaması ve çağa uygun hareket edememesinin yattığını unutmamak lazım. (Devam edecek) 

26 Ekim 2023 Perşembe

Hamas Kime Hizmet Ediyor?

İsrail-Filistin arasında bir savaş yok. 

Bir devletin; köşeye sıkıştırılmış, yıllardır yokluğa terk edilmiş, ablukaya alınmış bir milletin yok edilmesi olayı var.

Çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden tüm sivillerin üzerine günlerdir bomba yağdırılıyor.

Hastane, kilise, camiler bombalanıyor. 

Dile kolay, 19 günde 350 km karelik Gazze’ye 12 bin ton bomba yağdırılmış.

Kullanımı yasak fosfor bombası kullanıldığı söyleniyor.

Bu orantısız saldırılar karşısında dünya sessiz, 

İslam dünyası hem sessiz hem çaresiz, 

Hep aciz hep silik siyaset izleyen Araplar bildiğiniz gibi.

Batı ise her zamanki çifte standardını oynuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı gündemden düştüğü için Rusya hiç olmadığı kadar memnun.

ABD'yi söylemeye gerek yok. İsrail'e arkandayım. Destekse destek diyerek yangına körükle gidiyor.

Dünya her zamanki sessizliğine bürünüp ABD de sonsuz destek verince, İsrail de Gazze'yi yok etmek, taş üstünde taş bırakmamak, bu sefer bu işi kökten çözmek için elinden geleni ardına koymuyor.

İsrail'in uyguladığı bu orantısız teröre tepki gösteren, Filistinlilerin mağdur olduğunu ifade eden, Filistinlilere destek açıklaması yapan kim varsa, adeta yokluğa terk ediliyor. Futbolcu ise kadro dışı veya sözleşmesi feshediliyor. Müzisyen ise programları iptal ediliyor. Sosyal medya üzerinden İsrail aleyhine yazılan yazılar ve videolar kaldırılıyor. 

Hasılı ateşkese yanaşmayan İsrail, Arzımevud projesini bir adım daha ileriye taşımak için yoluna devam ediyor. Yani İsrail ne yaptığını biliyor. Ne yaptığını bilmeyen kesim ise İslam dünyası.

Türkiye de ne yaptığını bilmeyenlerden. Bu problemin başında taraflara suhulet telkin ederek bir denge siyaseti güderken yapılan son konuşmayla denge siyasetini terk etti.

Türkiye halkı adet olduğu üzere İsrail ürünlerine boykot yapmakla meşgul. Bu tür boykotların işe yaramadığını hatta reklamın kötüsü olmaz sadedinde onların ürünlerinin reklamının yapıldığını maalesef göz ardı ediyoruz.

7 Ekimde İsrail içlerine girerek 200 kadar rehineyi alarak kayıplara karışan Hamas, arkası gelmeyecek, İsrail ile başa baş bir savaş yapamayacak bu tek taraflı savaşı niçin başlattı? Hamas’ı anlamak zor. Attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değseydi, hiç gam yemeyecektim. Çünkü geldiğimiz nokta itibariyle Gazze diye bir yer kalmadı. Çoğunluğu çocuk ve kadın sivillerin sayısı altı bine yaklaştı. Her geçen gün ölen sayısı artıyor. Yaralı sayısı ise 16 binin üzerinde. Değer miydi bu kadar insanın ölümüne sebebiyet vermeye. Kazanamayacağı bir savaşta ne işi var Hamas’ın? Bu işe kalkışılırken karşıdaki muhatabın İsrail olduğu, acımasız olduğu hiç akıldan çıkarılmamalıydı. Saldırı ilk önce İsrail’den gelse, Hamas mecbur kaldı dersin.

Burada “Gazze zaten işgal altındaydı... “ türünden bir savunmayı yeterli görmüyorum. Hamas gerçekten Filistinlilerin yanında ise bunun için kurulmuşsa, birinci önceliği Filistin halkının hakkını korumak olmalıydı. Birinci önceliği insanını şu ya da bu şekilde yaşatmak olmalıydı.

Şimdi Hamas’ı sorgulamanın zamanı değil. İsrail’e bir şey söyle diyebilirsiniz. İsrail’e çok şey söylenir. Hep beraber kızalım. Ne fayda? Zira laftan, sözden anlamayan, devletten anladığı terör örgütlerinin yaptığı olan bir devletten insaf bekliyoruz. Bu görüntüsüyle İsrail’i ancak güç durdurur. Bu güç de bugünden yarına bizde olmadığına göre yok yere İsrail’in suyunu bulandırmaya gerek yok. Birinci önceliğimiz birlik ve güç devşirmek olmalı. O zamana kadar da diplomatik yolları sonuna kadar denemeli.

Resmi adı İslami Direniş Hareketi olan Hamas’tan beklenen peygamberin yolu idi. Çünkü adından belli. Peygamber Mekke döneminde sahabesiyle birlikte az mı işkence gördü. Abluka ve boykot yaşamadı mı, açlıkla boğuşmadı mı, dışlanmadı mı, şehitler vermedi mi, alay ve hakaretin alasını görmedi mi? Tüm bunlara peygamber sabretmedi mi? Biz de bunlara karşı mücadele edelim diyen arkadaşlarını teskin etmedi mi? Sonunda hicret yolunu seçip bir devlet kurmadı mı? Devlet olduktan ve bir güç oluşturduktan sonra savunma amaçlı bir savaşa girişmedi mi? Sonuçta kazanan peygamber ve Müslümanlar olmadı mı?

Yazımı şu soruyla bitireyim: Hamas kime hizmet ediyor bu görüntüsüyle?

19 Ekim 2023 Perşembe

Öldürmeyi Emreden Din Olur mu? *

Tarihte yurt edindikleri memleketleri iki defa baskına uğramış, memleketlerinde taş üstünde taş bırakılmamış, yurtlarından sürülmüş, memleket memleket dolaşmış, kolay kolay hiçbir ülke kabul etmemiş, hep horlanmış, itilmiş, kakılmış bir millet. 

Bu millet azınlık psikolojisi içerisinde birbirlerine kenetlenmiş, ölüm kalım savaşı vermiş, gittikleri ülkelerde bilim ve ticaretle uğraşmış. Hem buluş hem de üretim yönünden kendilerini ispatlamış. 

Farklı ülkelerde yaşamalarına rağmen lobicilik faaliyetlerine de önem vermişler. Bir zaman sonra bulundukları ülkelerde etkin konuma gelmişler. Para onlarda, şöhret onlarda, güç onlarda. Bunlara rağmen aleyhlerine karar almak mümkün değil.

Bir elleri yağda, bir elleri balda, her ülkenin etkili ve yetkili kişileri iken inandıkları dine göre kendilerine vadedilmiş toprakların verildiğini, orada bir devlet kurmaları gerektiğini hiç akıllarından çıkarmadılar.

Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte bunlara gün doğdu. Önce İngilizlerin sonraları ABD'nin desteğiyle Ortadoğu'da Filistinlilerin yaşadığı bölgede dünyaya ve yerli halk Filistinlilere rağmen silah zoruyla bir devlet kurdular.

1948 yılından bu yana devlet olmaya çalışıyorlar ama bir türlü devlet olamadılar. Ne kendilerinin yüzü güldü ne de işgal ettikleri insanların yüzünü güldürebildiler. Her türlü imkan olmasına rağmen yüzleri gülemez. Çünkü zulmettikleri insanların bir gün güçlenip kendilerini yok edeceği korkusunu yaşıyorlar. Öyle ya zulümlerinden dolayı kim abat olmuş ki bunlar abat olsun. Böyle bir son ile karşılaşmamak için dağdan gelen bayırdakini kovar misali, son kalan Filistinliyi yok edinceye kadar terör estirmeye devam ediyorlar.

1948 yılından beri İsrail'in uyguladığı devlet terörünü anlatmaya gerek yok. Çünkü 7 Ekimden bu yana Gazze'ye yaptığı, bu ülkenin geçmişi hakkında bize bilgi verir. 

Halihazırda Gazze ve Ortadoğu, İsrail ve en büyük destekçisi dünya kabadayısı ABD’nin insafına terk edilmiş durumda. Tüm dünya bunlardan akan kanı durdurmasını bekliyor. İsrail’den ve destekçisinden insaf beklemek safdillik olur. Çünkü hastaneyi bombalayacak kadar gözü dönmüş, siviller bomba yağdıran bir devletten böyle bir şey beklenemez.

Şu bir gerçek ki dünyanın Gazze’deki katliama seyirci kalması dünyanın bir ayıbıdır. Bu seyirciliğimiz bizimle beraber insanlığımızın da kalmadığının bir göstergesidir.

İsrail’in, dünyanın tepkisine rağmen eşit şartlarda olmayan bu orantısız güç kullanmasına ne kadar kızsak da İsrail bu terörün kaynağını inandıkları kutsal kitaplarından alıyor. Çünkü kitaplarında “En büyük düşmanınız Amalikalılardır” yazmaktadır. Amalikalılardan kasıt Araplardır, Filistinlilerdir. Çünkü Yahudiler Musa peygamberin öncülüğünde Mısır’dan çıktıklarında, geldikleri Filistin bölgesinde Filistinliler ve Araplar vardı. İlahi bir dinin kitabında vurun, kırın, öldürün, yok edin yazar mı? Maalesef ellerindeki tahrif edilmiş kitaplarında yazıyor.

Her şeyden geçtim. Yahudiler tarih boyunca horlanmış, itilmiş, kakılmış. Bugün başkalarının kendilerine yaptığını fazlasıyla Filistinlilere yapıyor. Halbuki eşekten düşen halden anlar denir. Yahudilerden beklenen, biz başkasından çektik, biz bari başkasına yapmayalım demeleri gerekirken görüyoruz ki başkalarının yaptığının hıncını zayıf Filistinlilerden alıyor İsrail. Tek kelimeyle yazıklar olsun!

Burada şunu da söylemek isterim. İster Yahudilik ister Hristiyanlık ister İslam ister diğer dinler, yaşatmayı değil de öldürmeyi emrediyorsa, böyle dinler olmaz olsun. Çünkü din dediğin, insana dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk vermesi gerekir. Çünkü dinlerin amacı budur. Görüyorum ki teoride huzur ve mutluluk vadeden dinler inananları eliyle pratikte din adına kan kusturuyor. Veyl olsun böyle dinin inananlarına!

*23/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır